heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!
geçmiş zaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
geçmiş zaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ağustos 2023 Pazartesi

oğluma öğütler

 baron von plastik'in oğluna verdiği öğütleri okuduğumdan beri hep aklımdadır böyle güzel bir öğütler dizesi oluşturmak. ehh, benim canavar da 1 yaşına geldi, ilerde okursa diye birkaç öğüt de ben vereyim.

- bu dünyada ailen hariç ciddiye alabileceğin hiç bir şey yok. ona göre davran.

- senden güçsüzlere kötü davranma. özellikle sadece işini yapan insanlara iyi davran, teşekkür et. ama o kişinin seni küçümsediğini fark edersen acıma, ez geç.

- bu bileklerde biten dar pantolonlardan uzak dur. ileride yine moda olabilir.

- ağlayıp zırlayan insanlardan uzak dur.

- senin için bir şeyler yaptığını söyleyen insanlardan uzak dur.

- şoförlüğün iyi olsun. dayın gibi kullanma sakın!

- sanal kavga dünyanın en gereksiz işidir, uzak dur. üzerine birden çok kişi geliyorsa ve teksen kaç. nerene ne batıracakları belli olmaz. ama hiç dayak yememek kötüdür. hiç dayak yememek tedbirsizliğe neden olur. teke tek kavga et, yumruk yemekten ve atmaktan korkma. ama burnunu koru!

- hangi ortamda nasıl içileceğini ben sana zaten öğreteceğim, iyi öğren.

- hayatından bezmiş ve/veya kumar bağımlısı arkadaş edinme.

- okeyden uzak dur, ama kağıt oyunlarını öğren. king ve briç oyna.

- bir müzik aletini çalmayı öğren ve güzel çal. hatta üniversitede müzik grubu kur kendine.

- elin alet kullanmaya yatkın olsun. mümkünse deden gibi kendi evini kendin yap.

- gelecek çok belirsiz olduğu için az biraz yetiştiricilik öğren, yenebilecek mantarları ve otları ben sana öğreteceğim.

- 40 yaşına geldiğinde muhtemelen ben çoktan ölmüş olacağım. kendi yaşadıklarını da düşünüp çocuk sahibi olmaya karar ver.

- ikinci dünya savaşı ve sanat tarihi ile sinema hakkında bilgin olsun.

- çakma ürün kullanma. iyi ayakkabı giy. ayakların çok önemli.

- arka cebinde cüzdan  taşıma. (baron'un tavsiyesi bu aynı zamanda)

- kızlarla eğlenebileceğin güzel mekanlar, sabahlayabileceğin güzel köşeler keşfet. bir kaç basit yemeği güzel yap.

- yapmak istemediğin bir şeyi yapmak zorunda değilsin. hayır de, siktir et.

- amatör olarak fotoğraf çekme ve şiir yazma. ama hikayelerini kağıda dök.

- sevdiğin insanlara selam ver ve sarıl. sarılmak güzel bir şey.

- sevdiklerine arada mektup az ve postala. abartmadan hediye al.

- talihsizlik diye bir şey yoktur. bahanelere sarılma.

5 Mayıs 2023 Cuma

il resto non è importante


zamanın birinde taksimdeyken  arkadaşın birini aradım ve nerdesin diye sordum. o da başka arkadaşlarıyla içiyormuş ve ben de katıldım. 20 kişilik grup var ve ben bir tek benim arkadaşı tanıyorum. mekan da nevizade bu arada. neyse işte kızın biri sürekli italyan sevgilisinden bahsediyor. şöyle iyi böyle mükemmel, aslan gibi, kaplan gibi vs. kafamda biskolota erkekleri canlandı. sevgilisi de gelecek bu arada. böyle harala gürele eğlenip içerken gece yarısına doğru bizim italyan geldi.

ağbi adam bodur, saçın önü kel, arkadan at kuyruğu yaptırmış, üstelik göbekli. sırtında sırt çantası sırıtarak oturdu. ben oldum ŞOK!!

bu muymuş lan dedim içimden, antalya'ya gitsen bundan  bir dünya var! hayır, sırf bunu bulmak için uğraşılmaz, yurdum insanının italya görmüş versiyonu.

hayır, o kadar çok türke benziyor ki italyanca bilen bir türk mü diye de düşündüm. bizi mi kekliyon lan sen diye sinirle boğazına sarıldım çakma italyanın! bir harala gürele sormayın gitsin. başka bir yandan fatih akın geçiyor, gruptan biri fatihçiğim nasılsın diye sarıldı herife. bu arada yanımda tanımadığım bir lavuk var, gözlüklü, kıvırcık saçlı ve kaslı. o daha çok italyana benziyor a q. ama napoli taraflarından olsa gerek bana araba satmaya çalışıyor. ben o hengamede hangi italyanı boğazlayacağımı şaşırdım. kel italyana, istemiyom lan arabanı diye bağırıyorum, kıza dönüp sevgilin  de italyana benziyormuş gerçekten diyorum.

kendi hesabımı ödeyip  çıkmaya  karar verdim o karanlık geceden ama  o da ne. cüzdan yok! ertesi gün araba alacağım, fiat tipo üstelik, uzay mavisi renginde. polonya konsolosunun italyan eşininmiş araba. bayandan temiz, mis gibi araba. kaçırmamam lazım. cüzdanda peşinat var. o zamanın 1000 doları ağbi, benim 1 maaş yok. amına koduğumun italyanları hanginiz aldı lan çabuk geri verin demeye kalmadan gerçekten bir italyan gördüm birden bire. ne ara ben oraya geldim hiç hatırlamıyorum ama monica bellucci ile yüzyüze geldim. fatih akın'ın yanındaymış meğerse!

bu vesile ile yazarsam eğer monica hanım bir içim su. dayım emmim feda olsun sana ya monica diye bağırırken benim arkadaş elazığlı olmasına rağmen italyanca konuşmasın mı? bir bu eksikti a q!



17 Ekim 2019 Perşembe

VCD



97'nin sonbaharında cebimde para var ve deri mont ile müzik seti alma arasında kalmıştım. sonra ikisini de alıp bir güzel battım, o ayrı mesele, ama müzik setinden bahsedeyim.

neyse, bir dükkana girdim. philips'in iki modeli arasında kaldım. biri siyah biri gri. ama gri çok şık. ikisinin de özelliklerini sordum. siyah olanında VCD özelliği var dedi satıcı. VCD ney dedim, ben de bilmiyorum dedi. o bile bilmiyorsa niye siyahı alayım ki dedim, aldım griyi.

ve o kış kanal d VCD player ve film satışlarına başladı. işte o anda anladım VCD ney!

zaten 2000 gibi korsan cd işi başladı. her yerde madonna, queen toplama cd'leri vardı. sonra kazaa'yı öğrendim. yükle bilgisayara, oh miss..

akabinde hiçbir şeye gerek kalmadı. kulaklıkla kasetten walkman dinlediğim günlerden telefona geçiş yapalı çok oldu..

not: fotoğraf temsilidir! benim müzik setim senelerdir babamlarda durup duru..

18 Aralık 2018 Salı

bir zamanlar buralar arsaydı!

ah ahh, nerede o eski bloggerlar! tabi zaman değişiyor, insanlar okullarını bitiriyor, evleniyor, çocuk sahibi oluyor, iş/mekan değiştiriyor ve teknoloji de değişiyor. twitter, instagram vs çıkıyor. blog işi esasında bitti. aynen ekşisözlükte olduğu gibi, eski, eskide kalıyor..

ben bile eskisi gibi kitap okuyamıyorum, film izleyemiyorum. duyunca birden bire çarpıldığım şarkı pek kalmadı. evde bilgisayar kullanmıyorum. doğal olarak benim de blogda işim bitti. can sıkılınca girip ne var ne yok diye bakıyorum sadece. yeni blog keşfetme işi zaten bitti. sanki bir süre sonra bu blogger kapanacak.

neyse, eski zamanlarda kalan okuyucularımdan aklımda kalanları yazayım. şu an ne yaptıkları hakkında tahminlerde bulunayım. belki bir kaç tanesi tutar!

aşkın: kendi blogu olmayan, bloglar arası dolaşıp yorumlarda bulunan bir yorumcuydu. sanırım şirketini yönetiyor. artık yok..

pink freud: izmirli, okuyan, güzel yazılar yazan bir insandı. tahminim yurt dışında..

ruhum özgür: nikini hatırlayınca gülen bir insan yüzü geliyor aklıma :) yazdıklarından gördüğüm kadarı ile çoluk çocuğa karıştı.

