aşkın anarşist doğasının, kurulu düzenin sinsi ve konformist doğasına kesin bir şekilde yenilmeye mahkum olması ne garip. onun uğradığı şanslı insanlar,  mıymıntı uzlaşmalarla kendilerini sıradanlığın kollarına teslim  ederlerken bir parça hüzünden fazlasını duymazlar. ne korkunç bir son.  hayat filmlerdeki, kitaplardaki gibi değildir ne de olsa. keşke olsa. kolay değildir elbet  başkalarının koyduğu kuralları yok saymak, ailen dahil diğer insanların ne düşündüğüne  önem vermemek, kendini akıntıya teslim edip, sonunu düşünmememek? kolay değil elbet. zaten bu yüzden, aşk ile hevesi karıştırmamanız gerektiğini söyleyip duruyorum.
fakat  yine de, aşkın uğradığı, ama kendisine layık bulmayarak terk ettiği insanları  hayaletiyle huzursuz edeceği günler gelecektir. bu kişilerin değiştirecek, gerekirse  savaşacak kadar yürekli olmadıkları güvenli, korunaklı hayatları ancak  fani bedenleri eskiyince, bir boka yaramayınca, ruhları yorulup bir kenarda o sessiz gemiyi  beklemeye başlayınca hayalet ortaya çıkacak ve 'keşke'lerle başlayan  kırık dökük cümleler döktürecektir dudaklardan. planlı, programlı, neye  adandığını kendileri de bilmeden adanmış hayatları bir moloz yığını  kadar ağır, anlamsız gelmeye başlayacaktır. aşkın, ona boyun eğmeyenlere  yüklediği lanettir bu.
o anarşist doğadan kalan şey ise  aynılaşan kişiler, birbirine benzeyen ve bir çoklarına göre istikrar  vaadeden ilişkilerdir. sistemin, muhtelif ideolojik araçlar vasıtasıyla kişiyi belirli bir kalıba sokarak, dönüştürmek ve en sonunda onu herkese benzetmekteki başarısı düşünüldüğünde aslında bunda şaşırılacak pek bir şey  de yoktur. ama biz yine de mevzu bahis ilişkilerin yansımalarına  bakalım.
çiftler, bunaltıcı bir sahiplenme anlayışının  yılmaz savunucularıdır. birbirlerine "şunu yapma, bunu etme, o yanındaki  kimdi? telefonun neden kapalı?" gibi kafa ütüleyen cümleler kurmaktan  kaçınmadıkları gözlenir. dahası karşılıklı güven yoksunluğundan dolayı  her an kıskançlık krizi geçirebildikleri, "çok hastayım, ama sen benimle  hiç ilgilenmiyorsun, sana mesaj attım, ama cevap yazman uzun sürdü, beni  artık sevmiyorsun" gibi pek çok anlamsız serzenişte bulunarak, adeta  birbirlerini germeyi alışkanlık haline getirdikleri görülür.
toplumsal  normlara uygun ideal bir ilişkide, taraflar birbirlerini günde 10-15  kere arayıp, her hareketlerini rapor etmezlerse ilişkinin yolunda  gitmediği kuşkuları belirir. telefonlaşmalar, sevilen kişinin sesini  duyup, yeknesak ve yavan hayatın temposundan bir kaç saniye için  sıyrılmak ya da salt özlem gidermekten çok, kişinin "sahip olduğu ve ait  olduğu" sevgiliye her daim kendini hatırlatma kaygısından ileri gelir.
giderek  bağlılıkla bağımlılık birbirine karıştırılır. özgürlük, yalnız kalma  korkusuna kolayca kurban edilir. kafalarına sokulmuş modeli yaşayabilmek  arzusuyla erkekler kadınları, kadınlar erkekleri değiştirmeye çalışıp  dururlar. sonuç olarak, ilişkiler, insanın kişiliğini güdük bırakan  birer ruh cenderesine dönüşür. bu nevi sağlamcı ilişkilerde aşk(varsa eğer), en sonunda karaya vuran balinalar gibi nefes alıp vermesini keserek intihar eder, ki bu  tam da mevcut düzenin kendini yeniden üretmesi ve sürecin yeni bir kişiyle tekrar etmesi için gereken şeydir.  çünkü aşk, doğası gereği tehlikelidir, insanı deliler gibi sevindirir,  çıldırtır, dibe vurdurur, kendini sorgulatır, bazen esir eder. ama en  sonunda insanı özgürleştirir, yeniler, bambaşka biri yapar. bu yüzden aşk, eşi bulunmaz bir şeydir(nedir? histir sanırım).
Anlattığın türde bir ilişki yaşadın mı peki? Yoksa bize hayal dünyanı mı anlatıyorsun?Ben genelde çıkarımların tecrübeyle taçlandırıldığında anlamlı olabileceğini düşünürüm çünkü.
YanıtlaSilyaşadım elbet. ileriye dönük yazdıklarım öyle olacağını düşündüğüm içindir. olmaya da bilir. hayatları garanti altına alınınca ölünceye kadar son derece mutlu olabilirler bu kişiler. yüzyıllık yalnızlıktaki gibi.
YanıtlaSil