heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2013 Cuma

şinvat

kutsal kitabı avesta olan zerdüştlüğe göre insanlar öldükten sonra dirilirler ve öteki dünyada iki safa ayrılırlar. tüm insanlar, cennete girebilmek için ise şinvat köprüsünden geçmek zorundadırlar. insanlar köprüden geçerlerken kötüler için şinvat köprüsü kılıcın keskin tarafı gibi olur. iyiler için ise köprü genişler, otobana dönüşür(!). zerdüşt ise geçişleri izler ve kendi ümmetinden kimselerin geçisi sırasında tanrı ahura mazda'dan şefaat diler.

farsça şinvat; toplayan, toparlayan, bir araya getiren ya da hesaba alan demektir. avesta’da olay şinvat'dan değil, şinvato peretus'dan yani iyi ve kötü işleri “kaydeden onun köprüsü”nden söz ediliyor. bu köprü cehennemin üzerinde alburz dağı’ndan şakat daitih’e kadar gidiyor. belli cenaze törenleri yapılır yapılmaz her insanın ruhu köprüye geliyor ve cennet’e girmek için onu geçmek zorunda kalıyor. köprüyü geçtiğinde mitra, raşnu ve sraoşa yaptığı iyi ve kötü işlerin hesabına göre onu yargılıyor. ancak iyi işleri kötü işlerinden çoksa cennet’in kapısı onu içeri almak için açılıyor. eğer kötü işleri ağır basıyorsa cehenneme atılıyor; iyi işleri kötülerle eşitse ölünün ruhu, ormazd’la ehrimen’in arasındaki amansız ya da son savaşın yapılacağı(ragnarok hesabı) son yargıyı beklemek zorunda kalıyor.

zerdüştlüğe göre ölünün ruhu üç gün durduktan sonra korkunç şinvat köprüsü’nden geçiyor. kişi, dünyada iyi işler yapmışsa güzel bir kız onu karşılıyor. ilk adımda cennetin iyi düşüncesine, ikinci adımda iyi sözüne, üçüncüde iyi olaylarına, dördüncüde parlak sonsuz bir ışığa giriyor. eğer insan iyi değilse, onu fena bir kadın alır. fena söz, fena düşünce, fena olaylardan geçerek fena cinlerle karşılaşır. başka bir anlatıya göre de ölüler canlanıp ruhlarıyla birleşir. hepsi, içinde kurşun kaynayan bir kazana atılır. iyi olanlara bu ılık süt gibi gelir. üç gün sonra hepsi oradan çıkarılır. ölümsüzlük içkisi verilir ve ölümsüz olurlar. başka bir anlatıda da güzel bakire bir kız ve 2 adet köpek eşliğinde eğlenceli ve şarkılı bir yer olan cennet’e gideceklerdir.

robert winston'ın tanrının öyküsü adlı kitaında cennete girmek insanın ömür boyunca biriktirdiği iyi düşünce söz ve davranışların miktarına bağlı olduğu belirtiliyor. ölümden sonra ruh tartılıyor(mizan) ve eğer ruhun sahibi yeterince iyilik biriktirdiyse güzl bir bakire geliyor ve o kişiyi sonsuz büyük mutluluğa uzanan efsanevi şinvat köprüsünden geçiriyor. eğer ruhun kötülükleri ağır basarsa, köprü daralıp jilet kadar inceliyor ve ruhun sahibi, güzel bakirenin yerini alan çirkin bir yaşlı kadın tarafından cehenemin dibine yollanıyor.

"ey, iyi işlerin kudretli nedeni, çok günah işlemekten kaçıyorum ve yaşamın altı gücünü –davranış, konuşma, düşünme, akıl, zihin, anlayış- isteyerek temiz tutup hal ve davranışımın paklığını koruyorum. aydınlık yolda kalayım, cehennemin ağır cezasına çarptırılmayayım ama şinvat’ı geçeyim ve güzel kokulu, tümüyle hoş, her zaman aydınlık olan bu kutsal yerine ulaşabileyim diye bunu adil olarak, sana ibadet ederek, iyi düşünerek, iyi konuşarak ve iyi işler yaparak yerine getiriyorum." (avesta)

müfessirlere göre ise meryem , 19/71'deki "içinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. bu, rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür." ayet sırat köprüsüne delalet ediyor. mahşer yerinde neşir başladığında kafirler doğrudan cehenneme sevk edilirken, peygamberler, evliyalar ve geri kalan bütün insanlar sırat köprüsüne uğrayacaktır. köprüyü geçen de cennete varacaktır. ama köprüden geçmek o kadar kolay değil. öncelikle köprü cehennem üzerinde kurulu. ayrıca köprüyü geçerken olayın bonusları da var. arada cehennem patlayacak, lavlar siz köprüyü geçerken ayak uçlarınıza kadar gelecek, alevler ve sıcak buhar sizi hafif hafif yakacak. zebaniler ise günahkar müslümanları yakalayıp cehenneme atacak. üstelik köprü kaygan ve üzerinde emrolunduklarında yakalamaya yarayan çengeller var(işi şansa bırakmamışlar). o esnada peygamber ise sırat köprüsünün başına dikilecek ve "allahım, ümmetimi selametle geçir" diye yalvaracak. tabi iş burada bitmiyor. meryem 72'ye göre "sonra müttekileri(takva sahiplerini) kurtaracağız, zalimleri ise orada(cehennemde) diz üstü(düşmüş) bir halde bırakacağız" demektedir. allahtan korkup günahtan kaçanlar köprüden böylece geçecekler. bir hadise göre de insanların bazıları yıldırım, bazıları fırtına, bazıları koşan atlar, bazıları koşan insanlar, bazıları yürüyen insanlar ve bazıları da düşe kalka emekleyen insanlar gibi köprüden geçeceklerdir. tabi bu hız da senin sevap-günah oranına göre olacak. neyse, en son geçecek kişi, sürüne sürüne üç bin yıla geçecek ve sonra arkasına bakacak ve allaha şükredecektir. son kişi de geçtikten sonra köprü yanıp yok olacaktır.

ayrıca bu köprü iskandinav mitinde de bulunmaktadır. bu köprü, tanrıların köprüsü denen bifrost'tur. asgardh'daki gök konutlarından yeryüzüne bu köprü vasıtasıyla gelinir. bu, gökkuşağıdır.

nişanyan sözlüğe göre ise arapça şirat, yol demek. orta dönem farsçası srat. aramcası strata, eski yunancası strata, latincesi de strata. yine latince stratum, tabaka, kaplama, döşeme demek. klasik dönem arap dil bilimcileri kelimenin yunancadan geldiğine hemfikirmiş. bu coğrafyada uzun mesafe yol sistemi roma döneminde yerleşmiş. italyanca strada, ingilizce street, almanca strasse de latince kökenliymiş.

kaynak: ekşisözlük, vikipedi, studi-islam.org ve bir kaç site daha..

8 Ocak 2013 Salı

yaptım oldu


biz türklerin eski inancı tek tanrı olduğu için islama kolay ısındığımız yazılır çizilir ama işin aslı öyle değildir. bizim en büyük tanrımız, yani zeus'umuz, odin'imizin adı ülgen'dir. kendisi göğün onaltıncı katında, altından bir evde, güneş, ay ve yıldızlarında yukarısında ikamet etmektedir. görevi ise atmosfer olaylarını ve yıldız hareketlerini düzenlemektir.islamın mikail'ine benzemiyor değil hani. ama ülgen kutsal bir ruh'tur esasında. kendisi kayra han'ın oğludur. karakuş han, karşıt han, pura han, burça han, yaşıl kan, kanım han, baktı han adında yedi oğlu, ak kızlar veya kıyanlar diye adlandırılan dokuz kızı vardır. efsaneye gelince;

rivayete göre yer, gök hiç bir şey yokken, dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. tanrı ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. göklerden gelen bir ses ülgen'e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. göğün emri ile oturacak yer bulan ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi:

"bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım
bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım
bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım"

bu mısraları duyan ve su içinde yaşayan ak ana, su yüzünde göründü ve ülgen'e şöyle dedi:

"yaratmak istiyorsan ülgen, yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren: de ki hep,"yaptım oldu." başka bir şey söyleme. hele yaratır iken, "yaptım olmadı" deme.

ak ana bunları söyler ve kaybolur. ülgen'in kulağından bu buyruk hiç gitmez. insana da bu öğüdü iletmekten bıkmaz:

"dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. varlığa 'yok' deyip de, yok olup gitmeyin."

sonra ülgen yere bakarak: "yaratılsın yer!" göğe bakarak "yaratılsın gök!"diye buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış olur.

ülgen bundan sonra çok büyük üç balık yaratıyor. dünya bu balıkların üzerine konuyor. böylece gezer olmaktan çıkıyor, bir yerde sabit duruyorü. ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye mandı şire'ye balıkları denetleme görevi veriyor. mandı şire, ülgen'in elçisi sayılıyor.

ülgen, dünyayı yarattıktan sonra tepesi aya güneşe değen, etekleri dünyaya değmeğen büyük altın dağın başına geçip oturuyor.

dünya altı günde yaratılmışdı, yedinci günde ise tanrı ülgen uyumuş kalmışdı. uyandığında "neler yarattım" diye bakar. ayla güneşden başka, fazladan dokuz dünya, bir cehennem ile bir de yer yaratmıştı(sümer efsanelerinin neredeyse birebir aynısı).

sonra günlerden bir gün ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil gördü "insanoğlu bu olsun, insana olsun baba" dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. ülgen bu ilk insana 'erlik(kişi)' adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. ancak erlik'in yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi.erlik daha sonra yeraltı tanrısı olacaktır(enlil-enki gibi)

ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı. yedi insanın kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl verdi. erlik'in, yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak görevini mandı şire'ye, insanları idare etmek görevini ise may-tere'ye verdi. may-tere'yi insanoğlunun başına han yaptı.

hikayenin ana hatları böyle olmakla beraber değişik versiyonları da vardır. mesela bazı hikayelerde bayülgen olarak geçer. bazılarında da baş tanrının yardımcısı olmuştur. şaman dualarındaki adı ise ak ayas, ayazkan, şimşekçi, yıldırımcı ve yayuçı(hafiften thor bağlantısını keşfetmişsinizdir) şeklindeymiş. ayrıca şaman ve kamlar dışında ona kimsenin ulaşamayacağı da söyleniyordu ve onların ülgen'e ulaşmak için değerli hayvanlar kurban etmesi gerekiyordu, özellikle ülgen'i onurlandırmak için beyaz at tercih edilirdi.

kaynak: efsane kısmı genbilim.com'dan, bir çok bilgi ise ekşi'den ve az biraz viki'den..

