heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

31 Mart 2011 Perşembe

kegel egzersizi

gavurlar elektriği bulunca ilk önce elektrikli dikiş makinasını, akabinde vantilatörü, sonra vibratörü icat etmiştir. sıralama bana çok mantıklı geldi, dikiş makinası sanayi devrimini, vantilatör rahatı, vibratör ise keyfi ve zevki temsil ediyor. yani sanayi devrimi ile oluşan burjuva zevkleri bundan daha iyi anlatılamazdı. vibratör icat edildiğinde tarih 1890'dır.

oysa bizde durum biraz farklı. biz önce ihlas ısıtıcıyı, akabinde ihlas şofbeni, daha sonra elektrikli fırını icat ettik. hala daha ısıtıcı üzerine ısıtıcı üretiyoruz ve bu teknolojide oldukça yol aldık. yakında kuantumu kullanarak ısıtıcı bile yapacaklar! neyse ağbi konuyu nereye geldi. bu ansiklopedik bilgiler chuck palahniuk'un(soyadını yazıldığı gibi okuyorum, doğrusunu bile yazsın) ölüm pornosu isimli son romanında geçiyor. artık 6 ayda bir bir palahniuk romanı çıkıyor. daha türkçeye çevrilmeyen 3 romanı var. eylül gibi bir romanı daha çıkar. neyse, kitap klasik palahniuk romanıdır, güzeldir, neredeyse her romanı gibi başı hafiften sıkıcıdır. bol bol ansiklopedik bilgi verir. hatta size bir bilgi daha vereyim. şişme bebeklerin hikayesi;

birinci savaşta hitler alman ordusunda yaya haberciydi ve alman siperleri arasında mesaj getirip götürüyordu. alman askerlerinin fransız genelevlerini ziyaret etmesi gücüne gider. bu ihtiyacı binaen ikinci savaşı yönetirken alman soyunun saf kalması ve zührevi hastalıklardan askerlerini uzak tutmak için şişirelibilir bebeğin yapılmasını talimatını verir. bu bebeğin saçları sarı, göğüsleri kocamandı. ama müttefikler dresden'i bombalayınca bebekler dağıtılamadı!

gördüğünüz üzere bir manyağın bile böyle ilginç projeleri olabiliyor. oysa bizde en fazla fatmagül'ün şişme bebekleri üretiliyor. ister tecavüz et, ister ağzına ver. hahaha, hiç komik değil, cidden bak, sevmiyorum bu tür şeyleri. ama tecavüzleri önleyecekse eğer her bekar evine bir şişme bebek dağıtılsın. kömür, kuru fasulye dağıtılır gibi yapılsın. valla bak, belki bu sayede kız arkadaşını beklerken eve gelen çocuklara akla hayale gelmedik şeyler yapılmaz. etraf sadist dolu a q.

sadist demişken aklıma geldi. ağbiciğim sadizm sevgilinizin meme uçlarını sıkıştırarak veya sırtında topuklu ayakkabıyla yürüyerek acı çekmesini sağlamak ve bundan zevk almak değildir. sadizmin sınırı yoktur. her türlü acıdan zevk alınır. sade markisinin yatak odasında felsefe'sini okuyan bir insanoğlu kitapta bahsi geçen eylemlerin büyük bir çoğunluğunu midesi kalkmadan okuyabiliyorsa o kişi sadisttir. uzak durmak lazım. hatta koluna "bu kişi sadisttir" diye bir band yapıştıralım. valla bak!

sadizmi nasıl tarif ederim size, hmmm, neron siki kalksın diye bazen insan kurban edermiş. işte sadizm böyle bir şeydir. hatta sadizm aristokrasinin ta kendisidir, ahlakıdır. gerçi neron'un delirmesine neden olan şeylerden birisi de kurşundur. kurşun zehirli bir maddedir ve o zamanlar makyajdan su borularına kadar her şeye katılırmış. bol miktarda kurşuna maruz kalmak insanı delirtir. caligula ve neron'un sadist olması yetmezmiş gibi kurşun yüzünden çıldırmışlardır da.