baron von plastik: bana kiremit çatılı camiileri sevdiğimi hatırlatan insan :) çoluk çocuğa karışmıştı ama sanırım blogdan sıkıldı.

bossa nova: yazılarını zevkle okuduğum, eğlenceli bir insandı. en son evlendiğini biliyorum. sanırım çoluk çocuğa karıştı.

sena: kayboldu. tahminim yurt dışında.

sürüden ayrılan koyun: en son askerlik maceralarını okuyordum. tası tarağı toplayıp gitti. bence çoluk çocuğa karıştı..

burcu sıkgısıyrıq: tamamen ortadan kaybolan bir insan daha. zamanında radiohead'e alt grupluk yapan bir kadın rock grubunun parçasını paylaşmıştı. blogu kapayınca o şarkıyı da kaybettim ve bulamıyorum. kendisi uçtu gitti..

pembe gözlüklü kedi: hatırlamaya çalıştıkça bu kişiyi de hatırladım. napıyor acaba?

dream white: çok çok eskilerden bir kişi daha. feylesofumuz bence bir üniversitede felsefe bölümünde öğretim üyesi..

ful yaprakları: en son işten ayrılış hikayesini hatırlıyorum. napıyor acaba..

marla: adanalı bu metalci insanı da yok oldu gitti. bence çoluk çocuğa karıştı..

efsa: bira ısmarlayamadığım insan. tahminimce buralardan sıkıldı..

nikini veya kendisini unuttuklarım varsa eğer affola.. kusura bakmasın..

22 Ekim 2014 Çarşamba

mekan

4 ay önce taşındım. mekanı söylemeyeyim, ama yeni mahallem ilginçliklerle dolu.

- elektrik, su abonelikleri üzerime almaya gittiğimde şokla karşılaştım. elektrik 1200, su 800 tl borç olmuş. "neden kesmediniz" diye sorunca görevlilere "kesemiyoruz ki" cevabını aldım. polissiz gidemiyorlarmış. bence abartıyorlar, o kadar değil.

- yazın kavga döğüş sesleri bol oluyordu. bir keresinde karı koca ingilizce kavga ediyordu. abarttığımı sanmayın sakın, bildiğin ingilizce. sanırım afrika kökenli yurttaşlarımızdılar.

- yine yazın pencere önünde sigara içerken başka acayip sesler de duydum. sanırım karı koca veya sevgililer sevişiyordu ve kadının çığlığı geniş bir alanda yankılanıyordu.

- "sizin mahalle üzerinde helikopter gördüm, gene operasyon yapmışlar" sözünü yoldan geçenler bile söyler oldu. mahalle merkezi nispeten karışık olabiliyor ama sokakda bir durum yok. gerçi evin dibine bonzaiye hayır diye pankart astılar. işte bunlar hep böyle şeyler.

- sokak feci dar. ev alma komşu al derler ya hani, ev alma sokak al diye cevaplarım ben bu sözü. araba park etmek büyük mesele. park ettiğim yerde iki günden fazla araba kalamıyor. mahallenin kadınları hemen "burası benim evimin önü çek arabanı" diyorlar. kendi kapımın önüne çeksem yol tamamen kapanır bu arada.

- sokak ahalisi tüm yaz dışarıda sabahladı. bana ilginç geldi.

- sokakta kiralar taş çatlasa 1000 tl. iyi kötü 500-750 arası ev bulabilirsin. ama 5 dakika mesafemizde kocaman bir rezidans var ve benim duyduğum bunların aylık aidatları 15.000 tl'ymiş. zengin fakir iç içe yaşıyoruz. sokak varoş ama 5 dakika mesafede sinema ve migros var!

- mahalle merkezinde damacana su arıyorum. hanım "7,5 ph'dan büyük olsun su" dedi. bi sucuya girdim ve "ph kaç" dedim. dükkan sahibi ters ters yüzüme baktı ve "amacın ne senin birader" deyince "yok ağbi bir amacım" demek zorunda kaldım. adama hak verdim.

- neredeyse istanbul'un göbeğindeyim. 40 km mesefesi olan işime belediye otobüsüyle 40 dakikada gidiyorum. otobüs durağı yürüme 10 dakika mesafede. bu tür mahalleler öyle söylendiği gibi berbat falan değil. rahat rahat yaşanabiliyor. her şeyi abartmamak lazım. yukarıda yazdığım gibi ilginç durumlar olabiliyor. ama o kadar..

28 Ağustos 2014 Perşembe

pembe, gönlüm sende


geçen gün peder ameliyat oluyor. kardeşim, ben ve ablam farklı ilçelerden gelerek sabah hastanede buluştuk. o da ne, üçümüzde pembe giymişiz. annemin başörtüsünde de pembe var. kardeşimin eşinde ve benim hanımda da pembe renkli giysiler mevcut. vay be, insan psikolojisi cidden ilginç. demek hayatı o gün pespembe görmek istemişiz.

bu arada, pembe ile pamuk kelimeleri aslında temelde aynıymış. pamuk gibi kalbimiz varmış :)

18 Eylül 2013 Çarşamba

ercüment ç.


aşağı yukarı dört yıldır aynı evde yaşıyordum. ocak ile doğalgazı birbirine bağlayan boru gaz kaçırınca ev sahibine söyledim. odada iki bira açmış ve bitirmişim bu arada. adam eve geldi;

sen içki mi içiyorsun?

evet.

bu ev meyhane mi, ben hacı adamım, nasıl içersin?

şaka mı yapıyorsun ağbi?

yoo, çok ciddiyim, ay başına kadar terk ediyorsun bu evi!

haydaa, ne işin var çayda diyorum kendi kendime. çok sinirlendim. üçüncü kez evden atılıyorum. daha önce bir kez fakültede, yaz ortasında ev sahibi evi sattığı için atılmıştık. sonra belediyenin otel tipi odasında kalırken sabah mesai başlar başlamaz zabıta tarafından tebligatla yollanmıştım. onun nedeni gerzek başkanın karizmasını sarsmammış. benim öyle bir sarsmak gibi niyetim yoktu ama o sarsılmış hissetmiş işte! zaten daha sonra aday bile gösterilmedi. zaten yükünü toplamıştı o beş yılda.

evden atıldım lan, çok sinirliyim. her canlı ölümü tadacaktır misali her kiracı evden atılacaktır diye bir kanun var galiba. çok sinirlendim. bana resmen terbiyesizlik yaptı ve bir ercüment çözer nasıl olunur o zaman anladım. daha önce elimde bira kutularıyla beni eve içki taşırken gördü. eve kız attığımı da biliyor. o zaman evini kerhaneye benzetmemişti vesselam. neyse, mesele üç aşağı beş yukarı sonradan belli oldu. evden taşındığım gün evi çoktan kiraladığını söyledi. benden kafasına göre az alıyordu sanırım ve yenisi ona çokca vermeye razı oldu! bende gittim çatı katı tuttum bu arada. daha düşük kira, depreme dayanıklı bir ev, biraz küçük ama kocaman terası var, daha ne a q. boya işini arkadaşlarla hallettim. digitürk gelip çanağı taktı tepeye ve altıncı kata irili ufaklı toplam 50 parça eşya taşıdı üç kişi. adam kanepeyi omuzladı ve altıncı kata çıkardı be. ben ikinci adımdan sonra altında kalırdım.

evlerinden kiracılarını böyle saçma sapan nedenlerle atan ve insanı deli eden geri zekalılarla bir şekilde de olsa yaşamak ne berbat bir şey.

ee, gidiyorsun, son bir şey söylemeyecek misin?

içimden "hakkını helal et dememi bekliyorsun di mi a q herifi" diye geçiriyorum. "kibre bak adamdaki" diyorum kendi kendime. "yoo" dedim en sonunda.

peki, öyle olsun..

19 Mart 2013 Salı

400


geleneği devam ettiriyorum. tam 398 takipçim var ve 400'e az kaldı. 200 ve 300. takipçime birayı içiremedim. 400 üncü isterse eğer 5 bira benden. üstüne tavla. çarparım ama, ona göre..

(400 üncü içmeyi istemezse sizlerden birine de ısmarlayabilirim. istiyorum demeniz yeter :)

not: 400 üncü izlek istemediğini dolaylı yoldan bildirdi. isteyen varsa ve yorum bıraksın..