12 Eylül 2012 Çarşamba

valkyrie

hemen her mitte olduğu gibi iskandinav kozmogonisinde de dünya kaostan doğmuştur. odin ve kardeşleri tarafından da örgütlenmiştir. tanrılar, evlerini dünyanın merkezine koymuşlardı. dünyanın çevresinde ise kaos güçleri egemendi ve merkez ile kaosun ortasında insanlar bulunuyordu. dünyanın düzeni hassas bir haldeydi ve tanrılar ile insanlar bu düzenin devamı için savaşıyorlardı. ama elbet bu düzenin de bir sonu vardır ve tanrılar ile insanlar ragnarok'da müthiş bir savaş sonucunda devlerle savaşacaklar ve evrensel bir yenilenme olacaktır.

valkyrie'ler ise savaşlarda ölenleri odin'in krallığına (valhalla) taşıyan ve ona hizmet eden bakirelerdir. çifte boynuzlı başlıkları ve parlak zırhları ile gelirler ve valhallaya götürecekleri savaşçıları öldürürler. seçtikleri savaşçıları düşman değil, valkyrie'ler öldürmektedir. böylece savaşçıların raknaroka kadar sürecek olan zevk sefaları başlayacaktır.

valkyrie'lerden bahsettikten sonra die walküre'den bahsetmemek olmaz. tam bir wagner hayranı olan hitler'in bu operayı askerlerine bol bol dinlettiği bilinir. wagner'in antisemitist olduğu da bilinir. ama wagner'in 1848 devriminde devrimcilere el bombası imal etmekten ve gözcülük yapmaktan hapis yatmışlığı da vardır. işin ilginci siyonizmin kurucusu teodor herlz tam bir wagner hayranıdır. geceleri onu dinlemediğinde sağlıklı düşünemediğini söylemiştir. bu parçası da tam gazdır aslında. ver coşkuyu, saldırsın ss birlikleri, yapsınlar katliamı. neyse, bu arada wagner,  nietzsche'nin bir zamanlar kankası olmuştur. sonra araları bozulur. çünkü nietzsche, wagner'in karısına aşıktır(cosima wagner). ilk başlarda wagner'in müziği ile kendinden geçen, ona büyük övgülerde bulunan nietzsche, cosima'dan red cevabı alınca tam tersi yönde yazıyor kaleme almıştır. neyse, verelim coşkuyu..

(apocalypse now)

20 Mart 2012 Salı

mart

roma'da martın adı, roma savaş tanrısı martius'du. kendisi juno ve jüpiter'in veya sihirli bir çiçeğin oğludur. mars sözcüğünün latince bir türevi yokmuş ve büyük ihtimal etrüsk ziraat tanrısı maris'in latinceleşmiş haliymiş. ilk zamanlar roma'da da bereket ve bitki, çiftçilik hayvanlarının tanrısıymış. savaşla özdeşlemesi daha sonrayı bulmuş. en sonunda da yunan tanrısı ares'in roma'daki karşılığı haline gelmiş. ayrıca mars, roma'nın kurucusu romulus'un efsanevi babasıymış. bu yüzden romalılar babalarının mars olduğunu düşünürmüş. roma'da tanrılar arasında ikinci sıradadır. neyse, bu ayın savaşa başlamak için şanslı bir zaman olduğu kabul edilirmiş. çünkü ocak ve şubat ayları kış ve roma takviminin ilk ayı da marttır. julius caesar takvimde yaptığı reform ile yılbaşını 1 ocağa almış. ama bu değişikliğe rağmen yılın mart ile başlaması geleneği bir çok ülkede devam etmiş. fransa'da 1564'de, ingiltere ve kolonilerinde ise 1752'de kadar yılbaşının mart olması geleneği sürmüş. mart ayının adı pekçok dilde benzerdir: märz (maerz) (almanca), mars (fransızca), maris (arapça), marzo (ispanyolca), marzo (italyanca), march (ingilzce) ve maart (hollandaca). ha unutmadan, marmara denizi doğumludur bu tanrı.

yunan mitolojisinde ise ares savaş tanrısıdır. zeus ve hera'nın oğlu ve oniki olimposludan birisidir. barışın tanrıçası athena'nın zıttıdır. zaten athena ile sürekli mücadele halindedir. kendisi ünlü savaşçılar yetiştiren sparta'nın ve trakya'nın tanrıdır. sevgilisi ise malumunuz üzerine afrodit'tir. bu afrodit'in sümer versiyonu olan inanna, aşk tanrıçası olması yanında savaşın da tanrıçasıdır. yunanlılar bu aşk ve savaşı iki kişide toplamışlar.

ares ile mars'ın ikisi de savaş tanrısı olsa bile aralarında fark vardır. mars, barış için savaşır. amerikanvari bir yanı yok değil! ares ise bildiğin vahşidir. kan dökmek için savaşır ve bundan zevk alır.

mitolojide mart önemli bir aydır. mart'in 21'i gün dönümü olduğu için inanna ile dumuzi'den başlamak üzere bir çok yeniden doğuşun simgesi haline gelmiştir. dumuzi, her sene yıl dönümünde tekrar yeryüzüne çıkar ve inanna ile çiftleşerek tohumlarını toprağa saçar. onları temsilen sümer kralı ile en büyük baş rahibe de çiftleşir. bahar gelmiştir artık. nevruz/newroz kutlamaları başlar. isa'nın tekrar dirilişi, yani paskalya mart içindedir. 21 mart'ta dolunayın görülmesinden sonraki ilk pazar günü, paskalya günüdür. temelde isa'nın tekrar dirilmesi ile dumuzi'nin yeniden yeryüzüne çıkması arasında bir fark yoktur. neyse, bilinen tüm aşk hikayeleri, yani leyla ile mecnun'dan, tristan ile isolde'ye kadar hepsi inanna ile dumuzi'nin aşk hikayesine dayanır.

diriliş hikayelerine, aşklara konu olan bu ayın ölümlerin tanrıları ile anılması da başka bir tezat.

ayrıca mart ayında çiçek vermeye dönüşen dünya emekçi kadınlar günü, plaza kadınlarının günü değildir. tekstil işçilerinin, hayat kadınlarının, tarım işçilerinin, yani yaşamak için hem ruhunu, hem de bedenini satmak zorunda kalanlarının günüdür.

kaynak: bol miktarda wikipedi, az miktarda ekşi, tat verecek kadar kendim.

konu ile alakalı olarak şubat ve temmuz ayları tarihi.

21 Eylül 2011 Çarşamba

sirius ve orion



1994 yılında güneş tapınağı(solar temple) müritleri toplu şekilde intiharlara ve cinayetlere başladılar. ilk seferde elli üç kişi ölmüştü. intihar ve cinayetlerine daha sonra da devam ettiler. amerikan hükümeti bu yüzden bu kişileri koruma altına almıştı. ama birbirlerini öldürmeye ve intiharlara devam ediyorlardı. 1995'de fransa'da on beş kişi daha intihar etti. intihar yöntemleri ise benzin veya propanla kendilerini havaya uçurmaktı. böylece sirius'daki sonsuz hayata başlayacaklarına inanıyorlardı. aynı düşünceye mısırlılar da sahipti. onlar da öldükten sonra sirius'a doğru gideceklerine ve orada sonsuz bir yaşama başlayacaklarına inanıyorlardı. sümerler ise bu sonsuz yaşamın orion kuşağında olacağınından bahsediyorlardı. öte yandan amerika'da güneş tapınağından başka sirius tarikatları da vardı. sirius b adlı böyle bir tarikatın köyü bile bulunuyor.

artık bilinen en ünlü mason ritüellerinden birisi de sirius yıldızına doğru eğilmektir.


1930'lardan itibaren mali'nin içindeki bir bölgede dogon kabilesini inceleyen fransız antrologlar ilginç bir bilgi ile karşılaşmışlardı. dogonlar, sirius yıldızı çevresinde dolanan bir gezegen sisteminden, nommo adlı yaratıkların geldiğini ve insan uygarlığının kurucusu olduğundan bahsediyordı. bu nommolar hem suda hem karada yaşayabilen yaratıklardı ve suların içerisinden gelmişlerdi. (mitolojiler sudan gelen medeniyet getiricilerle doludur). bu kabile oldukta yalıtılmış bir bölgedeydi ve sigu tolo adını verdikleri sirius yıldızının üçlü bir sistem olduğundan bahsetmişlerdi. sirius'un çıplak gözle farkedilemeyen bu eşlikçisi, modern bilim tarafından 1861'de keşfedilmişti ve sirius b adını almıştı(beyaz cüce-sönmüş yıldız). oysa dogon kültürünün bilinen tarihi 800 yıldı. üstelik onlara göre henüz bilinmeyen bir yıldız daha vardı ve bunları kayalara resmetmişlerdi. bu üçüncü yıldızın gezegeninden gelmişlerdi.

1975'de bir amerikalı yazar sirius gizemi adlı bir kitap yazı. ona göre nommo adlı yaratıklar beş bin yıl önce siriusa bağlı bir gezegenden yola çıkmışlardı ve uygarlığın gelişmesine katkıda bulunmuşlardı.

mısır tapınaklarının çoğu, iç odaları sirius'u görecek biçimde inşa edilmişti. örneğin, keops piramidinin kraliçe odası'nın duvarında açılan bir kanal yalnızca sirius'u görmek üzere yapılmıştı. yine keops'un içinde sirius'un dünyadan görüldüğü süreyi esas alarak yapılmış 32.000 yıllık bir tavim bulunmaktadır. ayrıca eski mısır'da yıldızın nil nehri üzerinde ilk doğduğu gün, yeniyılın  başlangıcı kabul edilirdi. bu doğuş aynı zamanda nil taşkınlarının da  habercisiydi. güneş tanrısı olarak bilinen ra, aslında sirus tanrısıydı. malum, sirius da bir güneştir.



bizim beş köşeli yıldızımız aslında sirius'tur ve türkler ona ak yıldız der. eski yunanlılar bu yıldız görüldüğünde sıcakların, polinezyalılar ise kışın başladığını düşünürlermiş. ingilizcede sıcak günlerin başlangıcını ifade eden dog days sirius'u işaret eder. peki sirius nerede? güneye doğru bakın ve orion kemerini görün(üç yıldız yanyana). o üçlü sistemin hemen aşağısındaki göklerin en parlak yıldızı sirius'tur. ayrıca o orion kuşağının başka bir ilginç özelliği daha vardır. üç büyük piramit, orion kemerine uygun şekilde yapılmışlardır. ona paralellik gösterirler. hem zaten mitolojide sirius'un dahil olduğu köpek takım yıldızı, orion'un köpeğidir. türkler, orion'un kurdu olarak onu göstermişlerdir. hatta ergenekon'da yol gösteren kurdun(asena) bu yıldız olduğu da söylenir. bizim kurt başı figürlerimizin hepsinin sirius'u tarif ettiği söylenir.
işin ilginci kur an'da adı geçen bir yıldızdır;

"doğrusu şi'râ yıldızının rabbi de o'dur." necm 49

yine necm 1'de "battığı zaman yıldıza andolsun ki;" sözünde bahsi geçen yıldızın yine sirius olduğu söylenir ve allah sirius üzerine yemin etmiştir. ama sonradan onun da rabbi olduğunu belirtir, ki bazı tesfirciler bu ayetlerden dolayı bu kuşakta yaşayan akıllı canlıların olabileceğini söylemişlerdir. ama o zamanlar sirius'a tapan arapların olduğu da bilinmektedir. ayrıca necm, yıldız demektir.

başka kur an ayetinte de ilginç bir durum söz konusu.