neyse, kitaptan devam edeyim. bu ansiklopedik bilgi kadınlar için! kegel egzersizi varmış(kadın ve jinekolog olmadığım için elbette ne olduğunu bilmiyordum). kalıba dökülmüş silikondan yapılmış ve ağırlığı yediyüz -bin gram arasında değişebilen, çapı 2 santimlik bir top. topu içine sokuyorsun ve pelvik kasını kasıyorsun. mesela bu sayede size tecavüz eden birisinin penisi sıkıştırıp karakola kadar götürebilirsiniz! işin abartısı bu tabi. kitapta anlatma amacı, porno yıldızı kadının 600 kişi ise seks yapıp ve bunu filme alması. yani dünya rekorunu deniyor!

eskiden asyalı kadınlar içlerine civadan yapılma iki top sokarlarmış. civa, bütün gün yön değiştirip topları hareket ettiriyormuş. böylece toplar vajinadaki kasları güçlendirirmiş. üstelik kadınları da ateş basıyormuş. bu asyalı kadınların kocaları eve gelince, tüm gün civalı toplar yüzünden kızışmış kadınlar kocalarını kapı önünde becerirmiş. ama civa zehirli bir madde. kadınları çıldırtıp ölmesine neden oluyor. şimdi asyalı kadınlar yeşim taşlı toplar sokup bu işi yapıyormuş. 

29 Mart 2011 Salı

geçmiş zaman - 2

michael cane ve nancy sinatra. cane bence dehşet bir oyuncudur. herif tam bir ingiliz. sigara tutuşundan bile asalet akıyor a q.


şarlo ve pauletta godard. charlie chaplin'in eski halinden yeller esiyor. şarloluk bitmiş. bildiğin burjuva.


bu da dünyanın en eski heykeli. urfa'da bulunmuş. 11.000 yıllık. yani mö 9000'den kalma.

dünyanın bilinen ilk gözlüğü. asurlular mö 700'de imal etmiş.

kate moss'un hastasıyım, hem de hala. diğeri iggy pop.


öldüğünde çantasından çıkan nutella'dan sonra ikinci şok!! meğer kamış kulanıyormuş! (bolivyalı bir askerin korkudan onun çantasına attığı nutella, günlüklerine kadar akmıştır)


bob marley ağbimin top sevdası.

yolda'nın yazarı jack kerouac. adını jak kerak olarak okumayı seviyorum. ne de olsa quebec kökenli. gerçi kızılderili kanı da var. ama herif sonuçta amerikalıdır. fotoğrafta ne yaptığını anlayamadım. kedi mi seviyor, yoksa portakal mı soyuyor?

haberturk.com'dan. referandumun ilçelere göre durumu. kırmızılar elbette hayır. sevgili bursa'mın kırmızı yerlerini böyle haritalarda görmek güzel :)


jerry hall ve mick jagger. jagger eskiden biraz olsun yakışıklıymış!


adam olacak çocuk küçüklüğünden belli olurmuş. 1914 haziran, yer münih. almanlar birinci dünya savaşına giriyor ve büyütülen karedeki kişi adolf hitler. heyecanla destekliyor. savaşta onbaşı olacak.

(fotoğrafların çoğu sabah.com.tr'den)

17 Mart 2011 Perşembe

leyla ile mecnun

hala izlemeyen var mı bilmiyorum, ama izlemediyseniz çok şey kaçırıyorsunuzdur. absürd komedinin en iyilerinden birisi trt 1'de çarşamba akşamı saat 11:00'de yayınlanıyor. şu gerzek bir yapım olan sakarya-fırat'dan sonra. üstelik neredeyse reklamsız yayınlıyorlar be, harbi süper bir dizi. oyunculuklar ciddi, lakaytlık yok, sululuk yok, espriler her şeye tam oturuyor, direkt avama seslenme yok, yani bazı esprileri anlamak için az biraz şiir de bilmek gerekiyor. daha ne diyeyim, süper bir dizi. hatta kaygısızlar'dan beri bir ilktir bu dizi. izlerken kendimi birden bire kahkaha atarken buluyorum. apansızın kahkaha attırıyor, farkına bile varmıyorsunuz:)

