heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

31 Ağustos 2009 Pazartesi

terminator 3: rise of the machines

artık 2002 yılına gelinmiştir. james cameron filmi yönetmeyi bırakmış ve jonathan mostow koltuğa oturmuştur. film 2003 yapımı.

konusundan bahsedersem eğer; sarah connor ölmüştür. john ise annesinin ölümünden sonra motosikletine atlayıp dağ bayır gezmekte ve sürekli ismini değiştirip geçimi bir şekilde sağlamaktadır. sarah kanserden ölmüştür. ama doktorların ona kısa bir süre ömür biçmesine rağmen kıyametin kopmadığını görmek için uzun süre yaşamış ve 29 ağustos 1997'den hemen sonra ölmüştür. ama yinede inanmamış olacak, arkasında bir sürü tedarik bırakmıştır!

ama süreç yokedilememiş, sadece ertelenmiştir. skynet geçmişe terminatrix'i yollar. yani t-x'i. t-x, t-1000'in üst versiyonu. metal zırha sahip ve üstü civa kaplı. yine istediği şekle girebiliyor. bu sefer gelecekten silah da getirmiş. oynayan hatunda kristanna loken harbi hoş bir hatun. çok soğuk ve çok esmer görünüşlü bir sarışın!

t-x'in görevi connor'ın subaylarını öldürmektir. yakalayabilirse connor'ı da öldürecektir. connor'ın subaylarından biriside onun gelecekteki eşi, çocuklarının anası olan kate brewster'dır. gelecekteki connor'ın karısı kate, kocasını öldüren t 800'ü yeniden programlandırır ve geçmişe, kendisini koruması için yollar. tabi t-x'de onu öldürmek için var gücüyle çabalar, hatta john connor'a bile ulaşır. işte bildik terminator kovalamaca sahnelerinden biri daha gerçekleşir ve başarılı olamaz.john gelecekte t 800 tarafından öldürülmüştür. çünkü o modele karşı duygusal bir yakınlığı vardır ve skynet bunu kullanarak onu öldürür. ama john'ı öldürerek sorunlar bitmez. çünkü liderliğe bu seferde john'ın çocukları geçmiştir.
serinin bu filminde sarah yoktur. çünkü kendisi oynamak istememiş. filmin konusu aslında çok vasat. kıyamet tarihi engellenemiyor. john'ı oynayan çocuk vasat bir oyuncu. filmin bir sahnesinde gelecekte makinalarla savaşırken gösteriliyor ve herif resmen şebeğe benziyor. üstelik arnold'dan eser kalmamış, çok ihtiyarlamış, karın yağları sarkım sarkım sarkıyor! öyle terminator mü olur lan! ama herife helal olsun, bu filmi california valisi iken çekmiştir. neyse, filme döneyim, skynet üretilmiştir. yani düşünebilen, kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçebilen yapay zeka. sadece tüm sistemleri, yani amerikan silahlı kuvvetlerinin tüm sistemlerine bağlanmamıştır. skynet planını yapar ve bir virüs geliştirir. bu virüs tüm nete yayılır ve kontrol edilemez hale gelir. kaynağı da insanlar tarafından bulunamadığı için skynet devreye sokulur ve tüm sistemleri kontrol altına alır. t-x de o anda devreye girer ve skynet'te çalışanları, connor'ın gelecekteki karısının subay babası olan robert brewster da olmak üzere öldürür. yeni geliştirilmiş her türlü makinayı kontrol altına alır. hepsi insanlığa karşı savaşmaya başlar. füzeler rusya'ya gönderilir. rusya'nın karşılık vermesi gecikmez. connor ile kate, robert brewster'ın yardımı ve t-800'ün katkılarıyla bir nükleer sığınağa saklanırar. t-x'den son anda kaçmışlardır ve kıyamet çoktan kopmuştur.böylece klasik seri diyebileceğimiz, john connor'ın yetiştirilmesi ve savaşa kadar olan devrenin hikayesi 20 yılda anlatılmış oluyor. john connor doğmuştur, ismini söylemekten kaçınmayacağı zamanlar gelmiştir. bir lider olarak kendini son filmin son sahnesinde göstermiştir. o artık tüm insanların, uğruna canlarını verebilecekleri bir lider, insanlığın son umudu olan mesih olmuştur.

terminator 2: judgment day



serinin ikinci film de james cameron imzalı. 1991 yapımı. yaşı yetenler koparılan yaygarayı hatırlar. teknolojisi büyük olay olmuştu. çünkü t 800'ün yanına bir de t 1000 koymuşlardı. t 1000 öyle mekanik bir robot değil. bildiğin civa!

neyse, konumuza geçelim. sarah connor'ı ilk filmin sonunda meksika'ya giderken bırakmıştık. sarah buralarda yememiş içmemiş ve sürekli çalışmştır. orta amerika'nın balta girmemiş ormanlarında, tüm saldırı ve savunma stratejilerini oğluna öğretmek için, onu geleceğe hazırlamak için, sevgilisi yaptığı eski askerlerden her şeyi öğrenir. oldukça iyi bir savaşçı olmuştur. kasları çok sıkıdır(filme hazırlanırken israilli bir komandodan ders almış). kyle'ın kendisine söylediği kıyamet günü yaklaştıkça(29 ağustos 1997) delirmeye başlar ve olayı engellemek için her tarafı bombalar. en sonunda yakalanır ve akıl hastanesine kapatılır. sarah, kayıtlara yeniden düşer ve skynet, yani makinaları kontrol eden, düşünebilen bilgisayar geleceğe t 1000'i, yani civa adamı yollar. yeni makinanın en büyük özelliği civadan imal edildiği için dokunabildiği her şeyin şekline girebilmesi, ama ateşli silah olamamasıdır.

tabii gelecekteki john boş durmaz ve 1981'de, kendisi daha doğmadan kendisini yok etmeye çalışan t 800 model bir makinayı ele geçirir ve onu yeniden programlayarak geçmişe yollar. yani arnold'u. ama iki robot arasında, t 1000 lehine bariz bir üstünlük farkı vardır.
filmde john büyümüş ve 10 yaşına gelmiştir. annesinin elinden alınmış ve koruyucu bir aileye verilmiştir. zamanını bankamatik şifrelerini kırarak geçirmekte ve bu sayede bilgisayar oyunlarına para yatırmaktadır. o da annesinin deli olduğunu düşünmektedir. ta ki t 800 onu korumaya başlayıncaya kadar! t 800 onu alıp daha güvenli bir yere, meksika'ya götürecektir. ama annesini çok seven john, sarah'ı kurtarmaya karar verir. akabinde zevkli bir kovalamaca başlar.

önce sarah kurtarılır, daha sonra kıyamet gününe neden olacak olan kişinin evi basılır. t 800 kolunu keser ve metal iskeletini gösterir. adam ikna olur, skynet'e giderler. 10 yıln önceki t 800'ün çipleri ve kol parçası ele geçirilir. t 1000 olaya dahil olur, azot tanklarının arasında kalır, donar, çözülür, takibine devam eder ve en sonunda,
winchester tüfeğinin yardımı ile(ohalık bir silah) içi erimiş metal dolu bir kazana yollanır. kendisini son yok eden ise t 800'dür. çünkü kanıt kalmamalıdır.

filmin sonunda kıyamet günü engellenmiştir. john, hayatı boyunca sahip olabileceği tek babayı kaybetmiştir. t 800'ün öğrenmeye çok hevesli bir robot olduğu ortaya çıkar. daha bir insancıl olmuştur! insanları öldürmeden etkisiz hale getirir. ama arnold 10 yıl öncesinin arnold'ı değildir! yaşlanmıştır. oynamak için bir özel uçak ile milyonlarca doları para almıştır.

bu iki film sonucunda benim aklıma gelen şu oldu: skynet, t 800'ü 1981'e sarah connor'ı öldürsün diye göndermedi, yok edilsin ve kıyamet günü süreci başlasın diye gönderdi. çünkü süreci başlatan o robottu. onun çipi ve iskelet sisteminden yola çıkılarak düşünebilen bilgisayar ve makinalar tasarlanabildi.

