heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

30 Haziran 2010 Çarşamba

cehalet


(Kırmızı bir gül'ü andıran bu fotoğrafa bir açıklama getiremeyen NASA yetkilileri; Belki bir açıklama yaparlar diye fotoğraftan bir tanede İSLAM alimlerine gönderirler. İSLAM alimleri ise cevap olarak; Rahman suresinin 37-38. ayetlerini gönderirler.

"Gök parçalanıp da, yağ gibi eridiği ve KIRMIZI BİR GÜL'E DÖNÜŞTÜĞÜ ZAMAN Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz ?")

sevgili bloggerlar, işte allah'ın varlığının delili!

yıllar önce, beraber içtiğim sevdiğim bir arkadaşımdan mail gelmişti. peygamberi rüyasında gören bir zat varmış. peygamber, bu mekkeli herife ve yakın bir zamanda ölen herkesin, müslümanlar dahil cehenneme gideceğini söylemiş. o maili yollamak da herkesin boynuna borçmuş. yirmi kişi miydi neydi, işte cehennemden kurtulmak ve hayırlara vesile olmak için gerekli sayı.

neyse, 2-3 yıl sonra kapımda bir mektup buldum. dedim "yine bana hangi kız aşk mektubu yolladı?" bir baktım mektuba, mail ile gelen metnin aynısı. çok güzel bir el yazısı ile yazılmış. kız el yazısı olduğu belli. zavallı kızcağız cehennemden kurtulmak için 20 kişiye o metni yazmış sanırım! yazık lan, valla bak, ama sinirlendim, mail neyse, ama kapıma kadar bu tür pisliklerin gelmesi iğrenç. çöpe attım elbette.

bahsetmeye çalıştığım dini cehalet tam bu noktaya dayanıyor. yani korkuya. sonradan bu metnin 1970'den beri yazıldığını da öğrendim. 1970'den beri o an ölen herkes cehenneme gitmiş. 1970'den beri cenneti hak eden hiç kimse yok! bu insanların bilmedikleri her şeyi tanrıya sormaları yetmezmiş gibi, nasa'nın bilmediğini iddia ettikleri şeyi de(kıçımla gülerim bu iddiaya) kendilerine yontuyorlar.

bu metni yorumlayan kişiler:

"ne oldu muhteşem nasalarına ALLAH adamın işte böyle nutkunu tutar ALLAHA inanmayan kafirlere çok küçük bir örnek ALLAHIM sen bizi affet AMİN"

"f. kardeş cesaretinden dolayı seni tebrik ediyor ve sözlerine candan katılıyrum.onların daha çok nutukları tutacak..Allah bizi doğru yoldan ayırmasın"

bu tür saçmalıklara imza atan ve yollayan ve paylaşan ve altına aptalca yorumda bulunan herkes, isterse odtü mezunu olsun, prof. olsun, geri zekalıdır. üstelik inandıklarını iddia ettikleri tanrılarını bu kadar küçük düşürmeleri ve geri kalan insanları geri zekalı yerine koymaları da cabası.

bunun gelinecek son noktası ise şudur;

"acaba bugün bilim adamları kur'an vasıtasıyla hangi icadı yaptı?"

24 Haziran 2010 Perşembe

ara beni boya beni!


google aramaları neticesinde;

bana bakireyim dedin gittin en yakın arkadaşıma verdin(istanbul): evvet türkiye, işte bir gerçeğini de böylece öğrenmiş oldum.

akhisar genelevi nerede (istanbulx2): kiliseyi geçince sağda...

bedava porno film izle (istanbul): uppss!! ben de izlemek istiyorum...

lost bitti mi(istanbul ankara x3): bitti, bitti, rahat edin artık. korkmayın. bittiğini buradan ilan ediyorum. bu bloga google aramalarını eklediğimden beri bu soruyla beni buluyorsunuz.

rus organ mafyası(istanbul) : çok tırsıyorum bazen.

yengem.com (istanbul): hmmmm...

israil filistine neden saldırıyor(x1500, tüm dünya): mavi marmara saldırısından sonra tüm dünyadan 10.000 kişi bu soruyu google'da sordu ve benim taaa 3 yıl önce yazdığım bir yazıya ulaştı. hala daha tek tük geliyorlar. sıktı ama, günlük hitim 200'ü geçti o ara, valla bak. haftalık hitim 1000 oldu. çok ünlü oldum diye korktum!

iki kişiyi birden idare etme sanatı(tokat): ilginç, bilgi ile bilgeliğin farklı olduğunu anlayamamış bunu arayan. bilgelik yolu herkes için değişiktir. herkesin kendi çıkardığı sonuç gerçektir. bu gerçekler tezat olsa bile.

iri popo gösterileri (istanbul): taksim'e çık.

en iri popo(arabistan): sen de arabistan'da değil, new york'da falan yaşa. şişko amerikalılarla vakit geçir.

bana evet dedin (turkey): evet, ee, bu evetin anlamını mı merak ettin? niye bunu google'a soruyorsun ki?

bursalı ünlü toplar(istanbul): siktir lan, top sensin.

bursa neden top (istanbul): nedense 3 yıl önce yazdığım yazılar aramalarda daha çok çıkıyor. sen de siktir git.

zombi film konusu kanser ilacı sonucu zombiye dönüşen insanlar vardı amerikan filmiydi(istanbul) : sonra zombiler şehri istila etmişlerdi, herkesi öldürmüşlerdi, akabinde atom bombası atıp zombilerinin haklarından gelmişlerdi değil mi?

emd dalgaları ve atom teorisinin ıspatı(diyarbakır): cidden çok korktum bunu görünce! emd dalgası ne, atom teorisi ile ne demek istiyorlar? biri bizden gizli atom bombası mı yapacak? az sonra!!

bursa arap şükrü sokağı bira kaç lira(bursa): telefon aç bence. sor, öğren, kızla öyle git, ben nete soracağıma gider garsona sorardım.

sexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsexsex (ankara istanbul) : gizli bir şifre mi bu ve neden iki kişi de bunu yazıp benim bloga girmiş, mantıksız geldi bana. hayır, ben de merak edip aratınca videolardan başka bir şey çıkmadı.

"maraş genelevi"(bursa): allahın bursalısı maraş genelevinin yerini neden sorar değil mi? benim de aklıma bu takıldı zaten. neden lan, neden, neden, neden!!

bayan popo j lopez görmek istiyorym(ısparta): ilginç bir istek. jenifer lopez in kıçını görmek istemek, hmm, bilmem, bana ne...

popo kaldırma ameliyatı(istanbulx5): istanbul'da önemli bir nüfus kıçından memnun değil anlaşılan. illa gidip doktora elletecekler. hangi yazıya ulaştıklarını da biliyorum. poponuzu kaldırmak için gidin kendinizi en iri zencilere becertin demiştim kısaca o yazıda. umarım inanıp uygulamışlardır!

zorla sexs yapma(ankara) : öncelikle sana yazma öğreten kişiyi belediyeciler kovalasın. akabinde sapıksın lan sen, valla bak...

yakişikli erkek resimleri türk erkekleri resimleri kopyalamak ıstıyorum ya(istanbul): yavrum, bir daha bu şekilde ararsan bu yazıyı bulursun, gel bana, sev beni!! seni yaşatırım bebeğim!

