heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!
canlılar alemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
canlılar alemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2013 Cuma

süt

malumunuz üzere internet penis büyütme reklamlarından geçilmiyor. hatta mail bile geliyor. demek oluyor ki hemcinslerimin penisleri ile ilgili sorunları var. oysa eskiden öyle miydi? biz eskiden at sütü içerdik. bildiğiniz üzere aygırlarınki yere değer. oysa boğalarınki küçücüktür. hemcinslerimi hep inek sütü bu hale getirdi. inek sütüne son, yaşasın kımız!

yeni döllenmiş bir ineğin sütü nasıl olur acaba? erkeğinize yeni döllenmiş inek sütü içirin diye bir reklam olsa mesela. hmm, çoğunluk iğrenir. ama o radyocular yok mu radyocular, anında 10 litre satarlar! ama yumurtalar hep öyle. gerçi şimdi değil. ama içinde horoz bulunan açık kümes tavuklarının tüm yumurtaları yeni döllenmiş! çok iğrenç miyim neyim..

mevzu buradan açılmışken yazmadan edemeyeceğim. bunu da bir arkadaşım anlattı. boğa çiftliği var bir ilimizde ve sprem üretiyorlar. bu çiftlikte boğaların biri karşıya geçmek isterken demir parmaklığı aşamıyor ve ön ayakları demirin önünde, arka ayakları ise arkada kalıyor. vay sen misin bu halde kalan? geri kalan sekiz boğa bunun ırzına geçiyor ve hayvanı resmen sikerek öldürüyorlar. çiftlik çalışanları olayı gördğünde şok olmuş haldeler. ölüm nedenini yazacaklar ama ne yazsınlar? diğer boğalar tarafından sikerek öldürüldü! gördüğünüz üzere hemcinslerimin bu kadar azmış olmasının nedeni de inek sütü. bu dünyada kazara domalmaya gör, halin harap..

ama boğaların başka özellikleri de var elbette. mesela bir döllenme dönemi boyunca aynı ineğe sadece bir defa atlarmış. ikinci seferi için dölünü asla heba etmez. çünkü o da bilirki en kıymetli varlığı dölüdür. bu yönden hemcinslerime benzemiyor. ama kullanıp atma konusunda benziyor..

mesele bu yönde devam ediyorsa kıyakçılığı da yazmak gerek. atın penisi çok büyük olduğu için kısraklara rahatça sokamaz. işte bu yüzden kıyakçılık meslesi vardır. aygır pezevengi bu kişi penisi alır ve kısrağın içine sokar. böylece döllenme gerçekleşir.

tabi at eşek mevzuları da var. bu lanet olasıca hayvanlar birbirinden çok hoşlanıyor! at ana olursa doğana katır denir. eşek ana olursa ise bardo. ayrıca kancık dediğimiz şey dişi eşektir. çok naz yapıyormuş ve malumunuz üzere bizim köylerde çok sevilen bir hayvan!

hepinize iyi hafta sonları..

14 Haziran 2012 Perşembe

kiraz

arkadaş kiraz mevsiminin içindeyiz, ama nerdeyse hiç sağlam kiraz yok. 8 liranın altındakilerin yarısı çürük. yiyemiyorsun ve direkt çöpe gidiyor. bu durum 2 senedir böyle. bunun nedeni havalar mı diye araştırdım ve acı bir gerçekle karşılaştım. torbalı'daki arkadaş dediğine göre bizim sağlam tüm kirazlar hollanda'ya satılıyor ve iç piyasaya, dışarıya satılamayacaklar veriliyor. sağlam kiraz dediğim dolapta 1 hafta bozulmadan duran kiraz. zaten iyi olanları 8 lira dediğim gibi ve bu feci bir durum. iki kiraz ağacınız yoksa sağlam kiraz yiyemeyeceğiz be ya, sinir bozucu bir durum.

lanet olsun hollandalılara!

not: 2 kiraz ağacından kasıt döllenme problemi. tek bir kiraz ağacınız varsa ve yakın çevresinde başka tür kiraz yoksa ağaçtan bi bok toplayamazsınız. birbirini dölleyen 2 çeşit lazım..

22 Ekim 2010 Cuma

biyolojik silah

kadim kültürlerin eski batıl inançlarında kurtların su içtiği kaynaklardan asla su içmeme geleneği varmış. aynı zamanda kurtların öldürdüğü hayvanların etlerinden de uzak dururlarmış. bu kurallara uyulmadığı takdirde ise o kişinin yarı kurt, yarı insan olacağı, kana susamış bir halde ortalıkta dolaşacağı söylenirmiş. bu sayede tarihi oldukça eski bir hastalıktan korunmuş olduk. korunduğumuz hastalık ise kuduzdur.

kuduz 19. yy'da yayılması öyle bir artmış ki, insanlar "kuduz olurum" diye intihar etmeye başlamışlar. kuduz bulaşanları ise, iyilikleri için öldürüyorlarmış. pek saygın bir hastalık olmasa gerek! habeşistan'da ise bir devirde veba oldukça yaygınlaştığında, o bölgedeki hristiyanlar bunun tanrının işi olduğunu düşünüp, hemen kapmak için vebalılarla birlikte olup, onların elbiselerini giymeye başlamışlar. kuduz için aynı şeyi düşünmemişler! ortaçağ avrupa'sında papazların ve ensest ilişki ürünlerinin kurt adam olacağına gerçekten inanılıyormuş. yani dolaylı da olsa kuduz(kudurmak) olduklarını düşünüyorlardı sanırım!