filmle ilgili notlara geçersem eğer;

filmde linda hamilton'in ikizi leslie hamilton da oynamıştır. malum, t 1000 dokunabildiği herkesin şekline girebilir. ikili karşılıklı oynamış. t 1000'in 2-3 dakikalık özel efeleri için aylarca uğraşmışlar ve milyonlarca dolar para harcamışlar. şimdi bir kaç saatlik bir iştir sanırım. hatırlıyorumda, oyunu büyük olay olmuştu. elbette bu filmin yan etkileri de var. reha muhtar terminator theme'i yıllarca şov haberde kullanmış ve bir çok kişinin korkulu rüyası olmuştur. şov haber zamanı gelince, o müzik sayesinde göbekli ve şempazeye benzeyen terminator geliyor olduğunu anlıyorduk!!! guns n roses'ın enfes bir parçası you could be mine'nı unutmamak gerekiyor. şu 29 ağustos tarihi ise ilk atom bombası deneyinin yapıldığı tarihtir. iki filmde de gözlük ve kıyafet seçimleri önemlidir! gözlüklere dikkat ederseniz dönemin modalarını da takip etmiş olursunuz. ilk fimdeki gözlüğü, şimdi üstüne para verseler takmam. zaten 80'lerin modası bir boka benzemiyor. çok zevksiz insanlarmış.
ikinci filmden sonra seri ikiye ayrılır. terminator 3: rise of the machines ve terminator salvation ile film devam eder. 2 yıl önce sarah conner'ı 1997'de öldürmeyip, john ve cameron adlı bir t 800 model ile geleceğe yolladılar. terminator: the sarah connor chronicles ile dizi haline getirdiler. 3 ve 4 ile dizinin temeli olarak bir ve ikinci film gösterildiğinden olayı burada keseyim. diğerlerini sonra yazarım...
(bu kişi judgment day'de gösterilen, savaşan john connor. büyümüş hali ile gösterilen ilk john connor bu. yani t 800'ü kendi çocukluğunu koruması için yollayan kişi. yüzündeki çizgilerin sırrı salvation'da açığa çıkıyor. yani bu sahne salvation'un da ilerisindeki bir an.)

25 Ağustos 2009 Salı

the terminator

evet, en çok yazmak istediğim serilerden birisi elbette terminator serisi. bence müthiştir, geleceği örgütleyen filmlerimin içinde bir numaradır.

tüm seriden kısaca bahsedersem eğer;

the matrix'deki gibi makinalar ile insanlar arasında bir savaş var. ama bu filmde farklı olarak makinalar neredeyse sonsuz bir dayanıklılık içinde değil. yokedilebiliyorlar ve insanlar çok azimli. nedeni ise doğduğundan beri bu savaş için yetiştirilen john connor! anlayacağınız ilk 3 film ve dizi, connor'ı savaşa hazırlama evresi ile geçiyor. dördüncü film ise savaştan bir bölümü anlatıyor.

the terminator:

serinin ilk filmi. 1981 yapımı, james cameron imzalı. filmin sonundaki robotun hareketlenmesi sahnelerinde çok uğraşmışlar. o zaman teknoloji yok gibi bir şeymiş! bir tek robotun ründüğü sahnelerde her bir hareketi tek tek çekip oynatmışlar. robot, insanlarla beraberken kukla gibi kullanmışlar. anlayın teknolojinin geriliğini!

t 800'
ü oynayan kişi elbette arnold shwarzenegger. onun gerçek manada ilk kez ortaya çıktığı filmdir. saf bir kötülüğe sahiptir. karakol sahnesi ve silah tedarik ederkenki halleri güzeldir. üstelik hala gençtir.

neyse, gelecekten gelen robotumuz, john conner'ın annesi sarah connor'ı öldürmeye niyetleniyor. makinaların ilk saldırısında, yani kıyamet gününde tüm kayıtlar silindiği için ne resmi var ellerinde, ne de bir kayıt. o yüzden 1981'deki telefon defterine göre öldürmeye başlıyor. şansa bizim sarah defterde üçüncü sırada! ilk iki sarah connor'da zaten bir numara yok. değil robot, hayvan olsa o iki kadından bir numara olmadığını anlardı! ama t 800 çok sağlamcı çok!

ama insanların önderi olan john connor, annesini korumaya kararlı ve 1981'e kendisinden küçük babasını gönderiyor. sonuç itibariyle sarah'ın göğüslerini az biraz görürüz! o da kendisini korumaya gelen kyle reese ile sevişirken! yani john'ın babası ile, adam pezevenk, taa gelecekten anasına adam yolluyor! üstelik bu kyle adlı kişiyi annesine aşık etmek için elindeki tek resmi ona veriyor. geleceğinden habersiz kyle ise resme bakıp bakıp iç çekiyor, çünkü sarah connor'a başından beri hayran. çünkü tüm insanlığı ayakta tutan, makinalarla savaşmayı öğreten ve savaşı kazanma noktasına getiren kişi john connor. john connor'ı eğiten kişi ise sarah connor.
filmde dönemin ilginç detaylarını da görürüz. bir defa müzik ve giyisiler çok kötü. sarah'ın ev arkadaşı erkek arkadaşı ile sevişirken kulağında kulaklık, müzik dinliyor. öyle, yatmış yatağa, yaptığı başka bir şey yok. hayır yani bir iç çek, zevk aldığına dair bir belirti göster, hiç biri yok! o herifin yerinde olsam o kulaklıkla o kadını boğardım, o derece! zaten içinizden geçen bu düşünceleri t 800 yerine getiriyor!

sonuç itibari ile t 800, sarah ile kyle'ı, uzun bir kovalamadan sonra bir pres fabrikasına kadar kovalıyor ve ikili onutuzağa düşürüp, güzelce ezilmesini seyrediyor. ama kyle bu esnada yaşamını yitirir ve john connor'ı, yani beklenen mesihi yetiştirme işi sarah'a kalır. sarah'da çocuğunu gözden uzak yetiştirmek için meksika ve orta amerika turuna başlar. bu esnada ilk kaset kayıtlarını doldurmaya başlar. john'a babasından bahseder. gelecekte bu kayıtlar, john'ın çok işine yarayacaktır.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

why does it always rain on me


travis adlı iskoç asıllı grubun enfes eseri why does it always rain on me'yi yorumlayasım geldi içimden. şahsen en hoş parçaları olduğunu söyleyebilirim. tatlı bir dinginlik verir bana, baharda kuşlar, böcekler, çiçekler sevgilileri ile oynaşırken bundan mahrum kalmış 17 yaşındaki birinin anılarıdır yazılan. sezen cumhur önal bile bu şarkı için bir dünya laf söyler, içi paralanır anlatırken.

i can't sleep tonight
everybody saying everything's alright
still i can't close my eyes
i'm seeing a tunnel at the end of all these lights
sunny days
where have you gone?
i get the strangest feeling you belong

(uykumu kaçırdın yine, herkes "salla lan" diyor bana, oysa gözlerimi bile kapatamıyorum, kapatır kapatmaz bir tünele giriyorum, ışığı da görüyorum. oysa her taraf güneşliydi, senin de benim yanımda olman gerekiyordu, nereye gitmiştin, senden hoşlanıyordum.)

why does it always rain on me?
is it because i lied when i was seventeen?
why does it always rain on me?
even when the sun is shining

(neden hep benim üzerime hüzün çöküyor? çünkü 17 yaşımdayken seni sevdiğimi söyleyememiştim, neden hep benim üzerime yağmur yağıyor? hatta umut tüm ışıltıları ile görünürken bile.)

i can't avoid the lightning
i can't stand myself
i'm being held up by invisible men
still life on a shelf when
i got my mind on something else
sunny days
where have you gone?
i get the strangest feeling you belong

(seni içimden atamıyorum, bu duruma katlanamıyorum, seni düşünmekten, kendimi bir köşeye bırakmışken, senin tarafından içim boşaltıldı, güneşli günler, sen nereye gittin? senden hoşlanıyordum.)

why does it always rain on me?
is it because i lied when i was seventeen?
why does it always rain on me?
even when the sun is shining

(neden hep benim üzerime hüzün çöküyor? çünkü 17 yaşımdayken seni sevdiğimi söyleyememiştim, neden hep benim üzerime yağmur yağıyor? hatta umut tüm ışıltıları ile görünürken bile)

i can't avoid the lightning
oh, where did the blue skies go?
and why is it raining so?
it's so cold
i can't sleep tonight
everybody saying everything's alright
still i can't close my eyes
i'm seeing a tunnel at the end of all these lights
sunny days
where have you gone?
i get the strangest feeling you belong

(senden kurtulamıyorum, yine içime hüzün çöktü ve yağmur yağmaya başladı içime, üşüyorum artık, uyuyamıyorum senin yüzünden, herkes "geçer" diyor sadece, gözlerimi kapar kapamaz seni görüyorum, yeniden canlanan bir umut görüyorum, güzel günlerimiz olmuştu, senden hoşlanıyordum, ama sen gittin.)

why does it always rain on me?
is it because i lied when i was seventeen?
why does it always rain on me?
even when the sun is shining
i can't avoid the lightning
oh, where did the blue skies go?
and why is it raining so?
it's so cold
why does it always rain on me?
why does it always rain...