ak sakallı dedesinden hırsızına kadar her şey cuk oturmuş. geçen hafta herif hayalinde tır itti be, hala aklıma geldikçe gülüyorum, bu hafta bizim hırsızın ilk hırsızlık anısını anlatışı vardı, anasını satayım hırsızlık yapasım geldi :) hala izlemediyseniz, haberiniz yoksa izleyin ağbi, yapmayın böyle, çarşamba akşamları da başka bir bok yemeyin!

"aysel git başımdan, ben sana göre değilim.. ? aysel git başımdan ya!!"

"ben sana bankayı soyma demiyorum. hobi olarak yine soy!"

11 Mart 2011 Cuma

olasılık çiftler, gerçeklik katmanlar halindedir

şu kafama taktığım çıkmaz sokak meselesine biraz bilimsel takılayım dedim ve tam o anda gattaca filmini izledim.

"en sonunda kaş-göz renginden tut da, hangi hastalıklara meyilli olduğumuz hep yazıyormuş genlerimizde. kişiliğimiz mesela. ama bu genetik bilgiler sadece ipucu olabilirmiş ileride nasıl bir insan olacağımıza dair. zira kural şuymuş: 25 % genetik + 75 % çevresel faktörler."

ama ben size elimizde yeterli veri varsa, güneş sisteminde ne zaman ne olacağını, hatta uzayda bile ne zaman ne olacağını, hatta dünyada bile ne zaman ne olacağını bilebiliriz demiştim. çünkü belirli bir döngüye sahip her şey. koskoca evrenin kendisinin bile geleceğini bilebilirsek, elimizdeki yeterli verilerle ve iyi bir gözlemle insanın da ne zaman ne yapacağını kestirebiliriz. hatta ne zaman öleceğini de! işte çıkmaz sokak biraz da bu oluyor. çünkü zaten o döngüye girmemiz gerekiyor. bu kısır döngüyü mutlak çözecek durumun güçlü irade olduğunu düşünürdüm, ki bu güçlü iradenin olabiltesinin ancak şans ile oluşabileceğini zannettim. o döngüyü kırmak için şans sana yardım etmeli. ama işin içine şans faktörü girerse eğer, aslında kırmak istediğin döngünün yine kaderin olduğu sonucu da çıkar aslında. kosmos böyle istemiştir!


bu kadar da determinist olmaya gerek yok be! 19. yy bilim adamları da böyle düşünüyordu. hatta bazıları keşfedilecek bir şey kalmadığını bile söylüyordu. neyse, tam onlar gibi düşünürken en sonunda beynim, bu sabit fiziki verileri def edecek yeni fiziği gözlerimin önüne birden bire seriverdi. kuantum vardı ya hu! ben bunu, tek gerçeklik olayını kafama takmadan önce de biliyordum! nasıl aklımdan çeker gider?
kuantum teorisinde tek tek olayların çok belirgin bir nedeni yoktur. schrödinger'in kedisi düşüncesi gibi. bir canlı kedi, kutuya yerleştirilir. kutuda radyoaktif bir kaynak, bir sayaç, çekiç ve içerisinde öldürücü bir zehirli gaz olan ağzı sıkıca kapalı bir şişe bulunmaktadır. radyoaktif bozunma meydana geldiğinde, sayaç, çekici serbest bırakan bir aygıtı harekete geçirir. çekiç düşünce şişeyi kırar. zehirli gaz o zaman kediyi öldürecektir.

ama öyle bir radyoaktif kaynağımız olsun ki, kuantum teorisi saat başı bir parçacığın % 50 olasılıkla bozunacağını öngörsün. bir saat geçtikten sonra iki durum için de  eşit olasılık vardır. canlı kedi hali ya da ölü kedi hali.

kuantum teorisinde ise kedi ne ölüdür, ne de canlı. ikisinin karışımı bir şeydir. yani, ölü canlı kedi. çünkü iki dalga fonksiyonu üst üste binmiştir.  


