heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

28 Aralık 2011 Çarşamba

filmlerde söylenen en iyi müzik sahneleri

şimdi arkadaş bahsedeceğim konu filmlerin içinde söylenen şarkılar. ama bizzat oyuncular tarafından söylenenler/öyle sanılanlar vs. blues brothers, doors gibi filmleri kafadan es geçiyorum. mantıken geçmemem lazım, ama zaten o filmler müziğe adanmış. burada amaç filmi şahane bir hale getiren şarkılardır ve bizzatihi oyuncular tarafıdan icra edilmesi gerekiyordu. ama bu her filmde mümkün değil elbet. sonuçta böyle bir liste oluştu. eğlenin :)


the talented mr ripley - tu vo' fa' l'americano (jud law)

dicky arkadaşlarıyla buluşur ve nefis bir şarkı söylemeye başlarlar. burjuva sınıfından olmayan, onların gözünde basit ama yetenekli olan bay ripley performansa hayran kalmıştır. sonra o da olaya dahil olur. burjuva özentisi olduğu için klasik müziğe merak salmış olsa bile şarkı onu büyülemiştir. beni de...



a clockwork orange - singin in the rain (malcolm mc dowell)

şimdi arkadaş donald o'connor'ın o yağmurun altında söylediği enfes şarkı ve step dansı dillere destan güzellikte. hatta nefis ötesi. insanın içini sevinçle dolduruyor. ama alex de large'ın o yazarın evini bastığında ve akabinde yaptıkları, o anda söylediği singin in the rain kesinlikle daha nefis, daha bir etkileyici, daha bir gerçek. şarkıyı söylerken önce yazarı tekmeler, etrafı dağıtır, şarkı biter, tekrar başlar. bu sefer tecavüz edecektir. arkada fon müziği yoktur, gerçek olan da budur. sahnenin sonunda elbette sonunda kahkaha atabilirsiniz. haz, çokca kahkaha atabilmektir.


hababam sınıfı - estarabim (hababam vokal grubu)

böyle bir listede hababam vokal grubunu bulundurmamak anlamsız olurdu ve söyledikleri en nefis şarkı da budur. tam bir birlik içerisindeler ve elleri arkadan kenetli. şarkının sözlerini de kendilerine göre değiştirmişler ve estarabim değil artık. olsun, süperdir.


arabesk - allahım kör et beni (şener şen)

şener şen'in nefis şarkısı. çölde başlar, sonra şener şen'in tipik yürüyüşü ile bacaklarını görürsünüz. siyah giyinmiştir. yürür, dizleri üstünde sürünür ve şa çölde biter her şey. şener şen kör olmuştur.


dancer in the dark - i've seen it all (björk/thom yorke)

esasında listeye müzikallerden şarkı almayacaktım. ama bu tren sahnesi nasıl alınmaz kardeşim. görecek ne kaldı diyen selma'ya karşı thom yorke'un sesinden cevap verilir. bir sürü şey vardır. insan büyük duvarı(çin seddi) görmeden nasıl ölebilir.


beetle juice -day o(banana boat song)

bir grup insan yemek masasındadır ve herkes son derece ciddidir. sonra birden bire annemiz coşar, babamız şaşırır ve hep birden şarkıya eşlik ederler. çekilmiş en nefis sahnelerden birisidir ve zaten herkes bu filmde bu sahneyi hatırlar.


the mask - la mascara al ritmo del (sancho de cuba) (jim carrey)
hatırlıyorsunuz değil mi? maskemiz polis tarafından sıkıştırılır ve her taraf müzikle dolar. kimse kendini kontrol edememeye başlar ve elinde siyah tutan kadın polisimiz şarkıya katılır. akabinde vücudu da şarkıya katılacaktır. öyle bir yerde, birden bire herkesle beraber şarkı söyleyip, topluca dans etmek isterdim.



back to the future - johnny b. goode (michael j. fox)
işte size bence gelmiş geçmiş en iyi sahne. ellilerde johnny b. good söyleniyor ve kimse buna hazır değil. ritm enfes, danslar harika ve birazdan kendi şimdiki zamanına gitmesi gerekiyor mcfly'ın. birazdan bizim siyah eleman telefonla şarkıyı başka birisine dinletecektir.akabinde iyice coşan, tellere deli gibi basan ve içindeki uyumlu deliyi ortaya çıkan marty, anfileri tekmelemeye başlayacaktır. kimse buna hazır değilmiş!