14 Mart 2013 Perşembe

eyvallah

ve en sonunda zaman hızla akıp giderken 36 yaşın zorlukları arasında tıkanıp kalmak böyle bir şey herhalde. "evlen.."

27 yaşındayken bir kız arkadaşım 32'ye kadar evlenmezsem eğer, ileride eşcinsel olabileceğimi söylemişti. en azından yüzük takmalıymışım, yüzük güven verir, kızlar atlarmış üzerime. parmaklarım bomboş hala.

şimdi başlayabilirim, ailem ve benim aramda giden kız paslaşmaları üzerine yazacağım yazıma. bana ilk 24 yaşımdayken buldukları kızdan kolay kurtulmuştum. köprü üzerinde kaçak cd satanlar vardı ve kızla beraber onların yanına gittim. direkt porno cd sordum. kız yüzüme baktı, satıcı olmadığını söyledi, ben tamam dedim ve beş dakika sonra yanımdan ayrıldı. oh be, rahatlamıştım. akabinde şanslarını 27 yaşımdayken deneyen ailem, bana takım elbise giydirdi ve kız görmeye bir eve gittik. evde 2 kız var, ben, hangisi diye kaş göz işareti yapıyorum. sarışın ve esmerden esmer olanı seçmiştim çünkü. o evli çıktı, sarışınmış meğerse. ama kız o kıyafetle beni elbette beğenmeyecekti ve 2 hafta sonra beğenmediğin cevabı geldi. aradan bir süre geçtikten sonra beğendikleri bir kızı bana çaktırmadan göstermek için akraba ziyareti adı altında yol aldık. evde bir kız vardı, ama yaşı 17-18 falan ve abartmıyorum, çok güzel bir kız. tipi ise bildiğin çocuk. eh işte biraz büyümüş. evden çıkışta beğenip beğenmediğimi sorduklarında o çocuğu mu dedim. çocuk ya hu o, ayıp ayıp dedim pedere, sübyenci yaptılar beni.

neyse, memlekete gittiğimde bir ev ziyareti neticesinde bana yine kız gösterdiler. aslında ketenpereye getirdiler desem yeridir. kız 20 yaş civarında bu sefer. nasıl kurtulurum, ne bahane üreteyim diye düşünüyorum ve evden tam çıkarken kız bana bir bakış attı ve korktum. dudaklarını ısırdı ve gözleri ile "şimdi siktim senin belanı" der gibiydi. uzun lafın kısası, kestirmeden beğenmediğimi söyledim. zaten o ketenpere işini hiç unutmadım. bağlasanız beni olmaz diye de belirttim. bazen işlem kolay oluyor. ama bazen de zor. bir başka seferinde ise kızla beni odaya kapattılar. kız içki içip içmediğimi, namaz kılıp kılmadığımı sordu. düzgün cevap verdim. 1 hafta sonra kızın olumsuz cevabı geldi ve nedeni zaten belliydi. üstelik o eve 3 bira içip gitmiştim. aile ile filmi orada biraz kopardım. 2 ay başımın etini yediler ve benim içine kapanık olduğumu, kızlarla konuşamadığımı, dereyi geçene kadar yalan söyleyebileceğimi söyleyip durdular. ama normalde durmadılar elbet. bir ara başörtülü bulduklarında direkt reddettim ve annem bir süre benimle dargın kaldığı gibi, sürekli laf çaktı durdu. bekar kalmak büyük sorun arkadaş. ama bu arada aile tarihine merak salıp, amcalarla ve babanne ile konuştum ve bir sürü gerçeği de öğrendim. yedi kuşak geriye kadar dedelerimi biliyorum. işin ilginç bir noktası var ama. dedeler hep 2 erkek kardeş gitmiş. tek erkek evlenmiş ve çocuk sahibi olmuş. ama ikinci erkek ya hiç evlenmemiş, ya da çocuğu olmamış. misal en küçük amcam evlenmedi. babamın amcasının çocuğu olmadı. dedemin amcası da evlenmemiş. dedemin dedesinin kardeşi ise ya deliymiş, ya da deli numarasına yatmış. dedemin dedesi 7 yıl yemen'de savaşmış. 1911-1918. derler ki savaşmamak için deli numarasına yatmış. gerçi ailenin savaşçı genlerini de bu sayede öğrendim. yemen var, dersim var(anlatması uzun hikaye), kıbrıs var, benim kardeşim de şırnak'ta yaptı. şimdi evli ve aslan gibi iki yeğenim var(toplamda dört). ben amcalarıma çekmişim ve ailedeki bildiğin o çürük elmayım. kardeşim ise sağlam taraf. 7,5 aylık ankara kısa dönemi bitirene kadar canım çıktı ve benim dede 7 yıl yapmış lan, var mı ötesi.

neyse, zalim kader tabancasını çekip bekarlık genlerini benim beynime boşaltırken ailenin aramasının yanında başkaları da aramaya devam etti. beni çok seven bir tanesi ise tam üç tane buldu. birincisini beğenmedim ve kız ağlaya ağlaya gözlerindeki tuzlu suları bitirmiş. ikincisinin neresini beğenecektim ki zaten. ama üçüncüsü iyiydi ve üstelik yeğeniydi. ama o da benim gibi tam bir iyi çocuk. ailesinin sözünden çıkmıyor ve kız hafta sonları beni sürekli ekiyor veya istemiyor. bende bir daha aramadım ve o işi tatlıya bağlamış oldum.

işte böyle sevgili okurlar. bu arama tarama faaliyetleri içinde yoğurula yoğurula vakit geçirirken bir gün annem aniden kesin bir emir verdi bana. acele memlekete gel. sebebi belliydi. uçağa atlayıp gittim. gördüğünüz üzere annemi kıramıyorum, ancak artık çok üstüme giderse biraz delirip benden uzaklaşmasını sağlayabiliyorum ve gittim memlekete. kızı gördüm. ertesi gün sote bir yerde buluştuk. kızla biraz laflayınca her şey anlaşıldı. kızın ailesi de onu zorlamış. üstelik kızın sevgili varmış. beni kıza "hiç sevgilisi olmadı" diye söylemişler. bana da "kızın eline erkek eli değmedi" demişlerdi. hepsi kocaman bir yalanmış meğerse(!) hayat böyle bir şey işte. karşılıklı kızla anlaşıp boşandık. şimdi kız evlenmeye karar vermiş. allah mesut etsin :)

velhasıl kelam, tüm bu ahval ve şerait içinde dahi aile ile karşılıklı inatlaşma devam ediyor. sen kız bulamazsın diyorlar. evlenmek çok gerekli mi acaba, kafama takılmıyor da değil. sıkılınca küçük amcama atıyorum pası. üstüne kuzenlerle toplanınca durum daha vahim bir hal alabiliyor. bende 50 tane kuzen var. bir kısmını hiç görmedim. ama benim yaşıtlarımı bilirim. artık onlar bile kız buluyor bana. bazıları evlenip, boşandı ve evlendi. eskiden suçu dayıma atardım. ama uzun süre önce o da evlendi. gerçi teyze ve halalarım da maşallahlık. toplamda 8 kişiler ama boşanma/ölüm derken sadece birinin kocası var. şu bir gerçek, köyden kente göçlerde ilk yıllar sakin geçebilir. ama aile reisi öldükten sonra herkes bambaşka yollara savrulabiliyorlar. şehirler insanları çatır çatır yiyor. benim önümdeki evlenme örnekleri çok feci. çaktırmadan bundan bahsettiğimde benim öyle olmayacağımı söyler ailem. iyi biriymişim. nerden biliyorsun ki, 14 yaşımdan beri ayrıyım ben sizden. bir keresinde onlara eğer evlenirsem karşımdaki insanla da nlaşamazsam eğer, onun hayatını cehenneme çevirebileceğimden bahsettim. bakın, kız iyi biridir, ama sonra boşanırsak hayatı kararabilir. ben, o ihtimali bile düşünüp karar veriyorum. "öyle yapacaksan hiç evlenme o zaman" diyorlar. olur diyorum. ama süreç değişmiyor.

kartlarımı açık oynamaya karar verdim. blöf yok. kriterleri tek tek söyledim. bana 30 küsür yaşında birini bulmayın. onların tek seçeneği ben mi olayım be ya. 25-30 arası olur. elim yüzüm düzgün ne de olsa. üstelik yaş 36, bu yaştan sonra aşk hikaye, o gençlik hastalığı. ama gördüğümde de biraz çekici gelsin, hem maaşı da olsun.