(neden hep hüzün beni buluyor, çünkü sana seni sevdiğimi söylemedim, neden hep beni buluyor bunlar, hatta içim umutla dolu olduğunda bile, karanlıklara gömülmek istiyorum, hava bulutlanıyor yine, ve neden bu kadar yağmur yağıyor? neden benim üzerime yağmur yağıyor? neden hep yağmur yağıyor?)

(biri bana youtube'dan parçanın nasıl ekleneceğini anlatırsa sevinirim, ben beceremiyorum)

23 Ağustos 2009 Pazar

inglorious basterds

hemen söyleyeyim, seyrettiğin en kötü tarantino filmi. ama sonuçta tarantino filmi ve herşeye rağmen güzel. en azından eğlenceli. filmde savaş ile ilgili hiçbir gerçek yok elbette. esasında eskinin konulu porno filmlerinden sanki porno sahnelerini çıkarmışlar ve film yapmışlar gibi. kafa derisi yüzme sahneleri çok güzel. ama hele o son sahne yok mu, gülmekten kırılırsınız! vahşet hiç bu kadar güzel yansıtılamazdı. birde goebells'in bir domaltma sahnesi var. yani kırk düşünsem goebells'in birini domaltırken düşünemezdim!

hitler karakteri süper karikatür bir tip. enfes, enfes. manyak dalga geçilesi bir hale girmiş. özellikle o arkasındaki harita görülmeye değer. türkiye üzerinde olmanien yazıyor. bir anlamı var mı bilmiyorum, sallamadır belki, anlamını bilen yazsın bana(aşkın yazdı: Orda yazan Otmanien, Osmanlı gibisi..). ama o eli roth yok mu, inanılmaz güzel bir oyunculuk örneği sergiliyor. onun o ciddiyeti var ya, en baba ikinci dünya savaşı filmlerindeki gestapolara, ss'lere papuçlarını ters giydirir.


yani film bir absürd komedinin kötü bir kopyası gibi. ciddiyetle çekilmiş ve komedi filmi de değil. yine de eğlenecek bol sahne var. ama tüm bir film abartı üzerine abartı üzerine abartıya kurulu.


melanie laurent'ın hastası oldum. nasıl bir sarışın bu kadar enfes olabilir yahu, inanılmaz. diane krueger çok yaşlanmış. eskiden de bir boka benzemiyordu zaten.

brad pitt yaşlandıkça daha iyi oyuncu oldu. o eski bebek yüzlü halinden eser kalmadı ve sert yüz çizgileri açığa çıktı. o salak meet joe black gibi iğrençliklerden çıktıktan sonra güzel filmlerde oynuyor. filmdeki son sahnesi enfesti.

21 Ağustos 2009 Cuma

marstan mı geldin kadın?!

eskimiş yıllardan birisinde, geri zekalı bir yazar(john gray), kadın ve erkeğin anlaşamadığı durumlarda, kadınların venüsten, erkeklerin de marstan geldiğini düşünmemizi istiyordu(çocuklar da su dünyasından!). böylece aradaki temel zımbırtıları daha bir anlarmışız!

lafı uzatmaya gerek yok. bu, kısaca bir saçmalık. kadın ve erkeği ayrı ayrı gezegenlerden getirmeye hiç gerek yok. zaten tüm insanlığı param parça eden derin sınıfsal ayrılıklar varken birde gezegensel ayrılıklar hiç çekilmez doğrusu! hepimiz aynı havayı soluyup, aynı toprağa işeyip, aynı suyu içiyoruz. ne gerek var böyle şeylere! kadın ve erkeğin temel farklarını ben size yazayım;

erkeğin doğadaki temel görevi dölleyip kaçmaktır. mesela bir boğa, bir kez döllediği bir ineği, aynı sene içinde bir daha döllemezmiş. o kutsal(!) tohumlarnın boşa gideceğini o bile anlamış durumda! belkide içgüdüsel olarak ikinci kez döllese bağlanacağını düşünüyordur!

işin sırrı da budur zaten. erkekleri bağımlı yapan kadındır. durum o noktaya gelmiştir ki kadın isterse erkeği kendine aşık ediyor, isterse evleniyor. tüm ipler kadında. erkekler ipte sallanıp duruyor. artık erkekler olarak özümüze dönmek zorundayız! dölleyip kaçalım, arkamıza bakmayalım..!

temel prensip şudur;

bir kez: normaldir.

iki kez: demek ilk seferinde çok iyiydi.

üç kez: aşıksındır.

sayın hemcinslerim, asla ikiyi aşmayınız(tabii kadın da size ikinci ve üçüncü sefer dayanabilirse)!

kadınların ise doğadaki temel görevi vücutlarını sergileyip erkeği kendine esir etmektir! mükemmel bir kadın vücudu erkek mıktanısı gibidir. her şeyi çeker ve emer! shakira bir şarkısında "göğüslerim küçük" der. böylece onları dağlarla karıştırmazmışız. ancak enginlere sığmayan ve dağları taşları aşan kalçaları için aynı kelamı edemiyor. maşalllah, star wars'ın tüm yıldız sistemleri o kalçaya sığar!

kadınlar için tüm bu ahval ve şerait içinde dahil erkek kıtlığı yoktur. zengin erkek kıtlığı vardır, ki bu da normaldir. ama kadınların görmek istemediği gerçek, zengin erkeklerin zengin kadınlarla evlenmesidir. fakir, zeki ve güzel kadınları ise sadece becerirler! boşuna kasmasınlar veya mümkünse onların çocuklarını doğurup onlardan para sızdırsınlar. sanmayın sallıyorum, bir sürü kadın, zengin bir erkekten çocuk doğurup ömrü boyunca rahat yaşamanın peşinde. aslında bu son çare, çünkü ilk amaçları bu zengin erkekleri masaya oturtmaktır. kadınlar, erkekler gibi güzellik peşinde olsaydı, alain delon'dan defalarca daha yakışıklı inşaat amelelerinin keyfine diyecek bir şey olmazdı! çünkü bir çok kadın için güç eşittir güzellik değil, zenginliktir.

bunları nasıl mı anladım?! dünyadaki tüm kutsal kitapları yazan cinsiyetten olmam sebebiyle erkeklerin anlamayacağı hiçbir şey olmadığına kat'i olarak inanıyorum. yani bu yazılanlar gerçektir. siz kadınlar "şeker" diyene kadar erkek onu çoktan üretmiş olur!



günümüz modern, zeki, entel, espritüel kadını olarak itiraf.com kadınlarını görebiliriz. mesela peter parker'in filmdeki uzatmalı sevgilisi mary jane watson(kısaca mj), sevgililerini sürekli aldatır. hemde sevgilisinin en yakın arkadaşıyla, yani parker'la! filmdeki mj'nin bu inişli çıkışlı boktan hayatı hepimize ders olsun! demekki neymiş; new york'dan kadın çıkmazmış! eliniz oralara kadar uzanmasın, uzanırsa da ikiden fazla asla sevgili hemcinslerim!