veya olayı daha iyi anlatmak için ekşi sözlük'ten kopyalayım. dolu bir tabanca, fotona duyarlı bir tetik ve bir foton kaynağı var elimizde. normalde tetik mekanizmasına bir foton çarptığında tabanca ateş almakta ve karşısında duran kediyi öldürmektedir. oysa kuantum fiziğine göre her foton bir olasılık çiftiyle donatılmıştır. yani aynı foton tetiğe hem çarpar, hem çarpmaz. bu durumda, bu kuantum çiftinin tetik vasıtasıyla kediye yansıması, kafamızı karıştıran bir sonuç verir. namlunun ucundaki kedi aynı anda hem ölü, hem diri olmak durumundadır.


teoride normal ölçekli dünyamızda, olasılık çiftler halinde, gerçeklik katmanlar halinde birbirinin içinde yaşanmaktadır. değişik olasılıklar aynı anda vardır. eğer dışarıdan bir gözlemci, kutunun içerisini görmeden bir tahminde bulunursa, kedinin canlı mı yoksa ölü mü olduğunu söyleyemeyecektir. ona göre, kedi %50 canlı, %50 ise ölüdür. yani, kedi eşit oranda canlı ve ölü olma şansına sahiptir. eğer gözlemci, gidip kutuyu açarsa, işte bu durumda, kedi "ya ölü, ya da canlı" olarak karşısına çıkacaktır ki, gözlemcinin bu müdahalesi, ortam şartlarını değiştirmiş ve olasılıklardan birinin "gerçekleşmesine" neden olmuştur. gözlemci devreye girdiğinde ise, algılanamaz olan bu durum, algılanabilir olan iki (ya da daha fazla) olasılıktan birine doğru "çöker".


yani her şey bizim bilincimizde bitiyor. bir şeyin bilincinde olduğumuzda o can alıcı çöküşe neden oluruz. böylece kedinin hem diri, hem de ölü olma karışık halini ortadan kaldırırız.


öyleyse evrende de tek gerçeklik yok. bir sürü gerçeklik var. ve biz, doğduğumuzdan beri bize dayatılan gerçekliği seçeriz.
çünkü bizim şu andaki dünya algımız, yaşamımızı sürdürebilmek üzere koşullandırılmıştır. daha önce yazdığım gibi, lamba daima tavandadır, priz duvardadır, top yuvarlıktır, maç doksan dakikadır. hiç gemi görmesek ve karşımızda gerçekten bir gemi olsaydı bunu görebilir miyiz?

colomb, karaiblere yaklaşırken adalardan birinin şamanı denizde bir garipler fark eder. dalgalar garipleşmiştir. gemiler yaklaşır, ama şaman hala daha onları görememiştir. oysa üç gemi de, karşısında olanca haşmetiyle durabiliyordur. şaman dalgaları inceledikce gemileri görmeye başlar. olasıklardan birini seçmiştir. en sonunda gemileri gördüğünde köylülerine gördüklerini tarif eder. artık onlar da koskoca gemileri görebilmektir.


hayatımızı devam ettirmek kendi gerçekliğimizi seçiyoruz. bir gemi vardır ve bu dalgaların sebebi odur. bir kaşığı eğebilirsin, onu yokedebilirsin. ama eğilen kaşık değil, sensindir. çünkü; aslında bir kaşık yok!


en başa tekrar dönersem eğer, o çıkmaz sokakları seçen yine biziz. dönüp dolaşmamıza neden olan döngü değil, bizim diğer tercihlerimizi çökertmemizdir. çünkü doğduğumuzdan beri, o diğer tercihleri çökertmek üzere eğitildik. bizim bir sanat eseri veya parlak nesler karşısında kendimizden geçmemiz, diğer gerçekliği seçebilmende yatıyor. unutmayın, olasıklık çiftler halinde, gerçeklik katmanlar halindedir. var olan gerçekliği o anda çökertebiliriz. kendi gerçekliğimizi oluşturabiliriz. her nekadar
schrödinger'in kedisi meselesini kuantumcular önemseme bile, önemsedikleri bir gerçek de vardır; nesnelerin yerel görünümlerine rağmen, dünyamızın aslında aracısız ve ışıktan hızlı, hatta anında iletişime izin veren görünmez gerçekliklerle çevrili olduğunu söylüyorlar.  aklınızda kalması gereken tek bir gerçekliğin olamayacağıdır.