23 Haziran 2010 Çarşamba

kütür kütürsün bebeğim sarıl belime!


aquina'lı thomas, "hayatın bir çok anında insanlar için görme duyusundan çok daha önemsiz olan dokunma duyusu, gerçekliğe varma konusunda tek değilse de başlıca araçlarımızdan biri oluyor" demiş zamanında. 13. yy falan işte, herif engizisyonun yolunu taşlarla döşeyip bir çok insanın kanına girmişken bu lafı da etmiştir.

dokunmak, bazen görmekten daha önemlidir. çünkü o bazenlerde ancak dokununca gerçek olup olmadığını anlayabiliriz. halüsinasyonda olduğu gibi, görmek her zaman fayda etmez. hatta şu sanal dünyada görebilirsiniz, duyabilirsiniz, belki teknoloji ilerledikçe tadabilir, hatta koklayabilirsiniz. ama dokunamazsınız. bu imkansızdır. bu yüzden de net her zaman için sanal kalacaktır. çünkü dokununca sanallık değişir, gerçek olur.

şöyle devam edeyim, eliniz olmayıp yerinde bir takma el olsa ve kafanızı kaşısaydınız onunla, o elinizin kaşağıdan farkı kalmazdı. hisseden tek yeriniz kafanız olacaktı. oysa şimdi hem parmak uçlarınız, hem de gelecekte kemerimi süsleyecek olan kafa deriniz hissedecektir(!)

bu takma kol, kafa benzetmesini varsa eğer karşılıksız sevdalarınız için de kullanabilirsiniz. siz ne kadar severseniz sevin, karşınızdaki size ilgi duymuyorsa eğer hissedeceğiniz tek şey kendi kara sevdanızdır. karşı taraf ise sizin hissettiğinizi hissedemeyecektir, ki bu durumdan daha doğal bir şey olamaz.

fotoğraflara da sarılamazsınız. onlara dokunarak kelebek etkisi gösterip geçmişe de gidemezsiniz. bence fotoğraf biriktirmek saçmalıkların en büyüklerinden birisidir.

bu yüzden yoldan geçen birini görebilirsiniz, kokusunu koklayabilirsiniz, söylediklerini duyabilirsiniz, ama dokunamazsınız. bu yüzden elektronik kitaplar teknolojiye dokunmaktan hoşlananlar hariç hiçkimseyi tatmin etmeyecektir.

tatmak ise bambaşka bir şeydir. fiziksel temasın en son noktasıdır.

21 Haziran 2010 Pazartesi

vuvuzela


arkadaş her millet kendi penisiyle doğru orantılı düdük öttürürmüş. bu yüzden güney afrikalı erkeklerin bu düdüğü öttürmelerine, kadınlarının ağızlarından düşürmemelerine şaşırmıyorum. çıkan ses ise çiftleşme esnasında çıkan sesle doğru orantılır.

siz bakmayın "türklerin bilmemnesi şu kadar bu kadar" denildiğinde. her türk porno film izlemiştir. varın gerisini siz kıyaslayın. bizim zurna ile vuvuzela karşılaştırılamaz bile!

tabii işin sanatsal düdükleri de var! misal saksafon. o gerzek avrupalılar iktidarsızlıklarını gizlemek için saksafonu icat etmişlerdir. öyle eğri büğrü, parlak şey ne lan, tamamen kızlara hava atmak için, ters manyel yapıyorlar bir de. buradan avrupalıları kınıyorum!

ayrıca bu askeriyenin borozanı ne be! çük kadar a q. elime alsam, sevip okşarım, o derece! bir boka benzemiyor. amerikalılardan hiç umudum yoktu zaten!

işin içinde gaydalar da var elbette. koskocaman taşşak ve minicik penis. iskoçlar bu ingiliz egemenliği altında yaşamaya müstahıktır kardeşlerim! gitsinler nefeslilerini değiştirsinler.

hakemlere de "ibne hakem" diye boşuna seslenmiyoruz biz! o kadarcık düdükle sen anca kendini tatmin edersin lan, bi de gidip sağa sola kırmızı çakıyor!

küçük çocuklara düdük boşuna öttürmüyorlar!

yuh insanları penisleriyle doğru orantılı üflemeli çalgılara zorlayanlara! yuh diyorum buradan, eşşek herifler sizi!

o değil de; madem bu deri rengi sıcaklarla orantılı, güney afrika'da sonbahar mevsimi ciddi ciddi yaşanıyormuş. ee bunlar hala neden kara! en azından arapların ten rengine sahip olmaları gerekmiyor muydu?! baktım, hollanda asıllı güney afrikalılar hala daha bembeyaz. üstelik kanada'dakiler de hiç beyazlamıyor. şüphelendim birden, kınıyorum bu deri rengini sıcaklıklara bağlayanlara. kızılderililerin dediği gibi, tanrı siyahları fırında unutmuş, soluk benizlileri az pişirmiş, tam kararında olan kişiler kızılderililer.

18 Haziran 2010 Cuma

vücut dili


lisedeki bir kadın hocamı, lise bittikten sonra okulda tekrar ziyarete gitmiştim. odasında otururken bacak bacak üstüne atmayı kendime yakıştıramadığımdan ayaklarımı güzelce ayırarak ve kollarım göğüsümde bitişik bir vaziyette duruyordum. ilk on dakika hiçbir şey anlamadım. sonra yavaş yavaş kafam şarj etmeye başladı. çünkü kadın konuşurken kekelemeye başlamış, üstüne üstlük alnından dökülen terler bariz bir şekilde görülüyordu. hareketleri de bir garip hal almıştı. elleri, dilinden dökülen kelimeler gibi kekeliyordu. en sonunda kafam dank etti. kadın bir erkek lisesinde hoca olduğu halde güzel giyinen, traş olmuş, rahat tavırlı erkeklerden feci şekilde tahrik oluyordu. benim görmediğim bir olayda bir çocuğun yanına gidip "bir daha benim derslerimde kravat takma, kötü oluyorum" bile demiş(biz lisede kravat takmaz, ceket giymez, kumaş pantolondan nefret ederdik)! bu histerik karı tam o sırada kocasından da boşanmış. adam haklı, erkek elini görünce tahrik olan bir kadına kim tahammül edebilir ki? kadınlar "erkek kızakta gerek" lafını boşuna dememişlerdir.

kızlar, erkekler, platonik aşkınızın size ilgi duyup duymadığını mı merak ediyorsunuz? barda gözünüze kestirdiğiniz kişi, sizi gözüne kestirdi mi? hayatınızda bir çok kişi var ve kime ilgi duyduğunuzu bilmiyor musunuz?! işte size gerisi önemli değil'den dev bir hizmet daha. vücut dili! bu sayede tüm bu sorunlarınız çözülecek!

bir ortamda hoşlandığınız veya gözünüze takılan bir kişi varsa eğer vücudunuzun bir parçası istemsiz olarak ona yönelir. onu gösterir. bacak bacak üstüne attıysanız ayağınızın ucu ona doğru dönmüştür. o olmadı, gövdeniz ona yönelecektir. o da olmadı dirseğiniz ona dönecektir. ama en çok ayak ucunuz. herhangi bir yerde otururken bile bu gerçekleşir. kaçınılmazdır. keza size ilgi duyan kişiyi merak ediyorsanız eğer ayaklarına bakın. tüm gövde terste dursa bile o ayaklar şeytan ayağı olup size dönebilir!

gerekli işareti aldınız ve ilgili kişinin yanına gittiniz. eğer o kişi konuşmanız boyunca kollarını birleştirip gövdesini koruyorsa yanlış işaret almışsınızdır. ama bacaklarını yaya yaya oturuyorsa ve elleri ve kolları serbestse devam edin!

bu işaretlerden sonra ilişkiniz başladı ve yalan söyleyip söylemediğini merak mı ediyorsunuz? eğer konuşurken burnu ile oynuyorsa kesin yalan söylüyordur. eğer kaçamak cevap istiyorsa saçıyla oynayacaktır. burnunun ucuyla oynamadığı halde yalan söyleyip söylemediğini hala merak mı ediyorsunuz? eğer kekelemişse tam o kekelediği anda yalan söylüyordur. tüm bunları yerine getirmiyorsa iyi bir oyuncudur. o kişi hayali bir tenis topunu, pinpon topunu, kediyi, köpeği yerden alabilir ve size bunu yutturabilir!

bu ufak bilgilendirmeden sonra tüm hareketleri çözebilirsiniz. gerisi size kalmış! şunu unutmayın, vücut insanı ele verir!