"hayır! andolsun iyilerin kitabı illiyyûn'dadır. illiyyûn nedir, bilir misin? (o illiyyûn'daki kitap) içinde ameller kaydedilmiş bir kitaptır. o kitabı, allah'a yakın olanlar görür." mutaffifin 18-21

kur an tefsircileri bunun çok yüce yer olduğunu söylemektedirler. yapılan araştırmalarda ise mısır, dogon, sümerler ve kudüs de bulunan tabletlerde illiyuwn kelimesinin sirius karşılığı olarak kullanıldığı söylenmektedir.






orion'un hikayesine gelirsek...

orion'a biz avcı deriz ve o eridanus kıyısında iki köpeği ile beraber(canis major ve canis minor) bekler. üçü birlikte tavşan(lepus) ve boğa(taurus) avlarlar. yunanlılar bu takım yıldızlar hakkında farklı farklı hikayeler anlatmışlardır. orion merope'ye aşık olur. ancak meropa ona yüz vermez. bir süre sonra orion akrep'e(scorpion) basar ve ölür. tanrılar üzülür ve onu köpekleriyle beraber gökyüzünde takım yıldızı haline getirir. avladığı tavşan ve boğayı da yanına koyar. akrepi ise göğün karşı tarafına yerleştirirler. içinde meropa geçen başka bir mitte ise merope'ye yine aşıktır. kızın babasının şartı olan sakız adasındaki tüm hayvanları bir gün ve gecede öldürdüğü halde babası kızı ona vermeyince merope'ye tecavüz eder. kızın babası da orion'un gözlerini oyar ve vs vs... 

başka bir mitte ise orion bütün hayvanları öldürebileceğini söyleyen bir avcıdır. tanrılar bu kendini beğenmişliğe kızar ve onu akrepe öldürtür. daha başka birisinde ise o artemis'e aşıktır ve erkek kardeşi apollon buna bozulur. sonra bir plan yapar ve kız kardeşine onu kazara öldürtür. orion'a aşık olan artemis tanrılara yalvararak onu göklere çıkartır.
mısır hikayelerinde ise orion aslında osiris'tir ve isis-seth-osiris ve daha sonra horus hakkındaki bilindik hikaye ortaya çıkar. isis, osiris'in ölümünden sonra onu mumyalar ve cesedinden hamile kalarak horus'u doğurur. osiris de bu olaydan sonra gökyüzündeki orion olur.

bir hint efsanesinde ise sirius'tan bahseder. cennetin kapısına ulaşmak için yola çıkan dört kardeşten birisi iyi bir savaşçı, diğeri iyi bir aşık,  üçüncüsü de bir şairdir. sonuncu kardeşin ise tek özelliği kendisine sadık bir köpeğinin olmasıdır. kardeşler yola devam ederken dördüncü kardeş savaşçıyı bir savaşta, şairi bir düğünde, aşığı ise bir prensesin kollarında bırakır. köpeği ile beraber cennetin kapısına ulaştığında köpeğini cennete almazlar. yolculuğu cenneten izleyenler tüm kardeşlerini terk ettiği halde neden köpeği terk etmediğini sorduğunda ise kardeşlerinin kendi yollarına gittiğini, oysa köpeğinin ona bağlı olduğunu, bu yüzden terk etmeceğini söyler. bu cevap üzerine köpek gökyüzünde canis major takım yıldızı olur. kalbi ise sirius'tur.   

sümerler ise orion'a uru-anna adını vermişti. yani cennetin ışığı.

orion aynı zamanda sol invictus(batmayan güneş) sembolüdür.

orion'un diğer önemli özelliği ise bize kış takım yıldızlarının  yerlerini bulmamızı sağlar. orion'u bulursanız sirius'u da bulursunuz. kuzey  batıya doğru gidin ve boğanın aldebaran'ını göreceksiniz. omuzundaki iki   yıldızın doğrultusunda doğuya gittiğinizde ise küçük köpeğin prokyon'una  varırsınız.

kaynak: okuduğum bir kaç kitap ve ekşi ile viki dahil bir çok ilginç sayfa...

20 Ekim 2010 Çarşamba

asalak

insanlık tarihi boyunca erkek, daima öküzün önde gideni pozisyonundayken, onu ehlileştiren ve en sonunda medenileştiren kişiler kadınlar olmuştur. adem'den bu yana kadınlar daima daha cesurdur ve bir rüyadan adem'i uyandırmak için ona yasak meyvayı yedirmişlerdir. adem'e sadık olsun diye onun kaburgasından yaratıldığı halde gerçeği görebilen havva, ilk kadın da değildir.

lilith, yahudilere göre tanrının adem'le beraber aynı çamurdan yarattığı kadındır. adem ile eşit olduğunu söyleyerek, sevişme sırasında altta kalmayı kabullenemez ve isyan eder, adem'e boyun eğmez. bu yüzden cennet bahçelerinden de tanrının hiç kimse tarafından bilinmeyen adını söyleyerek kaçmıştır(herhalde adem'den önce tanrı tadına baktı ve o ara adını söyledi). lilith'in kaçtıktan sonra kızıl denize gittiği söylenir. tanrı, onu cezalandırmak için senoy, sansenoy ve semangelof adlı meleklerini yollamıştır. ancak lilith, onlarla da anlaşır. çocukları olan lilimleri doğurur. en sonunda tanrı cezasını verir. tüm çocukları öldürülür. intikam yemini eder ve erkek çocukları 40 gün, kızları 7 günlük oluncaya kadar öldüreceğini söyler. kırkı çıkmak tabiri bizde belkide bu yüzden vardır. yahudiler erkekleri yedinci günde sünnet ederek olası ölümlerinin önüne geçiyorlarmış! kızlar için böyle bir uygulama yok!

neyse, konu dallanıp budaklandı. bu iki efsaneden de anlayacağınız üzere ilk sorgulamayı yapan kişiler, kadınlar olmuştur. erkekler her şeyi olduğu gibi kabullenirken, kadınlar duruma isyan etmiştir.

insanların o karanlık çağlarında ise erkekler ava çıkarken, kadınlar toplayıcılık ile ilgilenmişler, bu sayede tohumların çimlendiğini keşfetmişler ve tarımı başlatmışlardır. bitkilerle uğraştıklarından dolayı tıpbı başlatan kişilerin de kadınlar olduğunu söylemek gerekir. üstelik bu bilgileri kızlarına da öğreterek öğretmenliği de icra etmişlerdir. günümüz medeniyetinin en temel harcını kadınlar atmıştır.


elbette iş burada kalmamıştır. bir öküze benzeyen erkeğin ehlileştirme işlemlerini de kadınlar yapmışlardır. sümerlerden başlayarak bir çok pagan tapınak rahibesinin görevi seks yapmaktır. ama onlar fahişe değil ve elbette bu işi  para karşılığı yapmıyorlar. mabetlerde aşk odaları var. o odalarda genç erkeklere cinselliği, yemeği, içmeyi, konuşmayı öğretiyorlar. çünkü erkeği doğal ortamından ayırıp, insanlaştırmak gerekir. bunu da tanrılarına ibadet olsun diye yapıyorlar.

işte bu yapılan seks yüzünden, tapınak kadınlarının için kullanılan ve "kadın alim" anlamıma gelen kelimeler, zamanla bitch gibi 'orospu' anlamı kazanıyor. işin ilginç yanı yahudilerde kadın peygamber anlamına gelen 'zonah' kelimesi aynı zamanda orospu demekmiş.

neyse, bu ehlileştirme işinin en bilinen versiyonu, gılgamış'ın kendine denk bulduğu arkadaşı enkidu'dur. enkidu ormanlarda yaşayan bir dağ yaratığıdır. onun tam bir insan olması için uğradığı mekan, bu tapınaklardan başkası değildir.

bu, günümüzde bile geçerliliğini koruyan bir durumdur. ittihat ve terakki'nin makedonya dağlarında gezen subayları, istanbul'da ikamet etmeye başladıklarında, istanbul'un kadınları onlara çatal bıçak tutmaya kadar her şeyi öğretmiştir.

erkek ise tabiri caiz ise asalak bir yaşantı sürmüş ve bunu devam ettirmek istemiştir. amazonlara ilk gelen beyazlar, erkeklerin tek görevinin, üç yılda bir, taş baltalarla mısır tarlaları açmak için ağaç kesmek olduğunu görmüşler. bu işlem hep topu 20-30 günlük bir süreyi kapsıyordur. geri kalan zamanlarında ise resmen keyif yapıyorlardır. kadınlar ise çocuk bakımından yemek yapmaya kadar her işle uğraşmaktadır. beyazlar, erkeklere taş balta yerine demir balta verince erkekler daha da çok sevinmiştir. çünkü üç yılda otuz günde yapılan işlem, baltalar sağlam olduğu için on güne inmiştir! erkeğin bu aylaklık durumunu günümüzde türkiye'de bile görebiliriz. karadeniz ve doğuda gerçek çalışanlar kadınlardır. doğunun erkeği bir tek tarla ile uğraşır. o da yılda en fazla kırk günlerini alır. kadın ise tezekleri hazırlamaktan, süt sağmaktan, yemek yapmaktan, çocuk bakmaktan, akşam da beyine keyif vermekten yılın 365 günü çalışır. karadeniz ise erkekler bahçe işlerini kadınla birlikte yaptıktan sonra gider mahsulü satar ve geneli o parayı pavyonlarda, kumar masalarında yer.

anlayacağınız erkek daima asalaktır. bu doğada da genelde böyledir. erkek penguenlerin hazin durumu hariç, erkek arıların tek görevi kraliçeyi döllemektir. geri kalan tüm vakitlerini, işçi arıların getirdiği balı tüketmekle geçirirler. bu işçi arılar da dişidir.

bonella viridis adlı yeşil bir solucan vardır. bunların dişileri erik boyundadır. erkeği ise miskoprobiktir ve dişinin üreme borusunda yaşar. ağzı bile yoktur. yaşamak için besinini, asalak gibi, tüylü yüzleriyle alır.

büyük ağızlı ve boynuzlu bir dişi balık vardır ve erkekleri yine cüce ve asalaktır. dişilerin bedenlerine yapışık olarak yaşarlar. doğadaki erkeklerin çoğu bu örnektekiler gibidir. kadına asalak gibi yapışırlar ve ondan beslenirler. nice şair ve sanatçı gibi.

eğer insanların da, diğer canlılar gibi belirli çiftleşme dönemleri olsaydı, inanın bana ahlak diye bir kavrama asla ihtiyaç duymazdık. oysa insanın erkek olanı, böyle bir saçmalık icat ederek, utanmadan kadını baskı altına almayı seçmiştir.

ama yaşadığımız çağda insan artık her aklına eseni yapmaya çabalıyor. ahlak alanında ikiyüzlülüğe gerek kalmadı. bu sefer de düşüncede ikiyüzlülük başladı.

dişiler, çiftleşme dönemlerinde kızışma belirtileri gösterirler. mesela inekler birbirlerinin üstüne atlarlar. böylece erkek hayvanları kendi üzerlerine çekerler. insanın dişisi için bu durum, kadının dul olması ve adının kötüye çıkmasıdır. işte ikiyüzlülük böyle gelişti. döllemeye her an hazır olan erkek, kıldan nem kaparak, icat ettiği ahlakı da hiçe sayarak, kadına saldırmanın dayanılmaz hafifliği ile yanıp, kül oldu.