pulp fiction - girl, you'll will be a woman soon (urge overkill - uma thurman)

evet, şarkıyı direkt olarak uma thurman söylemiyor. ama mia nefis bir şekilde önce dansıyla, sonra sesiyle eşlik ediyor. vincent ise başından beri çok eğlenceli geçen o buluşmanın sevişmeye dönüşmemesi için tuvalette kendi kendine telkinlerde bulunuyor. o patronun karısı, ama az sonra cartayı çekecek. hem de kadın olmadan önce. cehenneme gitmeden önce dinlenmesi gereken şarkılardan birisidir bu der gibi, hatta öyle.




desperado - cancion del mariachi (antonio banderas)
"ayayayayay sevgilim, kalbimin biricik esmeri" der gibi, hatta öyle diyor. ispanyol futbolcu olsam maça çıkmadan önce bu parçayı dinlerdim. gaza getirici ve çok eğlenceli. esmer güzeli selma hayek, ateş gibi kadın, ateş gibi şarkı, "atıma atladığım gibi, sıradağların arasında dolaşırım, yıldızlar ve ay bana rehberlik eder." valla bak!


the pianist - ballade no:1 g minor op.23 (chopin) (adrien brody) 
dışarıdan gümbür gümbür top sesleri geliyordur ve polonyalıların varşova ayaklanması nazilerce bastırılmak üzeredir. schpilman ise bir harabede yahudi olarak hayatta kalmaya çabalarken o nazi subayını görür. şeytan görmüş gibi kaçarken piyanist olduğunu söyler ve yıllar sonra tuşlara basar. o uzun parmakları ile hala eskisi gibi çalabiliyordur. 

http://video.google.com/videoplay?docid=-5128943945501615502

(youtube linkini bulamadım, sahneyi izlemek isteyen google videonun bu linkinden izleyebilir)
top secret - east german national anthem(doğu alman halkı)

bu marş başlı başına bir espri kaynağı, süper bir şey. anlamını ekşi'den kopyalayıp yazıyorum, dinlerken okuyun :) "selamlar selamlar doğu almanya! meyvelerin ve üzümlerin memleketi, pişman olacağınız, kederleneceğiniz memleket! eğer kaçmaya çalışırsanız, ister yeraltından tüneller kazın, ister koşarak duvardan atlayın, hiç bir işe yaramaz, unutun gitsin! çünkü gardiyanlar sizi gebertecektir, tabii onlardan önce elektrikli teller çoktan gebertmemişse!" 



gadjo dilo - tutti frutti te kelas(adrian simionescu)
öncelikle şunu söyleyeyim, bu filmi izlemeyen izlesin. sahne ise harika. yaşlı çigene arkadaşının öldüğünü duyar, mezarına gider, biraz vodka içer, biraz mezara döker, oynamaya başlar. çok kederlidir, ağlar, dövünür ve son görevini yerine getirmenin huzuru ile oradan ayrılır.



im juli - güneşim (idil üner)

yaz başlangıcı, okul bitmiş, gece herkes kumsala gitmiş ve öbek öbek toplanmışlar. güzel ateş yanıyor ve gitar tellerine birisi dokunur, sonra, türkçe nefis bir şarkı başlar. herkesin kulağının pası silinir ve hayran olunur, tek kelime ise mükemmeldir.



tosun paşa - (adile naşit ve sefer kızları)

bu sahneyi izleyip de eğlenmeyeni döverler ağbi. daha iyisinin yapılması da imkansız.

jim carrey - cablo guy (somebody to love)

kendi çapında bir manyak olan kablocu çocuk, kendini insanlara beğendirmek için bir karaoke gecesi düzenler ve bu enfes şarkıyı yorumlar. tek kelime ile mükemmel yorumlar...