eski yunanın peloponez savaşı sırasında bir tarihçi, mısır ve libya'daki bir hastalıktan bahsetmiş. hastalık en sonunda atina'ya da gelmiş. yurttaşlar öksürmeye başlamış, vücutları kızarmış ve sonunda bastırılamayan bir susuzluğa düşüp kendilerini su kaynaklarına atıp ve boğularak ölmüşler. bu hastalık cüzzamdı ve antik yunan medeniyetinin yok olmasını başlattı. hunluları avrupa'ya iten durum ise çiçek hastalığıydı. napoleon'un ordularını mahveden ise rus kışından çok tifüstü. kara veba ingiltere'ye geldiğinde nüfusun üçte birini öldürdü ve derebeylik sistemini mahvetti.

tüm tarih boyunca vebadan ölen insan sayısı tahmini yüz milyon. bunun 75 milyonu 1347-1351 arasındaki kara vebadan öldü. hastalığın avrupa'ya bulaşması ise, kırım'da bir ceneviz kalesini kuşatan moğolların, vebadan ölmüş askerlerinin cesetlerini mancınıklarla kale içine atmasıydı. tarihteki bu ilk biyolojik silahlı saldırıdan sonra, o ceneviz kolonisinden sağ kurtulan az sayıda tüccar, vebayı sicilya'ya ve ardından italya'ya taşındı. hastalığı taşıma sırası pirelerdeydi ve böylece tüm avrupa'ya bulaştı. kraliyet aileleri ve piskoposlar bile salgından kurtulamadı. istanbul'daki veba salgında günde ortalama on bin kişi ölüyordu. atina'da kuşlar bile şehri terk etmişti ve şehirliler ölülerini yakmak için kurulan büyük odun yığınına ulaşmak için birbirlerini eziyorlardı. provence kentinde veba rüzgarından korunmak için büyük bir duvar inşaa edilmişti. istanbul'da hastalıktan korkulduğu için hastalar kancalarla yerlerinden çekilirmiş. bu büyük veba salgını neticesinde avrupa nüfusunun üçte biri öldü. bittiğinde ise kilise yahudilere ve kendilerinden olmayan herkese hiç iyi gözle bakmaz olmuştu.

avrupa ve asya'yı mahveden frengi, rus sarayına da uğradı. korkunç ivan dediğimiz çar, ileri derecede frengiydi ve hastalığın son safhasında oğlunu ve binlerce kişiyi haşlayarak, kaynatarak öldürdü. novgorod şehri katliamı, bilinen rus tarihinin en büyük katliamlarındandır. şehirde insan namına bir şey bırakmamıştı. aynı dönemde fransa'da nüfusun üçte biri frengiydi ve aristokratlar arasında frengi olmamak ayıp sayılmaya başlanmıştı! aynı dönemde ingiltere'nin dörtte üçü frengiye yakalanmıştı. avrupalılar, frenginin dokunma ile bulaştığını keşfedince bizim hala uyguladığımız kafa tokuşturma ve yanaktan öpüşme işini terk edip, karşılıklı selamlaşmaya başladırlar.

fransızlara karşı amerika'da savaşan ingilizler, savaş sonunda kendilerini destekleyen kızılderililere, iyi niyet göstergesi olarak, çiçek hastalığı ile mücadele eden hastanelerdeki battaniyeleri verdiler. sonuç felaket ötesi oldu. çiçeğe karşı tamamen savunmasız olan kızılderililerin çoğu öldü. sivil halka yönelik ilk biyolojik saldırı bu olsa gerek.

birinci dünya savaşının 1918'de bitmesine sebep olan olaylardan birisi de ispanyol gribidir. 1920'ye kadar süren bu salgında 75 ila 100 milyon kişi öldü. sebebi ise bir grip virüsüydü. bu salgın, hindistan'ın % 5'ini öldürdü. abd'nin % 25'i hastalığa yalanmış ve en az beşyüz bin kişi ölmüştü. ingiltere, fransa'da yarım milyondan fazla insan bu salgında öldü.

1930'larda dörtyüz siyahta frengi tespit edildi ve amerikan hükümeti hastalığı tedavi etmek yerine seyrini ve bulaşmasını izlemek için 1970'lere kadar süren bir deneye izin verdi. skandalı bir gazete ortaya çıkardı. 1940'larda ise yeni bir tedavi metodunu denemek için dörtyüz tutukluya sıtma bulaştırıldı. 1960'larda ise gelişim bozukluğu gösterdiği için sakat kalmış çocuklara hepatit bulaştırıldı. amaç yeni bir ilacı test edilmesiydi. 1960'larda ise yine amerikalılar, venezüella'daki bir yerli kabilesine kızamık bulaştırdılar. bulaştıran doktorlar hastalığı tedavi etmeyi reddedip, soy ıslahı teorisini test ettiler. binlerce yerli öldü.

nazilerin manyak doktoru mengele'nin tek amacının, farklı ırklar arasındaki kan farklarını tespit etmek olduğu bilinir ve bu iş için afrika'yı karış karış gezmiş. en sonunda her ırka özel veba yaratmış. savaş sonunda ise, bu araştırmada çalışan naziler, amerikalılar tarafından affedilerek, yeni kimlikleri ile yeni ülkelerinde iş başı yapmışlardır. akabinde biyolojik silahlar geliştirildi.

amerika'nın en bilinen ve küfredilen dışişleri bakanı kissinger'ın bir raporu vardır. bu raporda üçüncü dünya ülkelerinin aşırı nüfus artışının amerika'nın geleceği tehdit ettiği, afrika'nın doğal kaynaklarının nüfus artışı ile paylaşım sorunu doğuracağını yazar. bir yıl sonra aids ortaya çıkar. afrika'daki aids'in patlama nedeni ise misyoner hastanelerindeki hristiyan gönüllülerin, çocuklara çiçek ve difteri aşılarını aynı enjektör ile yapmasıdır. bir kaç yıl içinde batı afrika'da aids resmen coşar. en sonunda hastalık, elmas ve altın zengini ülkelerde patlama yaptı. yani botsvana, zimbabve ve güney afrika.