sonuç şudur ki ey dostlar, bu iki hafta içinde beni gezdirecekler bol bol. ellerinde bir katalog var sanırım. üstelik annemin bir de yancısı var artık. o da akraba ve çocuğu olmadı. kendisini mecbur mu hissediyor ne, bilemiyorum şimdilik.

tabi işin derini inmek lazım. kardeşimle konuşurken onun küçükken büyük amcama özendiğini fark ettim. onun gibi arabası olsun istermiş. çoluk çocuk vs. peder o sıra içeride. ben büyük amcamdan öteden beri uzak dururum. kendisinden başkasını sevmeyen bir tiptir. neyse, kardeşime babasız büyümek pek etki etmemiş. ama bana feci koymuş. ben çocukken 18 yaşımda bir işe gireceğimi, 20 yaşında da askere gideceğimi biliyordum. ama o zaman dahi evlenip çocuk sahibi olmak gibi bir düşüncem hiç yoktu. 19'da işe girdim. 25'de askerdim. 36'da hala bekarım. en sonunda küçük amcamla beraber huzur evine yatacağız ve emekli maaşlarını oraya vereceğiz.

kader bazen sizin tahmininizin de ötesinde yaşamınızı etkiler. çaktığı çiviyi çıkarmak için çaba göstermezsiniz. çünkü o çivi o kadar güzel girmiştir ki, size keyif verir..

20 Eylül 2012 Perşembe

hayatım olmuş işler güçler - 2

bugün yine yürüyerek eve gidiyorum ve belediye temizlik işçisi bir herif, yanında karısı ile yürüyor. kadın öyle bir sinirli ki pes doğrusu. "senden de bir bok olmaz, anam haklıymış" deyip duruyor ve herif "sus be kadın" diye sessizce konuşuyor. yüzlerine bakamadım ayıp olmasın diye, sessizce yürümeye devam ettim.

sonra bu ramazanda şahit oldum. mesai bitmiş, kırmızı ışıkta durmuşum. herif elinde bıçakla gidiyor, çok sinirli ve "hepinizin amına koyucam, benim karımı siktiniz ha, hepinizin amına koyucam" diye diye, saçı başı dağılmış, cinnet bir halde yürüyor. olayın sonunu bilmiyorum..

eskiden alt katımdan ses eksik olmazdı. herif karısını sürekli dövüyor, ama kadın manyaktı sanırım. o da gidip çocuğunu dövüyor. alt kat ses ve dayak cümbüşü içinde, deli bir hali var. hem kadın harbiden manyaktı. beni yolda durdurup bağırıp çağırırdı. sesimi çıkarmadan dinliyordum kadını ve yoluma devam ediyordum. bir keresinde benim kapı çaldı, açtım. bi baktım o kadın. nasıl bağırıyor bana, meğer benim lavabonun suyu alta akıyormuş. binayı dandik yapmışlar işte. mahvetti beni. indi aşağıya, on dakika geçmedi kapı yine çaldı. kocası bu sefer. özür diledi. dayak yerken mi delirdi yoksa zaten deli miydi, bilemeyeceğim.

o evin sahibi de almanya'da yaşıyor. kirayı babasına veriyorum. sonra öğrendim ki ev sahibini almanya'da içeri atmışlar. bir süre sonra herifin uyuşturucu kaçakçısı olduğu söylendi. lan dedim, evi polis molis basar sabaha karşı, cık cık..

o değil de, bugün traş olmaya gittim berbere, herifin dediğine göre yaşadığım yerde iki canlı bomba varmış. kara çarşaf ile dolaşıyorlarmış. öylesini görürsen ayaklarına bak, erkek ayakkabısı giyiyorsa kaç dedi. vay a q.

dün sabah işe gitmek için arabanın başına geldim, bi baktım ön tampon düşmüş. sakinim hala, dikkatle inceleyince gördüm ki çıkmışlar tampona, zıplaya zıplaya kırmışlar. ayak izleri hala tamponun üzerinde. inceledim, ateş soğuktu. çoktan uzaklaşmışlar. arabayı park ettiğim yerde geceleri sürekli başka başka kız ve erkekler gizli gizli konuşuyor. öpme falan yok. ama samimiyet diz boyu, sarılmalar, koklaşmalar gırla. onlar mı yaptı acep, çünkü sürekli basıyorum çiftleri.

"sonuçta varoluşun neden olduğu en büyük yorgunluk belki de insanın yirmi yıl, kırk yıl boyunca, hatta daha bile uzun süre, aklı başında kalmak için harcadığı o olağanüstü çabadır, basitçe, derinden kendi, yani tiksindirici, dehşetengiz, saçma olmamak uğruna. baştan veri olarak elimize tutuşturulan şu aksak ikinci sınıf insanı, sabahtan akşama kadar hep küçük bir evrensel ideal, birinci sınıf bir insan olarak sunmak zorunda kalmamız ne de büyük bir kabus." gecenin sonuna yolculuk - celine

(daha yazardım ama yerim dar!)


16 Ağustos 2012 Perşembe

onun arabası var

tv'lerdeki deliler ile gerçek hayattaki deliler arasında büyük bir uçurum var. aklınıza mahallanin muhtarları dizisi gelsin. orada "düt düt dütt" diye öterek giden, temiz giyimli, elinde direksiyon, direksiyonda aynası olan, kendisini araba sanan bir deli vardı. deli dediysem lafın gelişi deli. o akıllı delilerdendi. lafı çakar ve giderdi. hatta mahallenin en akıllı delisiydi. oysa kendini araba sanan deliler hiç öyle değil.

ben bu kişilerden ikisini tanıdım. birincisi sakarya'ydı. içinde simit sattığı küçük bir arabası vardı. sonra kendisini bir anda kaybediyor ve hızla koşmaya başlıyordu. üstelik yolun ortasından. tabi herkes tanıyor artık herifi, sorun yok. onu görünce yavaşlasan yeter. üstelik adam hakkındaki hikayeleri de dinliyoruz. bir keresinde fındıklığın ortasında kendisini tır zannetmiş. tabi koskoca tır çıkamamış bahçeden. bu da inmiş tırdan, almış eline nacak. 100 ocak fındıklık dümdüz(yaklaşık 1,5 da).

bunlardan bir tane de çalıştığım yerin karşısında var. bu çocuk kulağına kulaklığı takıyor ve basıyor gaza. sonra birden bire duruyor ve geri vitese takıp park ediyor. sonra park ettiği yerden bir daha çıkıp yeniden gaza basıyor. bir 15 dakika civarı bu işlem böyle devam ediyor. kulaklığı kulağından çıkardığı anda da işlem bitiyor. malum, o kulaklık aslında arabasının radyosu! bu kişinin direksiyonu yok elbet. varmış gibi ellerini hareket ettiriyor. geçen bana çarptı! göbeğimi gördü ve "hava yastığı hava yastığı" dedi. ben de ona 2 sigara verip bi de çay ısmarladım. sonra aramızda nalaştık. kusurlu olan benim. 8'de 8 ve arabadaki zararının büyük olmadığına kanaat getirdik. üstüne bi de su ısmarlayınca işi tatlıya bağladık.

hem sonra kendini araba zannetmeyen deliler geldi aklıma. mesela birincisi feciydi. -10'da üstü çıplak gezer, oturduğu yerde elini pantolonunun içine sokar ve sanırım masturbasyon yapardı. uzun süreli bakma gibi bir durumum olmadığından ne yaptığını elbet kestiremiyorum. başka birisi yarı deli mi desem ne desem bilemedim şimdi. güzel bir bisikleti vardı ve herkes sigara toplar, sonra çeşmesinin başına gider, araba yıkardı.

mazhar osman'a sormuşlar, "kaç tür deli vardır?" o da demiş ki "beş tür, biri içerde dördü dışarda!" halkımızın sapır sapır cinnet geçirdiği bu sıcak havalarda hepinize itidal tavsiye ediyorum. delirebilirsiniz, ama cinnet geçirmeden..