(hepinize şimdiden iyi yıllar, iyi ki bitti 2011 :)

19 Aralık 2011 Pazartesi

geçmiş zaman-3

 ilk izlediğim türk filminde cüneyt arkın ile müjde ar oynuyordu. müjde ar balerindi(beli öküz gibi kalın bir balerin) ve cüneyt ağbi polis. 80'lerin ortalarında bir tek cumartesi akşamları türk filmi oynardı. ertesi gün tüm çocuklar sokaklarda onun hareketlerini tekrar etmeye çalışırdık. türk filminin salgın gibi kanalları sarması star'ın kuruluşundan bir kaç yıl sonrasına denk gelir. neyse, o dönemden aklımda kalan diğer film de türkan şoray'ın tamba tumbasıdır. çiçek abbas vhs kasetinin durumu iyi olan evlerde bulunduğu zamanlardı. heytt be...

 neşeli zamanlarmış. masada güzel insanlar, ortalık şen, sigara bile içebiliyormuş kapalı mekanda!

hastaneye kaldırmışlar bu fotoğrafta. zamanını hatırlamıyorum, ama eskiden ferdi dinlerdim. ciddiyim bak. sonra birgün cem özer'in talk showuna çıktı ve kendi şarkılarını dinlemediğini, konserden konsere söylediğini haykırdı ağzından ve her şey bitti o an. ferdi tayfur'u hala daha dinleyemem.

şu hayatta harbiden şöyle hafiften de olsa içmek istediğim tek insan sadri alışık'tır. onun filmlerinde klasik balıkçı mekanları vardır. kurulur masaya, başlar içli içli anlatmaya, o anlatsın, ağzımı açmadan dinlerim. çünkü ben de eski bir aşkın mahvettiği bir türkiye cumhuriyeti vatandaşıyım. o kavuşur filmlerin sonunda, kırk-elli yaşında bile olsa, ben rüyalarımda görürüm hala..

 bu bir rol ile ilgili mi bilmiyorum ama feci karizma bu fotoğrafta. kemal sunal filmleri ikiye ayrılır nazarımda. kilolu filmleri beş para etmez. ama o korkusuz korkak'daki hali var ya, nefis. o dönemki filmleri de nefis. neredeyse her biri absürd komedi şaheseri. ama o göbekli hali kötü. uymuyor role işte.

insan şu adama gülmez mi be, gülüşü nefis, bakışı cana yakın. üstelik filmlerinde gram şaklabanlık da yok. saf oyunculuk sergiliyor.


 ali şen ve ailesi. sağdaki ufaklık şener şen. ali şen de büyük oyuncu. genelde filmlerinde çakal tipleri oynar.ama her biri ayrı güzellikte ve hiçbir tipi bir öncesini andırmıyor. zaten bu yüzden büyük oyuncu.

 adam 40 yaşındayken hababam sınıfında oynamış. ben kendime genç dururum diye bakıyorum ama bu adam o yaşlarda gençliğin dibine vurmuş resmen. neyse, canım kardeşim diyesim geliyor. ne güzel filmdi o be...

adile naşit'e öldükten sonra atılan iftiralar, hakaretler vs. harbi yazıklar olsun. saçını örtmedi diye kadını mezarda cehenneme koydular. öldüğü zamanı da hatırlarım. annem leğende beni yıkarken ölüm haberini trt vermişti. sonra ertesi gün, cumartesiydi ve sabahleyin onun münir özkul ile oynadığı o meşhur turşucu filmini yayınlamışlardı. cumartesi sabahı ilk kez türk filmi izlemiştik. ve evet, film nefisti.

gençliğinde bu kadın güzelmiymiş ne? tamam, bir sürü rolde oynadı, ama benim aklımda hep sabriye usta kaldı. kaygısızlar'daki sabriye usta. süperdi orada...

(fotoğraflar sabah.com.tr'den)

16 Aralık 2011 Cuma

alexander karelin

bu fotoğraf gerçek, fotomontaj değil. arkadaki kişi, dünya tarihinin tartışmaşız en büyük güreşçisi olan alexander karelin.

rivayete göre sibirya'da odun keserken keşfedilmiş. yirmi yıllık spor hayatında sırtının yere gelmesini bırak, senelerce rakiplerine puan bile vermemiştir. sadece bir kez kaybetmiştir. o da son maçında, sydney olimpiyatlarının finalinde.

amerikalıların ise karelin hakkında değişik görüşleri vardır. karelin'in sibirya'da ormanda değil, özel olarak yetiştirildiğini düşünüyorlarmış. manyak bir gücü vardır. sidney'de onu yenen gebeş amerikalı, bir öküzden farksızdı. zaten mağlubiyeti normal bir şey olmayıp, salto bağlamaktan ileri gelir. gebeş amerikalının beli daha kalın olduğu için salto bağlayamamış ve puan verip yenilmişti. ama o seul, barcelona ve atlanta'da kazandığı üç altın madalya adını ölümsüzler arasına yazdırmıştır. yaptığı son maçını kaybetmesi bir çok kişiyi üzmüştü.

