heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

29 Ocak 2013 Salı

protege moi



bir kaç tane erotik müzik klibi izlemişimdir. him'in wicked game'i ve metallica'nın bir parçası daha. ama bu parçanın buenos aires doğumlu fransız yönetmen gaspar noe tarafından çekilen klibi resmen pornografiktir. istediğin kadar kes biç, hiç bir şekilde normal bir tv'de gösterilemez. brian molko'nun gözleriyle beraber o enfes sesi bir çok kadın için zaten tahrik edicidir. ama üstüne bu klip resmen felaket. klipte esmer kızımızın kulağında kulaklık bir odaya girer. üzerinde hala bir şeyler vardır. herhangi bir şeyden korunmak gibi bir derdi yok gibidir. şarkıyı dinleyerek oda içinde dolaşır ve sarışın kızımız ile döşeklerine çekilirler. gerisi önemli değil. isteklerini yerine getirir. (yukarıdaki klip adamın biri tarafından yapılmış. şarkının sözlerine uygun diye aldım)

brian molko "beni isteklerimden koru, koru beni, koru beni" derken sanırım bu kliptekilerden bahsediyor(!) söz esasında picasso'nun bir sözüymüş. picasso için pek geçerli bir söz olsa gerek. şarkının orjinali 'protect me from what i want' şeklinde. ama fransızca versiyonu daha güzel.

bahsettiğim gaspar noe klibi bu

c’est le malaise du moment
l’épidémie qui s’étend
la fête est finie on descend
les pensées qui glaces la raison
paupières baissées, visage gris
surgissent les fantôme de notre lit
on ouvre le loquet de la grille
du taudit qu’on appelle maison

protect me from what i want
protect me from what i want
protect me form what i want
protect me
protect me

protege moi, protege moi (x4)

sommes nous les jouets du destin
souviens toi des moments divins
planants,éclatés au matin
et maintenant nous sommes tout seul
perdus les rêves de s'aimer
le temps où on avait rien fait
il nous reste toute une vie pour pleurer
et maintenant nous sommes tout seul

protect me from what i want
protect me from what i want
protect me from what i want
protect me
protect me

protect me from what i want (protege moi, protege moi)
protect me from what i want (protege moi, protege moi)
protect me from what i want (protege moi, protege moi)
protect me
protect me

protège moi, protège moi 
protège moi, protège moi

protect me from what i want
protect me from what i want
protect me from what i want
protect me
protect me
protect me
protect me

protect me
protect me, protège moi

28 Ocak 2013 Pazartesi

klaus fuchs

2000'lerin ortasında bir çay ocağında oturmuş öğle arasını geçiriyorum ve çay içip türkiye gazetesi okuyorum. şimdi adını hatırlayamadığım bir köşe yazarı, atom bombasının sırrını ruslara veren ajanının öldüğünü yazıyor. hikaye müthiş. adam esasında bir rus yahudisi. zamanında babası almanya'ya göçmüş ve fizik öğrenimi görmüş. naziler iktidara geçince tekrar memleketi rusya'ya gitmiş. burada yeni baştan eğitime tabi tutmuşlar. kusursuz bir ingilizce ve amerikan adetlerini öğretmişler. sonra ver elini nazilerden kaçan yahudi rolü ile amerika. manhattan projesine dahil olmuş. öyle bir amerikalı olmuş ki beyzbol bile oynuyor. gel zaman git zaman sırları ruslarla paylaşıyor. sonra pırrr, ülkesine gidiyor. sovyetlr birliği kahramanlık nişanları ve vs.'lere boğuluyor. herifin yaptığı büyük bir iş elbet. ne alsa hak eder.


ama bu bombanın çalınma hikayesini aynı gazetenin arşivlerinde defalarca aratmama rağmen bulamadım. internette arama yaparken yine bu hikayeye rastlamadım. üstelik adamın adını da hatırlamıyorum. herif tam bir sır oldu benim için. ama arama yaparken klaus fuchs ile tanıştım. bazı kaynaklarda soyadı fox olarak da geçiyor. fuchs'un almanca bir kelime, tilki demekmiş. neyse, bir çok değişik siteden derlediğim atom bombasının çalınma hikayesine başlayalım..

büyük savaş başlamadan önce einstein önderliğindeki bir grup bilim adamı, amerikan başkanı franklin d. roosevelt'e bir mektup yazar. nazi almanya'sı atom bombası üretmek üzeredir. böylece manhattan projesi başlar. j. robert openheimer liderliğindeki ekipte edward teller, enrico fermi, david bohm, james frank, emilio serge, felix bloch, rudolf peierls, james chadwick, otto frisch, eugene wigner, leo szilard ve klaus fuchs vardır ve iki milyar dolar harcanır, bomba üretilir. hiroşima ve nagazaki'ye atılır. yüzbinlerce insan öldürülür. grup lideri openheimer, amerika doğumlu bir alman yahudisidir ve sola yatkın bir insandır. hidrojen bombasının yapımının gereksizliği konusunda edward teller ile kapışmıştır.