20 Ağustos 2009 Perşembe

murat hüdavendigar



birinci murat, kanı dökülerek ölen/öldürülen ilk padişahtır. diğeri de bilekleri kesilerek öldürülen abdülaziz'dir. kendisinin padişah olması pek beklenmiyordu. ancak rumeli fatihi olan ağabeyi süleyman bey bir av sırasında atından düşüp ölünce, taht yolu kendisine açılır. yoksa gözlerine mil çekilerek bir yerde yaşamaya zorlanan şehzadelerden biri olarak anılacaktı. zaten babası orhan bey, 'oğlu süleyman paşa'nın ölümünü kaldıramadığı' için öldü derler.

lakabı hüdavendigar'dır. yani allahın savaşçısı. bu lakap, bursa'nın(merkezi değil, tüm şehrin) osmanlı zamanındaki adıdır. 1326 doğumludur. yani bursa alındığında doğmuştur. babası orhan gazi, annesi ise bir bizans prensesi olan nilifer hatundur(holofira). 1359'da tahta çıkmıştır. kendisi tahtdayken anne tarafından kuzeni de bizans imparatoru(kantakuzenos hanedanı) olmuştur. 1389 ise birinci kosova savaşının bitiminde, miloş obiliç adlı bir sırp prensi tarafından hançerlenerek öldürülmüştür. sırplara göre aynen lotr'daki gibi bir kahramanlık ile 12 yiğit kişi, savaşa savaşa murat'ın çadırına kadar ilerlemiş ve onu öldürmüştür. bu savaş bizim için sıradan bir savaş gibi görülse bile sırplar için feci anlamları vardır. neredeyse bu mağlubiyeti kutsuyorlar. sırp milliyetçiliğinin temeli bu savaştır.

murat'ın ölümünden sonra iç organları kosova ovasına gömülür ve türbesi yapılır. cesedi bursa'ya gömülmüştür. yani iki türbesi vardır. sultan reşat kosova'yı ziyaret ettiğinde bu büyük büyük çok büyük dedesinin de mezarını ziyaret etmiştir.

(sırpların gözünden kosova savaşı)

öldüğü haber alınınca hemen beyazıt'a biat edilir. o esnada, hala savaşa devam eden oğlu yakup ise aceleyle çadıra çağrılır ve hemen oracıkta, beyazıt'ın emri ile öldürülür. kötü bir kader.

30 yıllık saltanatında bir kez bile mağlubiyet yüzü görmemiş, 37 savaşın tamamını kazanmıştır. kosova gibi büyük bir galibiyetin yanında sırp sındığı gibi ilginç bir galibiyeti de vardır. gerçi bu savaşı bir komutanı kazanmıştır. gece haçlı birlikleri eğlenirken onlara baskın verir, aniden yakalar ve hepsini öldürür. bu savaşlardan sonra sırpları, bulgarları ve bizansı beyliği haline getirir, her yıl vergisini alır, anadoluda savaşırken onlardan asker alır. mesela ankara savaşında osmanlı ordusunda 20.000 sırp askeri vardır. karaman beyliğini alınırken sırp askerleri kullanılmıştır.

ancak timur'un öncüsü olan şahkulu, eski moğol fetihlerine tekrar başladığında murat'a da mektup yazıp bağlılığını istemiştir. murat da bağlılığını bildirmiş ve onun gönderdiği hırkayı giymiştir. yani oğlu beyazıd'ın yaptığı o büyük hatayı yapmamıştır.

saltanatının ilginç bir olayında ise, bizansda mevcut imparatora karşı isyan eden kardeşi ile murat'ın oğlu savcının beraber hareket edip, bizans ve osmanlıya karşı savaşmasıdır. yapılan savaşta ikisi de kaybetmiştir. savcı isyan ettiğinde sadece 14 yaşındadır.

ilk dönem osmanlı padişahları gibi okuma yazma bilmiyordur. ama çok büyük bir komutandır. devleti yönetme işlerini çandırlı sülalesi yapar. yeniçeri ocağı murat zamanında kurulmuştur. onun ulaştığı büyük sınırlar fetret devri sırasında küçülmüş, ancak fatih zamanında tekrar elde edilebilmiştir.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

eternal sunshine of the spotles mind



kadınımız kendini erkeklere sevdirmek için kucaktan kucağa atlamaktadır. erkeğimiz ise müzmin bir bekardır. böyle bir erkeği kafalamanın kolaylığını fark eden kadınımız hain bir plan ile onu kapar! artık geriye tek bir şey kalmıştır:

erkeğin, kadınlardan uzak durmasını gerektiren tüm acılarını tekrar yaşatmak!

geriye kalan everybody s gotta learn sometimes'dır. onu da arabadan atarsınız bir hışımla, duymak isteyeceğiniz hiçbir şey kalmadığında...

clementine: joel, ben bir konsept değilim. birçok kişi bir konsept olduğumu ya da onları tamamladığımı ya da hayatlarını kurtaracağımı düşünür ama ben sadece kendi iç huzurunun peşinde olan kafası karışık bir kızım. bana kendi dertlerini yükleme.

joel: bu nutuğu iyi hatırlayacağım.

clementine: seni tavladım, değil mi?

joel: sen bütün insanlığı tavlamışsın.

clementine: muhtemelen.

joel: yine de hayatımı kurtaracağını düşünüyorum. bu konuşmaya rağmen!

(okuyorsunuz değil mi?! neymiş, joel, o bir konsept değilmiş! bunların hepsi numara joel, o tüm insanlığı tavlamış durumda, sen nesin ki! üstelik o sübyancının biri, kendisinden 10 yaş küçük biriyle de çıkıyor!)

14 Ağustos 2009 Cuma

ayrıntıladım - 5



1998 fransa dünya kupasında iran-abd maçını herkes bilir. işte o maçta abd'ye gol atan iranlı futbolcular hamid estili ve mehdi mahdavikia cenneti garantilemiştir! üstelik kan yerine ter dökmüşleridir.

osmanlı zamanı misyonerlik çalışmalarına en çok rum ortodosk ve gregoryan ermeni patrikleri karşı çıkmıştır. ermeniler mezhepleri yüzünden kendi aralarında savaşmışlardır. gregoryan ermeni ile katolik ermeni, müslümandan nefret ettiğinden daha fazla diğerinden nefret edermiş.

şu eskiden yayınlanan torun, baba, dede, dedenin dedesinin dedesinin geçtiği permatik reklamında geçen ilk cümle ilginç. "erkek cesurdur, permatik kullanır." torun söylüyor bu lafı ve permatik kullanmanın nasıl cesaret isteyen bir iş olduğunu anlatıyor! permatik kullanmak gerçekten cesaret ister. permatikle boğazı veya başka bir bölgeyi kesmek içten bile değildir.permatik kullanmak göt ister!

vakti zamanında hasan çavuşun osuruğu yeniçeri ocağına girmek için sınavda kullanılırmış. bir kül yığınının üstüne osurtulan hasan çavuş, kül kenarlara dağılırsa ibne, dağılmazsa erkek adledilip ocağa öyle alınırmış.

ahlak toplumdam topluma, hatta kişiden kişiye göre değişen bir kavramdır. bu yüzden; kendi inandığı veya toplum inandığı için inanmak zorunda kaldığı dinin kurallarına uyan bir kişi, kendi gibi düşünenleri ahlaklı, diğerlerini ahlaksız diye nitelendiremez/nitelendirmemelidir.

"voltaire in sözünü tersine çevirerek diyorum ki, eğer tanrı gerçekten varsa, onu yok etmek gerekir." bakunin

küçük, küçücük bir çocukken bir ustam şöyle demişti;

"bak, bu adamın anlattıklarına sakın inanma. çünkü sürekli siken hiç sikmiyormuş gibi davranır. yaptığı icraatları anlatmaz. ama hiç sikmeyen sürekli sikiyormuş gibi yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatır. sen sen ol, yaptıklarını anlatma!"

"peki usta!"