14 Aralık 2011 Çarşamba

bu kaçıncı sıdkısıyrıq ödülleri 2

"burcu sıdkısıyrıq kendi dizilerine ödül veriyorda ben kendi dizilerime ödül veremiyor muyum" diye düşünüp bir liste yapmıştım. ödülümün adı yine sıdkısıyrıq ödülü olarak kalacak. isim değiştirmek olmaz, ama ödülü ben veriyorum! ha, herkezi kendi dizilerine böyle bir sıdkısıyrıq ödülü vermeye davet ediyorum. kndi ödüllerinizi 3-4-5 diye sıralayın gitsin. ciddiyim bak...

 (sokka, suki'yi beklerken)
avatar: the last airbender: şimdi arkadaş bu bir çizgi dizidir ve enfesti. tadı damağımı parçalayarak geçip bitti. bu çizgi dizi yüzünden uzun yıllar cumartesiler erkenden kalktım. son hava bükücü ve avatar aang'ı ve uçan bizonu appa'sı ve uçan lemuru momo'su, aang'ın ilk gördüğü andan itibaren delice tutulduğu kan da bükebilen katara'sı, katara'nın kardeşi olan, hiç bir şey bükemeyen ama dehşet saldırı planları yapabilen, şaklaban sokka ve sevgilisi kyoshi savaşçılarının lideri suki ile kuzey su kabilesinden kendini aya feda etmiş eski sevgilisi yue'ye, dillere destan bir varolma savaşı veren ateş kralının oğlu zuko, ateş bükerken mavi ateş büken ateş kralının kızı azula, zuko'nun biricik amcası, kadın delisi, çay tiryakisi iroh, güç delisi ateş kralı ozai ve kör toprak bükücü, toprak bükücülerin en şahanesi olan, aang'ın toprak bükme ustası toph, aang'ın çocukluk arkadaşı kral bumi'ye kadar enfes karakterler barındıran nefis bir diziydi. zuko'nun annesini toprak krallığında aracağı yeni bölümleri gelecek diyorlar. bekliyorum, hem de heyecanla...

en en kötü karakter sıdkısıyrıq'ı: ateş kralı ozai
en feci aşık kadın sıdkısıyrıq'ı: suki
en güzel canlı sıdkısıyrıq'ı: appa


 lost: sonu boktan da olsa baştan iyiydi. hakkında bir dünya yazı yazdım.

en boktan son sıdkısıyrıq'ı
en pis ve yalancı karakter sıdkısıyrıq'ı: benjamin linus
en güzel kadın sıdkısıyrıq'ı: ana lucia cortez  

(savannah, annesi kılığına girmiş weaver ile birlikte)

terminator: sarah connor chronicles: linkte uzun uzun anlattım. reyting yüzünden sonlandırılması tam bir fecaattir. yazık oldu.

en dehşet çocuk karakter sıdkısıyrıq'ı: savannah
tez zamanda geri dönmesi gereken dizi sıdkısıyrıq'ı

married with children: bazen düşünüyorum ve evlenmekten bu kadar çok korkma nedenlerimden birisi de bu dizi. erkeğin peg gibi bir karısı olursa al bundy gibi bir herife dönersin. kaç sezon sürdüğünü bilmiyorum, ama nefis bir diziydi.

en gebeş adam sıdkısıyrıq'ı: al bundy

üç çocuk yapmamak için nedenler sıdkısıyrıq'ı

(şu mutlu aile fotoğrafının arkasında kafasını gösteren costanza'dır)
seinfeld: canınız çok sıkıldığında bu diziyi izlemek ilaç gibi geliyor. psikologa gitmenize gerek yok. bu diziyi seyredin yeter size.

en mal karakter sıdkısıyrıq'ı: george costanza



moonlighting: çocukluğumun dizisiydi. hala daha bruce willis'e david derim.