17 Haziran 2010 Perşembe

antichrist


lars von trier'in son filmi. sinemalarda gösterime de girdi. kısa yazacağım. herif film çekmemiş, resmen kafam kalınlığında kitap yazmış. öyle böyle değil.

üç insan, üç hayvan, gökte üç yıldız kümesi, üç dilenci, üç duygu.

klasik müziğe öyle aman aman bir ilgim yoktur. ama herif film çekmemiş, bir klasik müzik klibi(lascia ch'io pianga) çekmiş.

cennet, doğa, şeytanın mabedi, kadın soykırımı, bir tez ve zamanla oluşan anti tez, kınama yerine kabulleniş. modern cadı avı. ama avlayan cadının kendisi.

bazı sahneler vardı ki şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. gerçi filmin akışına kendinizi öyle bir kaptırıyorsunuz ki hiçbir şeye de şaşırmayabilirisiniz. filmden çıkarken ise yolda yürürken, otobüs beklerken, otobüste çevreyi izlerken her şey ağır çekimmiş gibi gelebilir gözünüze.

herif film çekmemiş lan, resmen sanat eseri, sadece 3 insan oyuncu değil, üç hayvan oyuncu, hatta palamutlar bile müthiş oynamış. sakın "ben bu filmin dvd'sini alıp evde seyrederim" demeyin. gidin sinemada seyredin.

15 Haziran 2010 Salı

bir fransızla sevişmediysen sevişmiş sayılmazsın


dilimizde fransız terminolojisine ait bir çok cümle var. bunların türkçesini veya fransızcasını kullanabiliyoruz. mesela fransız öpücüğü veya fransız manikürü, femme fatale, sır ağda, sadizme adını veren marquis de sade(apayrı bir yazı konusu) gibi. voulez vous coucher avec moi (vulevu kuse avek mua) bile diyebiliyoruz.

neyse, bu cümlede bahsi geçen fransız kadını diyeceğim kadın(erkekleri hakkında konuşmam saçma olur) hafif kısık gözlü, beyaz tenli, uzun boylu, her on tanesinden dokuzu güzel, biri ise yaşlı(bir arkadaşıma ait tanım) olan, fazla makyaj yapmasa bile muhakkak dudaklarına yakışan ruju süren, sallapati giyineceğine üzerine yakışan kıyafetleri giymekten imtina etmeyen, inci kolyeleri, zarif yürüyüşleri, endamları, sigara içişleri, pda'nın(uluorta sevişmek) bokunu çıkarmayı bilen, frou frou, fular, etek, jartiyer, file çorap, dantel iç çamaşırları ile gerçekten kadına benzeyen, konuşması bile ateşli, seksi, mesafeli, sıcak, kadınsı, yani parisien diye tarif edilen varlıklardır. bu kadınların gülüşlerinde çaresizlik yoktur, keyif, hayattan zevk almak ve neşe vardır. isabelle huppert, patricia kaas, catherine deneuve, juliette binoche, sophie marceau, isabelle adjani, brigitte bardot, audrey tautou, laetitia casta, emmanuelle beart, segolene royal aklıma ilk gelenler.

neyse, bir fransız ile sevişmediysen sevişmiş sayılmazsın atasözünü ilk kez bir filmde duymuştum. filmin adına dair bir şey hatırlamıyorum. yerli mi, yabancı mı, onu bile anımsayamıyorum. ama bu cümlenin içinin boş olmadığını, fransızların bu ünvanı layıkı ile hakettiğini biliyorum! eğer dünyada seks konusunda aşmış bir millet varsa, bu fransızlardır. üstelik fransızlar bu işte aşırıya da kaçmaz! ikinci dünya savaşından sonra bir japon geleneği haline gelen çocuklara yönelik eylemler fransızlarda duyulmamıştır mesela. gerçi baleye yaptıkları inanılmaz katkılardan da daha önce bahsetmiştim!

sarte şöyle der; "aşk, iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. boşuna bir çaba, çünkü insan kendi bilincine mahkumdur."

sanırım varoluşçuluğun sokak aralarında gezerken bile tartışıldığı fransa'da, elbette işi bu boyuta da vardırmak gerekiyordu. çünkü kadın, kadın doğduğu için kadın olmamıştır. kadın olduğunu düşündüğü için kadındır. ve kadın olduğunu bildiği halde madame currie gibi biri de çıkmıştır. o devirde bir tane daha bilim kadını gösterebilir misiniz siz?

benim ilk bilgilerim fransız ihtilaline kadar gider. ihtilal sırasında hapishanelere kapatılan soylu kesim, vakit geçsin diye birbirini becerirmiş. vakit öldürecek hiçbir uğraş yokmuş. bir fransız atasözü "cumartesi günleri sevişmeyiniz, çünkü pazar günü yağmur yağarsa, ne yapacağınızı bilemezsiniz" der. kastedilen eylem sanırım seksin sadece vakit geçirmek bir uğraş olduğu yönünde. belkide bu atasözünün temeli bu aristokratlara dayanıyor! ama şu bir gerçek, adlarının bu kadar duyulmasının nedeni, sekste insiyatifi sadece erkeğe bırakmamalarıdır. erkekler kadar etkinleşmişlerdir.

ihtilalden sonra ise kiliseye yönelik eylemler neticesinde fransız dünyası başlar. gerçi 18. yy da fransızların yüzyılıdır. güneş kral loui zamanı. herkesin paris'i düşlediği vakitler. bir alman prensi ömrünün yarısınında paris'e gitmeyi hayal ettiğini, gittiğinde de geri kalan yarısında neden bu kadar geç gittiğini düşünmekle geçirdiğini söyler. ayrıca dünyanın her yerine, dolayısıyla osmanlı'ya da gelen fransız mürebbiyelerinin yediği naneleri herkes okumuştur. fransa 1000 yıllık bir bilincin ürünüdür. bu işin içinde efsane haline gelen, tüm fransız erkeklerinden daha cesur olan bir kadın da vardır. jeanne d'arc. fransız kadınının özgürlük tutkusu bu kadından daha iyi hiçkimse tarafından ifade edilemez bence. sonuçta fransız erkeklerinin ihanetine uğrayıp yakılmıştır.

fransız kadını bir ikondur. adaleti temsil eden o kadın heykeli yunan kökenli olsa bile fransızdır. herkese eşit mesafede olduğunu gösteren kör gözleri, bir elinde adalet dağıtan terazisi, diğer elinde cezayı temsil eden kılıcı ile bağımsızlığını gösterir şekilde tam bir kadındır. üstelik fransız devrimini temsil eden tabloda bir göğsü açık o kadın, arkasında kendsini takip eden erkeklerle beraber özgürlüğü simgeler. çünkü kadın özgür olduğunun bilincindedir.