"hadi sen git kalıpları yıka şimdi."

boş bir telefon konuşması;

"şu an üstünde ne var sevgilim?"
"necmi var. seni terk ettim!"

müslümanlar günde 5 defa müslüman olduklarını cümle aleme ilan ediyorlar. cumaları ve bayramları namaza gidiyorlar. oruç tutuyorlar, hayvan kesiyorlar. tüm bunları milletin gözüne gözüne sokuyorlar. ateistler ise hiçbir şey yapmıyor. kendi kendilerine takılıyor. siz hiç ezan okunurken "tanrı yoktur, gitmeyin camiye, gelin içelim" diyen kişi duydunuz mu?!!

"hepimiz ermeniyiz" dediklerinde bazıları çıldırmıştı. oysa bu lafı diyenler ermeni olmayacaklarını biliyorlardı. zaten bu insanlar doğuştan gelen kimliklere inanmıyorlar. yapılan sadece empatiydi. acıyı paylaşmaktı.

"sadece aptallar sonsuza kadar mutlu yaşar." nietzsche

piyanist şantörlük, aşk yüzünden ağır abi olamamış müzisyenlerin, kendilerini orglara vermeleriyle geçirdikleri evrim sonucu olan durumudur.

ateşi, suyu ve havayı satamayacağınız gibi toprağı da satamazsınız. ateş, hava, su ve toprak canlıların ortak malıdır. bunları sahiplenmek ise alın teri değil, hırsızlıktır.

türk, kendi düşmanını kendi seçer!

gnostik, gözlemle elde edilen bilgiden çok akıl ve sezgi yoluyla elde edilen bilgiye önem veren ve tüm dünyadaki insanların eşit olduğu (yani sosyal statülerin hiçbiri yok) inancına inanan kişidir.

mutasarrıflıklar, ilçeyle il arasındaki yerleşim birimidir. cumhuriyetle beraber çoğu il olmuştur. küçük şehirlerimizin hepsi mutasarrıflıktan dönme olduğu için şehire pek benzemezler.

türkiye üzerinde oynanan oyunlar şunlardır; çayda çıra, horon, halay, zeybek, vs vs..

the passion of the christ'de, görüp görebileceğiniz en iğrenç kırbaçlama sahnesi vardır. erol taş'ın kırbaçlama sahneleri bunun yanında sevgililer günü hediyesi gibi kalır.

sezen aksu şarkılarıyla büyüyen bir kız çocuğu var ya işte. ona yazıklar olsun! o ki ömrü boyunca hüzünlü melodileri dilinden düşürmeyecek. geçmişin ve geleceğin tüm hüznünü içinde taşıyacak. çatkıdı çatkıdı oynayacak. kendisi bizim yolumuzdan gitmemiştir. sezen aksu'nun yolundan gitmiştir. şart olsun ki sırtında odunlar taşıyarak insanlık tarafından cezalandırılacaktır!

derin devlettin sağlam kaynaklarından alınan istihbarata göre 2150 yılında büyük bir uzaylı saldırısı ülkemiz üzerinde yoğunlaşacak. işte bunun için polat alemdar ve tayfası derin dondurucuda dondurulur ve bu tarihte buzları otomatikman çözülür. buz altında iken tüm gelecek silahlarını nasıl kullanacakları, geleceğin rajonu beyinlerine nakşedilir. ama işler hiçte beklendiği gitmez. artık dünya büyük bir konfederasyon olmuş ve tüm dünya türk olacağına, tüm dünya eskimo olmuştur. kendilerine misafirliğe gelen uzaylılara üşümemeleri için hanımlarını sunan bu sapık halka acaba polat alemdar ve tayfası napacaktır?! türk milleti bir daha vücut bulacak mı?! emperyalist süper uzaylıar dünyadan defedilebilecek mi?!

tanrı biz kullarına dert olarak kendisini vermiştir. şuna bakma, bunu yeme, ona dokunma. stres, stres, stres!!!...

plug in baby'yi dikkatli dinlerseniz matt belamy'nin nefes alışlarını son derece net bir şekilde dinlersiniz. hatta sadece o nefes almalara odaklanın, harbi güzel gidiyor.

13 Ağustos 2009 Perşembe

teoman vs çirkin kadın

popçu teoman ayrımcı bir insandır!!

"iç tüm şaraplarını, bu dünyanın
kay ıslak güvertelerinde, bütün güzel kadınların"

anladınız değil mi? görüldüğü üzere konu şarap olunca hepsini içmek istiyor. köpek öldüren, buzbağ, chateau margaux ayırmıyor. hakkıdır, içer. kimse bir şey diyemez.

ama mesele kadın olunca sadece güzel kadınlara kaymak istiyor. çirkin kadınların ne günahı var teoman bey! neden onları kendinden mahrum ediyorsun? bir şişe köpek öldüren kadar da mı değerleri yok!

acaba diyorum, yoksa teoman'ın çirkin kadın hayranı yok mu! hepsi şehirli, bakımlı ve kokoş olmayan kadınlar mı?! köyünde binbir pislik içinde geze geze kirlenen, çirkinleşen benim ayşeme, fadimeme, hatceme neden kaymak istemiyorsun teoman bey! tüm türkiye bunun yanıtını bekliyor!

teoman çirkin kadınların da ıslak güvertelerinde kaysın!!!



bu resim ise bambaşka anlamlar ifade ediyor. sanki renkli rüyalar otelinde kıçına gitar girmiş gibi, daha nasıl anlatayım! yüzünde hoş bir tebessüm de var üstelik!!!

ayağındaki botlar hakkında yazmak bile istemiyorum. bu ne lan!!!

12 Ağustos 2009 Çarşamba

zecharia sitchin

yahudi teolog, antik diller uzmanı ve yazar. tevratı, sümer, akkad ve babil tabletlerini inceler. daha önce von daniken'in sürüncemede bıraktığı bir çok konuyu aydınlığa kavuşturan, yazdığı kitaplarda bunu ayrıntılarıyla açıklayan bir kişidir. tevrat'ın eski mitlerden esinlendiğini kabul eder. zaten amacı tevrat'ın mantıksız yanlarını belirli bir mantığa mantığa oturtmaktır.

yazdığı kitaplarda insan neslinin marduk adlı, güneş etrafından dönüşünü 3600 yılda tamamlayan bir gezegende yaşayanlar tarafından başlatıldığını savunur. mitolojiden bildiğimiz tüm tanrıların aslında bu marduklular olduğunu ispatlamaya çalışır. dikkatlice okunursa ve yazdıklarının önemli olduğunu hemen farkedersiniz. tabii bunları kafasından sallamamıştır. onbinlerce tablet okumuştur.

ama bu marduktan gelen tanrıların da bir tanrısı olduğunu söyler. bu tanrı yahudilerin tanrısıdır! işin ilginci tarif ettiği tanrı, islamın tanrısına çok benzer.

burak eldem'in 2012 mardukla randevu kitabına ilham kaynağı olmuştur.

von daniken, aynı konuyu işleyen saçma kitaplarını ondan önce çıkarınca uzun süre hayata küser. ama yazdıkları daniken'in yazdıklarından çok daha ayrıntılı ve bilimsel temele dayanır. insan neslinin uzaylılara dayanması kısmını hariç tutarsam eğer söylediklerinde haklılık payı da olabilir.



aslında burak eldem'in kitabını okumak daha mantıklıdır. çünkü engin ardıç'ın da dediği gibi; burak eldem bu konuyu oldukça sağlam temellere dayandırmış ve insan neslinin uzaylılardan gelmesi gibi bir düşünceden kurtarmıştır. ayrıca tevrat'ın doğruluğunu ispatlamaya da girişmediği için keyifle okunabilecek bir kitap yazmıştır.

kitaplarını ruh ve madde yayınları basıyor. basılan kitapları şunlar; 12. gezegen; gökyüzüne merdiven; kozmik tohum; tanrıların ve insanların savaşları; kayıp diyarlar; zaman başlarken; kozmik şifre; ilahi karşılaşmalar, melekler, vizyonlar ve elçiler; enki'nin kayıt kitabı; dünya tarihçesi.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

ispanya iç savaşı



"gel de gör
caddeler kan revan
gel de gör
caddeler kan revan
gel de gör
caddeler kan revan"

böyle der pablo neruda. daha savaş yeni başlamış ve madrid sokaklarının görgü tanığıdır bu büyük şair. onunla beraber orwell, malraux ve hemingway de görgü tanığı olacaktır yaşananların. hele o hemingway. savaştan sonra ispanya'ya bir daha gitmeme yeminini boğa güreşlerini çok sevdiği için 1950'de bozmuş ve sınırda ispanyol polislerinin pasaportuna bakarken neler dediğini de duymuştur:

"bu herif bize karşı savaşan orospu çocuğuna ne kadar da çok benziyor?"

hemingway cevabı yapıştırır elbette, anti faşist ruhla, hala;

"size karşı savaşan o orospu çocuğu benim!!"

ispanya'da 1936-39 arası meydana gelen, faşist güçler ile cumhuriyetçilerin savaşıdır. savaş boyunca 600.000 kişi ölmüştür. savaşa neden olan olay ise yasal hükümeti devirmek isteyen ordunun darbe yapma teşebbüsü, yani isyanıdır.