3 eylül 1949'da amerikan hava kuvvetleri meteoloji uçağı, kamçakya yarımadası üzerinde uçarken, radyoaktivite ölçüm cihazları bir anormallik fark eder. uçak, olağandışı bir hava kirliliğinin içinden geçmiştir. ertesi hafta, bu kirli havanın pasifiği geçerek kuzey amerika'ya vardığı tespit edilir. uçaklar tekrar havalanır, yeni numuneler alınır ve sonuç tam bekledikleri gibidir. numunelerde plütonyum ve doğal olmayan elementlerin izleri vardır. ruslar kamçakya yarımadasında atom bombasını patlatmıştır.

olay amerika'nın yöneticileri arasından bomba gibi patlamıştır. sadece kendi ellerinde olduklarını sandıkları ve bu sayede yüzlerce yıl dünyayı yöneteceklerine inanan amerikalılar panikler. amerika'da komünist avı başlamıştır. cumhuriyetçi joseph mccarthy, 57 tanesi tanınmış 284 komünisttin dışişleri bakanlığında çalıştığını senatoda haykırır. komünist avı başlamıştır. olay sinema sektörüne kadar uzanır. bizim kayserili elia kazan, muhbirlik yapar, arkadaşlarını satar.

2 şubat 1950 günü los alamos bilimsel laboratuarından teorik fizik bölümünde en üst seviyelerde görev yapan emil julius klaus fuchs, casusluk iddiası ile tutuklanır. fuchs, nazi almanya'ından kaçıp, 1933'de ingiltere'ye sığınmış bir kişidir. ailesi şiddet ve savaş karşıtı quarker mezhebine dahildir. los alamos'a da ingiliz ekibinin üyesi olarak gider. 1943'den sonra bombanın üretim sürecine dahil olmuştur. almanya'dan kaçmadan önce alman komünist partisinin üyesidir. tutuklandığında ingiliz nükleer araştırma merkezinin de başıdır. atom bombasının sırlarını ruslara vermekle suçlanır. fuchs, los alamos'da çalışmaya başladığından beri, tüm savaş boyunca, atom bombasının üretimi ile ilgili gizli belgeleri ruslara aktardığını kabul eder. sırları rus ajanı ruth werner aracılığı ile iletmiştir. hidrojen bombasının sırlarını siyah bir çanta içinde feklisov'a verirken de suç üstü yakalanmıştır. rusların noel baba dediği adam ortaya çıkmıştır. sonia lakaplı, ev kadını kılığı hiçbir şüphe çekmeyen werner ise asla yakalanamadı.


sovyetlerde bu casusluk işinin başında beria bulunmaktadır. beria, küçük çocuklardan hoşlanan, tam bir cani olmasına rağmen işi başarıyla kotarır. kanada'dan allan nunn may'den formüller ve uranyum parçalarını, 1945'de new mexico'da patlatılan trinity'nin mavi kağıda çizilmiş kopyalarını fuchs'dan ve buma pontecorvo'dan öğrenir. işin bilim kısmını ise harry gold, david greenglass ve karı koca rosenberg'ler aracılığı ile halleder. amerikalılar tüm dünyayı atom bombası ile idare edebileceğini sanarken, beria o işi çoktan halletmişti bile.

tabi salt istihbarat faaliyetleri ile bu işlem bitmez. sovyet bilim heyeti başkanı igor vasiliyeviç kurçatov'tur ve khariton ile zeldoviç de ekibin içindedir. hatta beria, gelen istihbarat bilgilerini test amacıyla kullanır. ama ilk sovyet atom bombası, trinity'nin aynısıdır.

artık dünya tek bir kutbun hükmü altında değildir. japonya'ya karşı atom bombasını kullanmaktan çekinmeyen amerika, kendisine karşı da kullanılabilecek silahı görünce soğuk savaş dönemi başlamış olur. tüm bu işin altında ise kalın kol kaslarına sahip savaşçılar değil, düşünen fizikçiler vardır.