4 sene önce kuş gribi salgını vardı. geçen sene domuz gribi salgını yaşandı. hatta uzmanların dediklerinden anladığım kadarı ile ben bile bu gribe yakalandım. çünkü ekim ayında görünen gribin, domuz gribi olduğu söylenmişti. grip beni yatağa bile bağlamadı. sadece halsiz bıraktı. ertesi gün geçti. bu sene görünürde bir şey yok. ama seneye kesin bir salgın daha patlak verecek!

kaynaklar: çarpışma partisi - chuck palahniuk, veba - albert camus, kısmen vikipedia

20 Ekim 2010 Çarşamba

asalak

insanlık tarihi boyunca erkek, daima öküzün önde gideni pozisyonundayken, onu ehlileştiren ve en sonunda medenileştiren kişiler kadınlar olmuştur. adem'den bu yana kadınlar daima daha cesurdur ve bir rüyadan adem'i uyandırmak için ona yasak meyvayı yedirmişlerdir. adem'e sadık olsun diye onun kaburgasından yaratıldığı halde gerçeği görebilen havva, ilk kadın da değildir.

lilith, yahudilere göre tanrının adem'le beraber aynı çamurdan yarattığı kadındır. adem ile eşit olduğunu söyleyerek, sevişme sırasında altta kalmayı kabullenemez ve isyan eder, adem'e boyun eğmez. bu yüzden cennet bahçelerinden de tanrının hiç kimse tarafından bilinmeyen adını söyleyerek kaçmıştır(herhalde adem'den önce tanrı tadına baktı ve o ara adını söyledi). lilith'in kaçtıktan sonra kızıl denize gittiği söylenir. tanrı, onu cezalandırmak için senoy, sansenoy ve semangelof adlı meleklerini yollamıştır. ancak lilith, onlarla da anlaşır. çocukları olan lilimleri doğurur. en sonunda tanrı cezasını verir. tüm çocukları öldürülür. intikam yemini eder ve erkek çocukları 40 gün, kızları 7 günlük oluncaya kadar öldüreceğini söyler. kırkı çıkmak tabiri bizde belkide bu yüzden vardır. yahudiler erkekleri yedinci günde sünnet ederek olası ölümlerinin önüne geçiyorlarmış! kızlar için böyle bir uygulama yok!

neyse, konu dallanıp budaklandı. bu iki efsaneden de anlayacağınız üzere ilk sorgulamayı yapan kişiler, kadınlar olmuştur. erkekler her şeyi olduğu gibi kabullenirken, kadınlar duruma isyan etmiştir.

insanların o karanlık çağlarında ise erkekler ava çıkarken, kadınlar toplayıcılık ile ilgilenmişler, bu sayede tohumların çimlendiğini keşfetmişler ve tarımı başlatmışlardır. bitkilerle uğraştıklarından dolayı tıpbı başlatan kişilerin de kadınlar olduğunu söylemek gerekir. üstelik bu bilgileri kızlarına da öğreterek öğretmenliği de icra etmişlerdir. günümüz medeniyetinin en temel harcını kadınlar atmıştır.


elbette iş burada kalmamıştır. bir öküze benzeyen erkeğin ehlileştirme işlemlerini de kadınlar yapmışlardır. sümerlerden başlayarak bir çok pagan tapınak rahibesinin görevi seks yapmaktır. ama onlar fahişe değil ve elbette bu işi  para karşılığı yapmıyorlar. mabetlerde aşk odaları var. o odalarda genç erkeklere cinselliği, yemeği, içmeyi, konuşmayı öğretiyorlar. çünkü erkeği doğal ortamından ayırıp, insanlaştırmak gerekir. bunu da tanrılarına ibadet olsun diye yapıyorlar.

işte bu yapılan seks yüzünden, tapınak kadınlarının için kullanılan ve "kadın alim" anlamıma gelen kelimeler, zamanla bitch gibi 'orospu' anlamı kazanıyor. işin ilginç yanı yahudilerde kadın peygamber anlamına gelen 'zonah' kelimesi aynı zamanda orospu demekmiş.

neyse, bu ehlileştirme işinin en bilinen versiyonu, gılgamış'ın kendine denk bulduğu arkadaşı enkidu'dur. enkidu ormanlarda yaşayan bir dağ yaratığıdır. onun tam bir insan olması için uğradığı mekan, bu tapınaklardan başkası değildir.

bu, günümüzde bile geçerliliğini koruyan bir durumdur. ittihat ve terakki'nin makedonya dağlarında gezen subayları, istanbul'da ikamet etmeye başladıklarında, istanbul'un kadınları onlara çatal bıçak tutmaya kadar her şeyi öğretmiştir.