16 temmuz 1936'da general mola, general goded ve general franco tarafından hazırlanan ayaklanma başlar. isyan özellikle ülkenin batısında, kırsal kesimde etkili olur. mola buraları ele geçirir. barcelona, madrid, bilbao gibi büyük şehirlerde ise yasal hükümet, işçiler sayesinde ilk önce ayaklanmaları bastırır. barcelona'da goded yakalanır. ancak bir çok yer asilerin eline geçer. afrika'daki ordular asilere katılır ve franco bu birliklerle, almaya'nın yardımı ile ispanya'ya geçer. donanma cumhuriyetçilerden yana olsa bile hem almanya ile savaşı göze alamamıştır, hem de elinde yeterli cephanesi yoktur. bir süre sonra alman ve italyan denizaltıları bunları batıracaktır. franco ise baştan lider olarak ön plana çıkmaz. zamanı bekler. önce mağripliler sayesinde, sonra hitler'in yardımı, büyük toprak sahipleri ve kilisenin teşviki ile faşistlerin lideri olur. normalde son derece silik bir tiptir. savaştan sonra bile üniformaları ve artistik resimleri ile puan toplamaya çalışır. savaştan sonra aldığı lakap dillere destandır:

"generalisimo francisco franco, caudillo de espana por la gracia de dios"

(tanrının emriyle ispanya'nın lideri, en büyük general francisco franco)
franco'nun birlikleri ispanya'ya çıktıktan sonra sevilla'yı ele geçirir. kuzeye ilerlerler. madrid'e doğru yürüyüşe geçerler. önlerinde kendilerine direnen her yeri yakıp yıkarlar ve halkı katlederler. kuzeydeki faşistler baskları sıkıştırırlar, madrid'e yaklaşırlar. hükümet kuvvetleri ise fransa, ingiltere'den yardım ister. ama başarılı olamazlar. üstelik fransa ile ingiltere, tarafsızlık ilkesi gereğince cumhuriyetçi birliklerin elini kolunu bağlamışlardır. 1939 pirenelere kadar çekilen bir cumhuriyetçi subayla dalga geçen sınırdaki fransıza subay hemen cevap verir;
"bakalım siz ne kadar dayanacaksınız?"

(fransızlar faşist almanya'ya 1 hafta dayanabilmiştir)

cumhuriyetçilere yardım etmeye hazır görünen sovyetler ise pek oralı olmaz. sovyet gemileri ispanya yakınlarında demir atıp beklemeye geçerler. hükümetten bol miktarda altın aldıkları halde en eski silahlarını verirler. özellikle yetişmiş personel eksikliğini gideremezler. iç savaş sırasında alman tankçıların komutanı olan albay thoma, daha sonra kuzey afrika'da esir edildiğinde ispanya savaşından da bahseder.

"sovyet tankları bizim tanklardan daha iyiydi o zamanlar. ama kullanmayı bilmiyorlardı. bizde o tankları ele geçirip onlara karşı kullanırdık."



üstelik cumhuriyetçi safların tek vücutluluğu yoktur. anarşistler kendiliğindenliğe inanırken, anorko sendikalistler sendikalara, ortodoks komünistler ise demokratik cumhuriyete, troçkistler 1917 ruhuna, goşistler gerillalara, jakoben sosyalistler savaşmaya inanmaktadır. bunun yanında sıradan cumhuriyetçiler ile katalan ve bask yurtseverleri de vardır. üstelik hükümet bu yurtseverlere pek güvenmemektedir.

tüm bu ayrılıklara rağmen cumhuriyetçi ispanya 3 yıl direndi. fransa sadece 1 hafta direnebilmişti! "orduya karşı bir şey yapılamaz" saplantısına rağmen direndi. 1811'den 1936'ya kadar tam 52 darbe ve girişimine sahne olan bu ispanya direndi.

bunun nedeni ise sınıf gerçeğidir. emekçilerin ispanya'sı, yoksulların ispanya'sı direndi. çünkü onlar 1931 öncesi ispanya'sına, onun geriliğine, dar kafalılığına, dinsel baskılara, polis terörüne geri dönmek istemedikleri için savaştılar. çünkü franko bunların hepsini simgeliyordu.



tüm bu birliğe rağmen sovyetler özellikle barcelona'da direnişçilerin arasına nifak sokarlar. stalinistler ile troçkistler savaşır. anorko-sendikalistler temizlenmeye çalışılır. faşistlere ise yardım yağmaktadır. italyanlar binlerce askerini ispanya'ya sokar. alman generaller ülkede yıldırım savaşlarının provasını bile yapar. alman ve italyan uçakları tüm direniş noktalarını bomba yağmuruna tutar. büyük şehirler kitlesel katliamlara uğrar. üstelik hükümet güçlerinin elinde deneyimli subay bile yoktur. büyük çoğunluğu asilerin tarafındadır. yine de direnmişlerdir. amerikan petrolü ile desteklenen, ingiliz ve fransız duyarsızlığı ile güç kazanan, zengin ispanyolların, alman ve italyan bankaların maddi katkıları ile finanse edilen faşizme karşı sonuna kadar direnmişlerdir. avrupa'da faşizme karşı ilk direngi noktası ispanya'dır. savaş biter bitmez sıra polonya'ya gelecektir. ingilizlerin aklı ancak o zaman basar, faşizmi durdurma geriğini anlar.

1937'de savaş iyice şiddetlenir. faşistler galiçya ve bask bölgesini ele geçirirler. bask bölgesinin düşüşü enteresandır. sol ile alakaları yoktur. milliyetçi duygularla hareket ederler. komuta kademesindeki basklı-ispanyol ayrımı sonlarını hazırlar. madrid direnmektedir. bu sırada almanya'nın en etkili lejyonları ülkeye girer. bask bölgesi düşmeden önce guernica yaşanır. alman uçaklarının bombardımanı sonucu binlerce insan ölür. picasso, guernica'yı gören bir alman subayının "bunu siz mi yaptınız?" sorusuna, "hayır, siz yaptınız" demesi boşuna değildir. resim tüm dünyada savaş karşıtlığının sembolü olur.



stalin, sosyalist ve anarşistlere karşı komünist kuvvetleri kışkırtır. mayıs günleri başlar. direnişçiler kendi aralarında bölünmüşlerdir. dünyanın her yerinden insanlar direnişçiler saflarına katılır(türkiye hariç). uluslararası tugaylar kurulur. özellikle faşizm altında ezilen almanlar, italyanlar, orta avrupalılar ispanya'ya akın eder. her zaman çarpışmaların ön saflarında yer aldılar. 35.000 kişidiler. 10.000'i ölmüştür. 1938'nin sonların ispanya'dan ayrıldılar. barcelona'da geçit töreni ile, çiçeklerle uğurlandılar. buna rağmen barcelona düştüğünde 2.000'i esir edilmişti. onlar 19. yüzyılın büyük düşünün son askerleridirler. yani enternasyonalist düşün...



