heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

16 Aralık 2010 Perşembe

kuş sütüyle beslerim seni!!!

tarihi olan halkların nasıl sınıf mücadelesi varsa, tarihi olmayan ilkel kabilelerin de devlete, otoriteye karşı mücadeleleri vardır. tüm insanlar ilk önce devletsiz, ilkel kabileler şeklinde örgütlendiğine göre, devlet kavramına geçiş nasıl oldu? bu, aslında zaman makinası bulunmadıkça asla bilinemeyecek bir olgudur. çünkü ilkel kabilelerin yazılı bir tarihi yoktur.

devlet dediğimiz olgu, egemen sınıfın, diğer sınıflara karşı şiddetini uygulama aracıdır. devletin işlevi bundan başka bir şey değildir. egemen sınıfın haklarını korumak için vardır. arada, sosyal çalkantılara neden olmamak için göz boyama babında uygulamalarda bulunur. ama sonuçta yine egemen sınıfın çıkarlarını korumuş olur. ilkel toplumlarda ise, başlarında bir kabile şefi olsa bile asla ve asla egemen bir sınıfın oluşmasına izin verilmez. şef dediğimiz kişiler ise yöneten kişiler değillerdir. ilkel kabileler şeflerin emri altında değil, şefler ilkel kabilelerin emri altındadır. mesela bu olguyu geronimo'da görürüz. meksika askerlerinin apaçilerin kadın ve çocuklarını katletmesinden sonra intikam amacıyla toplanan kabileler, geronimo'nun dehası ile intikamlarını almışlardır. ama hala daha güç ve intikam hırsı ile yanıp tutuşan geronimo, daha fazlasını isteyince ona yüz çevirmişler ve dediklerini yapmamışlar, kendi özgür yaşantılarına geri dönmüşlerdir. eğer apaçiler hiyerarşik bir yapıda olsaydı, bir apaçi devleti kurulabilirdi. ama ilkel kabileler, herkesin eşit olduğu, hükmetmenin olmadığı, kafalarına göre yaşamayı seçmiş kişilerden oluşurlar. bir yönetene ihtiyaçları yoktur. aynı lider tutkusuna sahip kabile şeflerini güney amerika'da ispanyollar tespit etmişlerdi. ama hepsi kendilerini ispat etmek isterken tek başlarına kalmışlardır. geronimo,  meksikalılara son saldırdığında yanında sadece 2 kişi vardı. devlet kavramının olmadığı, otoriteden nefret eden biz ilkel insanlar devleti, yani otoriteyi nasıl kabul ettik?
toplumun değişen yapısı desek yine imkansız. çünkü ilkel kabileler durağandır. ekonomileri artı değer üretme üzerine değildir. geçim ekonomisidir. yani zaten ihtiyaçlarından fazlasını üretmezler, avlamazlar, toplamazlar. elbet bir artı değerleri vardır. ama bu da şölenlerde ve gelen yabancıları ağırlamakta kullanılmaktadır. çünkü ilkel insan için önemli olan çalışmak ve daha fazla kazanmak değildir. herkesin eşit olduğu bir toplulukta daha fazla üreterek ne elde edilebilir ki? üstelik ilkel insanlar için çalışmak son derece sıkıcı bir işlemdir. ispanyollar, amerikalı kabilelerin günde 3 saatten daha fazla çalışmadığını tespit etmişlerdir. eğer çalışırlarsa daha fazlasını üretmek ellerindeyken de bunu yapmamışlardır. çünkü ihtiyaçları yoktur. üstelik yaptıkları tüm çalışma tarla açmak, ekmek, avlamak ve toplamaktır. ekonomik faaliyetleri bundan ötesine geçmemiştir. ispanyollarla tanıştıklarında ise daha fazla çalışmaya giden süreç başlamış oldu ve böylece sonları da geldi. aynı durum kızılderililerde de vardı. atla tanıştıklarında tarla açmayı bırakmışlardır. çünkü atı kullanarak gerekli besinlerine kavuşabiliyorlar ve daha fazla ava sahip oluyorlardı(at, avrupa'nın amerika'ya hediyesidir). yani hiç bir zaman fazlasını istemediler. oysa orta amerika'daki inka ve maya devletleri, aynı ekonomik faaliyetleri yerine getirdikleri halde devlete sahiptiler. inkalar ve mayalar bu aşamaya nasıl geçebildi, tanrıları için onbinlerce kişiyi bir günde kurban edebildi ve diğerlerini sömürdüler?