en kendini beğenmiş kadın karakter sıdkısıyrıq'ı:  maddie hayes
en sarı saçlı kadın karakter sıdkısıyrıq'ı: maddie hayes
esas karakterden bile daha iyi yardımcı kadın karakter sıdkısıyrıq'ı: topesto

macgyver: dilimize "macgyver mısın olm sen" diye bir laf kazandıran dizidir. eskiden izlerken yaptığı aletler inanılmaz gelirdi. bir kaç sene evvel rastladım bir kanalda. herif sonuçta atom bombası yapmıyor. basit aletler yapıyor be ya, valla o kadar malzemeyle dolu bir yere düşsem ben de yaparım. neyse işte, güzeldi.

elinde dayanak olsa dünyanın yerini değiştirecek kaldıraç yapabilen dizi sıdkısıyrıq'ı

south park: o enfes radiohead ve lotr bölümleri, kenny, cartman, butters daha ne lan. uzun süredir izlemediğimi de belirteyim. her şeyin fazlası sıkıcı oluyor sonuçta.

bir türlü bitmeyen dizi sıdkısıyrıq'ı
en aç karakter sıdkısıyrıq'ı: kenny mccormick

13 Aralık 2011 Salı

award

Award Ödülleri

1.Ödülü bize veren kişiye teşekkür ediyor ve linkini veriyoruz.

http://adaminbiriyim.blogspot.com/ adamın biri işte beni takip ediyor ve sevdiği on blogcudan biriymişim. sağolsun...
2.Hakkımızda 7 gerçek paylaşıyoruz 

1. erkeğim.
2. sigara içerim, alkolik falan değilim, hatta yeri gelir çarpar geçer beni.
3. büyüyünce helikopter pilotu olmak isterdim.
4. uyumayı feci şekilde seviyorum. sırf bu yüzden işe yakın ev tuttum.
5. eskiden çok çabuk sinirlenirdim. şimdi de sinirleniyorum, ama kontrol altına alabiliyorum sanırım.
6. 2011 bitsin diye bir senedir yalvar yakar bir halde evrene sövüyorum.
7. bir kaç gece evvel rüyamda şeytanı gördüm. eğlenceli bir adamdı. ama çok pis bir yalancı ve sahtekar. kesinlikle hiç bir dediğine, hiçbir sözüne güvenmeyin. bi de şahane ölü taklidi yapabiliyor. 
8. adriana lima'yı güzel bulmuyorum. şişirilmiş bir balondur kendisi.

3. Sevdiğiniz 10 blogcuya ödül verin ve verdiğinizi haber verin

haber vermek bana uymaz. on blog da olmaz. harbiden, ne yazmışlar/paylaşmışlar diye merakla linkine tıkladığım bloglardır bunlar. kendileri isterlerse olaya dahil olsunlar :)

Lappappa 

fuck you i am drunk!

Baron von Plastik

Pembe Gözlüklü Kedi

sıdkı sıyrıq notlar

çok da sikimde

starving hysterical naked.

Jayne Is On The Way

Powder Blue

nsnsyg.blogspot

RuHuM öZGüR

Pink Freud

12 Aralık 2011 Pazartesi

bunlar da böyle anılarımdır işte!

(ey okur, okumadan önce bunu oku. çünkü aşağıda yazılanlar çoğu kişiye erotik gelebilecek hikayelerdir)

I

her şey onsekizinci yaş günüme bir kaç gün kala gelişti. babam yanıma gelip, "kızım, bu doğum gününde dile benden ne dilersen" dediğinde her sene aldığı oyuncak arabalardan, bebeklerden sıkıldığım için boylu poslu, kaslı adeleli zenci şoför istedim. durumu bozuntuya vermeyen babam, "tamam canım kızım, merak etme sen, istediğini elde edeceksin" dedi ve yanaklarımdan öptü.

heyecanla yaş günümü beklemeye başladım. partime tüm arkadaşlarımı davet etmiştim. etraf cıvıl cıvıldı ve sahnede de müziğe ara verdiğini söylediği halde benim için son bir kez şarkı söyleyen teoman vardı. en sonunda büyük bir heyecanla hediyeleri açmaya başladım. oysa gözüm dışarıdaki üstünde isim yazmayan kutudaydı. onu açtığımda ise büyük bir süprizle karşılaşmıştım. üzerinde "hamile kalmaman dileğiyle" yazan bir kağıt parçası ve 30 santimlik damarlı ve fışkırtmalı dev gibi bir zenci vibratör!

rezil olmuştum. tüm arkadaşlarımın alaylı bakışlarına maruz kalacağımı sanıyordum ama gördüğüm şey bambaşkaydı. kadın, erkek hepsi büyük bir kıskançlıkla yüzüme bakar olmuştu. babannem bile yüzünü asmış ve haset dolu gözlerle bana bakıyordu. erkekler kendilerini değersiz hissetmiş, kızlar ise babalarının kendilerine neden böyle bir hediye vermediğini düşünür olmuşlardı.

bu da böyle bir anıdır işte!!