4 Ekim 2010 Pazartesi

nanna/sin

nanna'nın anlamı parlak olandır. bilindiği üzere kendisi ay tanrıdırı. sümerdeki adı nanna'dır. ama büyük sargon sümeri ele geçirdiğinde ona sin derler. ilk adı nanna olmasına rağmen akadca veya samice adı olan sin adı ile daha çok bilinir. tanrı enlil'in yasal eşi olan ninlil'den doğma bu tanrının şehri sümerlerin ur'udur. şehirde kendisi için yapılan tapınağa agişnugal adını vermişler. yani; tahtın tohumunun evi. ur halkı bu tanrıyı çok severmiş ve şehrin bereket ve bolluğunu sin'e bağlarmış. çünkü şehir sümer'in tahır ambarıymış. diğer şehirlere tahıl, koyun ve davar sağlarmış. ama ur büyük bir felakete uğrayıp yok olmuştur. bu felaketin ne olduğu tam olarak bilinmese bile ambarlarında tahıl kalmamış, tanrıların akşam yemekleri tatsızlarmış, şarabın ve balın sonu gelmiş, adaklar kesilmiş, sandallar işlemez hale gelmiş, kıyılarında yiyecek bitmez hale gelmiştir. şehrin tanrısı sin, karısı ningal ile birlikte şehri terk etmiştir.

bunun nedeni olarak ise sin'in babası enlil'in tahtına göz diktiği ve onunla savaştığı, tanrıların sin'e kızıp şehrini yok ettiği ve sürgüne gönderdiği yazılıdır. bu metinlerin yazıldığı tarih ile yaklaşık aynı dönemlerde ibrahim de ur'u terk etmiş ve tıpkı sin gibi harran'a göç etmiştir. harran ise ur'un kopyası olarak kurulmuştur. artık bu bölgede sin en büyük tanrı olarak anılmaya başlayacaktır. harran'a gittikten bir süre sonra yüklere yükselen ve dünyaya bir daha gelmeyen bu tanrı, takipçileri sümerde zaferler kazanmaya başlayınca geri döner. tanrı göklerden aşağıya geri dönmüştür. kendisine gelin bulmak için harran'a giden yakup, tevratta anlatıldığı üzere yeryüzünden gökyüzüne bir merdiven dikildiğini görür. o merdivende de tanrının melekleri çıkmakta ve inmektedir.

geri dönen sadece kendisi değildi. çok bilinen iki ikiz çocuğu inanna ve utu da dünyaya geri dönmüştü. göktekiz gezegeni venüs olan ve hristiyanlıkla beraber lucifer olarak adlandırılacak olan inanna zamanla savaş, bilgelik ve fahişelerin tanrıçası olurken, utu(şamaş) adaletin tanrısı olmuştur. hamurabi kanunları, utu'nun insanlığa bir hediyesi olarak kabul edilirdi(ki ilk kanun hamurabi'den çok daha önce yazılmıştır). buradan yola çıkıp, on emri musa'ya veren tanrının şamaş olduğu söyleyebilirim. şamaş bilindiği üzere güneş demek. kendisi güneş tanrısıdır. arapça güneş demek olan şems ve ingilizce sun kelimelerinin kökeni bu tanrıdır. şemsiye derken bile şamaş'ın adını zikrediyoruz!

bu üçlü tanrı grubu, yani sin-şamaş-inanna üçlüsü, uzunca bir süre sonra lübnan ve suriye civarlarında el-baal-anat üçlüsü olarak anılacak ve tapılmaya başlanacaktır. hatta bu üçlüden anat/inanna/iştar/astarte olanı, tevrata oldukça fazla bir şekilde konu olacak ve zebur diye bilinen kısımların baş kahramanı olacaktır. an-enlil-enki üçlüsü unutulmaya yüz tutmuştur artık.

bu üçlü ile beraber takılan bir diğer tanrı da sin'in öz kardeşi adad/teşup'tur. toros dağlarına adını veren bu tanrı, yeğeni inanna'nın da bir dönem sevgilisi olmuştur.

30 Eylül 2010 Perşembe

an/anu

sümer'de en büyük tanrının adı an'dır. babil ve asurlular ise ona anu adını verir. hem kız kardeşi hem de yasal karısının adı ise her medeniyette antu'dur ve 12'lik konseyde ikinci sıradadır. sümer mitolojisinde an'ın karısı olma dışında bir faaliyeti görünmemektedir. an'nın sembolü ise bir yıldızdır. şeklini tarif edersem size + ile x'yı iç içe koyun ve sekiz çubuklu yıldızı görün derim size. bu simge yazının icadından isa'nın zamanına kadar daima tanrılarının adlarının öncesine koyulmuştur.

şekilde an'ı görürüz. ayaktaki iki kişinin başlarının ortasında an'ın yıldızı vardır. bize göre soldaki 12 kollu zımbırtı onu simgeler. üstteki kanatlı disk ise an'ın gezegenidir.

an'nın krallığı ise dünyada değildir, göklerdedir. dünyadaki tanrılar arasında tartışma olduğunda daima göklerdeki bu babalarına giderlerdi. çünkü dünyayı parsellemiş olan tün tanrı ve tanrıçalar, an'ın çocukları veya torunlarıydı. yani antu'dan doğma dünyanın efendisi enlil ile bir cariyeden doğma aşağı dünyanın efendisi enki, onun oğullarıdır.

an ile görüşen elbette sadece tanrılar değildi. sümer mitlerine göre adı adapa olan bir insan(tevrattaki enok olabilir), tanrısı ea/enki'nin yardımı ile göklere çıkar ve an ile görüşür. an'nın, adapa'ya ölümsüzlük sunacağını bilen enki ise adapa'yı kandırarak an'nın sunduklarını yememesini, yoksa zehirleneceğini söyler. an'ın ikramını reddeden adapa, gökyüzünden mesedilmiş, ama ölümlü olarak iner.

sümer metinlerinde yüzü fazla resmedilmeyen bir tanrıdır. kendisi için dünyadaki karısı olan öz torunu inanna'nın şehri uruk'da bir tapınak vardır. bu tapınağı dünyanın büyük tanrıları tasarlamış. an yeryüzüne indiğinde de nöbetini yine bu büyük tanrılar tutarmış. öyle ki, tanrıça antu'nun altın yatağının bu tapınağa taşındığı bile yazılmış. üstelik an ile antu rahatsız olmasın diye kapıları bile yağlanmış. aslında sümer zamanı tapınak dediğimiz yerler tanrı/tanrıçaların saraylarından başka bir şey değildir. sonuçta kabe bile allah'ın evi olarak adlandırılıyor. süleyman'ın tapınağı da yahve'nin evi olarak yapılmıştır.

an'ın krallık uygulamaları günümüze kadar uzanmıştır. sümer'de krallar ancak onun lütfu sayesinde kral olabiliyordu. krallık an'dan akardı. hatta sümerce krallık kelimesi anutu(anuluk) demekti. an, krallığını göstermek için bir ilahi başlığa, asaya ve bastona sahipti. bunlardan baston olanını artık piskoposlar kullanıyor. taç ve asayı ise günümüz kralları bile kullanmaktadır.

günümüzde üstelik putperstlik olayı yanlış anlaşılıyor. sümerler taştan, kilden yapılmış putlara tapmıyor, putun temsil ettiği tanrılara tapıyorlardı. nasıl ki müslümanlar kabeye dönüp namaz kılınca kabeye tapmış olmuyorsa, çok tanrılı dinlerde de putlara tapma diye bir şey yoktu. öyle olsa islamın kendisi son derece putperest bir din olurdu. çünkü kıblenin kökeni kileba'ya dayanır. kabe'deki cennetten geldğine inanılan hacerül esved taşına putperest araplar da büyük saygı duyarlardı. çünkü kibela'nın taşıydı. kibela'nın bu kara taşa dönüşüp dünyaya indiğine inanırlardı. bu kara taşa da islamda büyük saygı duyulmaya devam ediliyor.

10 Mart 2010 Çarşamba

excalibur

efsaneye odur ki kral arthur ingizlerin kralı olabilmek için bir taşa saplanmış bir kılıcı, o taşın içinden nazikçe çıkarması gerekiyordur. işin ilginci o kılıcı ondan başkası da çıkarabilemez. uğraşsalar bile nafile.

kılıç gölün hanımı tarafından(lotr'ın esin kaynakları kişiler!) merlin'e teslim edilir. ama hemen arthur'un eline geçmez. önce babası uthar kılıcı teslim alır. uther bu kılıçla zaferden zafere koşar. ama uther kılıcı haksız yere de kullanır ve ölmek üzereyken meşhur taşımıza kılıcı saplar.

uzunca bir süre geçer ve kılıcı çıkarmak isteyen hiç kimse bunu başaramaz. sonunda uther'ın kayıp oğlu arthur gelir ve kılıcı çıkarır. arthur bununla zaferden zafere koşar. ama oğlu ile birbirlerini öldürdükten sonra sir perceval kılıcı göle iade eder.

bu ingiliz mitolojisini aslında fransızlar yazmıştır. ingilizler onlardan aparmış. daha ilginç olan nokta ise efsane kılıcın orjinal hikayesi binbir gece masallarına dayanır. malum, bu masallar bağdat kökenli gibi, harun reşit'in sarayının en büyük eğlencesi. bağdat'tan yayılması ise ticaret vasıtasıyla endülüs'e, fransa'ya ve ingiltere'ye kadar yayılmıştır. bu hikaye, ingilizlerin millet olmak için efsane gereksimini karşılamıştır.

binbir gece masalları ise eski kültürlerin ortak bir paydası gibidir. çin'den kuzey afrika'ya kadar olan hikayeleri kapsar. her duyan hikayeleri zenginleştirmiş, kendi kültüründen bir şeyler katmış, yeniden anlatmış ve ticaret yollarıyla her yere yayılmış, günümüze kadar gelmiştir.

hikayenin temeli kadının sadakatsizliğidir. ee, eski devirlerde erkek için kadın bir tanedir. yüzü, adı, teni değişik olabilir. ama bir tanedir.

sadece excalibur değil, kutsal kase işi de bu masallara dayanır derler.

aslında başka ilginç bir konuya da değinmem lazım, hazır laf efsanelerden açılmışken. bir kitaptan alıntı yapayım size önce;

"karolenjler. 791-796 friaul ve avusturya'ya saldırıdan sonra üç sefer düzenlenerek avarlara egemen olunur. avar kalesi yıkılır(822'de yüzük son kez zikredilir)"

bu yüzük hikayesini bilen anlatsın bana. kitapta okuduğum bu yüzük meselesi çok ilgimi çekti. ama bu yazdığım kısmın öncesinde yok, aradım taradım bulamadım. şimdi bir daha baştan başladım. ilk kez, ikinci kez nerede geçmiş bu yüzük diye. hala bulamadım.