bugün bir çok insan, gelişmenin devletin koruyuculuğu altında ve çalışarak elde edilebileceğini düşünür. gelişmeden kasıt ise daha fazla zenginleşme, daha fazla mal-mülk edinme ve teknolojik ilerlemeden oluşuyor. oysa insanlık, sanayi devrimine kadar ilkel kabilesinden imparatorluklarına kadar aynı gelişmişlik düzeyindeydi. yani tarım toplumuydu. aradaki fark kabaca kullanılan aletlerden başka bir şey de değildi. makina kullanımı diye bir şey ise neredeyse yoktur. bir diğer fark ise devletlerde artı ürün piyasaya sürülür, ilkel toplumlarda ise artı ürüne ihtiyaç duyulmaz. anlayacağınız ilkel toplumlar ticarete ihtiyaç duymazdı. acaba ticaret mi devletleri meydana getirdi? ama ilkel insan neden ticarete ihtiyaç duysun? zaten kendisine lazım olan her şeyi üretiyor ve kabilesiyle birlikte paylaşıyor. günümüzde tüm devletlerin tüccarlaştığını ve burjuva sınıfı üstünde yükseldiğini, bu burjuvanın da orta çağ avrupa'sındaki basit tüccarlar olduğunu bilmek içinizi ferahlatmasın.

dış bir etki ile mi ilkel insanlar devletleşti? mesela ispanyolların gelişi ile. düşününce orta amerika'da zaten bir devlet geleneği olduğunu biliyoruz. maya, aztek ve inkalar var. buna rağmen kızılderililer ve amazon yerlileri istedikleri gibi yaşamaya devam etmişler. devletli toplumlar yöneticilerinin hevesi uğruna insan kurban eden ayinlerde bir günde ellibin insanı katledip, kalbini çıkarırken, kızılderililer gökyüzüne bakıp en fazla ulu manituyu düşünüyorlar. kızılderili şefler bile kabilelerinin hizmetçisinden başka bir şey değil. kabile üyeleri savaştaki cesaretinden veya konuşma kabiliyetinden dolayı şeflere saygı duyuyor ve o da bir kaç gün içinde unutulup gidiyor. çünkü mutlak bir bağımsızlık hissi ile yaşıyorlar.

üstelik dış güce karşı her zaman bir direnç de vardır. osmanlının, yörükleri manavlaştırmak için uğraştığı biliniyor. konar-göçerlerden vergi alamadıkları için onları yerleşik hayata zorla, kafalarına vura vura geçirmişlerdir. romanların durumu zaten malum. kültürlerini tam olarak bilmesem bile çeribaşının fazla etkinliğinin olduğunu sanmıyorum(romanya çingene kralı mesela). daha ilginci ise hippilerin başına gelenlerdir. 1800'lerin sonlarına doğru, alman realizmden usanan bir grup alman, özlerine dönüp, devleti de sallamadan kendi klanlarını oluştururlar. bir süre sonra böyle yaşamalarından bıkan alman hükümeti onları sürer. amerika'ya giderler ve 1960'ların temellerini atarlar. gerçi 60 kuşağı hippilerini, beat akımını başlatan jack kerouac, allen ginsberg, neal cassady gibiler de etkilemiştir.

gerçek bir ilginç bilgi ise yine güney amerika'dan. ispanyollar bir bölgede ilkel kabile şeflerinin, nüfuslarının fazlalılığı ile orantılı olarak hafiften otoriter bir yapıya büründüklerini yazarlar. şefler bir nevi hükümdar gibidirler ve bu kalabalık kabilelerde emir komuta zinciri de oluşmaya başlamıştır ve baskıcı bir düzene geçilmiştir. belkide 100 yıl içerisinde iyice gelişip, serpilip devlete dönüşebilecek bir organizma ortada varken bambaşka bir şey olur ve sözü kuvvetli bir peygamber ortaya çıkar ve otoriteye baş kaldırarak bire(devlet/herkesin aynı olması) karşı olduğunu açıklar. herkesin eşit olduğu tanrıların yurdundan bahseder. bu peygamber o büyük kabilelerde toplumsal çalkantılara neden olur ve müridlerini de alarak amazonun içlerine dalarlar. insanoğlu yine direnmiş ve bağımsız kalmayı, otoriteye boyun eğmemeyi seçmiştir.

bu yavşak mı yavşak sümerliler, ortada hiçbir ama hiçbir neden olmadan, durup dururken, öncesi de bilinmeyen bir şekilde yaşadıkları şehirlerde neden kendi devletlerini kurdular? bazıları aç kalma korkusu vs dese de, otoriteden nefret eden insanoğlu, nasıl otoritenin bağımlısı haline geldi? sineklerin tanrısı hikayesini bilirsiniz. babalarından ve öğretmenlerinden gördüklerini uygulamak kolay bir durum. ama otoriter bir simge olan baba ve öğretmen olmayınca, o çocuklar nasıl vahşileşir? gerçi vahşileşmek ilkel kabilelere has bir durum! otorite oluştuğuna göre modernleşmelerini sorgulamak gerekiyor!

o zamanlar ortalama yaşın 40 civarında olduğunu da bilmek gerekiyor. bu kadar kısa süre yaşandığına göre temelden bir uzun hükümdarlık dönemi tasarlamak pek mümkün gözükmüyor. ama iskender 28 yaşında öldüğünde neredeyse bilinen bütün dünyayı almıştı.