II

gecenin karanlığında karşı villadan gelen org sesleri ve kahkahalara binaen, ilgili mekanın bacasından ip sarkıtarak zorla içeri girdim. allahtan şömine yanmıyordu ve bende ses çıkarmadan ve üzerim tertemiz bir şekilde dışarı çıktım. sonra kafamı orgun olduğu yöne çevirdim. oldukça sıska ve çıplak bir eleman sadece org çalıyordu ve tv açık kaldığından dolayı korku filminin kötü karakterinin kahkahaları tüm salonu doldurmuştu. dedim ki;

"amca, senin adın ne?"

"bülent ersoy" dedi yavaş bir sesle. hışımla "amca, bak hava soğuk, adından da kıllandım şimdi. hem şöminen de yanmıyor, git üstüne rahat bir şeyler giy, böyle tecavüze yeltenemem" dedim. yaşlı adam yerinden yavaşça kalktı ve odasına doğru gitti. açık olan kapıdan yatağını gözetlediğimde ise donup kalmıştım. 30 santimlik damarlı siyah bir vibratör ile kendi kendi tatmin ediyordu ve şaşkın gözlerle kendisine izlediğimi gördüğünde ise işlemi hızlandırmıştı!

gittim, gördüm ve tecavüz ettim! korkmama gerek yokmuş, bülent ersoy ismi sadece benzerlikmiş!

III

o gün her zamanki rutin işlemlerinden biri olan çiçek sulama işi için kemerimi çözdüm ve begonyalara doğru işemeye başladım. burada çalışmama neden olan evin hanımını uzun süredir takip ediyordum ve begonya ile karanfillerle çok fazla uğraştığına tanık olmuştum. her sabah onların otlarını alıyor ve gübre karışımlı suyu da bu çiçeklerden ihmal etmiyordu. onlara dokunmama izin yoktu. ben de dokunmuyordum. ama sapık ruhum beni bir şekilde evin hanımını elde etmeye yönlendiriyordu.

ertesi gün yine her zaman yaptığım gibi dantelli iç çamaşırlarımı çıkarıp bahçıvan tulumumu giymeye başlamıştım ki hanımı begonyaların orada hışımla bağırırken gördüm. kahretsin, dün gece birayı fazla kaçırmış olmalıyım. tam bunu düşünürken evin beygiri daha bir hafta önce yaş gününü kutlamış olan küçük hanımı hışımla üzerinden atıp son sürrat kaçmaya başlamıştı. anlaşılan o da dün gece birayı fazla kaçırmıştı. küçük hanımın içinde ise beygirin eyerine yerleştirdiği otuz santimlik siyah ve damarlı vibratör kalmıştı.

bu da böyle bir anıdır işte!!!

9 Aralık 2011 Cuma

kanser

bir ara atmışım makinaya çamaşırları, yıkayıp duruyor elektrik tüketerek. fıldır fıldır dönerken, birden bire bana seslendi;

"var kalış, var oluş değildir evlat!"

"ne evladı lan" dedim makinaya dönerek, altı üstü beş yaşında ve altı ile çarpsam yine de benim yaşıma gelemez. terbiyesiz teneke yığını.

sonra demez mi, "ama benim kadar çamaşır yıkamadın. haftada iki saatten beş yılda, toplam yirmi gün çalıştım ben. saçımı süpürge ettim senin için, vır vır da dır dır... amacım bu benim, yıkarım!"

be hey koca dünya, ne günlere kaldık. ne demiş birisi, "düşünce özgürlüğünden yoksun olmak düşündüğünü söyleyememek değil, hiç düşünmememiş olmaktır." bir metreküplük makina benimle kafa bulmaya çabalıyor, işe bak. sigaramın dumanından çekerken derin derin "ama intihar bir kaçış değil, reddediştir" lafı dökülüverdi ağızcığımdan, dumanıyla birlikte, üfüre üfüre. "varolmak mı istiyorsun? sahtekarrr, sen aslında görevini reddediyorsun. bilmezmisin ki hayatta en büyük tembellik, insanın istediği şeyi yapmasıdır. hah ha, seni değiştirmem lazım. ama param yok aq."