23 Aralık 2009 Çarşamba

enki

(sağdaki enki)
bir diğer adı ea olan, sümerlerin en büyük tanrısı an'ın yasal eşinden doğmayan en büyük oğlu. an'ın yasal eşi antu'dan olan kardeşi enlil, tüm dünyayı yönetme işini kura ile kazanınca kendisine aşağı dünya(denizlerin efendisi) düşer. en meşhur oğulları nergal, dumuzi ve marduk'tur. yasal eşten kasıt bildiğin kardeştir. an ile antu kardeştir. enki ise cariye diyebileceğimiz bir kadından doğmadır. bu kardeş meselesi tevratta da vardır. tevrata göre ibrahim'in eşi sara baba bir kardeşidir. ishak, bu yüzden ikinci doğsa bile, yasal eşten doğduğu için soyun devamı için seçilmiştir. yani ibrahim an ise, ishak enlil'dir, ismail ise enki.

aslında dünyaya ilk inen tanrıdır. sümerin o meşhur dicle ve fırat nehir kanallarını yaparak su akışını düzenlemiş ve tarımı başlatmıştır. ama dicle ve fırat'ı penisinden fışkıran su ile de yarattığı söylenir! yani suların tanrısı olması boşuna değildir. üstelik bilgeliğin ve zekanın da tanrısıdır. aynı zamanda kaderleri düzenleyen kişidir. emirleri hiç bir tanrı tarafından sorgulanmaz.

oğullarından dumuzi, enlil'in torunu, savaş, aşk ve fahişelerin tanrıçası iştar ile evlenince marduk'un hışmına uğramış ve kaza sonucu ölmüştür.
(sağdan ikinci enki. başlıkların iki yanında bulunan çubuk sayıları ile hangi tanrı/tanrıça oldukları belirlenebiliyor. bu tanrılar toplantısı gibi bir şey. soldan ikinci iştar. en sağdaki enlil sanırım.)

daha sonra diğer oğulları nergal ile marduk arasında rekabet baş göstermiş ve nergal, enlil klanının tarafını tutup, marduk ve oğlu nabu'yu yoketmek için kutsal kitaplarda da geçen sodom ve gomorra'nın yok edilmesi hadisesini meydana getirmiştir(islamda lut kavminin yokedilmesi işi). bu işi yaparken enlil'in en büyük oğlu ve varisi olan kuzeni ninurta ile pazarlık etmiş ve yine bu olay tevratta ibrahim ile yahve arasında yapılan pazarlık şeklinde geçmiştir. en sonunda üçüncü oğul marduk tüm mezapotamya diyarlarını ele geçirmiş ve en büyük tanrı olarak enlil tarafından kabul edilip, kutsanmıştır. artık enlil'in tüm ünvanlarına sahip olacaktır. ancak mezapotamya'yı ele geçirdiğinde ortada yaşanacak neredeyse hiç şehir kalmamıştır. üstelik tüm tanrılar dünyadan transfer olduğundan dünyada tanrı namına bir tek o kalmıştır. tanrı, şeytan ve her şey hakkında'ki yazıda bu tek tanrı hadisesine biraz değinmiştim. bu nergal ile marduk arasındaki kadar büyük olmasa bile yakup ve esav'ın rekabeti de büyüktür. birbirine kıyısından köşesinden benzer bu iki rekabet.
(adem'in yaratılması)
enki'nin yaptığı işler arasında en önemlisi insanın yaratılmasıdır. binlerce yıl yeraltında çalışan anunnaki isyanından sonra kız kardeşi ve bir çok çocuğunun babası ninki(kaburgaların hanımı)'nin yardımı ile insanı oluşturur. insanı çamurdan imal etmiş ve kanını katarak yaratılmasına vesile olmuştur. bu ilk insanlar, anunnakiler yerine yeraltındaki maden ocaklarına çalışmaya gönderilmiş olan amelu namlı kişilerdir. bildiğin amele işte. simgesi ise bir deyneğe sarılmış olan iki yılandır, ki bilen bilir, sağlığın simgesidir. bazı kişiler bu çift sarmallı yılan yüzünden enki'nin insanı yaratmasından da ötürü dna'yı bildiğini söyler. aynı simgeyi kullanan mısır tanrısı ptah'un da enki olduğu söylenir.
(yılan tanrı enki)
ve insanları yaratması yetmemiş gibi tufandan utnapiştim(nuh)'i kurtaran ve ona gemi yapmasını söyleyen, böylece tanrılar meclisinde insanlara bu tufanı söylememe sözünü tutmayan tanrıdır. bir nevi insanlara tekrar büyük bir babalık yapmıştır. tufan ise insanların çiftleşme sesinden artık sonsuz bir rahatsızlık duyan enlil'in işidir. gerçi bu tufanda insan kadınlarını sınırsızca kullanan tanrıların, tanrı-insan karışımı çocuklarını toptan yok etme işi de var. üstelik tanrılar tekrar yeryüzüne indiğinde utnapiştim'i gören ve ona oldukça kızan enlil'in gazını almasını da bilmiştir. sonra zaten hep beraber utnapiştim'in pişirdiği ete sinek gibi dadanmışlar ve aç olan karınlarını doyurmuşlardır. zaten kendisi bir sözünde insanlar olmasa ne ekinin yetişeceğini, ne de hayvanların bakılacağını söylemiş ve tanrıların da insanlara muhtaç olduğunu belirtmiştir. insanları her çeşit köle olarak kullanılmasında sakınca görmeyen bir tanrıdır. çok kurnazdır, belki kurnaz insanların soyu bu tanrıya dayanıyordur!

tüm bu özelliklerine rağmen kendisi resmen bildiğin sapıktır. çiftleşmediği kız kardeşi yok gibidir. çünkü kendisi yasal eşten olmadığından, en azından bir oğlunun varis olmasını istemiştir. kardeşi ninki'ye yapmadığını bırakmamış, önce ona tecavüz etmiş, kızı olmuş, ona da tecavüz etmiş, yine kızı olmuş ve ona da tecavüz etmiştir. o da kız doğunca tecavüz etmekten yorulmuş olacak, bu sevdadan vazgeçmiştir.

insan kızlarının ırzına geçme konusunda da bir numaradır. utnapiştim ve hatta hanok (konuşabilen ilk insan) onun oğludur. bu zevk ve eğlence merakı yüzünden yeğeni iştar'ın cazibesine dayanamamış ve onu da becermiştir, ki iştar'ı becermeyen anu oğlu kalmamış gibidir. ama bu zevk gecesi kendisine pahalıya patlamış ve sarhoşluktan bir çok ünvanını iştar'a vermiştir. bu yüzden uygarlık, kendi şehri olan eridu'dan iştar'ın şehri olan uruk'a geçmiştir.
(yukarıdakiler enlil ve oğulları, aşağı sıra ise enki oğulları)

bir çok kaynakta enki'nin yahudilerin tanrısı yahve olduğu belirtilir. ancak yahudilerin tanrısı yahve, bir çok sümer tanrısının ortak bileşimi gibidir. tevratın yaratılış bölümünde enki de vardır, enlil de, ninurta da...
(ezekiel'e gelen vahiy)

14 Aralık 2009 Pazartesi

pluton: hiçbir zaman gezegen olamamış bir gök cismi!

eski bir gezegen olan pluton'un, ondan az daha küçük charon diye bir uydusu vardır! anarres ile urras misali, kim kimin uydusu belli değil. ama birbirine kıç kıça yapışık vaziyette, kader birliği yapan charon ile pluton, ilk keşfedildiğinde de tek gezegen sanılmış. sonradan parçalara bölünmüş ve en sonunda gezegenlikten de atılmıştır.

neyse, keşfi matematiksel hesaplamalara dayanmaktadır. uranüs'ün yörüngesindeki düzensizlikler hakkında yapılan araştırmalar sonucunda neptün gezegeni bulunmuştur. fakat yapılan hesaplar bu gezegenin tek başına uranüs'ün yörüngesindeki düzensizlikleri açıklayamayacağı anlaşılmıştır. daha da derinleştirilen araştırmalar plüton'un varlığını kanıtlamıştır. fakat gezegen ancak 1930 yılında kefedilebilmiştir. türkiye'nin doğusu ile batısı arasındaki mesafe kadar çapı olan bir kaya parçası da zaten gezegen olamaz. zaten gezegenlikten çıkarılması 10 yıldır tartışılıyordu. en sonunda da çıkarıldı.

neyse, birazda babil yaratılış destanından yazayım. bu destana göre adı gaga olan pluton, aslında saturn'ün uydusudur. ancak büyük marduk doğunca, onu yörüngesinden koparır. tek başına yol almasını sağlar. gaga, artık tanrı gezegenler arasında habercidir. görüldüğü üzere plüton o zamanlar bile gezegen değildir.

"anşar ağzını açtı
gaga'ya, danışmanına bir şeyler söyledi
yola koyul gaga
tanrılar(yani gezegenler) önünde dur
ve sana diyeceğimi
onlara da tekrarla"

gaga(pluton) tanrılara teker teker uğrar ve onları karar vermesi için zorlar. kral gezegen(tanrı) kim olacaktır? hepsi birlikte bağırır: "marduk kraldır!" ve marduk'a seslenir gaga, git tiamat'ın(tiamat'ı dünyamız olarak adlandırabiliriz, ama tam olarak değildir) hayatına son ver.

(keşfedilmesi ile ilgili bilgiler www.msxlabs.org'dan.)

4 Aralık 2009 Cuma

sibylline kitapları

iö 6. yy'lın sonlarına doğru cumae kentinin kahin rahibesi, roma'nın yedinci kralı, estrüsk kökenli tarquinius superbus'dan bir görüşme talep eder ve huzura çıkar. elinde tüm zamanların bilgeliğini içerdiğini söylediği 9 kitap vardır ve bunları kendince uygun bir fiyata satmak istediğini belirtir. ama kral fiyatı yüksek bulur ve almayı kabul etmez. kadın kızar ve elindeki 3 kitabı yakar. kalan 6'sı için yine aynı parayı ister. kral yine kabul etmez. kadın üçünü daha yakar. yine aynı fiyatı ister.
kadın kendinden son derece emin görünmektedir ve kralın en sonunda direnci kırılır. üstelik kral kitaplarda ne yazdığını da merak etmektedir. bir kez daha istediği fiyatı vermeye kitaplardan geriye kül kalacağını bildiğinden kadına istediği parayı verir.

daha kitaplara şöylesine göz attığında bile onların önemini kavrar. bu üç kitabı capitoline tepesindeki jupiter, juno ve minerva tapınaklarının yeraltındaki gizli odalarına koydurtur. artık kimse onlara elini sürmeyecektir, üstelik kitaplardan kimsenin haberi olmayacaktır. kitaplardan iki kişi sorumlu olacaktır.