15 Ağustos 2012 Çarşamba

hayatım olmuş işler güçler

ayın ortası olmuş, daha bir yazı. rezalet. sanki yıllık izninin bir bölümünü kullandığı için yazmayan köşe yazarıyım anasını satayım. bu ne lan, kınıyorum kendimi. "kendini kızıyorsun, tamam, ama neden yazmıyorsun" diyen siz masum izleklerime cevap veriyorum.

kitaba sardım arkadaş. böyle toptan kitap alınca hepsini bitirmek için gözüm dönüyor. simon kuper'in futbol asla sadece futbol değildir'inden bir başladım, ajax, hollandalılar ve savaş'ından devam ettim. herif harbi iyi yazıyormuş. adam o ismi boşuna büyütmemiş. neyse, sonra ver elini boris vian. akabinde bir miktar dünya savaş tarihi. sonra şeker portakalı. o neydi lan öyle. zeze'nin ne biçim dünyası varmış. öyle bir sardı ki kitabı bitirdiğimde gece 2:30 ve gözlerim şelale gibi olmuş. üstüne dickens'in iki şehrin hikayesi'ni okumak hiç iyi gelmedi. onun son bölümünü artık tahmin ederken gerçekleşmesini okumak ayrı bir gözleri doldurma nedeni. çok güzel yazılmış be ya, harbi bak, ben o kadar fransız ihtilali tarihi okudum, gerçekliği hiç bu kadar kavrayamamıştım. roman ile tarih kitabı okumak arasındaki derin çizgi anasını satayım. ha bu arada, brezilyalı ebeveynlerin a q.

hem sonra iş bankasının çocuk kitapları serisi var. orjinal dilden, kısaltmadan ve 3 tl. süper lan. define adasını okudum anasını satayım. oz büyücüsü, bir yılbaşı hikayesi derken, pehh.. dionysos yayınevi'nin de 3 tl'lik klasikler serisi var. ruslar, fransızlar, ingilizler derken oo. gerçi kitaplar özensiz basılmış, çok miktarda kelime hatası var. ama olsun, 3 tl'ye harika romanlar okuyorum(ölü canları almayın sakın. sonunu resmen gebertmişler. yaklaşık 100 sayfa çalmışlar)..

bu arada pilli bebek - duruyor zaman beni mahvetmekte. halime falan sorarsanız eğer -ki sormayın bence- bildiğiniz gibi işte. hayat hala çok garip, hala çok salakça ve gereksiz. ramazan münasebetiyle iftardan iftara koşturup duruyorum işte. tutmuyorum ama çağırıyorlar. davete gitmemek kötü bir şey. ayrıca şunu fark ettim ki istanbul'da kimse oruç tutmuyor. hele istanbul'un kırsalı hiç tutmuyor.

işte böyle sevgili izleklerim. hayat her zamanki gibi akıp gidiyor. ama güneşin altında çalıştığım günler biraz pis akıyor. eve kendimi zor atıyorum, leş gibi ter, kan vs. hem geçen size kirazdan bahsetmiştim ya hani, domates ayrı bir alem bu arada. arkadaş bi sürü sebzeci arkadaş var, gidiyorum yanlarına, tüm domatesler bitik halde. size şunu söyleyeyim, eğer üstünde delik olmayan bir domates varsa, bilin ki ilaçlanmıştır. önce güzelce yıkayın ve sonra kabuğunu soyun. ama işin güzel yanı bu sene sebzecilerin karpuzları nefis. kocaman kocamanlar ve nefisler.

ha bak unuttum, olimpiyatlara da daldım bir süre. sonra sıkıldım. akabinde bizim şahane 1500'ümüzü izledim. at yarışı oynamışım ve bağırıyorum "hadi kızım, hadi kızım, hızlan kızım, hadi dayan be, koş ulan koş!" sonuç süper. altılıyı tutturmuşum gibi sevindim. ama bana "hiç altılıyı tutturdun mu" diye sormayın. tutturamadım arkadaşlar. lanet olsun benim içimdeki at sevgisine. gerçi senelerdir oynamıyorum. jokeyleri bilsem bile atlar falan hikaye oldu. ben ki zamanında bir çok yarış sevdalısı gibi şiki şiki baba baba eşliğinde ders çalışmış, kupon doldurmuş, halis karataş'a telefonla ulaşmaya çalışmış adamım. nafile hepsi! ha bu arada, veli efendi'yi yerinden kaldıracaklarmış diye bir söylenti duydum. yalandır umarım. diyorlar ki haraççı'daki muayene istasyonunun oraya bir yere konduracaklarmış. bu muayene işini senelik yapmaları apayrı bir rezalet elbet. bana iki senede bir yaptırmak zor geliyor, bu her sene işi ne lan. ticari taşıt mı lan bu dümbükler. nasıl para kazanacağınızı şaşırdınız anasını satayım. daha dün hava, yağ, filitresi derken bayıldım 80 kağıt. yuhh.. ha bu arada, iş yerindekilere "ben de sizin gibi küçük burjuvayım ulan" dedim. şimdi küçük burjuva aşağı, yukarı pehh. bu arada, iş yerindekiler oruç tutuyor. onlara tutmamaları karşılığında tüm günahlarını yüklenme garantisini verdim. yok, yine tutuyorlar. küçük burjuva işte nolcak..

yine mekan değiştirme hevesim çıldırtıcı boyuta geldi bu arada. ev ve iş değiştireceğim anasını satayım. kestane gürgen palamut, altı yaprak üstü bulut, topuk yaylası ne güzel ne güzel..

24 Temmuz 2012 Salı

korkularım..


can okurlarım benim, bir süredir sizi ihmal ediyorum, farkındayım. iş güç tatil sıcak vs durumları var. olsun dediğinizi duyar gibiyim. olsun diyorum ben de zaten. neyse, size enteresan korkularımı yazayım, eğlenceli tarafından olsun..

cam üstünde yürümek. hani bazı avm'lerde vardır, zemin camdır, 15 cm altında ise beyaz taşlar döşenmiştir. işte kardeşlerim alt taraf boş göründüğü için düşüyorum hissi yüzünden panikliyorum. isterse o cam zemin yere bitişik olsun, fark etmez. kırılır o cam, kırılır ve ben düşerim böyle uçurumlardan aşağıya doğru.

kaza geçirip kolumun bacağımın kesilmesi ihtimalinden nefret ediyorum. arabamla hız yapmam o yüzden, zaten dandik bir model kendisi. bi de boyun altı felç olduğunu düşünün, bırr. kemerimi her zaman takarım, ne olur, ne olmaz.

bi de yürüyen merdivenlerin iki yanı da boşluksa eğer, yanlardan sıkı sıkıya tutuyorum ve kesinlikle aşağıya bakmıyorum. yukarıya da bakmıyorum elbet. kafam dümdüz ileriye doğru bakıyor. baksam zaten düşeceğim. insan harbi düşer o merdivenlerden, bi ağ germeleri gerekiyor yanlara, ciddiyim bak..

banyo yaparken asla ve asla sırtımı kapıya dönemem. bir sapık çıkar, katil girer evime, beni bıçaklar sonra. ciddiyim bak, gözlerim açık banyo yaparım hem, elimin altında da ne olur ne olmaz diye bir şeyler tutarım.

banyo işine benzer şekilde çekiçle uyurum ben. eve hırsız girerse hazırlıksız yakalanmayayım diye. tedbir amaçlı. uyku lan bu boru değil, girerse eğer, sallarım çekici o ara onun kafasına..

ve evet, biriyle yiyişirken asla ve asla görünmeyi sevmem. perdeleri sıkı sıkıya kaparım. öpüşürken bile kapalı mekanları tercih ederim. mekan açıksa eğer gözlerin açık öpüşürüm. izlenen kişi olmak kadar iğrenç bir başka şey daha yoktur.

karşıdan gelen kişilerin selam vermesinden hafiften tırsıyorum. herif/kadın daha önce beni tanıyordur, o yüzden selam vermiştir, olabilir, ama ben insanların suratını çok fazla görmezsem eğer hatırlayamam ve "bu niye şimdi selam verdi durup dururken" diyerek elinin ayağının yerinde olup olmadığını kontrol ediyorum. elleri cebindeyse tetikte geçerim yayından. o cepten ne çıkacağı hiç belli olmaz.

ayrıca telefonlarımın dinlenmesi, yazışmalarımın takip edilebilir olma ihtimalinden korkmuyorum elbet, ama ürküyorum. çok pis bir durum o. gizlice izlenebilirlik feci bir durum.

ve ayrıca okurken veya izlerken çok beğendiğim bir yapıtının sonunu göremeden/okuyamadan ölmekten çok tırsıyorum. hayır, öleceksem eğer o film serisi bitsin, o kitap okunsun öyle öleyim. sevdiğim/seveceğim tüm yazarların/yönetmenlerin ölü olması tercihimdir.

yaa, işte böyle sevgili kardeşlerim/blogerlar.. siz de korkularınızı bi yazın bana bakayım, nelerden üsrüküyormuşsunuz bu hayatta öğrenek hep beraber, paylaşalım bunu, korkularım göklere çıksın, uzay istasyonundaki astronot/kozmonotlar saygı ile önümüzde eğilsin..

