heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

26 Ekim 2016 Çarşamba

ekim

ekim ayı malumunuz üzere tarlalarda ekimin başladı zamanı temsil ediyor. aşağı yukarı ekim 15-aralık 15 arası kışlık ürünler ekilir. ekim kelimesinin kökeni ek. serpmek anlamında. bir şeyin üzerine ilaç vs serpmeyi de anlatır. 10 ocak 1945 tarihli yasayla birinci teşrin ayına bu ad verilir. teşrin ise rumi takvimin sekinci ve dokuzuncu ayları oluyor. arapçası işrin. aramcası tişrin. arami/süryani takviminin yedinci ayı.

ingilizce ve dolayısıyla batı dillerindeki october kelimesi de sekizinci ay demek. malumunuz üzere eskiden takvimler mart gün dönümü ile beraber başladı. sekizinci denmesi bu yüzden olsa gerek.

neyse, bu ayın bahsedecek uzun uzun bir yanı bulunmuyor. buğdaylar bile artık genelde kasımda ekiliyor. zaten sonbahar ile kış arasındaki ne emmeye ne gömmeye gelen garip aydır. ama gerek 29 ekim dolayısıyla ve gerekse ekim devriminden dolayı (devrim kasım ayında olmuştur ama) sevilir ve seviniz. valla bak..




18 Nisan 2016 Pazartesi

taharet musluğu 4

ecnebilerin tuvalet zevki farklı. bizim dört beş yıldızlı otellerde kaldıysanız da görmüşsünüzüdür. ayrıca kıç yıkamaya yaradığı söylenen bir yer daha var. hatta içine kokulu sabunlar dökülüp hoş dakikalar da geçirebilirmişsiniz. bu aparatın başka bir işlevi olduğunu bilen varsa eklerim. benim bilgim bu yönde..

fotoğraf roma'dan. dört yıldızlı bir otel. eski roma bildiğiniz gibi bir odaya gider, sıçar ve üstüne tüy dikermiş. bok kuruduğunda da tüyden tutup atarlarmış. neyse işte, atilla, roma'ya girdiğinde içindeki hahamları görünce bu şehirde fazla kalamayacağını düşünmüş. malum, konfor erkeği yumuşatır :)




20 Ocak 2016 Çarşamba

masa da masaymış ha

ekşi sözlük'te yazdığına göre bu şiir edip cansever'in belası olmuş, "yaşamım boyunca kurtulamadığım şiir" olarak adlandırmış. kendi ifadesi ile ahmet muhip dıranas ile aralarında şöyle bir diyalog geçmiş;

"başkası yazılmasa da olurmuş diyorum. ayrıca bu şiirden yaşamım boyunca kurtulamadım. antolojilerde aynı şiir, şiirimi uzaktan bilenlerin dilinde aynı şiir, yabancı dillere şiir mi çeviriyorlar benden, ille masa şiiri de olacak. bir gün ankara’da ahmet muhip dıranas’ın da bulunduğu bir masadayız. bir ara dıranas bana döndü, adı geçen şiiri övdü. “üstad, ben o şiirden bıktım” dedim, “benim başka şiirlerim de var” dıranas gülümseyerek, “eh, ben de fahriye abla’dan bıktım, ne yapalım, her şairin bıktığı bir şiiri vardır” dedi. doğruydu elbet. çünkü ülkemizde çoğu kez bir kuşağın şiiri okunur, yeni kuşaklarınsa yeni okuyucuları çıkar. öncesi ve sonrasıyla şiirimizi izleyen pek az okur vardır.”

nedense daha sonra milli eğitim bakanlığının da bıktığı bir şiir olsa gerek içinde bira geçtiği için ilgili bölümleri ders kitabına koymamış. neyse işte, bana bahsi geçen masa daha çok kadını çağrıştırıyor. ilk okuduğumda "ne kadınmış be" demiştim içimden. belki gerçekten masadır, belki değildir. ama en azından bir porselen firması reklamında taklit edilmesi hiç olmamış..
adam yaşama sevinci içinde
masaya anahtarlarını koydu
bakır kaseye çiçekleri koydu
sütünü yumurtasını koydu
pencereden gelen ışığı koydu
bisiklet sesini çıkrık sesini
ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
adam masaya
aklında olup bitenleri koydu
ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
üç ker üç dokuz ederdi
adam koydu masaya dokuzu
pencere yanındaydı gökyüzü yanında
uzandı masaya sonsuzu koydu
bir bira içmek istiyordu kaç gündür
masaya biranın dökülüşünü koydu
uykusunu koydu uyanıklığını koydu
tokluğunu açlığını koydu.

masa da masaymış ha
bana mısın demedi bu kadar yüke
bir iki sallandı durdu
adam ha babam koyuyordu.
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.