17 Ocak 2013 Perşembe

sahra çölü(!)

geçen hafta sonu cnntürk'te belgesel izliyorum ve tamamen araya sıkıştırılmış gibi duran bir bilgiyi de söylediler. sahra çölü eskiden yeşilmiş lan! daha önce bunu bilmiyordum. nette araştırma yaparken sadece tek bir siteye rastladım. seyfullahdemir.com.

bu bilgiyi bi kaç yıl önce farklı şekilde öğrenmiştim aslında. mısır'daki üç büyük piramidin olduğu yer, piramidler yapılırken yeşilmiş. sonradan çölleşmiş. neyse, sahra çölüne dönelim biz. jeolojik bulgular gösteriyor ki afrika kıtası milyarlarca yıl önce şimdiki yerinde değildi. kabaca kuzey sahilleri şimdiki sahra çölünün güney tarafındaydı ve avrupa ile arasında tethis denizi vardı. ancak zamanla bu büyük kütle kuzeye doğru ilerledi ve kuzey afrika yükselmesi yaşandı(kıtların ayrılması/birleşmesi vs). çölde hala daha balina ve yavrularının fosillerine rastlanıyormuş.


neyse, kıta kuzeye kaydı tamam, ama bu yeşillik için yeterli değil. bildiğiniz gibi dünyanın ekseni düz değil. dünya yalpalıyor. yörenge düzlemi de sabit değil. şimdi 23 derec civarı. ama 21 derece civarına kadar geri dönebiliyor. işte bu 21 derece zamanlarında muson yağmurları şimdiki sahra çölüne yağarmış ve çöl dediğimiz yer aslında yemyeşil alan. mis gibi, tam piknik alanları. vur ceylana, çevir hemen..

bu çöl/piknik alanı meselesi yirmi bin yılda bir olurmuş. en son beşbin beşyüz yıl önce çölleşmeye başlamış ve yaklaşık 200 yılda güm. koskoca göller, ormanlar, çayırlar ve nehirler kurumuş. yine yapılan kazılarda yedi bin yıl önce o bölgede büyük topluluklarının yaşadığını göstermiş. muson biter ve geriye çöl kalır. çölün bir daha yeşillenmesi ise on beş bin yıl sonra.

ama o da ne? bu çölde petrol bulunmasından sonra kazılar son sürrat devam ederken çok şaşırtıcı bir keşif daha yapılmış. su. çölün altı komple su. yaklaşık 1 km dipten çıkabiliyormuş. çöldeki vahaların da topraktaki bu suyun çıkabileceği çatlakları yüzünden oluştuğu artık biliniyormuş.kaddafi'nin bu suyu çıkartmak için çabaladığını duymayan kalmamıştır. bu iş için milyonlarca dolar para yatırdığı söylenir. ama işin riskli bir yanı var. yaklaşık 1 milyon yıldır var olan o su kaynakları yüz yıl içinde tükenebilirmiş.


burada bilinen gölleri ve bağlantıları. göller arasındaki nehirlerle tatlı su balıkları bir uçtan diğer uca gidebiliyormuş. çünkü tunus'da ve kenya'da aynı tür balıklara rastlamışlar.


uzun lafın kısası şudur ki; belkide atlantis denilen yer burasıdır. hepi topu 5500 yıl önce olmuş. yazı bulunalı 6000 yıl oldu. göbekli tepe 8000 yıllık. şu dünyamız çok acayip bir yer. hepi topu 50-60 bin yıl önce homo sapiens doğu afrika'dan çıktı. aden boğazını aştı ve tüm dünyaya yayıldı. diğer iki insan türünü yok etti(ruhumuzda katliamcılık var). tüm insanlar % 99,9 oranında birbirisinin aynısı. yapılan çalışmalar yaklaşık 200 bin yıl önceki afrika'da yaşamış tek bir kadından türediğimizi gösteriyor. kuşlar, böcekler, çimenler vs..


konu ile ilgili belgesi buradan izleyebilirsiniz. görseller buradan alınmıştır.