karizma dediğimiz şeyin kelime anlamı cinsel çekiciliktir. biri size karizmatik geliyorsa, bilin ki cinsel çekiciliği olduğu içindir. bu cinsel çekiciliğinin bir nedeni şöhret ise, diğeri de özgür olduğunu ilan eden yüz ifadesidir. iki üç hafta fransa'da kalan bir türk ile hep türkiye'de kalmış bir türkün arasında dağlar kadar fark olması bence kaçınılmazdır. yani demem o ki, bu devrim ruhu kadınlara kadın olduğunu öğretip kendilerini bambaşka şekillere bürüyebiliyorlar. ingiliz ve alman kadınları arasındaki farkları bu. bu kadınlar kendi devletlerinin çıkarları için çalışmaktan başka bir şey yapmazlarken, fransızlar kendi gelecekleri için çarpışmışlardır. amerikalı kadınlarla kıyaslamaya bile girmeyeceğim. çünkü amerikalı kadınlar yoz bir kültüre sahip ve tarihi neredeyse olmayan bir milletin fertleri olarak bu zamanki güzelliklerinden daha fazlasına sahip olamazlardı. marilyn monroe bile ancak 30'larında "keyfinize bakın" mottosuna sığınırken fransız kadınları bu işi 18. yy'da halletmişti. günde 18 saat çalışmaktan hiç goyunmayan, devletini çok seven insanlara sahip bir devlettir amerika.

tabii olay bunlarla sınırlı kalmamıştır. yine bir yerde okumuştum. fransızların % 40'ı ömürleri boyunca vücutlarından kıl, tüy, yün kesmezmiş. bu yüzden, parfüm sanayisinin bu kadar gelişmiş olmasına da şaşmamak lazım. derler ki, fransız parfümleri, fransız fahişeleri gibi kokar. tabii iş fahişelikten açılınca durum değişir. bu lafın türemesinin nedeni fransız fahişeleridir. "o la la" diyen fransız fahişelerinin üstüne 19. yy boyunca fahişe tanınmaz. sırf bu fahişelerle birlikte olmak için akın akın fransa'ya burjuva yığınları gelmiştir. hatta mısırlı çok zengin bir müslüman, o devrin en meşhur fahişesini bizzat fransa kralı üçüncü napoleon'dan istemiştir. gerçi imparator bu olayı yanlış anlamış ve aynı isimli bakanını yollamıştır!

elbette bu durum evlilik hayatına da yansıyacaktır. 19. yy boyunca sadece fransız erkeklerinin metresi yoktur. evli kadınlarının da jigoloları vardır. hatta bir fransız bakan, karısının iyice azdığını, sevgililerini bile takip edemediğini söylediğinde yanındaki arkadaşı "metresim hakkında böyle konuşamazsınız" bile demiştir! günümüzde bile bu durum devam eder. mitterand'ların hem kadın, hem de erkek olanının sevgilileri vardı. hatta cumhurbaşkanı mitterand'ın sevgilisinden çocuğu bile vardı. gerçi bu mitterand'ın sevgililik hadisesi ise bambaşka bir yazı konusu. çok satan bir gazete yöneticisi yeni mezun olmuş afet denilebilecek güzellikte üç fransız kadını üç siyasetçinin metresi olması için ikna eder. karşılığında her türlü bilgiyi alacaktır. ama bu üç kadın da bu erkeklere aşık olur ve onlarla birlikte yaşamaya başlar. bilgi falan da vermezler. bildiğiniz gibi hayat kısa! kadınlar, erkeklerini satmamışlardır.

keza üçüncü napoleon'un yeğenlerinden birisi, bir bakanın karısı ile yatakta basılınca bakan tarafından öldürülür. bu yeğeni çok seven fransızlar onun mezar heykelini tam vurulma anını resmedecek şekilde, sırt üstü vaziyette, kemeri açık ve penisi pantolonu zorlar durumda resmetmişler. çocuk sahibi olmak isteyen fransızlar, mendillerini pantolonun bu kabarık yerine sürmeyi çok severlermiş! ee, insan her yerde insan sonuçta, fransız da olsa değişmiyor!

19. yy fransız kadınını anlatan madame bovary de vardır elbette. tatmin olamayan bir kadındır bovary. ihtiraslıdır, cesareti aptallığından gelir ve tehlikelidir, vurdumduymazdır, bencildir. bu roman, o zamanki iki yüzlü ahlak anlayışını da yıkmıştır. fransız kadını, biraz da edebiyat sayesinde kadın olabilmiştir.

işin sanat kısmına girince orjinal adı l'origine du monde, yani "hayatın başladığı yer" tablosunu es geçmemek lazım. gustave courbert, bu tablosunda arzın merkezine gerekli yolculuğu yapar! model ise elbette bir fransız. joanna hiffernan. yani skandalların kadını.

bu tablo monet'nin olympia adlı eseri. 19.yy fransız fahişelerinin genelevlerinden bir odada bir fahişe yatağa uzanmıştır. kadın görüldüğü üzere utanmazca bakmaktadır. o devirlerde fransızlar sokaklarda fahişelik yapmıyorlardı. eve dikkat ederseniz eğer burjuva evleri gibidir. odanın aksesuarları ve hizmetçiden bu durum anlaşılır. fahişelerin müşterileri burjuva olduğu için, evler dışarıdan saygın görünsün diye o şekilde döşemişlerdir. amaç müşteriyi kendi evinde hissettirmektir.

ve tanrı kadını yarattı, ama fransız kadınını!

"sadece dans ederek yaşanabilecek bir yer var mı?"

10 Haziran 2010 Perşembe

emperyalizm


emperyalizmin kökü imperium kelimesidir, ki imparator demektir. sömürgeci zihniyetten önce roma ve osmanlı'da kendini bulmuştur. bu emperyal imparatorların amacı bizim sağcı osmanlı tarihçilerinin sandığı gibi "halkım zenginleşsin" falan da değildir. daha fazla alana hükmetmektir. bunu yaparken güç ve otorite kullanır. en önem verdikleri şey güçtür. ancak güç ile kendi değerlerini ve hırsını dünyaya yayılabilir ve dünyaya ancak bu şekilde hükmedilebilir. osmanlı için bunu kanuni'nin fransız kralına yazdığı mektupta açık ve seçik görürüz. adam fransa kralına bir nevi böcek gibi davranmıştır.

yani osmanlı, tıpkı roma ve iskender'in imparatorluğu gibi emperyal bir devlettir. ileri safhasında ise emperyalizm şekil değiştirmiş, imparatorların hırslarından arındırılmış, ama büyük şirketlerin patronlarının hırslarıyla yeniden şekillenmiştir. o zamanki emperyalizmin amacı, elindeki nispeten pahalı, ama değersiz malı, silah zoru ile kolonilerde satmaktır. satarken malın değeri yükseltilir. veya kolonilerdeki mallar fiyatı düşürülerek takas edilir.

osmanlı gibi, eski tip tahıl imparatorluklarda amaç sürecin, yani hakimiyet alanlarının devamıdır. bu yüzden diğer hükmedilen milletler de sisteme dahil edilmiştir. mesela roma'da bir sürü germen kökenli imparator vardır. aynı şekilde doğu roma'da da ermeni, sırp, bulgar imparatorlar yönetmiştir. işin ilginci arap bir roma imparatoru bile vardır. osmanlı, roma'nın devamı olduğu için bir sürü veziri azam'ı müslümanlaşmış balkan milletlerindendir. osmanlı, klasik manada son imparatorluktur. yani son tahıl imparatorluğu. sanayileşmeyi hiçbir zaman beceremediği için bu şekilde yok olmuştur.

eski tip imparatorlukların amacı gibi osmanlı'nın da tüm amacı daha çok toprak ve paradır. her şeyi bunun için yapmışlardır. daha çok yere hükmetmek için savaşılmıştır. fatih, babasının hayrına italya'yı almak istemedi. batı roma'nında imparatoru olmak için orayı almak için çaba sarfetti. kanuni'nin de "aman ben macaristan'ı kalkındırayım, ırak'ı refaha kavuşturayım" türü bir derdi olmamıştır. yine bir sürü salağın dediği "osmanlı'dan kopan devletler şimdi sürekli savaşıyor" lafı da gülünç aslında. osmanlı zamanında tüm arap toprakları zaten kan içindeydi. devletle ve kendi aralarında sürekli savaş halindeydi. üstelik arap vilayetlerinde açlık, pislik, cehalet kol geziyordu. adamlar hala bu kadar geri kalmışlıklarını osmanlı'ya bağlıyorlar. ne yani, bugün oralar bize bağlı olsa dubai gibi bir yer olur muydu? "ırak kan gölü", "filistin kan gölü" diyorsunuz. sanki eskiden farklıydı. osmanlı'nın son zamanları için zeytin dağı'nı okuyun. beyrut sokaklarından açlıktan ölmüş insanların nasıl toplandığını okuyun.