erkek ise tabiri caiz ise asalak bir yaşantı sürmüş ve bunu devam ettirmek istemiştir. amazonlara ilk gelen beyazlar, erkeklerin tek görevinin, üç yılda bir, taş baltalarla mısır tarlaları açmak için ağaç kesmek olduğunu görmüşler. bu işlem hep topu 20-30 günlük bir süreyi kapsıyordur. geri kalan zamanlarında ise resmen keyif yapıyorlardır. kadınlar ise çocuk bakımından yemek yapmaya kadar her işle uğraşmaktadır. beyazlar, erkeklere taş balta yerine demir balta verince erkekler daha da çok sevinmiştir. çünkü üç yılda otuz günde yapılan işlem, baltalar sağlam olduğu için on güne inmiştir! erkeğin bu aylaklık durumunu günümüzde türkiye'de bile görebiliriz. karadeniz ve doğuda gerçek çalışanlar kadınlardır. doğunun erkeği bir tek tarla ile uğraşır. o da yılda en fazla kırk günlerini alır. kadın ise tezekleri hazırlamaktan, süt sağmaktan, yemek yapmaktan, çocuk bakmaktan, akşam da beyine keyif vermekten yılın 365 günü çalışır. karadeniz ise erkekler bahçe işlerini kadınla birlikte yaptıktan sonra gider mahsulü satar ve geneli o parayı pavyonlarda, kumar masalarında yer.

anlayacağınız erkek daima asalaktır. bu doğada da genelde böyledir. erkek penguenlerin hazin durumu hariç, erkek arıların tek görevi kraliçeyi döllemektir. geri kalan tüm vakitlerini, işçi arıların getirdiği balı tüketmekle geçirirler. bu işçi arılar da dişidir.

bonella viridis adlı yeşil bir solucan vardır. bunların dişileri erik boyundadır. erkeği ise miskoprobiktir ve dişinin üreme borusunda yaşar. ağzı bile yoktur. yaşamak için besinini, asalak gibi, tüylü yüzleriyle alır.

büyük ağızlı ve boynuzlu bir dişi balık vardır ve erkekleri yine cüce ve asalaktır. dişilerin bedenlerine yapışık olarak yaşarlar. doğadaki erkeklerin çoğu bu örnektekiler gibidir. kadına asalak gibi yapışırlar ve ondan beslenirler. nice şair ve sanatçı gibi.

eğer insanların da, diğer canlılar gibi belirli çiftleşme dönemleri olsaydı, inanın bana ahlak diye bir kavrama asla ihtiyaç duymazdık. oysa insanın erkek olanı, böyle bir saçmalık icat ederek, utanmadan kadını baskı altına almayı seçmiştir.

ama yaşadığımız çağda insan artık her aklına eseni yapmaya çabalıyor. ahlak alanında ikiyüzlülüğe gerek kalmadı. bu sefer de düşüncede ikiyüzlülük başladı.

dişiler, çiftleşme dönemlerinde kızışma belirtileri gösterirler. mesela inekler birbirlerinin üstüne atlarlar. böylece erkek hayvanları kendi üzerlerine çekerler. insanın dişisi için bu durum, kadının dul olması ve adının kötüye çıkmasıdır. işte ikiyüzlülük böyle gelişti. döllemeye her an hazır olan erkek, kıldan nem kaparak, icat ettiği ahlakı da hiçe sayarak, kadına saldırmanın dayanılmaz hafifliği ile yanıp, kül oldu.

24 Eylül 2010 Cuma

ayrıntaladım - 13

geçen kış limonun ve c vitaminin soğuk algınlığı ile alakası olmadığı, tedavi etmediğini söylediler.

geçen gün kolestrol denilen nanenin kalp krizine neden olmadığını tv'den söylediler. üstelik kolestrol çok faydalı bir şeymiş. düşük olduğu zaman insanda depresyona kadar giden rahatsızlıklara neden oluyormuş. kalp krizine neden olan durum ise damarların yaralanması ve bu yaraların sigara ve doğal olmayan yağlarla kapatılamamasıymış. anlayacağınız kanola, mısır ve soya yağı beş para etmez. zeytin ve fındık yağından şaşmayın.

tavuk salam, sucuk ve sosislerini yemeyin. çünkü tavuk eti hariç, derisi, kemiği, ciğeri vb artıklarından yapılıyor.

dünyadaki tüm tavuk bacaklarının hepsi çin'e gidermiş. çinliler pişirip yerlermiş.

kilo vermede günlük alınan kalori ile tüketilen kalori arasında bir bağlantı yokmuş. önemli olan hücrelerin alım durumuymuş. etten, yağdan kesip tahıla yönelince kilo verilmiyormuş.

vitamin hapları vücudu tembelliğe alıştırdığı için yararlı değilmiş. önemli olan sindirim esnasında bu vitaminlerin vücut tarafından sindirilmesiymiş.

sanılanın aksine tarım ilaçlarından zehirlenmeler büyük boyutlarda değilmiş. her türlü besinde belirtilen oranda kalıntı kaldıktan sonra problem yokmuş. bu maddeler esasında karaciğerde depo edilirmiş ve belirli bir seviyeye gelince karaciğer problemlerine ve kansere neden oluyormuş. bu da uzun yıllar gerektiriyor. soyulabilen her tür meyve ve sebzeyi soyun derim size.