5 Temmuz 2012 Perşembe

en rezil yedi an

üniversite yılları, platonik aşık olduğum kızın masasına oturmak üzereyim ve kız eliyle işaret ederek "oturma" diyene kadar sandalyeye oturdum ve düştüm. tüm kantin bana bakıyor ve dışımdan okkalı bir küfür salladım. kız ve arkadaşları güldü, ben kalktım, kıçımı elimle sildim, surat bi karış, onu gördüm yine, yüzümde gülücükler açtı aynı anda. "naber" dedim, o gülüyor hala, güzel gülüyordu vesselam.

liseye yeni başlamışım. neyse, bizim mahallede basket potası yok, ama lisede var. çift pota maç yapıyorum ilk kez ve nasıl bir eziklikse benimkisi ben sürekli bizim potanın dibinde bekliyorum, savunma yapmak için! lan hatırladıkça hala feci kasılırım, için daralır, ne biçim bir halim varsa işte, aman boşver..

bu kez rüyalarımdayım. arada sırada bu rüyayı fiks görürüm. evden çıkıyorum ve yürürken bi bakıyorum ki pantolon giymeyi unutmuşum. sokaktaki herkes bana gülmeye başlıyor ve nasıl bir utanç çöküyor üzerime inanamazsınız. öyle kalıyorum ve birden bire kan ter içinde uyanıyorum. sanıyorum bunun nedeni daha okula bile başlamadığım zamanlardan birisinde beni pantolonsuz çizgi film kahramanları gibi dışarı salmaları..

üniversiteye yeni başlamışım ve ilk protokolümü yapmışım. geçtim kantine, protokole bakıyorum ve nasıl gidip geleceğimi düşünürken karşı masaya tek başına bir kız oturdu. başladı beni kesmeye. en sonunda dayanamadım ve gittim yanına. havadan sudan konuşuyoruz, ikinci sınıfmış ve dedi ki "ben bu sene okulu donduracağım." bende zaten aynı zamanda çalıştığım için dondurmayı düşünüyordum ve ona "sizde mi çalışıyorsunuz?" dedim. kız "yok ben hamileyim" dedi. başımdan aşağıya kaynar sular döküldü, mahvoldum. hiçbir diyemeden bir süre daha oturdum. sonra "işim var" deyip kalkıp gittim. benim için büyük rezillikti..

lise bitmiş, dayımın yanında matbaada çalışıyorum ve iş çıkışı bir kahvehaneye gidip bi çaya bi dünya gazete okuyorum. bir gün başka bir kahvehaneye girdim. sonra bir çocuk geldi yanıma, benim yaşlarda ama. dedi ki "senin adın ahmet(adı salladım)'ti değil mi?" baktım çocuğa, tanıdık hiç bir yanı yok. "evet, sen nerden tanıyorsun beni" dedim. "seni nasıl unuturum, seninle ilkokul 3'de aynı sınıftaydım. o kadriye öğretmen her gün seni dövüyordu ya" dedi. işte o an bittim arkadaş. insanlar beni yediğim dayaklar yüzünden tanıyor. bu ne rezil bir tanıma biçimidir. eyvah eyvahh be ya..

ortaokul zamanı. beden dersi. üzerimde eşofman yok. basit bir kıyafet var işte. ayakkabı zaten yok. hoca hepimize şöyle bir baktı. bana dönüp "sen geç, arkada otur" dedi. sonra bir kaç kişi daha. arkada üç kişi toplandık. geri kalan spor salonunda spor yapıyor vs. utandım kıyafetsizlikten. biz oturduk durduk o kadar saat. ders bitiminde hoca "eğer eşofman ve spor ayakkabı getirmezseniz sizi bedenden bırakırım" dedi. ertesi hafta aldırdım elbet bir şeyler. ama iki haftada bir elimde yorgan iğnesi, ayakkabı diktim sürekli..

ilkokul üç. işte o kadriye'nin bir dersi. sıfatları mı anlatıyor ne, örnek veriyor, sonra bana döndü. "ahmet(adı salladım) sınıfın en sıskasıdır" dedi. başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. teneffüste tüm sınıf benimle sıska olduğum için dalga geçecekti. sonra bir mucize oldu. hoca durdu durdu ve "hayır, ahmet değil, osman sınıfın en sıskasıdır" dedi. içimde açan gülücükleri tahmin edemezsiniz. sonra osman'a kadar bir yakınlık hissettim. hatta onunla takılır oldum, zor iş dalga geçilmek. zaten rezil olduğunu hissettiğin an, dalga geçileceğini bildiğin andır. gerisi hikaye..

4 Temmuz 2012 Çarşamba

ev sahibi ve ben

onu ilk gördüğümde aramızda bir şeyler olacağını hemen sezmiştim. o tombul yanakları, kısa boyu ve tıknazlığı, kel kafası ve göbeği ile bildiğin tipik bir ev sahibini andırıyordu. avcıydı kendisi ve beni de avlamıştı(!) evini bana verdi, hem de istanbul şartlarına göre oldukça düşük bir fiyata! artık onun dalmaçyalı av köpekleri karşımda olacak şekilde eve yerleştim!

ev sahibimle aramda kiracı-ev sahibi ilişkisinden daha garip bir ilişki var. istanbul'a ilk geldiğimde "önce ev sahibinin kızı/kız kardeşi, sonra bakkalın" gibisinden bir geyik amaçla faaliyetlere giriştiğimden olsa gerek, bana sürekli kız buluyor! kızlarını benden uzak tutuyor(!)

neyse, ilk bulduğu kız 40 yaşlarında bir öğretmen. buluştum tabi, ama sonuç fecaat. kadın çökmüş. "saçları sarı ama" dedi bana ve ben şaşırdım. ben sarışınlardan hoşlanmam ki. belki o sarışınlardan hoşlanıyordur. kızla konuşurken eski türk filmlerinin köy sahnelerinin çekildiği mekanlarda çocukluğunun geçtiğini söyledi. arazileri varmış oralarda. ben de biliyorum elbet oraları. ilgimi çekmedi. ev sahibim "neden beğenmediği" sordu, ben de ona "yaşım 35 olabilir, ama o kadar da değil be ya" dedim. harbiden değil, yaşım göçmüş olabilir, kendim çökmüş değilim!

ikinci bulduğu kız bir hemşire. bir hafta sonu onunla da görüştüm. "hayat güzel" derken aldım götürdüm avm'den birisine, gez dolaş, sonra tiramisu ye derken işi çıktı kızın. gitti. 1 hafta sonu "gel bi daha görüşelim" dedim. "benden sana hayır yok, bırak peşimi pis sapık" dedi. demedi ama demeye getirdi. sonra kadınlar diyor ki "nerede bu düzgün erkekler, hepsi kapılmış". yalan tabi, kapılmamışını da beğenmiyorlar. hem sonra bu otuza yaklaşmış kadınların genel problemi bu. şimdi seni beni beğenmiyorlar, ama yaşları otuzu geçince "o da olur" derler. otuz beş olunca inanın bana "bir çocuğu olsa da olur" diyecekler! kırk olunca gidip elliliklere takılacaklar!

üçüncüsünü görmek için düğüne gittim. trakya düğünü elbet, oynaya oynaya kızın yanına kadar sızdım ve görür görmez "aman tanrım, bu karı bergüzer korel'den bile daha cazgır duruyor" diye haykırasım geldi. görmez olaydım o bakışı. eskiden annemin bulduğu bir kızda "şimdi işin bitti, s.kicem seni" bakışı görmüştüm ve onu görmemle kızdan vazgeçmem bir olmuştu. işte bu kızda onun bile ileri versiyonu vardı ve resmen level atlama söz konusuydu.

hayat böyle işte, yirmilerin başlarında annemin bulduğu başka bi kızla cd satıcısının önüne gitmiştim ve "erotik cd var mı?" diye sormuştum. kız benden beş dakika sonra ayrıldı. o zamanlar genciz tabi, evlilik falan ooo..

ev sahibi neşeli biri. bana artık kız bulmasın diye geçen gün torbadai bira şişelerini şangır şungur sallayarak yanından geçtim. yine ısrar ederse kirayı bir ay unutmayı düşünüyorum..