anadolunun da bu vilayetlerden farkı yoktu aslında. osmanlı, anavatan olarak anadoluyu değil, balkanları görmüştür. anadolu ise celali isyanları zamanında neredeyse insansız kalacaktı. devletin gerileme döneminde ise balkanlar daha feciydi. tüm uluslar birbiriyle kanlı bıçaklı hale gelmiş, herkes herkese saldırıyor, sonra toplanıp devlete saldırmışlarıdr. osmanlı en güçlü olduğu zamanlarda pax ottoman olmuştur. ama devletin zayıflamasıyla beraber bitmiştir. soylu unsur bırakmayarak, balkanların gücünü kırıp, haraç adındaki hristiyan vergisi de alarak oralardan para koparmıştır. oraların askerlerini de kullanmıştır. bu bir imparatorluk gereğidir. imparatorluklar ellerinde toprakları korumak için kan da dökmüştür, ezmiştir, yoketmiştir.

emperyalizm, latince komuta yetkisi demektir. sanayileşme ile yeni tip emperyalizm ortaya çıkmıştır. sömürgeci büyük devletler, 1880'den itibaren dünyanın paylaşımı için mücadele etmeye son sürrat devam ederler. böylece uluslarının dengesi, zenginliği ve gücünü sonsuza kadar belirleyeceklerini düşünürler.

19. yy emperyalizmi ile birlikte kültür emperyalizmi de ortaya çıkmıştır. yüzyılın başlarında dini ve siyasi nedenlerle veya geçinmenin zora girmesi(nüfus artışı, kıtlık) nedeniyle ülkelerini terk edenler tarafından yerleşim sömürgeleri oluşturulmuş(avusturalya, yeni zelanda, güney afrika, endenozya, vb), bunun yanında hammade ihtiyacı içinde(hindistan ve afrika gibi) ticari sömürgeler gelişmiştir. bu durumdan yarar sağlayanlar ise çıkarlarının korunması için devlete başvuran özel ticaret kumpanyalarıdır(batı ve doğu hint kumpanyaları gibi). bu sayede kumpanyaların ve dolayısıyla devletin nüfuz alanları oluşmuştur.

peki ileri aşamada sömürgecilik nasıl gelişti? sanayi devletleri olan abd, ingiltere, fransa, almanya, daha sonra japonya, italya ve rusya'da ekonomi hızla kalkınır. bilim ve teknikteki gelişmeler(özellikle kimya), yeni eneji kaynaklarının bulunması(petrol ve elektrik), ulaşım ve haberleşmenin gelişmesi neticesinde dünya ticaretinin ve ekonomisinin alt yapısını hazırlar. bu yeni bilim ve teknolojiye yatırım iktisadi yapıyı tamamen değiştirir. ilk önce tekelci kapitalizm gelişir. işletmelerin birleşmesi veya ek elde toplanması büyük şirketleri yaratır. bu işletmelerin alım ve sürümün rasyonelleşmesine yönelik olarak aynı veya farkı ekonomi dallarında büyümesi ise anonim şirketleri, kartelleri ve en sonunda tekelci dikta olan tröstleri yaratır.

bu sanayinin gelişmesi için krediler açılır. bankacılık sistemi büyümeye başlar. sermaye ihracı başlar. zengin bankerlerin ve finans kuruluşlarının birleşmesi ile bu kuruluşların gücü artar, siyasi nüfuz elde ederler. bunun sonunda üretim ve millli gelir artar. işçilerin az olmak kaydıyla genel yaşam standartları yükselir. köyden kente büyük göçler başlar. meslek kuruluşları ve siyasi partiler kitlelerin demokratikleşmesini sağlar. ulaşım ve ikmal işletmeleri bu sırada devletleştirilir. paranın kontrolü için merkez bankaları kurulur. ama hammade, pazar ve sermaye yatırımları sorunları büyük siyasi sorunlara dönüşür. artık daha fazla sömürgeye ihtiyaç vardır.

devletler kendi şirketlerini korumak için gümrükler koyar. gümrük savaşları başlar. her devlet kendi şirketini kollar. bu sayede milliyetçilik gelişir.

yeni milli devletler olan almanya ve italya'nın oluşumu esnasında izelenen reel güç politikasının sağladığı başarılar, yanlızca güç elde etme ve varolma savaşı verme iradesine sahip milletlerin, değersiz olduğu söylenen(renkli) halklar üzerinde egemenlik kurmak için seçildikleri görüşünü pekiştirir. milli prestij, varlığını koruma ve savaşa dayanan militarist düşünce silahlanmayı teşvik eder. en başta da deniz kuvvetlerini güçlendirme yoluna giderler. çünkü denizleri elde eden, dünyayı elde edecektir.

bu sebeple milliyetçilik gelişerek, tarihi görev bilinci duygusu kitleler üzerine empoze edilir. dünyanın kaderi avrupalılaşmaktır. bu sayede ordu ve burjuvadan gücünü alan emperyalizm, batı medeniyetini dünyaya yarar. demiryolları, limanlar, okullar ve hastaneler yoluyla sömürge halkarını sömürerek, ortadan kaldırarak, geleneklerini yok ederek sömürge ekonomisini(büyük çiftlikler, sanayiler ve pazarları) dışa açılır.

sömürge halklarının duruma isyanı ise avrupalılaşmaya karşı antipati ve kin duygusudur. sanayileşme ile yeni ihtiyaçları karşılanırken, dini yanı ağır basan yenilenme hareketleri, kendi tarihinin keşfi yoluyla milli bilinç ve ikinci savaştan sonra eşitlik mücadelesi yolu açılır.

doğrudan işgal ile sömürü devri böylece bitmiştir. ama öncesinde yeni sömürge tipleri de denenmiştir. yeni tip emperyalizm 19. yy'lın son yarısında direkt olarak işgal edilmesi zor olan bölgelerde uygulandı. artık direkt olarak sömürge yoktu. pazarlar vardı.

bu yöntemin ilk örnekleri osmanlı devleti, iran ve çin'dir. osmanlı'nın belirli bölgeleri belirli ülkelerin etki alanına bırakılmış ve sömürülmesi gerçekleşmiştir. mesela balkan savaşından önce balkanlar avusturya-macaristan(selanik'e uzanmasını düşündükleri demiryolu hattı ile) etkisindedir. izmir ve dolayları da demiryolu hattı ile ingiliz, pamuk yüzünden çukurova yine demiryolu hattı ile fransız etkisi altındadır. tahıl ihtiyacı için bağdat demiryolunun yapımı ile hattın geçtiği her yer(istanbul-eskişehir-ankara ve oradan bağdat'a kadar) alman sömürgesi haline gelmiştir. bu 4 devletin osmanlı'yı parsellemesinden sonra ruslara da doğu anadolunun demiryolu hattı hakkı kalmış ve bunu almışlardır. ancak demiryolunu hiçbir zaman döşememişlerdir.

iran'ın durumu da farklı değildir. kuzeyi rus, güneyi ingiliz pazarı haline getirilmiştir. iki ülke arasında paylaştırılmıştır.