şarap yapmak çok basit. üzümün suyunu çıkarın ve bekletin veya içine ekmek atın. bir süre sonra o su şaraba dönüşecektir. dengeyi sağlayın, sonra sirkeleşebilir.

yumurtanın sarısı aklanmış.

manda yoğurdunda bile hayvansal yağ alınıp yerine bitkisel yağ konuluyormuş.

bir veteriner arkadaşım ülkedeki en sağlıklı sütün danone olduğunu, çünkü sadece trakya'daki sütleri aldığını, ülkenin en temiz sütlerinin de trakya'da üretilebildiğini, anadolu'da ise sütlerdeki bakteri oranının ab standartlarının çok üstünde olduğunu(trakya'da da üstünde), sterilizasyonla bile bu oranın düşürülemediğini, bunun nedeni olarak ahırların çok sağlıksız, sağımın ise pis yapıldığını söyledi. danone'den sonra kendi gözlerimlerine göre pınar ve ülker geliyormuş.

pastavilla'nın üretim bantları fecaat haldeymiş.

hazır yemek sektörü berbatın da ötesindeymiş. et yemeklerinin 3-3,5 lira olmasının sebebi ise adamlarının hastalıklı, hastalıksız, ölmüş demeden her hayvanı ölü fiyatına almalarıymış.

yediğimiz taze kaşarların çoğunluğu geri iade edilen peynirlerden yapılıyormuş. o peynirler eritilirmiş ve kaşara dönüştürülürmüş.

içtiğimiz meyve sularının neredeyse tamamı piyasaya sürülmeyen çürük, çarık meyveler ile çiftçinin bile toplamadığı ağaç altına dökülmüş meyvelerden yapılırmış. elma suyunun elmadan daha ucuz olmasının başka mantıklı açıklaması olamazdı zaten.

kolanın şekeri açlık hissi uyandırmaz. bu yüzden kilo almanıza yol açar. bu şeker mısırdan elde edilir.

kanola denilen bitki, ilkbaharda yol kenarlarında açan sarı renkte yabani hardalın gdo'lu şekliymiş. geçen ilkbahar ve yaz başında çatalca, silivri tarafına gittiyseniz eğer, sarı renkteki büyük büyük tarlaları görmüşsünüzdür. işte o tarlalar, kanola tarlalarıymış.

2-3 sene önce meydana gelen arı ölümlerinin nedeni ayçiçeği tohumunda kullanılan bir tohum ilacının etkin maddesiymiş. arı, ayçiçeğine polen için geldiğinde bu madde yüzünden yön duygusunu kaybediyormuş.

organik ve ekolojik tarım aynı anlama geliyor.

23 Mart 2010 Salı

panda

çinliler yaşadıkları ekosisteme müthiş uyum sağlayan bir halktır. bu insanlar zaman zaman açlıktan, doğal afetlerden ve vs nedenlerden dolayı nüfuslarının önemli miktarlarını kaybetmelerine rağmen(moğol istilası zamanı 45 milyonluk nüfusun 8 milyonu açlıktan ölmüştür mesela) üremeye büyük önem verirler.

bu durum sadece insanlara özgü değil elbette. çinde her şey ve herkes sürekli ürer. çin'de yaşayan hayvanlar ve bitkiler de müthiş bir şekilde, benzeri görülmemiş oranlarda ürer. hatta avrupa'ya gerek meraktan, gerekse gemiler vasıtasıyla gelen çin orjinli bitki ve böcekler, avrupa ekosistemini tehdit eder hale gelmiştir. o kadar hızlı ürerler ki avrupalı bitkiler ve hayvanlar onların hızına yetişemediğinden yok olup gidiyorlar yavaş yavaş.

böyle bir çevrede yaşadıkları halde pandalar neden üremek için çabalamıyor, deliler gibi sevişip nüfusunu artırmıyor merak ediyorum. böceklere baksalar yeter, kuşlara baksalar yeter, bambulara baksalar yeter, insanlara baksalar yeter yahu. ortamda her şey yeterince fazla ürüyorken bunlarda tık yok. zorla seviştiriliyorlar. üstelik gaza gelsinler diye çinliler pandalara panda pornosu seyrettiriyormuş(sonuç başarılı, dişi panda hamile kalmış). inanabiliyor musunuz yahu, yuhh! dertsizlik, tasasızlık öyle bir hale getirmişki bu hayvanları iyice tembelleştirmiş. sevişmeye bile üşeniyorlar. üremek falan umurlarında değil. 'bir doğal denge var, yok olup gideceğiz, kalmamız lazım' falan bile demiyorlar. bir ağaç bile ölüm korkusunu en fazla yaşadığı yıl(sert bir budama mesela) en fazla çiçek verir. neslim devam etsin diye.

peki neden üreyemiyorlar? bir defa ne avcı ne de av. yaşadığı doğayla uyumsuzluk içinde, son derece mutlu ve huzurlu yaşamaya gayret ediyorlar. aslında bir ara kürkleri yüzünden insanlar onları avlamış. belkide bu yüzden arkalarından gelen ani ve şiddetli sesler yüzünden strese girip ölebiliyorlarmış. başka bir neden olarak yedikleri bambu gösteriliyor. çünkü yedikleri bambu uyuşturucu içeriyormuş. yani ne zaman yemek yeseler kafaları güzel. başka hiçbir şey yemeye ihtiyaç duymuyorlar. belki de bu yüzden çok çocuk yapıp bu bambuları yavruları ile paylaşmak istemiyorlardır!