14 Ocak 2013 Pazartesi

the war of the roses


karı koca ross'lar (michael douglas ve katleen turner) iki çocuklarıyla beraber mutlu ve mesut bir şekilde yaşarlarken bayan ross aslında hiçde mutlu olmadığının birden bire farkına varır. tüm hayatını kocasının mutluluğu için feda etmiştir ve saray yavrusunu andırır evlerine ve zenginliğe rağmen boşanmak ister. kocası bu duruma inanamaz ve kabullenemez. dava açılınca evi kim alacak sorunsalı ortaya çıkar ve en sonunda benim izlediğim en manyak karı koca kavgası başlar. kavganın müziksiz versiyonunu bulamadım. ama bu videoda da hemen hepsi var. film 89 yılına ait. danny de vito yönetmiş ve katleen turner adeta bir ateş parçası..


mr. & mrs. smith'in kavgaları ise abartı üzerine abartıdır elbette. görsel şölen sunmuşlardır ve doğallıktan uzaktır. binlerce mermi ateşlenmesine rağmen bir çizik bile yoktur. çünkü ikisi de birbirini deli gibi sevdiği için karşı tarafa zarar verememektedir. zaten en sonunda birlik olurlar.

11 Ocak 2013 Cuma

şinvat

kutsal kitabı avesta olan zerdüştlüğe göre insanlar öldükten sonra dirilirler ve öteki dünyada iki safa ayrılırlar. tüm insanlar, cennete girebilmek için ise şinvat köprüsünden geçmek zorundadırlar. insanlar köprüden geçerlerken kötüler için şinvat köprüsü kılıcın keskin tarafı gibi olur. iyiler için ise köprü genişler, otobana dönüşür(!). zerdüşt ise geçişleri izler ve kendi ümmetinden kimselerin geçisi sırasında tanrı ahura mazda'dan şefaat diler.

farsça şinvat; toplayan, toparlayan, bir araya getiren ya da hesaba alan demektir. avesta’da olay şinvat'dan değil, şinvato peretus'dan yani iyi ve kötü işleri “kaydeden onun köprüsü”nden söz ediliyor. bu köprü cehennemin üzerinde alburz dağı’ndan şakat daitih’e kadar gidiyor. belli cenaze törenleri yapılır yapılmaz her insanın ruhu köprüye geliyor ve cennet’e girmek için onu geçmek zorunda kalıyor. köprüyü geçtiğinde mitra, raşnu ve sraoşa yaptığı iyi ve kötü işlerin hesabına göre onu yargılıyor. ancak iyi işleri kötü işlerinden çoksa cennet’in kapısı onu içeri almak için açılıyor. eğer kötü işleri ağır basıyorsa cehenneme atılıyor; iyi işleri kötülerle eşitse ölünün ruhu, ormazd’la ehrimen’in arasındaki amansız ya da son savaşın yapılacağı(ragnarok hesabı) son yargıyı beklemek zorunda kalıyor.

zerdüştlüğe göre ölünün ruhu üç gün durduktan sonra korkunç şinvat köprüsü’nden geçiyor. kişi, dünyada iyi işler yapmışsa güzel bir kız onu karşılıyor. ilk adımda cennetin iyi düşüncesine, ikinci adımda iyi sözüne, üçüncüde iyi olaylarına, dördüncüde parlak sonsuz bir ışığa giriyor. eğer insan iyi değilse, onu fena bir kadın alır. fena söz, fena düşünce, fena olaylardan geçerek fena cinlerle karşılaşır. başka bir anlatıya göre de ölüler canlanıp ruhlarıyla birleşir. hepsi, içinde kurşun kaynayan bir kazana atılır. iyi olanlara bu ılık süt gibi gelir. üç gün sonra hepsi oradan çıkarılır. ölümsüzlük içkisi verilir ve ölümsüz olurlar. başka bir anlatıda da güzel bakire bir kız ve 2 adet köpek eşliğinde eğlenceli ve şarkılı bir yer olan cennet’e gideceklerdir.

robert winston'ın tanrının öyküsü adlı kitaında cennete girmek insanın ömür boyunca biriktirdiği iyi düşünce söz ve davranışların miktarına bağlı olduğu belirtiliyor. ölümden sonra ruh tartılıyor(mizan) ve eğer ruhun sahibi yeterince iyilik biriktirdiyse güzl bir bakire geliyor ve o kişiyi sonsuz büyük mutluluğa uzanan efsanevi şinvat köprüsünden geçiriyor. eğer ruhun kötülükleri ağır basarsa, köprü daralıp jilet kadar inceliyor ve ruhun sahibi, güzel bakirenin yerini alan çirkin bir yaşlı kadın tarafından cehenemin dibine yollanıyor.