önemli olan bu gerçekliği görebilmektir. bunu ilk kim kelimelere dökmüştür? platon kafamızda idealarla doğduğumuzu söyler. yani kafamızdaki fikirler mükemmeldir. oysa bizim kavramlarımız bunların sadece yansımasıdır. kendisi bu durumu bir mağraya benzetir. biz bu mükemmel fikirlerimizin duvara düşen gölgelerini görürüz. bedenimiz değil, ruhumuz buraya aittir. yani oldukça renksiz ve ışıksız bir dünyamız vardır. gerçek dünya ise bambaşkadır.

bu gerçekliğe nasıl ulaşabiliriz ve bu gerçeklik nedir? biz bu gerçekliğe kısaca cennet deriz ve cennet hayal dünyamızın ta kendisidir(ölümden sonrası falan geçin gidin). eski dünyanın cenneti nilüferlerle süslenmiş göller, mücevherler, sular, ballar ve şaraplardan, keltler ve germenlere göre ise camlardan oluşmaktadır. hatta sion yeniden kurulduğunda camlardan oluşacaktır. yani bizim cennetimiz, bizim hayalimizdir. bizim gerçekliğimizden kopmamızı sağlayan şey bu parlaklıktır. gecenin parlamasıdır. ay ve güneş tanrılardır. çünkü parlamaktadırlar. melekler ışıktan yapılmıştır. mücevherler hiç kimsenin görmediği parlaklıktadırlar. oysa günümüzde her şey zaten parlak. şehirler geceleri ışıl ışıl. her şey renk bolluğu içinde ve her şey cam. dinlerin ve cennet tasvirlerin ortaya çıktığı zamanlarda ise porselenden çiniye, camdan mermere kadar her şey sadece belirli kişilerin elinde toplanabilmişti. kiliselerin camlarının bu kadar renkli olmasının nedeni, antik dünyadan heykellerin boyanması, camilerdeki avizeler ve çiniler hep bu parlaklığı ve ihtişamı, cennet özlemini göstermek için vardı. kapıları açan parlaklık ve ihtişamdır.

günümüzde ise bizi bu gerçekliğe bir an olsun götürebilecek sanat eserleri, müzik, dans var, bunları sevmeyenler için din de var. aldous huxley'in söylediği gibi, "bu eserlerin yaratıcıların yaptıkları sahneler, insan figürleri ve nesneler izleyicilere, öteki dünyaya dair zihninin derinliklerinde bulunan, farkında olduğu yada olmadığı bilgileri anımsatır."
aldous huxley, algı kapıları(the doors'a adını veren kitap) ile cennet ve cehennem kitaplarında bu kapılarımızın açılmasının yollarını gösterir. bu yol, şamanların binlerce yıldır kullandığı yoldur. yani meskalin. algı kapıları'nda meskalin deneyimini anlatır. meskalini doktor kontrolünde aldığında ilk hissettiği şey, adem'in yaratılışı esnasında hissettikleridir! artık her mükemmellik, gözüne daha da mükemmel gelmektedir. cennet ve cehhennem'de ise bu olguların kaynağına kadar girer. zihnimizin kapanan kapılarını açmanıza yardımcı olur. bir kum tanesine bile dikkatlice bakarsanız, göreceğiniz şeyin kendi gerçekliğiniz olduğunuzu söyler. 

illa meskalin alarak bu kapıları açacaksınız diye bir şart yok elbette. sufilerin hu'ları, meditasyon, trans haline geçmek, vecd haline geçerek de bu kapıları zorlayabilirsiniz. ama stendhal'in sanat eserleri karşısında zevkten kendisinden geçmesi halini anlatan stendhal sendromuyla da bu kapıyı açabilirsiniz. benim blogun üstündeki tablo olan judith'e bakarken hissettiklerim gibi.