1938'de ise hükümet kuvvetleri barcelona ile madrid-valencia hattına sıkışmıştır. ekonomik sıkıntıya girerler. kuzeydeki sanayi ve maden bölgeleri faşistlere geçmiştir. üretim düşer. gün gelir, barcelona'nın enerji kaynakları bile el değiştirir. faşistler sürekli güçlenirken sovyetlerin komünistleri desteklemesi ile iktidar el değiştirir. anarko-sendikalistler ve sosyalistler temizlenir. işte tam bu sırada sovyet silahları imdada yetişmeye çalışır. parça parça gelen bu silahlar, iş işten geçtikten sonra gelmiştir. sınırsız alman ve italyan desteği sayesinde(70.000 italyan askeri bu savaşta savaşmıştır) tank ve uçak bolluğuna kavuşan faşistlere karşı durmak imkansızlaşır. her şeye rağmen bir umut her zaman vardır. barcelona sokaklarına atılan alman yapımı el bombalarının patlamadığını gören direnişçiler, bombaları incelediklerinde, alman işçilerinden gelen şöyle bir notla karşılaşırlar;

"yoldaşlar, şimdilik bu kadar!"



1939'da komünistlerden sıtkı sıyrılan ve en sonunda onları defeden halkın dayanacak gücü kalmamıştır. faşistlerin önünde duramazlar. önce barcelona, sonra madrid düşer. direnişçiler toplu şekilde katledilir. mayıs 1939'da savaş resmen sona erer. savaş sonrası 200.000 kişi daha infaz edilir. 400.000 kişi fransa'ya kaçar. fransızlar bu kişileri perişan halde bırakır. ama bu kişilerin bir bölümü nazi işgali sonrası fransız direnişinin mimarlarından olacaklardır. 1944'te paris'i kurtaran tanklardan bazılarının adı madrid'tir, guernica'dır, teruel'dir.



savaş sırasında madrid ve barcelona sokaklarında dalga dalga yayılan "no pasaran " sloganı yerine, ordu birlikleri bu şehirlere girence "han pasado(girdik bile)" çığlıkları alır. belkide fransız anarşistlerinin dediği doğruydu:

"mutlu olmak istiyorsan as efendini, kes papazları"

savaşın bitmesine yakın fransa ve ingiltere franko'yu yasal hükümet olarak tanır. rüya biter. geride kalanlar biri de neruda'nın şiiridir;

"espana en el corazon"



soracaksınız, leylaklar nerede hani?
gelincik yapraklı metafizik nerede?
sözcüklerine incecik delikler açıp
onları saçan yağmur nerede?
kuşlar nerede hani?

her şeyi anlatayım.

kent dışında yaşardım,
madrid dışında, çanlarla,
saatlerle, ağaçlarla.

görülürdü oradan
kurumuş yüzü kastilya'nın
meşin bir okyanus gibi.
evime çiçek evi derlerdi, sardunyalar fışkırırdı
duvarlarından çünkü
güzel bir evdi
köpekleriyle, çocuklarıyla.

hatırladın mı, raul?
rafael, hatırladın mı?
hatırladın mı, federico?
yerin altında,
hatırladın mı, balkonlarında o evin
haziran ışığı çiçekler doldururdu ağzına.

kardeşim, kardeşim!

her şey
o kalın sesler, tezgahların tuzu,
kabarmış ekmekler çıkaran fırın
ve heykelleriyle argüelles pazarı
kurumuş bir mürekkep hokkasıydı sanki aldatmalar içinde.
yağ akardı kaşıklara,
ayakların, ellerin derin çarpıntısı
sokaklarda büyürdü,
metreler, litreler, temel
ölçüsü yaşamın,
balık yığınları,
rüzgar gülünü bile şaşırtan
soğuk güneşiyle kiremitler,
patateslerin ince, çıldırmış beyazlığı,
domatesler yuvalanırdı denize dalga dalga.

“bir sabah tutuştu bunların hepsi,
bütün canlıları yutmak için bir sabah
fışkırdı topraktan
şenlik ateşleri,
silah vardı artık,
barut vardı artık,
artık kan vardı.
haydutlar geldi uçaklarıyla,
yüzükleriyle, düşesleriyle haydutlar,
takdisler dağıtan kara keşişleriyle
haydutlar geldi gökyüzünden
çocukları öldürmek için,
çocuk kanı aktı sokaklarda
düpedüz çocukların kanı aktı.

çakalların bile tiksindiği çakallar,
kuru çalıların bile tükürdüğü taşlar,
yılanları bile iğrendiren yılanlar!
yüz yüze gelince bunlarla
kanını gördüm ispanya'nın,
kabarıyordu
bir onur ve bıçaklar dalgasında boğmak için sizleri!

hain
generaller.
ölü evimi görün,
bakın paramparça ispanya'ya
erimiş maden akıyor her evden
çiçek yerine,
her çukurundan ispanya'nın
ispanya yükseliyor,
her ölü çocuktan bir tüfek fışkırıyor,
gören bir tüfek,
kurşunlar doğuyor her cinayetten,
o kurşunlar günün birinde
on ikisinden vuracak yüreğinizi.

soracaksınız, şiiri neden
düşleri anlatmıyor, yaprakları
ve büyük yanardağlarını anayurdunun?

gel de gör
caddeler kan revan
gel de gör
caddeler kan revan
gel de gör
caddeler kan revan

7 Ağustos 2009 Cuma

heinz guderian



moskova'ya 40 km kadar yaklaşıp son sürrat ilerlerken hitler'den gelen "piyadeleri bekle" talimatı üzerine panzerleri durdurmak zorunda kalan, ikinci dünya savaşının en büyük komutanı. onun yıldırım saldırıları ile polonya, fransa ve rus savaşının(rusya'ya girilmesine taraftar değildir) ilk bölümü kolayca bitmiştir. eğer ingiltere ile bir karayolu olsaydı, ingilizleri silindir gibi ezeceği şüphe götürmez bir gerçektir. adı rommel, zukov, montgomery, patton, eisenhower gibi bilinmemesinin nedenlerinden biri de savaşın ilk yıllarında kazanılan zaferlerin hitler'e mal edilmesindendir. oysa hitler'in kararları, savaşı almanların kaybetmesine neden olmuştur. savaş suçlusu değildir. çok iyi bir askerdir.

bismarck'ın söylediği bir söz vardır: "balkanlar, pomeranyalı yaşlı bir askerin kemikleri kadar bile değerli değildir."

guderian pomeranyalıdır. şimdiki polonya topraklarında kalan bu bölgede doğmuş olan bu asker, birinci savaşta siperlerde savaşmış büyük insan kayıplarını görünce motorize birlikler üzerine kafa yormuştur. almanların ağır yaptırımlara maruz kaldığı iki savaş arasında ise maketlerden tank birlikleri kurarak kafasındaki planları icraya çalışmıştır. hitler'in iktidara gelmesini tüm alman genelkurmayı gibi baştan olumlu karşılamıştır. çünkü bu sayede almanlar tekrar silahlana bilmiş ve yayılmayıcık faaliyetlerine girişmişlerdir.

avusturya ile birleşme kararından sonra avusturya'ya son sürrat dalan birliğin komutanı guderian'dır. hitler'in yaşlı ve statik düşünen generalleri yerine koymaya çalıştığı, en sevdiği genç subaylardandır. silezya ve çekya'nın da işgalinden sonra ruhr havzasına asker sokulması bu subaylarda büyük sevinçlere neden olmuştur. polonya'ya girilip ülkenin rusya ile bölüşülmesinden sonra tüm alman genelkurmay'ı barışı ummaktadır. hatta polonya'yı yıldırım hızı ile ezen guderian ve birlikleri bile böyle düşünmektedir. ancak ingiliz ve fransızların savaş ilanı bir şeyleri değiştirir. savaş gerçekten başlamıştır.

fransa'yı darmadağın eden guderian'ın tankçılardır. fransızların tank ve uçak sayısı fazla olmasına rağmen hepsini böcek gibi ezmiştir. savaşı 1 haftada bitirmiştir. eğer dunquerque'de ingilizleri de yok etseydi savaşın batı cephesi kesin olarak kapanacak ve ingiltere ile önünde donanma hariç engel kalmayacaktı. ama hitler'in akıl almaz emrinden saldırı durur ve ingilizler askerlerini kurtarır.