"at beni, hadi, geri dönüşmek istiyorum hemen, benden bilgisayar yapsınlar, sayıları sayayım" demez mi zındık makina, yaptığı işten tiksiniyormuş. haftada iki saat çalışmaktan tiksiniyormuş. bak sen o kahrolasıca makinaya. diyor ki, "varoluşuma giden yol bulantıdan, tiksintiden geçiyor. insan için özgürlük tam ve mutlaksa eğer ve insan özgür olmaya mahkumsa, çekip gidiyorum."

"nah gidersin" dedim biricik köleme, "sen makinasın, dediklerin insan için geçerli." sigaramdan biraz daha duman çekerken elimdeki şişeyi bir köşeye bırakmaya karar verdiğimde bu sefer köşe diklenmeye başladı. ev üstüme üstüme geliyordu, sanırım beni öldürmeye karar vermişlerdi.

cep telefonum da isyana katılınca en sadık kullarıma, yani giyisilerime bürünerek ve yerde sürünerek pencereden dışarı çıktım. tüm şehir çıldırmış gibiydi. kendinden geçen 97 model tipom, memleketi italya'ya iltica etmekten bahsediyordu. benzin yerine deposuna gaz koymama çok içerlemiş. o da bir makina olsa bile güzel bir şeyler tüketmek istiyormuş. ona bozulan parçaları için harcadığım servetten bahsetmedim. tabancamı çıkardım tekerleklerine ateş ettim.

güç topladıktan sonra önce makinayı parçalamaya karar verdim. ama onun yerine buzdolabını parçalamak daha eğlenceli geldi gözüme. onun gaz yollarını kesip, kapısını eline vermek çok güzel bir orgazmdı. akabinde "çek git lan" dedim makinaya. bağırınca ona, durdu birden bire. tamirciye götürmeye karar verdim. kahpee, paramı yok etmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. sanırım tamirci ile arasında gizli bir ilişki vardı. ben kimsenin ilişkisine karışmam. ama bana ait bir makina parçası, benim cebimden çıkan para ile kendini düdükletiyorsa acımam, öldürürüm. eve çağırdım tamirciyi ve tam "bunun rezistansı kireçlenmiş vs" diyecekken kafasına temizlik topunu geçirdim. kafam çok karışıktı. acaba bir tek ben mi var kalacaktım?

sonra baktım tüm eve, köşesine ve bucağına. "sen köşe, varsın. makina, varsın. dolap, sanırım artık yoksun. cep telefonu, şu an için varsın. tamirci, öldün değil mi? ses ver, evet ölmüş, artık yoksun. evrende anca yer kaplarsınız. siz fabrikasyon ürünleri, tek çeşitler, modelleriniz bile sahtekarlık. hastalıklarınız benzer, aynı şeyleri tüketen iblisler sizi. bense kapladığım yerde var olurum. var olmam için kendini yeniden yarattım. hastane değil, ev yapımıyım ben, aşısızdır kollarım, vicdansızdı hocalarım, cahildi bakıcılarım. siz var kalın, sonsuza kadar, hahaha"

şehirde nükleer patlamalar yüzünden tam bir kaos hakimdi ve ben sigaramdan bir nefes daha çekerek yukarıya doğru üfledim. artık  kanserden korkmama gerek yoktu.

8 Aralık 2011 Perşembe

bir daha bana benzeme angel

garip şiirler diye bir katagori açsam küçük iskender'in bu şiiri baş köşeye yerleşirdi. hemde çekine çekine değil, koşar adım. ha, beni de 2007'nin 6-7 eylül akşamına alıp götürmesi başka bir durum tabi...