"eğer bir insanı ışık, ses ve koku bulunmayan sınırlı bir çevreye sokarsanız, kısa bir süre sonra bir şeyler görmeye, bir şeyler duymaya ve tuhaf bedensel uyarımlar algılamaya başlar". bu size neyi ifade ediyor? bir mağrada uzun bir süre kalırsanız eğer, sizinle kimler konuşmaya başlar? bu tüm gnostiklerin, şamanların, azizlerin, münzevilerin ve peygamberlerin izlediği yoldur. eğer insanlar bedenlerine eziyet etmeye başlamışsa, bu sadece geçmiş günahlarını affettirmek için olmaz. zihnin öteki tarafına geçmek ve orada bazı özel hayaller görmeyi özledikleri içindir. çevrenin yanıltıcı algısı, bizi gitmeyi özlediğimiz yere götüremez. kendilerini cezalandırmaları, cennetin kapılarını onlara açmıştır.


haz dediğimiz şeyin mükemmelliği de bu durumda ortaya çıkar. sevdiğinin kollarında alacağın haz, tek bir gerçekliğe odaklanmaktan ileri gelmektedir. 

10 Mart 2011 Perşembe

geçmiş zaman

(cristopher walken)

zamanında iyi kas yapmış! ama bana göre kafa, vücuda küçük kalmış.

(tim roth)

eşcinseller gibi poz vermiş. hatta taverna şarkıcısı gibi! kot ve kemer ise tam bir fecaat. sağ omzundaki dövmeyi özellikle göstermek istemiş.

(roman polanski-sharon tate)

polanski'nin, charles manson tarafından öldürülen eşi sharon tate.  

(sean connery)

bond serisinden önce olsa gerek. sanırım eskiden vücut geliştirme sporu yapıyormuş. poz falan, 10 numara. ayrıca fotoğrafta iyice belli olsun diye vücudu da yağlamış.
(john f. kennedy - marilyn monroe)
happy birthday mister president :)

(gia marie carangi)

aidsden ilk ölen ünlülerden birisi. 80'lerin başında popüler olmuştur ve evrenin ilk top modelidir. angelina jolie, gia'nın hayatını konu eden filmde onu oynamıştı.

(beatles)

bu karede yaşları 14 ile 16 arasında değişiyor. yani daha bebeler. ama rağmen herifler hala şekil. imaj çok önemli, çook!!

(bebe buell - steven tyler)
liv tyler'ın ana babası. bebe bir groupie. tyler'ı biliyorsunuz.ama o dudaklar yok mu o dudaklar, neandartel insan gibi!

(george clooney)
acaba abdullah gül'ün de böyle bir pozu var mı?fotoğrafta da gördüğünüz gibi önemli olan saç kesimi, giyim vs'dir.

(marilyn monroe)
bu pozda 20 yaşındaymış. popüler halinden nefret ederim. bu fotoğrafı ise enfes, hatta nefes kesici.

(star wars)

lan bu luke ile leia'nın hali nedir? resmen bacaksızmış bunlar. leia bana ayakta oral seks yapar be, öyle böyle değil. ne tırt kahramanlarmış bunlar. iyice bodur olan ise master yoda olmalı!

(fotoğraflar sabah.com.tr'den)

1 Mart 2011 Salı

halife memun

harun reşit'in iranlı bir cariyeden doğma oğlu olan, 813-833 yılları arası halifelik yapan abbasi hükümdarı. saltanatının özelliği savaşması falan değildir. bunlar son derece sıradan hadiseler. ilginç olan kişiliğidir. milattan sonraki devirde piramitleri inceleyen ilk kişidir ve büyük piramite bir kapı açtırarak içinde olduğu söylenen büyük silahlara ve bilgiye kavuşmak istemiştir. üstelik bu işin bizzat başında durmuştur. açtırdığı kapı hala durur ve memun kapısı olarak adlandırılır. sonuçta hiçbir şey elde edememiştir. iskenderiye kütüphanesi'ne yetişebilseydi çok ilginç işler yapabileceğini düşünüyorum. ben kendisini roma'nın son pagan imparatoru julian'a benzetirim. hristiyan rahipler tarafından yetiştirildiği halde pagan kalmış ve son görkemli pagan imparatoru olmuştur. iran seferi sırasında genç yaşta ölmeseydi, en azından doğu roma'nın tarihi bambaşka olabilirdi.