20 Haziran 2012 Çarşamba

otuz yıl sonra öğrendiğim gerçek!


senelerdir kalemi böyle tutarım. yani kalemi üç parmağımla da kavrarım. geçen gün adamın birinin işini hallederken herif kalemi neden öyle tuttuğumu sordu. "emekli öğretmen misiniz?" diye cevap verdim ve herif bana doğru kalem tutmayı öğretti!


işaret parmağı ile baş parmak bitişik olacak. vay anasını ya, hiçbir ilkokul öğretmenimin kalem tutma dersi verdiğini hatırlamıyorum ve senelerdir kalem tutmaktan parmaklarım acır. yazım ise iğrenç ötesidir, doktor yazısı bile halt etmiştir yanında. ulan kalem tutmanın bile tekniği varmış. hem ilkokul öğretmenlerimi hiç sevmem..

30 Nisan 2012 Pazartesi

cinnet


insan beyni bazen garip şekillerde işleyebiliyor ve aslında hiç yapmak istemeyeceğin bir şeyi sana yaptırabiliyor. mesela, güzel bir şekilde başlayan cuma akşamım, uyumanın akabinde ne olduğunu bile hatırlamadığım karmaşık rüyalarından ardından netin başına geçmemle devam etti ve o anda çok eski bir dostuma, olabilecek en anlamsız mesajlardan birini attım. yani onun "bu ne lan, yuh öküzmüş lan bu, gerçek yüzünü ancak şimdi görebildim" diyebileceği ve gülüp eğlenmesinden başka bir işine yaramayacak bir mesaj. öyle bir şey ki bir daha yüzüme bile bakmaz.

sonra yattım uyudum. sabah kalktığımda yüzümde bir sırıtma ifadesi, zafer kazanmışım gibi garip bir hal. öğleden sonraya kadar devam eden bir durum, içimde bir sevinç var. sonra bir kaç saat daha geçti ve birden yaptığım işin ne kadar salakça bir şey olduğunu fark ettim. çocukça bile değil, çok salakça bir şey.

nasıl desem şimdi, sanırım insan beyni bazen kontrolü eline geçiriyor ve sana bir sürü emir verip, beynin hastalık olarak gördüğü bir durumu kesip atıyor. galiba cinnet de böyle bir şey. normalde hiç bir zaman yapmayacağın şeyleri yapıyorsun. sonra sen kontrolü eline alınca içinde bir pişmanlık beliriyor. böyle saçma sapan bir şeyler işte. uzun lafın kısası; insan beyni, senden bağımsız olabiliyor.

10 Şubat 2012 Cuma

hırsızlık mülkiyettir

pierre joseph proudhon'u severim, mülkiyet hırsızlıktır lafı da hoştur, güzeldir. ama kardeşim hepi topu bir ikinci el aldığım lap top, bi de dandik fotoğraf makinası ile kullanmadığım traş makinasını gece girip çalıyorsan eğer ayıptır lan. yok bir şey evde işte, zorunlu eşyalar var bende, ne işin var evimde, cık cık.

hayır tipoyu da çalmaya yeltenmişsin ya, ayıp ayıp... 

mülkiyet hırsızlıktır, atadan gelen mülkiyet resmen hırsızlıktır, ama hırsızlık da mülkiyettir be. lap top'ımı geri istiyorum, bi sürü film vardı içinde, hikayelerim vardı, gitti hepsi...

27 Ocak 2012 Cuma

can...

malumunuz üzerinde istanbul'u kar alıp götürüyor ve herkes evlerinde ve işyerinde ne yapıyor, inanın bilmiyorum, gerçi umrumda da değil! keyifle okuyun, eğlenin diye, sildiğim eski bir yazıyı yeniden düzenleyip yayınlayayım dedim. başıma gelen bu ilginç olaylar silsilelerini, koca karı ilaçlarından sır kapısına kadar geniş bir yelpaze içinde tutmaya çalıştım, valla bak!

10- ilkokul 2-3 cşvarı olmalı, ilkokul 15 tatili ve inegöl'de köydeyim. göğüs kafesim o zamanlar batardı ciğerlerime ve nefes alıp vermekte zorlanırdım. işte o gün, o acı son raddeye geldi ve nefes almamı engelleyecek kadar büyük bir acı hissetmem ciğerlerimde. o zamanlar öyle doktora gitmek falan yok. zaten doktor inegöl'de. gitmem 2-3 saat alır. yolda acıdan ölürdüm büyük ihtimal. neyse, amcam beni hemen eve götürdü ve babannem kuzinenin üstünde kiremitleri ısıttı ve onları havluya sardı. sonra göğüs kafesime o havluya sarılı sıcak kiremitleri dayadı. acı geçmişti. sanırım böylece göğüs kafesim genleşti. kiremit tedavi çok işe yaradı ve ileride de hiç öyle bir acı hissetmedim. ne doktor, ne tahliller, ne de başka bir şey. kesin tedavisi sıcak kiremitmiş demek.

9- ortaokulu bitirdiğim gün hoşlanılan kıza hava atmak için biriyle yarışıyorum ve ben geri geri koşuyorum. geçicem ya çocuğu, ben seni öyle de geçerim demek için. neyse, koşmasına koştum, ama ayağım bir şeye takıldı ve sağ kolumun iki kemiği birden bileğin hemen üstünden kırıldı. bursa'daydım, hemen hastaneye yetiştirdiler. iki kemik de kırıldığından sağ elimi sol elimle tutuyordum. bıraksam olduğu gibi aşağıya sallanıyordu. velhasıl kelam hastanede ilk kez narkoz yedim ve alçıyı taktılar. kolum alçıdan çıktığında alçının altında kalan yerlerin iyice kıllanmış olduğunu görmüştüm. kurt adam gibiydim resmen. sonra o kıllar döküldü. ama o kırığın acısı çok fenaydı lan.

8- ilkokul 1 veya 2'ydi. diğer mahallenin çocukları ile ciddi ciddi kavga edip çocukları bir güzel dövüyoruz. ama kaçtı ibneler. ama biri kaçarken taş fırlatıyor ve o taş tam sol gözümün soluna geliyor. o taş yarım santim sağa gelse sol gözüm çıkıp gitmiş olurdu, elime verirlerdi onu. ardından uzun yıllar boyunca sol gözümün solunda ters j harfi ile dolaştım. şimdi o iz silindi. façam olmadan ölmemeliyim! faça demişken, alnımın ortasındaki başka bir taş izi hala durur.

7- orta 1'deyim. o zamanlar çalışkan bir öğrenciyim. okul hayatımın en iyi devresi. matematik, türkçe, fen, sosyal, hepsi 10. düşünün ki millete çarpım tablosunu öğretiyorum. 7x8'i bilmeyenleri eksiliyorum. sınıfın en çalışkanlarından biriyim. üstelik ilkokulda sürekli pekiyi ile sınıf bitiren tüm mahalle arkadaşlarımın hepsi tökezlemiş. koskoca mahallede benden başka fakülte bitiren yok. bir kaç iki yıllık var, lise neredeyse yok denecek kadar az. büyük kısmı orta ikide finiş yapmış. neyse işte, yanımda o zamanlar orhan diye biri oturuyor. çalışkanım ya ilk defa, kıçım tavan yapmış, sınavlarda çocuk benden kopya istiyor. ben vermiyorum. sınıfta kaldı orhan. kafam bastığında üzüldüm çocuk için. orta 2'ye giderken görüyordum onu. birinci sınıflarla beraber yürürdü ve beni görünce kafasını çevirirdi. herhalde sinirliydi bana. o zamanlar internet yok elbet, ben setbaşı kütüphanesinin yollarını aşındırırken o da gayret etse geçerdi sınıfı. o da mesele değil aslında. orta 3'de, 3 bütünleme ile yaza girdim. yavuz vardı, benimle aynı durumda. kolum kırık, azmettim, ders çalıştım. almanca, matematik ve türkçe. verdim hepsini. yavuz verememiş. ortaokulu bitirememiş. lise başlayınca cumhuriyet caddesine çıkmıştım bir hafta içi. neden gittiğimi hatırlamıyorum. ama yavuz'u görmüştüm caddede. üzerinde eski bir ceket, pantolonun dizleri yamalı ve küfe vardı sırtında. hava soğuk üstelik. yavuz'un önünde yaşlı bir adam, peşine takmış çocuğu, gidiyorlar. gördü beni, kafasını çevirdi hemen. hiç bir zaman o kadar çok utandığımı hatırlamıyorum.