"ey, iyi işlerin kudretli nedeni, çok günah işlemekten kaçıyorum ve yaşamın altı gücünü –davranış, konuşma, düşünme, akıl, zihin, anlayış- isteyerek temiz tutup hal ve davranışımın paklığını koruyorum. aydınlık yolda kalayım, cehennemin ağır cezasına çarptırılmayayım ama şinvat’ı geçeyim ve güzel kokulu, tümüyle hoş, her zaman aydınlık olan bu kutsal yerine ulaşabileyim diye bunu adil olarak, sana ibadet ederek, iyi düşünerek, iyi konuşarak ve iyi işler yaparak yerine getiriyorum." (avesta)

müfessirlere göre ise meryem , 19/71'deki "içinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. bu, rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür." ayet sırat köprüsüne delalet ediyor. mahşer yerinde neşir başladığında kafirler doğrudan cehenneme sevk edilirken, peygamberler, evliyalar ve geri kalan bütün insanlar sırat köprüsüne uğrayacaktır. köprüyü geçen de cennete varacaktır. ama köprüden geçmek o kadar kolay değil. öncelikle köprü cehennem üzerinde kurulu. ayrıca köprüyü geçerken olayın bonusları da var. arada cehennem patlayacak, lavlar siz köprüyü geçerken ayak uçlarınıza kadar gelecek, alevler ve sıcak buhar sizi hafif hafif yakacak. zebaniler ise günahkar müslümanları yakalayıp cehenneme atacak. üstelik köprü kaygan ve üzerinde emrolunduklarında yakalamaya yarayan çengeller var(işi şansa bırakmamışlar). o esnada peygamber ise sırat köprüsünün başına dikilecek ve "allahım, ümmetimi selametle geçir" diye yalvaracak. tabi iş burada bitmiyor. meryem 72'ye göre "sonra müttekileri(takva sahiplerini) kurtaracağız, zalimleri ise orada(cehennemde) diz üstü(düşmüş) bir halde bırakacağız" demektedir. allahtan korkup günahtan kaçanlar köprüden böylece geçecekler. bir hadise göre de insanların bazıları yıldırım, bazıları fırtına, bazıları koşan atlar, bazıları koşan insanlar, bazıları yürüyen insanlar ve bazıları da düşe kalka emekleyen insanlar gibi köprüden geçeceklerdir. tabi bu hız da senin sevap-günah oranına göre olacak. neyse, en son geçecek kişi, sürüne sürüne üç bin yıla geçecek ve sonra arkasına bakacak ve allaha şükredecektir. son kişi de geçtikten sonra köprü yanıp yok olacaktır.

ayrıca bu köprü iskandinav mitinde de bulunmaktadır. bu köprü, tanrıların köprüsü denen bifrost'tur. asgardh'daki gök konutlarından yeryüzüne bu köprü vasıtasıyla gelinir. bu, gökkuşağıdır.

nişanyan sözlüğe göre ise arapça şirat, yol demek. orta dönem farsçası srat. aramcası strata, eski yunancası strata, latincesi de strata. yine latince stratum, tabaka, kaplama, döşeme demek. klasik dönem arap dil bilimcileri kelimenin yunancadan geldiğine hemfikirmiş. bu coğrafyada uzun mesafe yol sistemi roma döneminde yerleşmiş. italyanca strada, ingilizce street, almanca strasse de latince kökenliymiş.

kaynak: ekşisözlük, vikipedi, studi-islam.org ve bir kaç site daha..

8 Ocak 2013 Salı

yaptım oldu


biz türklerin eski inancı tek tanrı olduğu için islama kolay ısındığımız yazılır çizilir ama işin aslı öyle değildir. bizim en büyük tanrımız, yani zeus'umuz, odin'imizin adı ülgen'dir. kendisi göğün onaltıncı katında, altından bir evde, güneş, ay ve yıldızlarında yukarısında ikamet etmektedir. görevi ise atmosfer olaylarını ve yıldız hareketlerini düzenlemektir.islamın mikail'ine benzemiyor değil hani. ama ülgen kutsal bir ruh'tur esasında. kendisi kayra han'ın oğludur. karakuş han, karşıt han, pura han, burça han, yaşıl kan, kanım han, baktı han adında yedi oğlu, ak kızlar veya kıyanlar diye adlandırılan dokuz kızı vardır. efsaneye gelince;

rivayete göre yer, gök hiç bir şey yokken, dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. tanrı ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. göklerden gelen bir ses ülgen'e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. göğün emri ile oturacak yer bulan ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi:

"bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım
bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım
bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım"

bu mısraları duyan ve su içinde yaşayan ak ana, su yüzünde göründü ve ülgen'e şöyle dedi:

"yaratmak istiyorsan ülgen, yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren: de ki hep,"yaptım oldu." başka bir şey söyleme. hele yaratır iken, "yaptım olmadı" deme.

ak ana bunları söyler ve kaybolur. ülgen'in kulağından bu buyruk hiç gitmez. insana da bu öğüdü iletmekten bıkmaz:

"dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. varlığa 'yok' deyip de, yok olup gitmeyin."

sonra ülgen yere bakarak: "yaratılsın yer!" göğe bakarak "yaratılsın gök!"diye buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış olur.

ülgen bundan sonra çok büyük üç balık yaratıyor. dünya bu balıkların üzerine konuyor. böylece gezer olmaktan çıkıyor, bir yerde sabit duruyorü. ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye mandı şire'ye balıkları denetleme görevi veriyor. mandı şire, ülgen'in elçisi sayılıyor.

ülgen, dünyayı yarattıktan sonra tepesi aya güneşe değen, etekleri dünyaya değmeğen büyük altın dağın başına geçip oturuyor.

dünya altı günde yaratılmışdı, yedinci günde ise tanrı ülgen uyumuş kalmışdı. uyandığında "neler yarattım" diye bakar. ayla güneşden başka, fazladan dokuz dünya, bir cehennem ile bir de yer yaratmıştı(sümer efsanelerinin neredeyse birebir aynısı).

sonra günlerden bir gün ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü "insanoğlu bu olsun, insana olsun baba" dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. ülgen bu ilk insana 'erlik(kişi)' adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. ancak erlik'in yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi.erlik daha sonra yeraltı tanrısı olacaktır(enlil-enki gibi)

ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı. yedi insanın kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl verdi. erlik'in, yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak görevini mandı şire'ye, insanları idare etmek görevini ise may-tere'ye verdi. may-tere'yi insanoğlunun başına han yaptı.

hikayenin ana hatları böyle olmakla beraber değişik versiyonları da vardır. mesela bazı hikayelerde bayülgen olarak geçer. bazılarında da baş tanrının yardımcısı olmuştur. şaman dualarındaki adı ise ak ayas, ayazkan, şimşekçi, yıldırımcı ve yayuçı(hafiften thor bağlantısını keşfetmişsinizdir) şeklindeymiş. ayrıca şaman ve kamlar dışında ona kimsenin ulaşamayacağı da söyleniyordu ve onların ülgen'e ulaşmak için değerli hayvanlar kurban etmesi gerekiyordu, özellikle ülgen'i onurlandırmak için beyaz at tercih edilirdi.

kaynak: efsane kısmı genbilim.com'dan, bir çok bilgi ise ekşi'den ve az biraz viki'den..

7 Ocak 2013 Pazartesi

marion cotillard

evet sayın okuyucularım, marion cotillard da maalesef yaşladı. efsanevi fransız güzelimiz yıllara meydan okuyamadı(!) taxi, jeux d'enfants derken insanı büyüleyen güzelliği, her yüz erkeğin doksan dokuzunu mahveden hali, kadını çatlatan, erkeği yerinde mıhlatan teni ile insanı insanlıktan çıkaran bu oldukça fazla güzel aktristimiz maalesef hafiften çökme emareleri göstermeye başladı. kalbimdeki o tatlı yerini muhafaza etse bile artık eskisi kadar güzel değil. o göz torbaları ne öyle, ya o kilolar, onun mu allahım o çizgili yüz, yıllar yılı dost bildiği aynalar, ama yine de o tebessümü ve o esnadaki gözleri, saçları.. görünüşündeki o inceliği ve zerafeti kalmadı..

laetitia casta gibi olmalı ünlü ve çok güzel kadınlar. baktılar ki güzellikleri yavaş yavaş gidiyor, ellerini ayaklarını çekmeliler her şeyden. sonra işte, olmuyor, maalesef..

olsun, o saçlarını yine arkadan toplasın, tebessüm etsin(dişleri görünmesin gülerken) yeter bana..



Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.