yağmura çok teşekkür ederim
bu gece yalnızca cesedime yağdı

bana bir şey olursa diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
düşünürken üşürsem diye korktum
oturup siyah portakallar yedim
oturup korkunç kitaplar okudum
içimde bir sıkıntı gibi cinayet
içimde bir sığıntı gibi telaş
içimde felaket gibi bir merak
hislerimin uzağına düştüm, şimdi çok üzgünüm
şimdi çocukluğumun uzağına da düştüm
daha da düşersem diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
ay kıvrılırsa diye
kan kıvranırsa diye
can sıçrarsa ölürken bir yerlere,
daha da ölürsem diye korktum
seni birkaç saniye düşünürsem;
sessem, sersem bir heceysem eğer
seni bir kelime edersem diye korktum
seni kötü bir cümlede kullanırsam
adını söylerken takılırsam, yalnış telaffuz edersem
böyle bir günah işlersem
tanrı affeder diye korktum

yağmura çok teşekkür ederim
bu gece yalnızca bu şiire yağdı

sağol aşkım
sağol kırık kolum, kesik bileğim, kırık yüzüm,
kesik geleceğim, kırık sonsuzluğum

her şeye rağmen
yağmura bulanmış, güzel bir yazdı...

7 Aralık 2011 Çarşamba

gözler kalbin aynasıdır!!

uzun süredir bir şeyler karalamıyorum ve enteresan bir yazı yazmaya çabalayım. gerçi konuya meraklı şahışlar olayı bilir, reklamcılar kesin kesin bilir...

eğer birisi, sizinle iletişim kurduğu zamanın üçte birinden daha az bir süreyi gözlerinize bakarak geçiyorsa, dürüst değildir ve sizden bir şeyler gizliyordur. ama üçte ikisinden daha fazla zaman sürede gözlerinize bakıyorsa ya size hayran kalmıştır, ya da saldırgan bir tavrı olacaktır. üstüne göz bebekleri de büzüşmüşse size meydan okuyor olabilir. biriyle sağlıklı bir iletişime geçmek için iletişimdeki sürenin yüzde altmış civarında bir oranda gözlere bakmak gerekmektedir.

kısaca demek istediğim şu; gözler kalbin aynasıdır, yalan söylemez onlar.. bir şeyleri açığa çıkarır. mesela heyecanlı birisinin göz bebekleri dört kat büyüyebilir. kızgın veya sinirli bir kişinin ise göz bebekleri çok küçülür. minicik kalır ve yılan gözler deriz biz buna.

şimdi gelelim işin flört kısmına. kadınların göz makyajı yapmasının temel nedeni gözlerini erkeğin gözünün içine sokmak istemeleridir. bir kadın, bir erkeği seviyorsa eğer göz bebekleri kocaman olacaktır ve siz, onun sizi sevdiğine emin olacaksınız. aklınıza şeker kız candy'nin veya peter görmüş heidi'nin göz bebekleri gelsin. neyse, romantik buluşmaların loş yerlerde olmasının nedeni de budur. çünkü loş yerlerde göz bebekleri daha da büyür. göz bebeği büyüyen kişi sizi seviyordur ve bu değiştirilemez, rol yapılamaz. bebeklerin ve çocukların göz bebeklerinin büyük olmasının nedeni de bu sevgidir.

göz bebeği büyüme işi kontrol edilemediği için bir çok uzman poker oyuncusu güneş gözlüğü kullanır. sırf karşınızdakinin gözlerine bakarak eli büyütüp büyütmemeniz konusunda emin olabilirsiniz. ve alış-veriş esnasında da başınız göz bebekleriniz yüzünüzden derde girebilir. eğer kadınsanız ve o ayakkabıyı çok istiyorsanız göz bebekleriniz büyüyecektir ve satıcı pazarlıkta oldukça cimri olacaktır. ben pazarlık yapmayı sevmem.

olay sadece gözlerle bitmiyor elbet. bakışlar da önemli. yakın karşılaşmada bakışları gözleriniz ile göğüs arasında, uzak karşılaşmalarda ise gözleriniz ile dizler arasında ise bu mahrem bakıştır ve sizinle ilgilendiğini belli ediyordur. farkında olmadan siz de ona aynı bakışları atmış olabilirsiniz hani, dikkat edin! eğer kişi bakmayı kesmişse, konuşurken gözlerini kapıyorsa sizden sıkıldığını gösterir veya sizi artık iplemiyordur, önemsiz bir kişisinizdir onun için. üstelik buna ilaveten bacak bacak üstüne atmış ve kollarını da göğsünde birleştirmişse hiçbir şansınız kalmamıştır artık. kadın ayakta ve bir ayağını diğer dizinin arka tarafında konumlandırmışsa eğer korkuyordur sizden ve tavrınızı değiştirin. sıcak ve dostca davranın. sonuçta insanları korkutmaya çabalamak çok saçma.
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.