islam dünyasındaki sünni-şii ayrımına son vermeye çalışmıştır. varis olarak kendi ailesinden biri değil, hz. ali'nin soyundan gelen ve kızıyla evlendirdiği ali bin musa er-rıza'yı seçti(sonra öldürüldü). abbasilerin geleneksel siyah bayrağı yerine şiilerin yeşil bayrağını benimser. bunları yapmasının nedeni ise annesi olan iranlı cariye gösterilir. harun reşit'in ölümünden sonra iran bölgesinin valiliğine getirilmiş, akabinde kardeşi mustasım ile taht kavgasına başlamıştır. neyse, şii ile sünni birlikteliğini sağlama çabası başarısızlıkla sonuçlanmıştır. bu durumu ne sünni ulema, ne de şiiler kabullenmiştir. 
devrinde rasathaneler kurulmuş ve ekvatorun çevresi gerçeğe yakın bir oranda hesaplanmıştır. üstelik enlem ve boylamları harita üzerine yerleştirerek dünya haritası da çizdirmiştir. bu tür meraklarının nedeni olarak sabiiler gösterilir. hulagu tarafından yakılan beytül hikme'yi(bağdat kütüphanesi) oldukça geliştiren kişidir. islam dünyasında çevrilen o antik yunan eserler, onun zamanında çevrilmiştir.tercüme bürosunda yüzlerce kitap çevrilmiştir. bu kütüphane ikinci iskenderiye'dir. yakılması da bir başka rezalet ve cinayettir.
ama en büyük özelliği mutezile'yi(kişinin kendi eylemlerinden bütünüyle sorumlu olması) savunan ve halk arasında yaygınlaştırmayı amaç edinen bir halife olmasıdır. kısaca akılcılığı savunmuştur. doğa bilimlerine büyük bir ilgi duymuştur. çevirilerle eski yunan ve maniciliği de incelemiştir. daha ilginci özgür iradeyi benimsemiştir. yani akıl ile bağdaşmayan, duyularla kanıtlamayan şeylerin gerçekliğine inanılmaması gerektiğini söylemiştir. cennet, cehennem bir kavram olarak görmüşlerdir. bu düşünceyi halka benimsetmeye çabaladığından da sünni ulema ile arası bozulmuştur. günümüz islamcıları hala bu yönünü sevmezler ve kötülerler. yine de bir halifeyi suçlamak yerine vezirini suçlarlar! kendisi bu düşünceyi benimsetebilseydi, belkide islam dünyası avrupalıların sanayi devrimini de, uzay çağını da çok daha önceden yakalayabilirdi. çünkü yüz yıl sonra ihvanüs safa örgütünün ilginç bir evrim modeli ortaya çıktı. hayvanların bitkilerden evrildiğini, insanların da maymundan evrildiğini düşünmüşlerdi. insandan ise melekler evrilecekti. üst insan meleklerdi.

el memun'un 48 yaşında ölmesi büyük bir talihsizliktir. öldüğü yer tarsus'tur. ki bu da enteresandır aslında. tarsus, ezoterik bilgilerin son kalelerinden birisidir. yaptığı işler o zamanlar neredeyse her kesimden büyük tepki çekmesine rağmen günümüz müslümanlarının kurtarıcısıdır. ne zaman "islam bilimi" lafı bir yerde geçse, bilinki temeli beytül hikme'ye dayanır.

mutlu insanı şöyle tarif etmiştir; "ne o beni bilir, ne de ben onu."
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.