"elime bi pompalı tüfek alıp, neslini kurtarmak için çiftleşmeyen bütün pandaları vurmak istiyorum." (fight club)

(çok aradım, ama bir tane bile sevişen panda resmi bulamadım. üzgünüm!)

28 Aralık 2009 Pazartesi

şekerin kanlı tarihi

mö 510'da pers imparatoru darius, hindistan'ı işgal ettiğinde arısız bal veren kamışı bulmuştu. bu büyük bir sırdı ve yüzyıllarca öyle kaldı. ama devreye müslüman araplar girince bu sır açığa çıktı. araplar iran'ı işgal edince şeker kamışının üretimi ve yetiştiriciliğini öğrendiler. kamışı kuzey afrika ve ispanya'da da yetiştirmeye başladılar.
şeker, avrupa'da ise tam anlamıyla haçlı seferleri sonucu duyuldu ve yayıldı. asiller ve şövalyeler evlerine döndüklerinde bu yeni bitkinin lezzetinden dem vurmaya başlamışlardı bile. akabinde şeker ticareti de alıp başını gitmeye başlamıştı. o kadar lüks bir üründü ki sadece kullanmak için değil, masaları dekore etmek için bile kullanılıyor ve şekerden tabaklar yapıyordu. üstelik tedavide de kullanılmaya başlanmıştı. doktorlar hastalarına güç toplasın diye şeker yemelerini tavsiye ediyordu.


coğrafi keşiflere kadar bu ticaret venediklilerin elindeydi. şeker kamışları venedik'e gelir ve burada işenip satışa çıkarılırdı. ama amerika'nın keşfi ile beraber venedik en önemli gelirinden olmuş ve gitgide yok olmaya mahkum olmuştu.

şeker, dünya tarihini şekillendiren bitkilerden birisidir. 1492'de colomb hindistan'a gitmek için yelken açarken yanında bulunan bitkilerden birisi de şeker kamışıydı. çünkü avrupa, o tarihe kadar şeker ihtiyacını sadece hindistan üzerinden sağlayabiliyordu ve colomb ile kendi şekerini kendisini üretmek istemişti. peki noldu? ilk keşfedilen bölgedeki neredeyse tüm yerliler katledilip şeker kamışı tarlaları açılmaya başladı. caribean, barbados, antigua, tobago adalarında devasa şeker kamışı ormanları yükseldi. bu adaların kontrolleri için avrupa devletleri arasında savaşlar çıktı, adalar sürekli el değiştirdi ve bunun sonunca hindistan, endonezya, filipinler ve pasifik adaları sömürgeleştirildi, şeker kamışı plantasyonları kuruldu.
elbette süreç burada kalmadı, son hızla devam etti. şeker kamışları avrupa'ya getiliyor ve burada işlenip bir kısmı batı afrika'ya gönderilip köleler alınıyor ve bu köleler amerika'daki şeker kamışı çiftliklerine satılıp yerine şeker kamışı alınıyor ve bu kısır döngü devam ediyordu. 1800'lere kadar yaklaşık 12 milyon siyah insan öldü. milyonlarca amerikan yerlisi yaşadığı yerleri terk etti, dağlara çekildi, bir kısmı köle olarak kullanılmak istendi, ama başarılamadı. süreç sonunda şeker kamışı yetiştirilebilecek alanlarda neredeyse hiç yerli kalmamıştı.

ama bütün bunlara rağmen avrupa'nın şeker üretimi önemli artışlar gösterdi. 1700'lerde avrupa'da kişi başına şeker tüketimi yıllık 1 küp şeker kadardı. ispanyol ve portekiz'liler amerika'dan gelen bol ürün ve altınlar ile tarihlerinin en şatafatlı dönemlerini yaşamaya başlamışlardı. ama altın bolluğu onlara huzur getirmedi. enflasyona yenik düştüler. çünkü ispanya'da o kadar altını işleyebilecek insan kalmamıştı. altını işleyecek yahudiler ya osmanlı'ya, ya da fransa'ya sürülmüştü. bir kısmı zorla hristiyanlaştırılmıştı.

oysa ingilizler bu işi mükemmel bir şekilde götürdü. britanya adalarını son istila etme girişimininden de(ispanyollar denedi) kurtulduktan sonra yedi yıl savaşlarını da kazanınca gönül rahatlığı ile dünyaya hükmetmeye başladılar ve buhar makinasının icadından da sonra şeker kamışı yanına pamuğu da eklediler. artık geniş plantasyonlarında şeker kamışı ve pamuk üretiliyordu. bunları ingiltere'deki fabrikalarda işleyip tüm dünyaya satıyorlardı. yüzyılın ortalarında ingiltere'de 120 tane şeker kamışı rafinerisi vardı. 1800'lerin başında kişi başına şeker tüketimi 6 kg olmuştu.