çin'in durumu da bizden farklı değildi. avrupalılar, amerika ve japonya, savaşarak çin'i işgal etmişler ve bu ülkeyi parsellere bölüp kendi parçalarında diledikleri gibi at koşturmaya başlamışlardır.

görünüşte ilgili devletlerin idaresi altında kaldığı sanılsa bile bu üç ülke anladığımız şekilde sömürgeleştirilmiştir. anadolu halkı birinci savaş zamanı yemeye yemek bulamazken trenlerle almanya'ya tahıl gittiğini nerden bilelim değil mi?

emperyalizm her zaman şekil değiştirir. sürekli kendini yeniler.

8 Haziran 2010 Salı

shrek forever after


devam filmleri iyi olmaz diye bir kanı doğrudur, ama bu film diğerlerin, hatta hepsinin toplamından bile güzel ve eğlenceli. somurtkan bir insan değilseniz neredeyse her ayrıntıya katıla katıla, belkide koltuktan düşercesine gülebilirsiniz.

öncelikle;

benim biricik masal kahramanım rumpelstiltskin bu filmde. daha ne a q. bu çocukları yiyen masal cücesinin adı doğru telaffuz edilince engelbert humperdinck'e dönüşür aslında. bu filmde o adla yer alsa da olurdu. çok hain bir cindir. grimm kardeşler, samanı altına çeviren değirmencinin kızını kralın karısı yapar onun hikayesinde.

sonra;

fareli köyün kavalcısı da bu filmde. daha ne a q. küçüklüğümden beri bir numaralı hayranıyımdır bu kavalcının. sırf bu yüzden çok iyi derecede flüt çalardım eskiden. hatta kendimi hep kavalcının müziğinin peşinden giden, ama topal olduğu için ona yetişemeyen çocuk gibi hissetmişimdir.

bu masal süper ötesidir yahu, shrek'de nefis bir uyumla birleşmiş. çok güzel bir film çıkmış ortaya. izlemeyen herkese acilen izlemesini tavsiye ederim. hele siz çizmeli kedinin bob marley'in one love şarkısını söylemesini dinleyin yeter. uzun süredir bu kadar çok gülmemiştim.

7 Haziran 2010 Pazartesi

cybill shepherd


cybill shepherd'ı biz mavi ay dizisi ile tanıdık. david edison'ın belalı patroniçesi ve uzatmalı sevgilisi! bir keresinde bizim gazetelerden birinde kel bir adamla asla birlikte olmayacağını, bu yüzden bruce'un hiç şansının olmadığını söylemişti! pehh, şimdi willis hala idare eder. ama cybill shepherd'ın sadece adı kaldı.

gerçi düşününce o devrin amerikan dizilerini, cosbyler, altın kızlar, websterlar, bu dizi nimet gibiymiş. arada tnt'de rastlayınca bakıyorum. david müthişmiş lan. madi ise tayyörlere boğulmuş. burnu güzel.

bu kadın 60'ların sonlarında amerikan güzeli seçilmiş tescilli bir güzeldir. öyle mc donalds'larda falan keşfedilmemiştir. benim bildiğim ilk büyük rolünü de taxi driver'da oynar. travis bickle'ın platonik aşkıdır. ama onun amacı ve hırsı bir politikacı üzerinde yoğunlaşmıştır. hırslı kadını oynamak ona yakışıyor. ama hırs bir kadını daima çirkinleştirir.

neyse, ondan sonraki süreç biraz karışık. elvis presley'in uğruna dünyaları yaktığı bir hatun olur. ikisi de memphisli ne de olsa, normaldir. normal olmayan ise cybell'ın o ara başka biriyle daha olduğudur. yani elvis'in menajeri ile.

kendisinin erotik filmlerde oynamışlığı da varmış. eskiden güzelmiş ne de olsa. ne olursa olsun, bir insan altmışındayken altmış göstermeli. kırk değil.

3 Haziran 2010 Perşembe

fakir biri ölürse, canlandırmaya çalışmayın!


bir sümer atasözü böyle der. ilk okuduğumda oldukça şaşırmıştım. ne yani, sümerliler zenginleri canlandırabiliyor muydu?! neyse işte, bu atasözü sanki "para herşeyi elde eder, fakiri gömün gitsin, bir şey kazanamazsınız" demek gibi bir şey. üstelik bu sümerliler "yoksul için ölmek, yaşamaktan yeğdir" de demişlerdir. anlaşılan sümerde ya hiç fakir yoktu, ya da fakirleri gördükleri yerde aşağılıyorlardı!

bu sümer halkının bu fakirleri hakir gören sözlerinden dolayı onları hint-avrupa milletlerinden birisi olarak görebilirim! malum, türk olsalar böyle şeyler demezlerdi! ama ben kendilerini günümüz medeniyetinin atası olarak görmeye devam edeceğim.

adamların başka ilginç atasözleri de var. mesela, "sevişmeden gebe kalınabilir, yemeden semirilebilir mi!" de demişlerdir. sebep sonuç ilişkişi işte birader. herifler meryem'in taa o zamanlar gebe kalamayacağını çözmüş! maksat sevişmekse eğer ilk genelevleri de bunlar açmışlardır. parayı da bulmuşlardır aslında. boşuna lidyalılar övülüyor.

neyse, "seni suya koysalar, suyu kirletirsin, bahçeye koysalar, meyveler çürümeye başlar!" sözü ise "ne emmeye gelirsin, ne de gömmeye" demek gibi bir şey. "ölüme mahkumuz, harcayalım; uzun yaşayacağız, biriktirelim" sözleri ise burjuvanın temellerinin sümere kadar gittiğini gösteriyor!

"bir kralın olabilir, bir efendin olabilir, ama asıl korkulacak adam bir vergi memurudur."

işte birader alın size bir hint-avrupa geleneği daha. bu herifler vergi memurlarından bu kadar çok korkuyorsa kesin amerikalıların atasıdırlar! gerçi vergi indirimini bulan halk da bunlardır. türk de olabilirler hani!

tabii vergi memurlarından ölümüne korkacak kadar gelişmiş bu halk, tanrıyı da bulmuştur. zamanında atalarına tapmaya başlamışlar ve sonradan bunlardan etkilenen diğer halklar bunların atalarını tanrı sanmış ve tapmaya başlamışlardır! yerleşik kültüre ilk bunlar geçtiği için diğer kültürleri bu kadar etkilemelerine şaşırmamak lazım.

tabi iş burada kalmadı. hazır tanrıları bulmuşlarken ilk gece hakkını da bunlar buldu. evlenen kadının ilk gecesi yörenin efendisine sunulurdu. cesur yürek filmini hatırlayanlar ilgili durumu hatırlarlar. bunlar kesin avrupalı olmalı! bizde olmaz öyle şeyler.

herkes der ya, "sümerliler zamanının en gelişmiş uygarlığıydılar". yalan, o zamanlar için tek gelişmiş uygarlık bunlardır. herifler çünkü yazıyı bulmuş, pil icat etmiş, daha ne! o üretilen enerjiyi nerede kullandıklarını ise bilmiyorum. bilen varsa yazsın buraya. neyse, biz türkler yazma alışkanlığını daha yeni yeni edindik. herifler taa o zamanlar yazıyorlarmış.