fransa'nın da diz çökmesinden sonra iyi bir barış ile savaşın sonlanabileceğini düşünmüştür. rusya'ya hiç bulaşılmaması taraftarıdır. ancak hitler'in ikna kabileti karşısında o da duramaz. rusların almanya'ya eninde sonunda saldıracağı konusunda bütün generaller ikna edilince rusya'ya savaş ilan edilir. haziran'dan aralığa kadar leningrad-moskova-kiev hattına erişilir. moskova önlerine kadar son sürrat ilerleyen isim yine guderian'ın tankçılarıdır. 22 haziranda saldırıya geçilmiş, guderian 1 haftada 350 km yol katedip minks'e ulaşmıştır. ağustosta ise kurks'a varmıştır. gittiği yol 700 km'dir. geri kalan 350 km yolu ise ekime kadar almış ve moskova önlerie ulaşmıştır. hitler izin verse moskova'ya da girecektir. ama meşhur emir verilir "piyadeleri bekle!" hitler'in emri ile güneye, sanayi bölgelerine iner. kış başlar ve berlin ile ipler kopar.



hitler tüm kış boyunca birliklerin olduğu yerde sabit kalmasını, 10 metre bile geri çekilmemesini istemektedir. ama guderian inatla bu düşünceye karşı çıkar. alman hatlarının arkasının doldurulmasının imkansız olduğunu, haziran sınırlarına kadar çekilinmesini tavsiye eder. hitler ise 5 metre derinlikte donmuş olan toprağa siper kazılmasını emreder. kazılamıyorsa toplarla bu işlerin halledilmesni ister. ancak bunlar da yapılamaz. guderian aptallık olarak gördüğü bu durum karşısında şaşkına döner ve hitler ile atılır. bu da onun sonu olur.

1 yıl boyunca görev almayan guderian dedikleri kısmen yanlış çıkar. hala yeterli insan ve malzemeye sahip olan almanlar 1942 saldırılarında da kısmi başarılar elde ederler. ukrayna sanayi bölgeleri alınır. kırım'ı bile alırlar. ama uzun vadede guderian haklı çıkar. cephe hatlarının 1 metre gerisine bile çekileyen alman birlikleri, 1943'den itibaren rus sürüleri karşısında ezilmeye başlar. insan kaybı olağanüstüdür ve karşılanamayacak boyuta geldiğinde, malzeme de tükendiğinde, berlin, 1945'de rus çizmeleri altında ezilecek, inim inim inleyecektir.

1943'de guderian, zırhlı birlikler genel müfettişi olur. tankların gelişiminden sorumludur. 1944'de kısa bir süre genelkurmay başkanı olur. almanya içlerine girmekte olan rusları engellemek için doğu cephesini yeniden tasarlar. ama yine hitler'in ahmaklıkları boğuşmak zorunda kalır. özellikle budapeşte savunması ve ikinci ardenler taarruzu için önemli kuvvetler ayırması yüzünden ipler kopma noktasına gelir. üstelik kurduğu cepheye hitler yalakası, yeteneksiz subaylar getilince daha fazla dayanamaz ve hitler ile sert bir şekilde tartışır. hitler'in tüm vücudu zangır zangır titrer. çünkü böyle bir hamle beklemiyordur. ama daha fazla şaşıranlar ise hitler'e köpek gibi sadık olan generallerdir. en sonunda batı almanya'ya geçer. bu tartışmadan sonra sağlık sorunları gerekçe gösterilerek görevinden alınır, bavyera'ya geçer, müttefikler batı almanya'ya girdiğinde teslim olur.

kendisi faşist değildir. ss birliklerini zaten sevmezdi. soykırımı savaştan sonra duymuştur. ama sıkı bir alman milliyetçisidir.

askeri dehasını şöyle tarif edebiliriz;

birinci dünya savaşı boyunca, yani 4 yıl boyunca aşılamayan fransa cephesini 1 haftada aşmıştır. rusya'da savaşırken bir seferde 600.000 rus askerini esir almıştır. bu tek seferde alınan en büyük esir sayısıdır. inanılmaz bir rakamdır. savaşı bizzat yöneten guderian olsaydı, hitler asla kaybetmezdi. hitler'in engin taktik bilgisi(!) ve dehası(!) sayesinde naziler yenilmiştir.



kendisi hakkında en geniş bilgiyi, anılarını topladığı, orjinal adı "erinnerungen eines soldaten" olan, türkçeye bir askerin anıları olarak çevrilen kitapta bulabilirsiniz. savaş öncesi ve savaşı kendi gözünden, en ince ayrıntısına kadar anlatır. okunması keyiflidir.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

osmanlı: hasta adam ölüyor



osmanlının resmi bitiş tarihi sevr antlaşması olsa bile, görünür bitiş tarihi 93 harbidir(1877-78). ruslar o savaşta ayastefanos'e(istanbul'daki yeşilköy) kadar gelmişlerdir. gerçi geldiklerinde neredeyse hepsi hastalıktan kırılmıştır ama gelmişlerdir sonuçta. hiçbir osmanlı kuvveti moskova'ya kadar gidemedi.

duyun-u umumiye de bu savaştan sonra kurulmuştur. ingilizler bu savaştan hemen önce osmanlıyı destekleme politikasından vazgeçmiştir. almanların kucağına düşüş tarihi de bu savaştan sonradır. ermeni sorunu da bu tarihten sonra ortaya çıkmıştır. abdulhamid adlı kişi bu tarihten sonra elde kalan son iyi devlet görevlilerini sürgün etmiş ve hatta bazılarını boğdurmuştur. tanzimat devrinin devlet adamları büyük insanlardır. ali paşa, cevdet paşa, fuat paşa boş insanlar değildir. ingiltere ve fransa'yı osmanlı yanında ruslara karşı savaştırmış devlet adamlarıdır(kırım harbi). devlet, ingilizlerin koruması altında olsa bile hala sömürgeleştirilmemiştir. yani çin ve iran'ın başına gelenler ancak 20.yy'ın başında, o da kısmen osmanlının başına gelmiştir.



1820'lerdeki mısır valisi mehmet ali paşa olayı ise tamamen gerzekçe bir iştir. rus yanlısı hüsrev paşa adlı birinin ikinci mahmut'u olmayacak şekilde yönlendirmesi sonucu mehmet ali paşa'nın oğlu ibrahim paşa kütahya'ya kadar gelmiştir. ancak ruslar da devlete destek olmak için boğazlara asker indirmiştir. hatta meşhur hünkar iskelesi antlaşması bu sebepten yapılmıştır. devlet-i aliyeyi korumak için en büyük düşman, moskof domuzu rusya'nın askerlerine muhtaç kalınmıştır. bu gerçek anlamda ilk büyük bitiş göstergesidir. devlet kendi valisinin ordusuna sadrazamını esir vererek yenilirken, korunmak için en büyük düşmanından yardım istemiştir.



ama bu sadece başlangıçtır. rusların askerlerini istanbul'da gören ingiliz, fransız ve avusturya olaya karışmadan duramazdı ve durmadılar. devlet 1880'lere karşı ingiliz kalkanı altında yaşadı. bu tarihten sonra kısmen sömürgeleştirildi, kısmen alman koruması altına girer gibi oldu.



her şeye rağmen osmanlı çökerken tek başına çökmemiştir. kendisini yoketmeye çalışan avusturya'yı ve rusya'yı da beraberinde götürmüştür. ama meternich' in hakkını yememek lazım. 19. yy'ın ilk yarısına ismini veren bu avusturya şansolyesi, osmanlı çökerse kendilerin de çökeceğini, bu yüzden osmanlının o hastalanmış haliyle yarı aç yarı tok bir şekilde muhakkak yaşatılması gerektiğini söylemişti. yunan bağımsızlık savaşında osmanlının arkasında duracak sözlerine sadık biridir. sonunda dediği çıktı. birinci harp sonunda koskoca avusturya'dan viyana ve çevresi dışında bir yer kalmamıştı.

Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.