ama napoleon savaşlarından sonra avrupa'nın ortasındaki durum hafiften değişmeye başladı. napoleon devrinde ingiltere'ye kıta ablukası uygulanınca(ingiliz malları avrupa'nın içine sokulmuyordu), portekiz üzerinden kendi mallarını sokan ingilizler şekeri avrupa'ya sokmadı. böylece fransa ve almanya kendi şekerini kendileri elde etme yoluna gitti ve şeker pancarını keşfetti. ama ingilizler 5. ve 6. koalisyon kuvvetleriyle beraber fransızları yendi. malları artık özgürce yeniden avrupa piyasasına dadandı. ama fransızlar ve almanlar kendi şekerini üretmeye devam ettiler. şeker ihtiyaçlarının karşılanması için pancardaki şeker oranını yükseltmeyi başardılar ve en sonunda 1820'lerde ilk şeker pancarı fabrikasını da kurdular. ingiliz şeker üreticilerinin bu fabrikaya engel olmak için fabrika sahibine 1 milyon sterlin rüşvet teklif ettiği, ancak alman bilim adamının parayı kabul etmediği bilinir. o 1 milyon sterlin dudak uçuklatacak bir rakamdır. şöyle diyeyim, o zamanki ekonomik büyüklükleri ve işçi ücretlerini de baz alırsanız eğer, şimdinin milyar eurosu ile kıyaslanabilecek bir miktardır. sanayi devrimi ingiltere'de buharlı makinanın keşfi ve bunu tekstil fabrikalarına uyarlaması ile başladıysa eğer, almanya ve fransa'da şeker fabrikalarının kurulması ile başlamıştır. 1800'lerin sonunda şeker tüketimi oldukça artmıştı. günümüzde bu rakam kişi başına 70 kg'a kadar yükseldi.
cumhuriyet türkiye'sinin ilk hamlelerinden birisinin şeker pancarı fabrikaları olduğunu unutmamak gerekir. çünkü şekerdeki dışarıya bağımlılık görülmüştü ve dışarıdan alınacağına kendimiz üretmek istemiştik. birinci dünya savaşında askerin en büyük eksikliklerinden birisi de şeker bulunamamasıydı. asker savaşması için gerekli enerjiden yoksundu. bunun sonucunda da yetiştirilmesi hayli zahmeti bir ürün olan şeker pancarı sayecinde çiftçilik de gelişti, sanayi de.

ama günümüze gelince bu şeker oyunlarının hala daha bitmediği anlaşılıyor. şeker kamışı, pancardan 6 kat daha fazla şekere sahiptir ve işlenmesi daha kolaydır. ülkemizdeki şeker fabrikalarının teker teker kapatılmaya çalışılması ve yerine ucuz diye şeker kamışının dayatılması boşuna değil. şeker venedik'i tüm akdeniz'e hakim yaptığı gibi, ticareti elinden gidince batırmasını da bilmiştir. bugün en büyük şeker pancarı üreticileri almanya, fransa, abd ve rusya'dır. üretimleri yaklaşık yıllık 30 milyon ton olan bu ülkeleri 15 milyon tonla türkiye izliyor.

şimdi ise süreç biraz değişti. zea mais lakaplı, amerikan orjinli bir bitki olan mısır, genetiği ilk değiştirilen ürünlerdendir. şu an piyasadaki ve hatta neredeyse tüm dünyadaki mısır çeşitleri genetiği değiştirilmiş ve yüksek verim veren mısırdır. esas önemli konuya gelelim;

mısırdan sıvı şeker, yani fruktoz elde edilir. fruktoz ise vücutta tokluk hissi uyandırmaz. yani fruktozlu ürünleri sürekli yer, içersiniz ve içmeye de devam edebilirsiniz. günlük ihtiyacımız olan şeker miktarı 32 gramdır. fazlası karaciğerde birikir ve insülin hormanı onu yağ yaparak karın bölgesinde depolar. çok daha fazlası karaciğerin iflasına bile neden olur. peki fruktoz nerelerde kullanılıyor? tüm gazlı içeceklerde. maliyeti ne kadar? 1000 euro. şeker pancarından üretilen glukoz şekeri ise 1400 euro. colacılar daha fazla kazanmak için insan sağlını önemsememektedir.

17 Haziran 2009 Çarşamba

şehrin diğer sakinleri


özellikle hayvan sevmeyip, insanları deli gibi seviyor görünüp, bizleri hayvanlara karşı saldırgan hale getiren kişilere bu yazdıklarım.

köpeklerin ne suçu var? ne suç işlemiş olabilir ki bu hayvanlar. bunlar hayvan yahu. köpeğin kuduz olmasının, birilerine saldırmasının köpeğin suçu olduğunu söyleyebilir misiniz? birini ısırabilir ve hatta saldırabilir. gerçekten, bir köpeği bu yüzden suçlayabilir misiniz?

sen koskoca şehirler yönetiyorsun, daha şehirdeki köpeklerin, senin şehrinin bir parçası olan köpeklerinin yaşabileceği hayvan toplama merkezini bile yapmıyorsun, "hastalanmasınlar, birilerine saldırmasınlar" diye tek tek aşılamayı geçtim, aşılı etleri sokaklara atıp, hiç değilse köpekleri bu şekilde aşılamıyorsun, sonra tüm suç bunlarda. yahu çöplerini bile adam gibi depolayabilsen bu hayvanların sayısı otomatikman, kendilinden düşer. çünkü bu hayvanlar besin miktarına göre popülasyonlarını artırıp azaltabiliyorlar. yani onlar insanlar gibi üremiyor.

ama senin şehirden anladığın sadece insan. geri kalan canlılar önemsiz, insanlığın ilerlemesi önündeki engeller belkide.

hayvan zabıtası kanununa göre kuduz çıkan yerdeki aşısız köpekler(yani başıboş köpekler) toplu şekilde katledilebiliyor. zamanında yapıldığına da şahit oldum. hatta zabıtaların bu işi büyük bir zevkle yaptığını da biliyorum. şöyle bir güzel katliam yapalım diye beklemiyorlarsa eğer, hiçbir şey bilmiyorum. belediye çöpçüleri de leşleri toplayıp çöplüğe atar nasıl olsa.

her sabah küçük bir çocuğun mahallenin köpeklerini beslediği görüyorum. şehirleri yönetenler ise "çocuk işte" diye basitçe geçiştirebilir. ama sizlerde vicdan kalmamış. medyadan korktuğunuz için katliamları azalttınız. artık elinizi kolunuzu sallayarak yapamıyorsunuz böyle şeyleri. ama ilk vakaada tek sığındığınız liman yine katliam. sizde vicdan kalmamış.

hem bu katliamlar barınak yapmaktan daha ucuza gelir değil mi? artan para ile şehrin insanları için yeni kaldırım taşları döşersiniz işte.