"eli, ağızdan çıkanla uyumlu işleyen bir yazman, gerçek bir yazmandır! sümerceyi bilmeyen bir yazman, ne biçim yazmandır." al sana bir sümer atasözü daha. boru mu, herifler her şeyi çözmüş. ben destanlarının ötesinde roman yazdıklarını da tahmin ediyorum! gerçi aşk şarkıları var. herifler işin sırrını çözmüş. aşk şarkıları yapmışlar, şiirler kaleme almışlar.

ve siz bir bilgi daha. bu herifler birayı da bulmuşlardır. hani almanların da atası olabilirler. o yüzden yazdım. yaşadıkları o ülkede şimdi bira içmek günah. ilginç be, valla bak. herifler çakma da olsa matbaayı da bulmuşlardır aslında. silindir mühürler vasıtasıyla yazılarını çoğaltabiliyorlardı. yani yazıyı bulmakla kalmamışlar, işi iyice ileri boyuta taşımışlardır. tabii işin içinde astronomi ve matematik de var. bu yıldız falları işi de bunlardan çıkma. belki bu ayrıntı onları türk yapar! bu ayın 30 gün olması da bunların işi. gerçi yılları 360 gün sürüyordu. bir yanlışları daha vardır aslında. düşünen kısmın kalp olduğunu sanmışlardır.

peki ya kurdukları sulama şebekesine ne demeli? gerçi bu işi yapan kişi olarak dünyada yaşayan ilk tanrı olan suların tanrısı enki'yi görürler. o kanalları o açmış, bataklıkları kurutmuş ve ovaları tarıma açmıştır. ama o kanallar, barajlar ve bentlerle işi iyice ilerletmeleri, hem seli önleyip bataklıkları kurutmaları muazzam. ıraklılar hala daha bu kanalları kullanıyorlar. varın gerisini siz düşünün. biz bile bataklık kurutma işlemine tam olarak cumhuriyet ile beraber başladık. bu sayede tarım alanları arttı. herifler taa o zamanlar düzenli sulamaya dayalı bir tarım geliştirdiler. vay be, cidden takdir edilesi bir durum. mısırlıların kanal işleri de sümerlerden aparmadır.

sadece bunlarla kalsa yine iyi. herifler utanmamış ve eczacılığın da öncüsü olmuşlardır. şehirlerinde sağlık evleri kurmuşlardır. sağlıkla ilgilenen tanrı yine enki'dir. enki'nin simgesi de bir asaya sarılı yılandır. yani şimdiki sağlıkçıların simgesi! o asaya sarılı çift yılanın dna sarmalı olduğunu söyleyen de vardır. neyse, kendileri diş ağrılarıyla bile ilgilenmişlerdir. neden olarak kan emici kurtlar savını ileri sürmüşlerdir. ama ilginç şeyler buldukları da yadsınamaz. şöyle bir atasözleri vardır; "yıkanmamış elle yemek yeme." taa o zamanlar yemekten sonra değil, önce el yıkanması gerektiğini biliyorlarmış. kendileri o kadar kurumsallaşmışlardır ki yazılı kanunları bile vardır. hammurabi kanunlarının temeli sümer kanunlarıdır. malum, tevratın on emrinin temeli de hammurabi kanunlarıdır. o hale gelmişlerdir ki meclisleri bile vardır. her şeyi oturup tartışırlar ve karar varırlarmış. bunların tutanaklarını bile tutmuşlar.

ve sümerliler esasında en büyük keşiflerini yaptılar. tekerleği icat ettiler. mallarını taşıyabildiler. yani ticaret başladı. ve sabanı da buldular. öküzlerin çektiği sabanlarla tarlalarını sürdüler. artı ürünleri pazara tekerleklerle indirdiler. tarihin en büyük icadı ticarettir. geri kalan tüm icatlar ticaretin gelişimi içindir.

nasıl oldu da bu uygarlık çöktü? bildiğin kıtlık işte. rivayete göre tanrıların savaşlarında kullanılan nükleer silahlar tüm havzayı kurutmuş, kentleri yaşanmaz duruma getirmiştir. bilinen ise kıtlık neticesinde zayıf düşmeleridir. akadlar bunları içten çökertir. sonra bir daha eski hallerine gelemediler. m.ö. 2000'li yıllardan sonra uygarlıkları bağımsız kimlikleriyle yaşayamadı. ama ardlarından gelen gelen akad ve babil uygarlıkları çoğunlukla sümerler'in izlerini taşıdılar. tüm o çağlar boyunca sümerce bilmek çok önemliydi. sümerlerden kalma tabletleri okumak bilgelikle eşdeğerdi. krallar sümerce bilmekle övünürlerdi. kendilerine özgü dilleri ve çivi yazıları bu yüzden uzun süre yaşadı. o kadar ki sümer inanışları ve mitolojisi fenike, yunan, roma bağlantısıyla günümüze dek ulaştı. üç ilahi dinin temeli bile sümer inanışlarına ve adetlerine dayandı. yani sümerler varken, ne yahve, ne jesus ne de allah vardı ortalıkta. samuel noah kramer'in dediği gibi; tarih sümer ile başladı.

2 Haziran 2010 Çarşamba

ayrıntıladım - 12


sezerciğin vampir avcısı versiyonu çekilseydi eğer, herkesin tahmin edebileceği gibi bu filmde zemzem suyu, hilal ve gümüş kullanırdı. film içinde vampirlerin ayın hilal zamanı dışarı çıkamadığını anlayan sezercik, onlara büyük bir komplo kurar ve ayı dolunay gibi göstererek onları dışarı çekerdi.

elveda ilginç bir kelime. tanışmada ilk dokunulan organ olan el, ayrılmada da son dokunulan olur. geriye vedası kalır.

bir avusturya atasözü şöyle der; "almanya iyi bir işgalci değildir. iyi bir müttefik hiç değildir."

cennet kapısının ilginç bir sorusu vardır. şimdi; cennet ve cehennem kapılarında iki melek durmaktadır ve biri sürekli yalan söyler, ama diğeri sürekli doğru söyler. sende arafda kalmışsın ve tanrı senin zeki olup olmadığını sınıyor. o meleklerden birine soracağın tek bir soru ile cennetin kapısını bulman gerekiyor. soracağın soru nedir? ama tek bir soru, iki soru ile çok kolay. bu soruyu 1800'lerin başında almanya'da ayılar tarafından büyütülen(!) bir çocuğa sormuşlar. çocuk o vakitler büyük bir infial uyandırmış ülkede. herkes çocuğun modern bir insan olması için çabalamış. ama bu soruya iki soru sorarak cevap vermiş. demiş ki; "meleğe gidip "sen bir ördek misin?" diye sorarım. ördeğim derse yalancıdır. cennet kapısını sorarım. tersine giderim. eğer doğrucu meleğe gidersem yine iki soruda bu meseleyi hallederim." almanya'da infial çıkmış. gösteriler düzenlenmiş ve en sonunda çocuğun hiçbir zaman akıllanamayacak biri olduğuna kanaat getirmişler. ha iki, ha tek soru, çok da sikimde a q. ha, çocuğun adı sanırım casper'dı.

büyük patlamadan 5 saniye sonra evrenin büyüklüğü yaklaşık bir portakal kadarmış.

uyurken izleniyor hissine kapılmak pis bir duygu lan. gecenin karanlık bir vakti tv kutusundan garip sesler gelir, penceler sallanır ve bir ses seni çağırır. sıkıysa yatağa daha da bir gömülme de göreyim seni.

musa, sina dağına çıkınca yehova'ya yakarır: "tanrım, nolur, yüzünü göster bana." ve ardından yehova cevap verir: "önümü göremezsin, arkamı görürsün." nasıl yani!

1956 macar ayaklanmasında, kızılordu ve sovyet işgaline karşı bir hafta boyunca buda tepesindeki birliklerin, işin esası derme çatma başıbozuk askerinin komutanı bir türkmüş. kemal ekren adından birisi. ele geçirdikleri çek mitralyözleri, rus tüfekleri ve gazoz şişesinin içine benzin koyup paçavraya sardıkları molotof kokteylleriyle bir hafta boyunca kızılordu'nun anasını ağlatmışlar. zamanında engin ardıç yazmıştı bunu.

maximilien robespierre, ingilizlerden ihtilal zamanı rüşvet almayan tek kişidir. devrimin tüm önde gidenlerinin ingilizlerden para aldığı ispatlanmıştır.

emme basma tulumba gibi uyuyan insanlar vardır. sandalyelerinde son derece rahat bir şekilde uyumaya çalışırlarken kafaları öne düşer ve birden irkilirler, kafaları yukarı çıkar, sonra bir daha öne düşer, sonra tekrar çıkar, sonra tekrar iner, çıkar, iner ve "günaydın birader!"