6- 13-14 yaş civarı, bursa'da, yaşadığım yerde, evlerin bahçesi olurdu. bahçe dediysem kocaman değil. içinde bir kaç ağaç. güzel erikleri olan bir bahçeye girdim kardeşimle. adam bizi gördü. biz tabanları yağladık. lan altı üstü 3-5 erik için herif bizi izledi de izledi. bırakmadı peşimizi. kardeşimle yollarımızı ayırdık, değişik sokaklardan geçtik, her şeyi denedik. yok, bırakmıyor. en sonunda eve attık kapağı ve lambaları kapattık. herif evi de buldu, gitmiyor önünden. en sonunda gitti pezevenk. ertesi gün amcam geldi bizi uyardı. bi kaç erik için herifin takibi yetmiyrmuş gibi bir de uyarı aldık. pehh.

5- daha ilkokula başlamadığım zamanlar. ben beş, kardeşim üç yaşında olmalı. evde amcam bize göz kulak oluyor. o da 17-18 yaşında falan olmalı. neyse, bi arkadaşı geldi onun ve bizi evde tek bıraktı. kibrit buldum hemen. yaktım hemen bir tanesini tutuşturdum yatağı. alevler iyice yükselince de kaçtım. benim hatırladığım itfaiye gelmişti. annem ise komşuların söndürdüğünü söyledi. bir oda yakabilmişim sadece.

4- mahallede biz yarış yapardık. öyle bisiklet falan yoktu o zamanlar. bisiklet yarışı hikaye. koşardık 10 kişi. ben genelde 4-5 olurdum. kardeşim ise hep birinci. bir de ersin vardı. o da hızlıydı. kavgalarda uçan tekmeleri meşhurdu. neyse, bi yaz kuşadası'na gittim. 2 ay her gün yüzdüm. geldim bursa'ya, yine yarış var. bastım gaza, kardeşime arkamdan nal toplattım. acayip fark atmışım. form tutmak böyle bir şey olsa gerek. aradan zaman geçti, bursa'da 5000 metre yarışları vardır çocuklar için. bir defasında katılmaya karar verdim. gece "acaba koşabilir miyim" diye düşündüm. her adım yarım metre dedim ve bastım gaza. o gece 12.000 adım attım. ertesi gün gitmedim. çünkü zaten koşabiliyordum!

3- ilkokul 3'de berbat bir öğretmene düşmüştüm. kadın sınıfta sigara içer, fakir çocuklarla dalga geçerdi. ciddiyim ha, psikopat biriydi. hatta hatırlarım sıfatları anlatıyordu galiba ve şöyle demişti beni göstererek; "sınıfın en zayıfı god'dur." başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. şimdi tüm sınıf dalga geçecek benimle. sonra birden durdu ve "hayır hayır, sınıfın en zayıfı god değil, osman'dır" dedi. içimi acayip bir sevinç duygusu kaplamıştı ve büyük bir ağırlıktan kurtulmuştum. anlatacağım hikaye bu değil elbette. sınıfta ilk günüm. psikopat karı yeni gelenlerin seviyesini ölçüyor. sıra bana geldi. "sayıları yaz tahtaya" dedi. 1, 2, 3, 4, 5 yazdım ve birden "bu 5 mi?" dedi. afalladım elbette. bağırarak "bu 5 mi" dedi. tir tir titremeye başladım. "bir daha 5 yaz" dedi. yine 5'i yazdım. geldi yanıma, eli ağırdı psikopatın, bi geçirdi bana, yerimden zıpladım. sonra aldı kafamı tahtaya vurmaya başladı. meğer ben 5'i şapkasından başlayarak, tek hamlede çiziyormuşum. oysa önce gövde çizilecekmiş, en son şapkası, yani üst çizgisi. iki hamlede çizmem gerekiyormuş. a q sürtüğü. öğretmenleri hiç sevmem... akabinde ilkokul 3'de kaldım. ilkokulu 6 senede bitirmekle övünürüm!

2- bir koca karı ilacı daha. yine inegöl. yaz ayları. sarıcalı arıların kovanına çomak sokmuşum. sokabildikleri her noktadan beni soktular. koşa koşa eve geldim. "babanne babanne" diye bağırıyorum. tüm vücudum şişmiş, davul gibi olmuşum. babannem hemen bez kesti ve onları ayranın içine soktu. sonra o ayranlı bezlerle tüm vücudumu sarıp üstlerine yoğurt sürdü. ertesi güne hiçbir şeyim kalmamıştı.

1- endüstri meslek lisesini kazanmışım. yapı makinaları bölümü. yani kepçe, greyder operatörü falan olacağım. okula kaydımı yaptırmak için gittim. bu tür işleri genelde kendim takip ederdim. neyse, yanlışlıkla otobüsten bir durak önce inmişim. baktım karşıya, köşke benzeyen, yeşillikler içinde, müthiş görünüşlü bir okul. "ahh ulan" dedim kendi kendime, "keşke burada okusaydım." neyse, endüstri meslek lisesine başladım. aradan 1,5 hafta geçti. akşam eve geldim, bana müjde veriyorlar. "oğlum, x okulunu kazanmışsın. yatılı. yarın gidiyorsun." ben şaşırdım. bir şey diyemedim. ertesi gün gittim. bir baktım, lan bu benim "keşke burada okusaydım" dediğim okul. meğer orta sonda girdiğim sınavlardan birinde orasını da kazanmışım. 4 yılım geçti yatılıda. lise 4 yıllıktı. ben 4 senelik olduğunu dönemim ortasında öğrenmiştim. o ara kredili sistem yeni çıkmış, millet 2,5 senede lise bitiriyordu. ben 4 sene okudum. okul hayatım bitmeyecek gibi geliyordu ve liseyi bitirdiğimde hala 14 yaşındaydım. vücut büyümüş, kafa 14'de kalmıştı a q.

16 Ocak 2012 Pazartesi

2012: uğursuz başlangıç

2012 ile birlikte üzerimde bir uğursuzluk çöktü arkadaş. önce yılbaşında o beş bin lirayı kaçırdım, neyse dedim, olur böyle şeyler. ama tam bir hafta sonra arabanın ön silegeçlerini kırdılar. kim kırdıysa artık güçlü kuvvetli biriymiş, onu anladım ben. dibinden kırmış. neyse dedim, olur böyle şeyler. ertesi gün başka bir yerde arabanın sol tarafını sanırım çivi ile boydan boya, kanırta kanırta çizmişler. kızdım ama sonuçta yapacak bir şey yok. istanbul'da arabası çizilmeyen var mı ki kızayım. salı günü iş yerindeki bilgisayarın müzik aparatı bozuldu. çarşamba günü iş yerinin bodrum katı yandı ve tüm bina kara dumanla doldu. akşam banyo yaparken burnumun içinden simsiyah is lekeleri yerlere aktı, düşünün gerisini. yani var bir şey diyorum ama bir türlü düzelemiyor hiçbir şey. perşembe günü ise istanbul'daki en yakın arkadaşımın temelli çin'e gideceğini öğrendim. içimi hüzün kapladı. cuma günü olan ise bambaşka. sinyali verdim ve döneceğim. tam o anda arkadan kocamn bir cip çarptı. sigara ağzımdan fırladı. kemeri takmasam direksiyona yapışacaktım. bi sigara daha yakıp sakince arabadan indim. baktım benim arabada hiç bir şey yok. cipin sol tamponu kırılmış. arabanın sağını solunu kurcaladım ama harbiden hiçbir şey yok. sapasağlam. cipi kullanan çocukla helalleştim ve varacağım yere vardım. cumartesi günü artık uğursuzluklar tavan yaptı ve tüm marmarayı vurdu. beş saat elektrikler kesildi. uyuyarak o vakti geçirdim. pazar allahtan kazasız belasız geçti. bir an dışarı çıkıp çıkmama konusunda kararsız kaldım ama atın ölümü arpadan ölsün felsefesi ile durumu kotardım.

velhasıl kelam durumum budur. cünup mu geziyorsun lan derseniz eğer ağzıma burnuma su alıp vermiyorum. ama dişlerimi fırçalarım, burun kıllarımı uzatmam, cık ondan değil. yani ben ki 2012 21 aralıkta bir şeyler olabilir derim, hiç gerek yokmuş 21 aralığa, şimdiden başladı benim yok oluş sürem. artık karşıdan karşıya geçerken çok dikkat ediyorum, bilinçsizce gıda almıyorum, spor yapmıyorum, sıkı giyiniyorum, çünkü üşüyorum...

çok bahtsızım lan sözlük.
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.