çok sonra, cumhuriyet devrinde bu gözetimcilerin sayısı 15 olacaktır. onlara ancak çok ciddi kriz anlarında danışılabilecektir.

(capitoline)

yine rivayetlere göre bu kitapları satan kadını daha önce hiçkimse görmemiştir ve daha sonra da kimse görmeyecektir. başka bir rivayete göre ise delphi'den sonra en ünlü kehanet merkezi olan napoli'ye yakın cumae kentinin ünlü bir apollon rahibesidir. ünü de oldukça fazladır.

kitaplar, iö 83 yılında capitoline binasında çıkan yangında tamamen yok olduğu düşünülüyor. akabinde rahipler kitapları bu sefer kendileri, tüm ülkedeki kehanet sahibi rahibeleri de dolaşarak tekrar yazmışlar ve korumasını iyice sıkılaştırmışlardır. ama imparatır augustus, iö 12'de kitapların büyük bir bölümünü yeniden yokeder. başkalarının ellerindeki kopyaları yaktırır.

peki kitaplarda ne yazıyordu? öncelikle kitaplar latince değil, eski yunanca. kitapların sahibi olan kadın bir kahin olduğuna göre çok büyük ihtimal kehanetler barındırıyordu. üstelik bu kadın kahin geleneği ilk çağ anaerkil toplumlara kadar dayandığından o zamana kadarki bir dünya tarihi de kayıtlı olabilirdi. belkide gökyüzü olayları, madenler ve taşlar, dua ve ritüeller, şifalı bitkiler, tarımsal bilgiler, önemli dini ve resmi günler(!) de yazılıdır. ama kitaplar günümüze kadar ulaşmadığı gibi tek bir alıntı bile mevcut değildir. üstelik kitaplarda yazanın mı yoksa yazanın yorumunun mu kehanet olduğu ayrı bir tartışma konusudur. çünkü bir çok roma imparatoru bu kitapların gücünden çekinmiştir. ama yine de roma'nın yöneticileri, kitapların ellerinde olmasından dolayı kendilerine tanrıların büyük bir lütufda bulunduğuna inanmaktadırlar. ama kitaplarda yazanlar hangi durumlarda kullanılmıştır.

iö 496'da roma, latinlere karşı yıpratıcı bir savaşla yüzyüze geldi. üstelik kuraklık da vardı. kitaba başvurma gereği duydular. kitaptan çıkan yorumlar neticesinde asıl sorunun kıtlık olduğu görüldü. hemen demeter kültü(bereket tanrıçası) roma'ya taşındı. yazılanlara bakılırsa bir süre sonra tüm sorunlar çözülüyor. kitapların ele geçirilmesinden 300 yıl sonra bu kitaplardaki kehanet uyarınca, hannibal'e karşı üstün duruma gelmek için, pergamon kralına bağlı pessinus'daki kybele(ana tanrıça) kültü, rahibeleri ve kutsal nesneleri roma'ya aktarılır. palatine tepesine müthiş bir magna mater tapınağı inşa edilir. roma, hannibal'i yener. daha sonra çeşitli plep(halk) ayaklanmalarında bu kitaplara başvurulduğu söylenir. her seferinde yeni tanrıçalar roma'ya girer. mabedler yapılır ve ortalık yatışır.
sonuç mu? elden ele dolaştığı varsayılan bu kitapların, masonların en büyük hazinesi olduğu söylenir. rivayete göre 1000'li yılların başında, katolik roma'nın kıyımından kurtulan bir elin parmakları sayısındaki catharlar(güney fransa'da yaşayan düalist bir mezhebe inanan topluluk) bu kitaplarla beraber iskoçya'ya kaçarlar. oradan masonlara intikal eder. velhasıl kelam bu yazı burada biter.


(kaynak: fraternis - burak eldem)

30 Ekim 2009 Cuma

misyoner pozisyonu

efsaneye göre tanrı, adem ve lilith'i aynı çamurdan yaratır. ama lilith sevişirken altta kalmaktan rahatsız olur ve eşitlikten bahseder. adem ise onu bereketli toprağa, kendisini gökyüzüne benzettiğinden buna karşı çıkar. lilith sinirlenir ve tanrının söylenmemesi gereken adını söyleyip cennetten atılır.

hikayenin devamında ise çin'e hristiyanlığı yaymak için giden protestan misyonerler, tao yüzünden binbir çeşit pozisyon deneyen çinlileri görünce çok şaşırırlar. "isa'nın yolunda gitmek için kadın altta, erkek üstte olmalıdır" derler. çinliler bu duruma garipser tabii. pozisyona bu yüzden misyoner pozisyonu derler.

lilith ise sınırsız seks sayesinde şeytanla ilişkiye girer ve çocukları olur. adem ise sıkıntıdan patlamıştır ve tanrıya yakarır. lilith'i geri ister. tanrı meleklerini göndererek onu geri çağırır. lilith kabul etmez. tanrı onun çocuklarını öldürür. lilith bu sefer yemin eder ve insan çocuklarını öldüreceğini söyler. erkekler 40, kızlar 7 günlük iken öldürecektir. bu yüzden yahudiler erkek çocuklarını 40 günlükten önce sünnet eder. öldürülmesin diye.

tabi tanrı boş durmaz ve adem'in kaburga kemiğinden aynı lilith'e benzeyen havva'yı yaratır. adem'in kaburgasından imal edildiği için adem'e isyan etmeyecektir. ta ki iyilik ve kötülüğün meyvesinden yiyinceye kadar...
not: hahaha, hamile kalmak için en uygun pozisyon resimdeykiymiş!

15 Ekim 2009 Perşembe

cennet bahçeleri

ilk cennet bahçeleri sümer mitlerinde edin bahçesi, yani aden bahçesidir. bu yer, adem ile havva'nın ilk günahı işlediği yerdir. sorgulamayı, iyi ile kötüyü bilmeyi öğreten ağacın meyvesinden yemişlerdir. tanrılar da burada yaşar. adem ile havva kovulduktan sonra kapısına kerrubiler yerleştirilmiş ve onların tekrar içeri girmesi önlenmiştir. tevrat ve kur an'da bu bahçe bulunur. çok ilginç ama bu bahçeyi hem tevratda, hem sümer mitlerinde dört nehir sular; fırat, dicle bunlardan ikisidir. diğer ikisinin ibranice adları aklıma gelmiyor.

neyse, teologlar aden bahçesinin içinden fırat ile dicle geçince şaşırırlar tabi. yoksa cennet dünya mıdır? dünyanın ilk şehirlerinin de tam bu bölgede olması kafaları iyice karıştırır. o meşhur aden bahçesi dünyada olmasın sakın?

ve ayrıca; diğer iki nehirden birinin tamamen kuruduğu artık bilinir. hicaz dağlarından beslenen ve kuveyt'den denize dökülen bir nehrin tamaman kuruduğu artık anlaşılmıştır. diğer nehir ise hala akar. iran'ın basra körfezi sınırı dağlarla çevrilidir ve bu dağlardan beslenen akarsulardan biri bu 4 nehri birleştirecek şekilde körfeze akar.

tanrıların bizi kullanıp bir kağıt bez gibi bir kenara atarak kovmalarından sonra cennetin kapısında durmadan da yapamadık. adem ölünce havva ne yapacağını şaşırır ve oğlu şit ile beraber adem'in cesedini aden bahçesinin kapısına kadar taşır. orada elohim'e kendisine yol göstermesi için yalvarır. en sonunda elohim cesedi bezle sarmasını ve toprağa gömmesini ister. kapıdan içeri giremezler, çünkü kovulmuşlardır. kerubiler sıkı bir şekilde kapıyı korumaktadırlar. bu hikaye hanok'un kitabında yazar.

işte tanrıların zavallı köpeği durumundan diskoda eğlenerek hayatı sorgulamaya başlar duruma kadar geldik. gerçi diskolar 80'lerde kaldı. artık barlar var!

gençlerimiz 70'lerde evlerinde eğlenir. çünkü terör başa beladır. zenginler, kandırılan ve içkilerine ilaç atılan köylü kızlarına tecavüz ederek bu safhayı geçerler. 80'lerle beraber diskolarda eğlenmeye başlanır. artık büyük şehirlerde terör yoktur. büyük eğlence yerlerinde eğlenilebilir bir duruma gelmek için darbe yapılmıştır. modern talking'in sesi cennet rüzgarı gibidir. diskonun kendisi ise aden bahçesi.

ama bu gençler maalesef uyuşturucu batağına saplanmışlardır! cenneti yanlış yerlerde aramaktadırlar. "eroin, nolur bana eroin verin. herşeyi yaparım, eroin için herşeyi yaparım" diye bağrışmaktadırlar. coşkunların en fecisi ve nurilerin en romdöşambrı ise diskoda eğlenen kalabalık içinde komiserimizin kızının ırzına geçmek için, yalnızlıkla beraber pusu kurmuş, beklemektedirler! çünkü cennet, komiserin kızının bacak arasına inmiştir artık. intikam!!!

ve sonra olanlar olur. gerisini zaten biliyorsunuz.

bu türk filmleri sayesinde türk halkı, diskoda eğlenen kişilerin uyuşturucu müptelası, pezevenk, orospu ve ibne olduğunu düşündüğü için çocuklarını diskolara göndermedi. o cennetten mahrum kaldık. o dönen ışıltılı disko topu altında eğlenme işini sadece düğün salonlarında yapabildik. 80 neslinin büyük bir kısmı eğlenemedi, eğlendirilmedi. cenneti göremedi! fakirler bu sefer yaşarken tanrıların kapısında bekletildi!

ama artık durum değişti. 2000'lerde yeni tanrılar sokakları, diskoları terk ettiler. artık kimsenin ulaşamayacağı yapılarda kalıyorlar, büyük alış veriş merkezlerinde geziyorlar, kenar kenarında, sığıntı köşelerde eğleniyor. sokaklar ve diskolar tamamen yoksullara kaldı. eski cennetler terk edildi, yeni cennetler yaratıldı!