"pim çek bomba at" bağırışına bayılıyorum.

üstad lafını hem islami kesim, hem de masonlar kullanır. ilginç bir durum.

esmerin adı oya, benzer güneşe aya. esmerin adı oya, koyayım ona doya doya.

tavuklar iyi beslenirse 25 saatte bir yumurtlar. o tavukların yediği yemleri biz yesek düz duvara tırmanırız.

arabesk fantazi ne lan! yoksa ibrahim tatlıses'in fantazileri mi?!

barbar, yerleşik hayata geçmemiş, yağma ile geçinen topluluklara denir. canilikle alakası yoktur.

aslı'nın babası o zamanki hükümdarın veziri olan bir ermenidir. aslı ile kerem aslında beşik kertmesidir. vezir, dinine uygun olmayacağını düşünür ve aslı'yı kerem'den kaçırarak diyar diyar dolaştırır. kerem de aslı'nın peşinden her yere gider. en sonunda aslı'yı kayseri civarında yakalar ve evlenirler. gerdek gecesi aslı'nın düğmeleri açılmaz. çünkü babası büyü yapmıştır ve kerem sazının teline vura vura, teker teker açar düğmeleri. sevişirler.

telemakhos, babasını bulmak için yola çıkamadan önce sarayı ele geçirip alem yapan ithaka'nın zengin kişileri tarafından şamar oğlanına çevrilen odysseus'un gururlu oğludur.

penelope ise kocası odysseus truva savaşından geri gelmeyince ithaka'nın ileri gelenlerince evi basılan ve içlerinden biri ile evlenmeye zorlanan kadındır. evlenmemek için bir kilim örmeye karar vermiş, ancak bu kilimi geceleri sökerek bitmemesini sağlamıştır. yaptığı hile anlaşılınca bu sefer odysseus'un yayını geren kişi ile evleneceği açıklamış ve geri dönen kocası bu yayı germiştir. özverili bir kadındır.

sevgilim yok. ama spekülasyonları engellemek için şimdilik birini bulacağım!

leon, fransa'da uzun versiyonu ile diğer ülkelerde ise kısa versiyonu ile gösterime girmiş bir filmdir. uzun versiyonunda matilda'nın gerçekten insan öldürdüğü sahneler varmış ve bu bölümler çocukların ruh ve sinir sistemine zarar verir hedesi yüzünden bazı ülkelerde kesilmiş. türkiye'de izlediğimiz kısa versiyonuymuş.

kibritle sigara yakmak kanser riskini azaltır. çünkü çakmakla yakıldığında çakmak gazını içinize çekerseniz.

1800'lerde aydın yöresinde devlete baş kaldırmış efeler, tıpkı ermeniler gibi suriye'ye sürülmüşlerdir. şam civarında yaşamaya devam etmektedirler.

dost kelimesinin uzun süren düşünme egzersizlerim sonunda 'dosdoğru' kelimesinden türediğini düşünüyorum. çünkü yamuk yapmayan kişiye "dost" denir.

1 Haziran 2010 Salı

devlet mi? o da ne?


tamam, israil oldukça barbar bir şekilde konvoya saldırarak zaten ölmeye hazır mücahitleri kahraman haline getirdi. bunu dinci gazetelerin saldırıdan önceki günlerde çıkan sayılarında görebilirsiniz. o kişiler oraya ciddi ciddi cihada gitti, amaçları israil'i dünyaya rezil etmekti ve başardılar. herkes esip gürledi. herkes hıçkırıklara boğuldu. ama bu neredeyse sonu tahmin edilebilir eyleme kimse kader diyemedi! güzel öldüler de diyemedi!

ülke içinde yaşı küçük kız çocuklarını taciz ettiğinizde "ama onlar da para karşılığı eteğini kaldırıyormuş" dediler. "ana-babaları fakir, babaları hamalmış" dediler. fakirliği ve güçten yoksunluğu mazeret olarak sundular. yetmedi, tersane işçilerinin ölümlerini yer darlığına bağladılar. yalova tersaneleri açıldı, hala ölümler devam ediyor. kimsenin aklına bu işçilerin çalışma şartlarını iyileştirmek için çaba harcamak geçmedi. ceza verilen tersaneler isim değiştirip tekrar açılıyor. ismi değişen tersanelerde ölümler devam ediyor. hala daha bu işyeri sahiplerinin biri bile içeri girmiş değil.

taşeron firmalar yüzünden madencilerin kaderi tekrar tekrar onların yüzüne vuruluyor. ölümler sıradan olaylar gibi gösteriliyor. o firma sahipleri yüzünden onlarca kişi öldüğü halde olay önemsenmiyor.

tekstil fabrikalarında çalışan kadınlar hergün saatlerce mesai yapıyor ve işe giderken boğularak, işten çıkarken trafik kazalarında ölülüyor.

vahşi bankaların vahşi faizleri yüzünden millet çıldırmış durumda. insanlar kredi kartları borçları yüzünden intihar ediyor.

vahşi dersaneler çocukları eğitiyor. hepsinin kafasında a'lar, b'ler dolaşıyor.

ülke içinde olan bu olayların hepsinin nedeni kader ise mavi marmara'nın başına gelen de kaderdir. vahşi bir devlet yapacağını yaptı, on kişiyi öldürdü. vahşi maden sahipleri onlarca kişiyi öldürdü. vahşi tersane sahipleri yıllardır onlarca kişiyi öldürüyor. vahşi kot fabrikaları insanları bile bile öldürüyor. vahşi insanlar yüzünden ülkenin her yerinde yüzlerce küçük kıza, erkeğe tecavüz ediliyor. namus cinayetleri işleniyor. artık töre cinayetlerini gizlemek için öldürülen kadınlar tandır fırınlarında yakılıyor. mavi marmara'nın başına gelen hadise ile bu olaylar arasında benim için gram fark yoktur.

ama bazıları için fark çok. katil israil ha, pehh, aynaya bakın yahu.

nozick'e göre devletin hepi topu üç görevi vardır; toplumu başka toplumların şiddeti ve saldırısından korumak, toplumun her üyesini adaletsizlikten korumak ve adaleti sağlamak, özel sektörün sağlayamadığı ürünleri sağlamak. bu devlet kimi koruyor yahu.

"devlet mi? o da ne? peki! şimdi bana kulak verin, size ulusların ölümünden söz açacağım. bütün soğuk canavarların en soğuğuna devlet denir. soğuk soğuk yalan söyler o ve ağzından şu yalan sürüne sürüne çıkar: "ben devlet - ulusum ben." yalan! yaratıcılardı ulusları yaratanlar ve onların üstüne bir inanç ve sevgi asanlar: böylece hayata hizmet ettiler. yıkıcıdırlar, nicelere tuzak kuranlar ve buna devlet diyenler: onların üstüne bir kılıç ve yüz arzu asarlar. nerde daha ulus varsa, orda devlet anlaşılmaz; kem göz ve yasalara, törelere karşı işlenmiş bir günah sayılarak ondan nefret edilir. (...) fakat devlet bütün iyilik ve kötülük dilleriyle yalan söyler ve ne söylese yalandır - ve nesi varsa hepsi çalıntıdır. düzmedir onda her şey; çalınmış dişlerle ısırır bu ısırgan. barsakları bile düzmedir onun." (böyle buyurdu zerdüşt)

(nozick'in tanımı ekşisözlük'ten alınmadır. nietzsche'nin sözü de internetten.)
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.