heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

20 Şubat 2009 Cuma

ebedi rekabet















iki resim de jesse james'e ait. bilirsiniz işte, bob ford tarafından, korkakça sırtından vurulmuştur. anlatmak istediğim james değil. 1800'lerde çekilmiş neredeyse insanlı her fotoğraf karesi büyük hüzün barındırıyor. gerçi bunda o kişilerin artık ölmüş olduğunu bilmenin de etkisi var. ama james'in yaşayan hali ile ölmüş halini gösterir bu iki resmi arasında, gözlerin açık ve kapalı olması dışında ne fark var? o zamanlar resim çektirenler herhalde hep ciddi poz verilmesi gerektiğini düşünmüşler. belkide o zamanlar hiç eğlenceli poz veren yoktu. ilk kez eğlenceli poz veren kimdi acaba. "peynirr" diyen. tekrar james'e dönersem eğer; eğlenceli biri miydi bilemeyeceğim. ama soygunlarında oldukça eğlendiğini düşünüyorum.

varsın ve birden yoksun. bir ezeli ve ebedi rekabet gibi. hiç bitmeyen bir rekabet. ama hep kazanan aynı. aklıma goethe'nin meşhur dizeleri geliyor;

"neden ki bu bitmek bilmez yaratılış
yok olacaksa bir gün her yaratılmış!"

diyecek söz bulamıyorum. goethe'nin kendi verdiği cevap da tatmin etmiyor beni. kabil'in habil'i öldürdüğü zaman içinde duyduğu ızdırabı hayal etmeye çalışıyorum. şit'in, babası adem öldüğünde, aden bahçesinde nasıl tanrılara yalvardığını, tanrı dumuzi öldüğünde inanna'nın, enkidu öldüğünde gılgamış'ın yaşadıkları...

fark etmiyor. tanrılar bile ölse nereye gideceklerini bilmiyorlar. eski yunanlılar, ege'de içine insan dahil hiçbir yırtıcı hayvan girmemiş yeni bir ada bulduklarında orasını hemen istila etmezlermiş. onbinlerce yıl, içinde düşman barındırmadığı için zehirli hiçbir bitki olmayan bu adaların içine koyun, domuz, sığır ne bulurlarsa doldururlarmış. bir kaç ay/yıl sonra adaya tekrar geldiklerinde iyice besilenmiş ve semirmiş hayvanları pişirip pişirip yerler, tatlı meyvelerini içkilerine katık ederlermiş. bir nevi yapay cennet işte.

en başa döneyim; ne kadar çok fotoğraf çektiriyoruz. sizin için önemi hariç hiçbir anlamı yok. siz öldükten o fotoğrafların bir kısmı saklanmaya devam edecek. torunlarınız daha da azı ile yetinecek. onların çocukları ve torunları ise birden fazla resminizi barındırmayacak bile. onlara ne sizin askerlik hatıralarınızdan veya sünnet resimlerinizden veya nikah defterine imza atarkenki halinizden!

bilirsiniz, aşil çok çirkin biridir. kadınlardan yüz bulamaz. oysa günümüzde bu çirkin mi çirkin biri olan aşil'i brad pitt oynadı. ve gerçeklik değişti. artık aşil, bu filmi seyreden neredeyse herkes için çok yakışıklı, seksi ve gerçekten ölümsüz oldu. kafalarda çirkin aşil portresi yok. brad pitt var. jim morrison'ı hatırladığınızda aklınıza gelen jim mi yoksa val kilmer mı? harbiden, ne zaman ölürsün? cartayı çektiğinde mi, hatırlanmadığında mı, yanlış hatırlandığında mı? kaç tane gerçekli vardır?

kuantum fiziğini bilirsiniz. olasılıklar fiziğidir. tek bir gerçeklik yoktur. bir sürü gerçeklik vardır. ve biz doğduğumuzdan beri bize dayatılan gerçekliği seçeriz. lamba daima tavandadır, priz duvardadır, top yuvarlıktır, maç doksan dakikadır. peki ya hiç gemi görmeseydik ve karşımızda gerçekten bir gemi olsaydı bunu görebilir miyiz?

colomb karaiblere yaklaşırken adalardan birinin şamanı denizde bir garipler fark eder. dalgalar garipleşmiştir. gemi yaklaşır, ama şaman hala daha gemiyi görememiştir. oysa üç tane gemi, neredeyse karşısında olanca haşmetiyle durabiliyordur. şaman dalgaları inceledikçe gemiyi görmeye başlar. olasıklardan birini seçmiştir. ve en sonunda gemiyi gördüğünde köylülerine gemiyi tarif eder. artık onlar da koskoca gemiyi görebilmektir. yani biz hayatımızı devam ettirmek kendi gerçekliğimizi seçeriz. bir gemi vardır ve bu dalgaların sebebi odur. bir kaşığı eğebilirsin, onu yokedebilirsin. ama eğilen kaşık değil, sensindir. çünkü; aslında bir kaşık yok!

hüsran nasıl ifade edilir? veya öfke yada aşk? ben aşk dediğimde ses ağzımdan çıkar ve diğer insanların kulağına gider. ve bu zahmetli yollardan geçip aşk kavramını barındıran beyne ulaşır. kelimeyi algılayan beyindir. beyin bu kavramı kendi süzgecinden geçiriyor ve anlıyor ama nasıl anlayabiliyorlar? oysa kelimeler hareketsizdir. sadece birer simgedir. anlıyor musun? bunun tek nedeni tecrübelerimizdir. oysa tecrübelerimizin oldukça büyük kısmı soyuttur. algıladığımız birçok şey ifade edilez, kelimelere dökülemez.

şimdi; birileriyle iletişim kurduğumuzda, birisine ulaştığımızda ve birisini anladığımızı sezdiğimizde ilahi bir tatmin duygusuna ulaşıyoruz. bu geçici bir durum olabilir ama hepimiz bunun için yaşıyoruz.

tanrıyı neden göremiyoruz sizce?!

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.