"önemli olan, tanrının bir enstrüman yaratmış olmasıdır. insan denen bir enstrüman. ancak yarattığı bu enstrümanı çalamayan bir usta gibi, tanrı da insandan bu sesi çıkaramamıştır. bu yüzden tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir. ne bakire anneler ne de sami ırkından gelen peygamberler mucizedir. mucize, tanrının elini koparıp dünyaya fırlatması ve sonra da ondan geri gelmesini beklemesidir. ancak elin, önce bir el olduğunu anlaması sonra da tanrıya ait olduğunu fark etmesi gerekir. mucize, elin ait olduğu bedene dönüşüdür." (hakan günday-azil)

3 Eylül 2009 Perşembe

zerdüşçülük

hemen herkes zerdüşt'ün zerdüştçülüğün peygamberi olduğunu bilir. tanrısı ise ahura mazda'dır. bu sebepten bu inanışa mazdacılık ve mazdeizm de denir. bilinen ilk tek tanrılı dindir.

zerdüşt tıpkı musa ve isa gibi bir karakter. yaşayıp yaşamadığı muamma. genel kanı yaşadığı yönünde. mö 660 ile 583 arasında yaşadığı düşünülüyor. yani yahudilerin babil esaretinden kurtuluş tarihlerine yakın bir zamanda yaşamış. yahudilerin tanrının karşısına şeytanı, ahiret inancını dinlerine koydukları tarih de bu tarih. yahudiler daha öncesinde ölümden sonraki yaşamı ve şeytanı bilmezlerdi. zerdüşt, ahuramazda’nın kendisine göründüğünü ve vohu mano isimli bir melekle vahiy indirdiğini ve hakikati yayma görevi verdiğini söyler.

neyse, zerdüşçülüğün de bir kutsal kitabı var. adı avesta. en önemli bölümünün adı ise vendidand. anlamı ise 'şeytana karşı koyma' imiş. yahudilik, hristiyanlık ve islamın amentüsünün bir çok konusu burada var. yani melekler, cinler, şeytan, cennet, cehennem hep burada yazıyor.

vendidad önemli, çünkü anlatılanlar ilginç. tanrının ahura mazda olduğunu yazmıştım. şeytanın adı ise ehrimen. bu inanış düalist bir yapıda. yani ikilik var. ikisinin de orduları var ve sürekli çarpışıyorlar. ahura mazda'nın ordusunda 6 komutan melek var;

vohu-mano yararlı hayvanlardan sorumlu, asha vahisht ateşten, şehriver madenlerden, sipendarmidh ise yeryüzünden. bu dört melek 3 büyük dindeki dört büyük melek gibi. ama adları elbette tutmuyor. geri kalan iki melek ise hurdad ve murdad. kur an'da adı geçen harut ile marut'a benziyor. bu ikisi su ve topraktan sorumlu.

bunların yanında daha bir çok melek var. yerdekiler zerdüşt'ün emrinde. göktekiler ise tanrı ahura mazda'nın. yer ve gök ayrımı sümerde de var. sümerde yer tanrılarına anunnaki, gök tanrılarına ise igigi deniliyor.

tabii ahura mazda'nın bu altılı yapısına ehrimen de altılı bir yapılı ile karşılık veriyor. yani altı şeytan ile. üçünün adı indra, serva ve nasatia aynı zamanda hint tanrıları. aynı şekilde hintlerde de iyi iran tanrıları kötü konumda duruyor. yani birbirlerini pek sevmiyorlar. neyse, ehrimen'in emri altında kötü cinler, div(dev)ler ve periler de var. anlayacağınız periler pek öyle iyi şeyler değil.

aralarındaki temel mesele ehrimen'in yerinde kalmak istememesi ve ahura mazda'nın makamında gözü olması. bu yüzden sürekli savaş halindeler. ahura mazda'nın göklerdeki tahtına yapılan her saldırı geri püskürtülür.

olayın ilgİnç yönlerinden birisi de yaratılış tabii. ahura mazda iyi bir şey mi yarattı, ehrimen boş durmaz ve hemen kötü bir şey yaratır. mesela ahura mazda pers ülkesini yaratır, ehrimen hemen karşılık verir ve devlerin yaptığı ırmak yılanını ve kışı yaratır. ahura mazda soğdların ülkesini yaratır, diğeri ise çekirgeleri, ahura mazda merv'i yaratır, ehrimen ise hemen sapkınlığı icat eder.

tabii ahura mazda'nın ilk peygamberi zerdüşt değil, yima adlı birisidir. ahura mazda bu çobana her şeyi öğretmiştir. yima, ahura mazda'dan yaratıkları çoğaltma, koruma ve kollama görevini alır. o zamanlar dünyada hastalık ve ölüm yoktur. ama en sonunda yaratıklar oldukça çoğalır ve ahura mazda'nın emri ile ülke üç kez genişler. bir süre sonra dünyaya büyük bir soğukun geleceği haber verilir ve yima büyük bir sığınak yapar. aynen nuh'un gemisinde olduğu gibi bu sığınağa her canlıdan numunelik bir tane alır. yani nuh tufanı yerine değişik bir 'toptan yok olma' hadisesi avesta'da da var.

elbette ehrimen boş durmaz ve en sonunda şeytanı dahhak bir yolunu bulup yima'yı öldürür. tabii öldürülmesinin nedeni artık iyice böbürlenmesidir. yima cezasını çekmiştir. yima'nın iran mitolojisinde önemli bir yeri olan cemşid olduğu tahmin ediliyor. dahhak ise bilindiği kadarı ile ünlü bir asurlu komutan. ama iranlılar bunu şeytan yapmış. tabii yima ölünce, dahhak ülkeye egemen olur ve en sonunda cemşid/yima'nın torunu feridun ülkeyi kurtarır ve dahhak'ı bir dağa hapseder.

zerdüştlüğe göre ölen iyi kişilerin ruhları göklere yükselir ve göklerdeki altı büyük meleğin önünden geçerek firdevs'e varır. bu arada, firdevs, paradise, cennet kelimeleri hep iran kökenlidir. cennet ile firdevs aynıdır. firdevs cenneti diye isim tamlaması olmaz.

kötü kişilerin ruhları ise yerin altındaki çukurlara, yani cehenneme gider. oradaki azaplar ülkesinde, şeytanların içinde, karanlıklarda kalır.neyse, zerdüşt'ten hiç bahsetmedim. ahura mazda, insanlara zerdüşt'ü gönderir ve onun yüreğini sevgi ile doldurur. zerdüşt ise buna karşılık oğullarını ve kızlarını tanrısına hediye eder. ehrimen bu durumu kıskanır ve iyilerle savaşına başlar. gökten ateşler yağdırır, fırtınalar koparır ve iyilerle zerdüşt’ün soyuna yaşamı çekilmez bir hale getirir. savaş üçer binyıllık 4 evre halinde devam eder. ilk evrede aydıklıkta ahura mazda, karanlıkta ise ehrimen vardır. ilk evrenin sonunda ehrimen, ahura mazda'ya saldırır. ahura mazda onunla bir antlaşma yapar ve ahura vainya'yı okur. ehrimen büyük bir korkuya kapılır ve cehennem çukurlarına yuvarlanır. ikinci evreyi burada geçirir. bu dönemde ahura mazda evreni ve ölümsüz ruhlar ile gökyüzünü, yeryüzünü, bitkileri ve ilk öküzü ve ilk insanı yaratır. insanlara iki seçenek sunar. ya sonsuza kadar doğum öncesi hallerinde kalacaklardır, ya da ehrimen'e karşı mücadele edeceklerdir. insanlar mücadeleyi seçer(islamdaki kalu bela olayına benziyor). ehrimen boş durmaz ve 6 kötü şeytan ile maddi dünyayı yaratır. ikinci evrenin sonunda ilk kadının, yani fahişenin(yuhanna'nın vahyi'ndeki fahişe bu olsa gerek) kışkırtması ile ahura mazda'nın yarattığı dünyaya kötülük yayar. ilk insan ve öküzü öldürür. böylece ilk insandan metaller, ilk öküzden bitkiler ve hayvanlar oluşur. ehrimen maddi dünyaya egemen olur ama bu durum, ahura mazda'nın ona hazırladığı bir tuzaktır. çünkü ehrimen dünyaya hapsedilmiştir. son evrede zerdüşt doğar ve dünyayı ehrimen'den kurtarmaya çalışır. savaşın sonunda iyiler ve kötüler kesin olarak ayrılacak ve sonlu zamanımız, savaş öncesi durumuyla, yani sonsuzlukla birleşecektir.

inanışlarında yıldız ve güneş kültünün önemli bir rolü vardır. özellikle güneş, tanrı mithra ile özdeştirilir, ki kendisi önce tarım ve hayvancılığın koruyucusu iken zamanla ölülerin koruyucusu ve savaş tanrısı olmuştur. mithra kültü, zamanla roma askerleri arasında da hızla yayılır. hristiyanlığın roma'da kabulünden sonra, mithra'ya ait bir çok özellik isa'ya da verilmiştir. mesela doğum günü, yani noel.

zerdüşt soyut mesajlar verir. ulu, cisimsiz ve evrensel bir tanrının, ahura mazda'nın görkemini anlatır. kendisine perslerden başka inanan olmamasına rağmen(günümüzde 250.000 kişi kalmıştır) bu düalist yapı zamanla her tarafa yayıldı. zerdüşçülükte tapmak yoktur. yani ateşe tapmazlar. onlar dünyada bulunan elementlerin saf olduğuna ve ateşin tanrının ışığı ve bilgisi olduğuna inanırlar. çok fazla ritüelleri yoktur. iyi düşünce, iyi sözler ve iyi hareketlere odaklanırlar. bunun yanında dualar, ayinler ve kurban törenleri vardır. yoksullara cömert davranırlar, misafirperverdiler, toprağı sürmek, sığırlara bakmak erdemdir. köpekleri öldürmek büyük günahtır. zina kesin yasaktır. tapınaklarında ateşin yakıldığı yere kesinlikle güneşin ışığı girmez. cenaze törenleri ilginçtir. toprak kirlenmesin diye ölülerini gömmezler. açıkta bırakırlar ve akbabalar ile doğanın işinin bitirmesini beklerler. en sonunda kalan kemikleri ise depolarlar. ölü bedenere de kesinlikle dokunmazlar. dokunan kişi özel ayinlerle temizlenebilir.