kısaca demek istediğim durum şu;

biz ne zaman güçlü birisinden korkarak ondan sindik? veya şöyle diyeyim, hangi beyinsiz kabile kendi özgürlüğünü feda ederek bir lider etrafından toplanmayı seçti ve diğer kabileleri ele geçirmeye çalıştı? daha kaba tabirle anlatırsam eğer, roma olmasaydı avrupa'daki kabileler devletleşmek için bu kadar çabalar mıydı? slavlar 1000, germenler 1500 seneden beridir devlet sahibidir. öncesinde kabileden ötesine geçememişlerdir.

tüm bu okuma ve yazma, internet, tekerlek, su kanallarının açılıp tarıma geçiş devlet sayesinde oldu, bulundu. gün geldi kendi özgürlüğümüzü feda ederek başkaları için çalışmaya başladık. günde 3-4 saat bize yetebilirken 8 saat normal geldi. iş yetiştirebilemek için daha fazla da çalıştık. sonuçta elinize paradan başka bir şey de geçmedi. biraz daha fazla alışveriş yapabilirsiniz artık.

marx'a göre bu evrimsel bir süreçtir. insanlar ilkel tarım toplumundan feodalizme, oradan sanayi devrimi ile burjuva düzenine, akabinde devletin tüm üretim araçlarını devletleştireceği sosyalizme ve en sonunda devletin ortadan kalkacağı komünizme doğru evrimleşeceğini var sayar.
bakunin'e göre, insanın evrim çizgisi, toplumsal yaşamda, hayvansal güdülerin kuvvetle sınırlandırıldığı ilkel aşamadan, ideal amaçların insanın kendi kendisini disiplin altına almasını sağladığı tinsel olgunlaşma aşamasına doğrudur. zorlayıcı, zorba devlet, özel mülkiyet, din hep ilkel aşamanın kurumlarıdır.ama insanlık gelişmiş, bu kurumların zamanı geçmiştir; dolayısı ile kaldırılmaları gerekir. böylece bakunin, bilimsel sosyalizmin materyalist tarih anlayışını reddedip, evrimin itici gücü olarak insan ahlakındaki gelişmeleri temel almıştır. bakunin kısaca "bana ne proleterya dikatörlüğününden, sosyalizmden" demiştir. devlet kurumunun, yani mutlak iktidarın kimin eline geçerse geçsin onu zorbalaştıracağını belirtir. isterse bu devletin adı sosyalist devlet olsun fark etmez.  sovyet rusya'da olanlar zaten ortada.

devlet dediğimiz mekanizma, yönetici sınıfa güç sağlayarak, gerçekte var olmayan bir üstünlük meydana getirir. bu sayede insanın öz doğası bozulmaya başlar. yöneticiler bu güç duygusu ile diğer insanlar üzerinde(sadece kendileri gibi düşünmeyenler değil, herkes) insanın özünde bulunmayan zor kullanma yoluna saparlar. bu yüzden insanın gerçek doğasını bozan, tüm kötülüklerin kaynağı olan devlet kesin olarak ortadan kaldırılmalıdır. kalkmadığı durumlarda ise günümüzde olduğu gibi işine gelen her yöneten ve ezen insan, hamile kadınları tekmelemekte bir sakınca görmez. hatta bundan zevk alır. bu yüzden, devletin her türlüsünün yıkılması için her şey göze alınabilmelidir. ama bu ihtilal evrensel olmalıdır. eşit olmanın yolu adalet önünde eşit olmaktan geçmez. ekonomik olarak eşit olmaktan geçer.

kendisini hiç bilmem, ama abdulgaffar el-hayati adlı birisi şöyle demiş;

"devlet devrimlerle yıkılabilecek bir şey değil, insanlar arasındaki bir ilişki tarzıdır. devlet bu ilişki tarzıyla var olur, beslenir, güçlenir, sömürür ve öldürür. devlet, otoriter ve hiyerarşik örgütlenmelerle iktidara talip olunarak değil; insanlar arasında devletin kendisini yeniden üretemediği yeni ilişkiler, özgürlükçü ve dayanışmacı yeni bir hayat tarzı kurularak yıkılabilir. asıl olan iktidarı almak değil, gündelik hayat devrimleridir. zira yaşanacak bir hayatımız var."

kaynak: pierre clastres - devlete karşı toplum, ekşisözlük'de bakunin başlığı...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

askerleranlatiyor.blogspot.com

Yüzlerce post içinden tek bir tanesinde anlatılan tek bir olay bile beni dehşete düşürürken insanlar bunları kanıksamış.
Bu insanlar hakim, avukat, öğretmen, işçi, memur olmuşlar.
Bu anlatılanlar kuşaklar boyunca sürmüş.Etrafımdaki erkeklere şüpheyle bakmaya başladım ve çocuk yapmama kararı aldım.

Leyla Özer

Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.