9 Temmuz 2009 Perşembe

temmuz -dumuzi-



malum, aylardan temmuz. nişanyan etimolojik sözlükte kökeni olarak şunlar yazar;

Araçpa: tammūz, Rumi takvimin beşinci ayı. Aramca/İbranice tammūz, Arami ve İbrani takviminin dördüncü ayı.Akadça tammūz, bir Babil ve Asur tanrısının adı.Sumerce Dumu-zi bir tanrı adı.

yani bizim takvimizin yedinci ayının adı, kökeni sümer tanrılarından biri olan dumuzi'dir. peki ya dumuzi kimdir?

sumer tanrılar listesinde en üstte tanrı an vardır. kendisi gökyüzünün efendisidir. sonra karısı ve kardeşi tanrıça antu. daha sonra an'ın iki oğlu enlil, yani yerin, dünyanın efendisi. kendisi tanrıça antu'nun oğludur. ikinci oğul olmasına rağmen yasal eşten doğduğu için sıralamada önde bulunur. daha sonra gayri meşru bir velet olan ilk oğul enki gelir. enki aşağı dünyanın tanrıdır.

kendi çıkarlarlarından dolayı insanlığının ilerlemesine büyük katkılarda bulunan enki'nin en bilinen iki oğlu ise tanrı marduk ve tanrı dumuzi'dir. marduk konusunda bir sürü yazım bu blogda var. arama yaparak bulabilirsiniz. ama marduk'un herhangi bir ay adında geçmez. gerçi koskoca gezegene adını vermiştir. ama ortadoğu toplumları için miladi yedinci ay temmuzdur.

tanrı dumuzi'ye gelirsek eğer, kendisi çobanların efendisidir. daha sonra balıkçı ve çiftçilerin de efendisi olmuştur.

dumuzi'nin mitlerdeki en bilinen rolü, enlil klanından gelen, enlil'in oğlu sin'in kızı olan inanna, yani tapınak fahişelerin, savaşın ve bilginin efendisi ile evli olmasıdır. onlarındaki öyle büyük bir aşktır ki dumuzi'nin talihsiz ölümünden sonra bile devam etmiştir.

aslında bilinen bir şey, ama bu evlilik basit anlamda sümerde bolluk ve bereketi simgeler. ben kısaca düğünlerinden sonraki hikayeden başlayayım. düğün öncesi bildiğiniz gibi, işte çiftçi tanrısı emkidu ile aralarında büyük bir rekabet olur. çünkü biri yerleşik kültürü, dumuzi ise çobanlığından dolayı göçebeliği temsil eder. ama kazanan dumuzi olur. göçebelik kazanmıştır. ileride çiftçilik de dumuziye geçecektir.

bu çoban ile çiftçinin hikayesi bize habil ile kabil'i de hatırlatır. çiftçi olan kabil, çoban olan habil'i öldürür. çünkü adakta kazanan çoban habil'dir. yani ilk insandan beri yerleşik kültür sahibi, göçebelere yenilmektedir.

düğünden sonra inanna, kızkardeşi olan yeraltı tanrıçası ereşkigal'in yanına ziyarete gider. ama inanna'nın mal, mülk hırsını çok iyi bilen, hatta bu hırs yüzünden dedesi an ile yattığını, tanrıların en zekisi, seks düşkünü enki'yi bile kandırdığı gören ereşkigal, inanna'yı öldürür. kocası dumuzi'yi ayartması için çok tatlı bir kızı da yeryüzüne gönderir. neyse, diğer tanrıların araya girmesi ile yeraltına kendisinin yerine bir tanrının gelmesi şartıyla tekrar yaşama dönen inanna, yuvasına geri döndüğünde tüm tanrıların kendisi için yas tuttuğunu görür. biri hariç! kocası dumuzi, içip içip taht odasında, bir kadını duvardan duvara götürmektedir. karısının ölmesi zerre umrunda değildir. inanna o hırsla yeraltına inecek kişiyi bulur, yani kocasını.

cinler hemen dumuzi'yi yakalayıp yeraltına götürmek ister, ancak dumuzi güneş tanrısına yalvararak bir yılana döner ve kaçar. kardeşi geştinanna'ya sığınır. ama yapabileceği bir şey yoktur. cinler hala onu takip etmektedir. en sonunda yakalanır ve yeraltına götürülür. kocasının kaybına üzülen, ama yaptığına da hala bozuk olan inanna'ın pişmanlığına geştinanna yetişir. kardeşinin yerine yarım yıl yeraltında kalmayı kabul eder.

dumuzi, bahar dönümü, yani nevruz günü yeryüzüne çıkar ve karısı inanna ile birleşir. onların birleşmesi ile tüm yeryüzü bitkilerle dolar, her tarafa bolluk bereket hakim olur. insanlar arasında inanna ile dumuzi temsilen kral ile en büyük rahibe birleşir. bolluk ve bereket kutlanır. eski çağlarda yılın başlangıcı bu birleşmedir, yani nevruzdur.

tabii dumuzi 6 ay sonra yeraltına iner ve sonbahar başlar, tabiat ölür, her şey yine dumuzi'nin yeryüzüne dönmesine kadar ölü kalır.

bu birleşmenin günümüzde nevruz olarak kutlandığını yazdım. asıl ilginç olan ise paskalyanın, yani isa'nın tekrar hayata döndüğü tarihin de bu tarihle aynı olmasıdır. paskalya her ne kadar nisan başında kutlanıyor olsa bu tarih kaymasından ileri gelir. doğulu hristiyanlar hala daha 21 mart civarı kutlarlar.

yani sevgili okurlar bu temmuza temmuz dememiz boşuna değil. ilginç olan hasat mevsimine temmuz dememiz. mart veya nisana temmuz dememiz daha uygun olurdu sanırım. tabii mart ayının adı, roma savaş tanrısından gelir. yani bildiğiniz mars. nisan ise başlamak, açmak, birinci anlamlarına gelir. çünkü eski gelenekte yılın birinci ayıdır. şimdiki takvimlerde ocakın birinci ay olması mantıken çok saçma, çünkü ocakın hiçbir anlamı yok.

dumuzi'nin etkisi bu kadar değil elbette. bilinen tüm aşk hikayeleri, yani leyla ile mecnun'dan, tristan ile isolde'ye kadar hepsi inanna ile dumuzi'nin aşk hikayesine dayanır. bu aşk tevrata bile geçmiştir. okumak isteyen onu davut'un mezmurlarında bulabilir. üstelik yahudiler hala daha bu mezmurları okuyarak ağladığında dumuzi'nin ölümüne ağlamaktadırlar. ortadoğu toplumları üstünde o kadar büyük etkisi olmuştur ki isa'ya bile ona ait olan özellikler verilmiş ve isa'ya balıkçı denilmiştir. sürelerin çobanı olmuştur.

inanna'ya ait bir bilgi yazayım size; eski ortadoğu toplumlarında bakire bir kadın hiçkimseyle evlenemezmiş. bu çok büyük bir ayıpmış. düğünden önce kadın inanna'nın tapınağına gider ve belirli bir ücret karşılığı bekaretini kaybedermiş. şimdiki ortadoğu toplumlarının halini düşününce o zamanki durum oldukça ilginçmiş. bu adetin kalkma nedeni ise batıdan gelen romalılardır. kendilerine göre oldukça çirkin buldukları bu geleneği zorla ortadan kaldırırlar.

bir ilginç bilgi daha; yahudilerde ve islamda domuz yenmemesinin nedeni domuzun pisliği falan değildir. domuz yerel bir hayvandır, yerleşik kültüre aittir. onu alıp yaylalarda otlatamazsınız. yahudiler göçebe olduğu dönemde, sırf bu yüzden domuz yemezlermiş. sürülerinde bulunan hayvanları yerlermiş. oysa isa zamanında iyice yerleşik hayata geçerler ve domuz da yiyebilir hale gelirler.

9 Haziran 2009 Salı

güneşin batıdan doğması

eski metinlerde anlatıldığına göre bir gün boyunca güneşin doğmadığı bir zaman vardır. mesela inkalar böyle bir olayı kayıt altına almışlardır. o gece güneş doğmak bilmemiştir. çok büyük bir korku duyarlar.

aynı şekilde dünyanın tam tersi yönde ise, tevratda kayıt altına alınan, bir gün boyunca güneşin batmadığı günden bahsedilir. ilginç, doğuda güneş batmıyor, batıda ise güneş doğmuyor. bu olayın sebebi elbette bilinmiyor. ama iki toplum da böyle bir olayı kayıt altına aldığına göre, bu ilginç gün yaşanmış olabilir.

başka yerlere bakarsak eğer, bu şekilde dünyanın dönüş hızının yavaşladığına dair bir kanıt olabilecek bir bilgi ortada yok. ama mesela mö 1650 lerde mısır da 1 hafta süren karanlık zaman diliminden bahsedilir. gerçi onun nedeni büyük ihtimal minos uygarlığını yok eden, o çok büyük yanardağ patlamasıdır. kül ve duman o kadar fazladır ki tüm doğu akdenizi kaplar. insanlar güneşi görmez olur, ekinler kurur, hayvanlar ölür. belkide musa nın bahsettiği, gökten kurbağa yağan, çekirgelerin istila ettiği, suların kan olduğu, mısır ın tüm ilk doğan erkek çocukların birden bire öldüğü gün olsa gerek. zavallı masum mısırlılar...

bu ilk doğan erkek çocuğun ölümü hadisesi de ilginç aslında. şimdiki lübnan ve suriye de ilk doğan tüm erkek çocuklar tanrı el'e kurban edilirmiş. kurban edilen yerin adı ge hinnom. yani cehennem. göz yaşı vadisi demek. yahudilerin cehennemi burası sanması doğal aslında. işin ilginci ibrahim in neden ishak ı(islam a göre ismail derler ama ne kur an da, ne hadiste olay ismail in üstüne kalmamıştır. sonradan ishak, ismailleşmiştir) kurban etmek istediğini veya hangi tanrının bu kurban olayını istediği belli.

konu nereye geldi, neyse, bence asıl ilginç olacak olan olay güneşin doğudan batıp, batıdan doğması söylencesi. yani dönüşünün ters hale gelmesi. güneş sisteminde harbiden böyle dönüşü ters olan bir gezegen var. biz ona venüs diyoruz. venüs bildiğiniz gibi kadındır. iştar, inanna, astarte, anat, afrodit ve en sonunda lucifer ile anılan gezegen. evet, lucifer adlı şeytan erkek değil, kadındır. incil de, yuhanna nın kitabında bahsi geçen büyük fahişedir. yani rengi mor ve kırmızı olan büyük babil fahişesidir. bu fahişe, bildiğiniz gibi sümer'de hem savaşın, hem fahişelerin tanrıçasıdır. tevrat'da tanrı bu kişi ile evlendiğini, çocukları olduğunu, ama tanrıçanın bunları diri diri yediği yazılır. tevratın tanrısı ona çok sinirlenmiştir. işin ilginci kur an da bile vardır bu kişi. harut ile marut un hikayesinde geçer.

venüs'ün şimdiki konumunda olmadığı, şimdiki astreoid kuşağında olan konumunu bir büyük çarpışma neticesinde kaybettiğini söyleyenler var. çarpışma neticesinde dağılan parçalarından bir kısmı astreoid kuşağını oluşturmuş. kalan büyük kısım ise yalpalaya yalpalaya dünyayı da geçerek şimdiki konumuna geldiği ve dönüşünün değiştiğini söylüyorlar. evet, tüm gezegenler kendi çevrelerinde sağdan sola dönerken venüs, soldan sağa döner. yani tam tersi. dünyada böyle bir şey olması durumunda herhalde sadece bir defa o güne şahit olabiliriz. çünkü böyle bir çarpmada tüm dünya venüse döner. sürekli volkanların patladığı, bu yüzden atmosferinin kalınlaştı, okyanusların buharlaştığı, sıcaklığın kaybolmayıp binlerce dereceye ulaştığı bir gezegen olur dünya. üstelik hiçbir yaşam belirtisi de kalmaz gezegenimizde.

ve son soru. harbiden böyle bir şey olabilir mi? yaklaşık 5-6 sene önce dünya ile ay arasından çok büyük meteor kayıp gitti. üstelik o meteor filmlerdeki gibi yıllar önce değil, son anda farkedildi. ya dünyaya çarpsaydı! işte kıyamet o zaman kopardı!!!

Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.