3 Haziran 2009 Çarşamba

kenelerden korkmayın, işte çaresi!!!


dikkat dikkat! "pikniğe brigitte bardot gibi gitmek istiyorum" diyen kadınlar, piknikte pantolonlarını çoraplarının içine sokup, amele gibi görünüp, tavlayacağı kızı bu görünüş yüzünden tavlayamayan erkekler! gerisi önemli değil'den dev bir hizmet daha! pikniğiniz rezil olmasın diye katil keneden korunma yolları!

(özellikle kene resmi koymuyorum, şimdi canınız sıkılmasın, bardot yeter size!)

- pikniğe gittiğiniz yere 3-5 tane tavuk götürün. tavuklar keneleri çıtır çtır yer. akabinde tavukları kesip mangal yaparsınız.

- çekirgesi bol alanlarda kene olmaz. hem aç kalırsanız çekirgeleri kavurup yersiniz.

- zirai mücadele ilaçları kısa bir süre için kesin sonuç getirir. yalnız rüzgara karşı işeme ve ilaçlama yapmayın. bir de ne olu ne olmaz, yüzünüzü gözünüzü koruyun!

- tüm bunları yaptınız ve kene gitti yine vücudunuza yapıştı mı? sizi gidi sahtekarlar, yapmadınız değil mi? neyse, önemli değil, doktorunuz sizin için yanıt veriyor:

"kadınsanız yanınızda cımbız vardır. erkekseniz en yakın kadının cımbızını isteyin. böylece tanışmış da olursunuz. kene sadece kafasını sokar ve kan emer. kan emerken acı vermez ama hafif bir kaşıntı olur. cımbızla keneyi tam olarak vücuda en yakın noktadan kavrayın. bu nokta kenenin ağız parçalarına karşılık gelir. keneyi 5-10 saniyede ve 2 harekette çekin. çekerken keneyi parçalamayın. keneyi vücudunuzdan uzaklaştıktan sonra hala kesmediyseniz tavuğunuza yedirin. kestiyseniz mangala atın. yansın şerefsiz!"

- yapışan keneyi vücuttan atmak için parfüm, kolonya, oje, aseton, gaz, mazot, benzin, oto gaz, rakı, viski, tekila, bira, şarap, yani alkol kullanmayın. çünkü bu şerefsiz kene refleks sahibidir ve ani bir harekette tükürüğünü ve dolayısıyla virüsü vücudunuza bırakabilir. kene tamamen çıktıktan sonra sabunlu suyla yarayı temizleyin. ağzının bir kaç parçası kalsa bile önemli değildir. çünkü o parçalar sıvı içermez.

- istanbul ve izmir'de, daha doğrusu sahilde kırım kongo kanamalı ateşinin görüldüğünü hatırlamıyorum. demek oluyor ki buraların kenelerinin virüsleri hala daha evrim geçirmemiş. yine de kene yapıştıysa en yakın sağlık kuruluşuna koşar adım gidiniz.

- kene kuru ot ve hayvan pisliğinin çok olduğu yerlerde daha rahat ürer. fantazi yapıp sevgilinizle ağırda veya kuru otun bol olduğu ağaçlık alanlarda sevişmeyiniz. veya sevişin bana ne!

işte bir gününüzü daha kurtaran, süper kahraman, gerisi önemli değil!!!

11 Mayıs 2009 Pazartesi

dünyayı mahveden virüsler ve filmleri

malum, gribin nedeni virüsler bu aralar sürekli kendilerini geliştirip insanları daha da çaresiz durumlara düşürüyorlar. 10 yıl öncesine kadar ne kuşu vardı bu işin ne domuzu. hatta kırım kongosu bile yoktu. ama küresel ısınma falan derken virüsler ortama daha hızlı adapte olabiliyor, kendilerini sürekli geliştiriyor ve canlıları çaresiz bırakıyor. ama 1917'de meydana gelen büyük ispanyol gribi salgınında 40 milyon kişi ölmüştü. yani büyük salgınlar neticesinde harbiden milyonlarca kişi ölebiliyor.

ama ben her şeyin altında bir pislik arayanlardanım. özellikle domuz gribi konusunda. amerika'da yılda 30.000 kişi gripten zaten ölüyor. ama bunun domuz olması büyük sorun oldu. ilaç şirketleri grip aşısı ve ilacı satışlarını artırmak için mi bu yollara başvuruyor acaba? çünkü hala daha yakın zaman içinde öyle büyük sayılarda ölen yok. bunun bir nedeni de grip aşısı. sana faydası yok, sadece senden başkasına bulaşmayı önlüyor.

kırım kongo ise sanki mangal kültürüne bir tepki! şehirlilere "oturun, oturduğunuz yerde" diye sesleniyor doğa!

kuş gribi göçmen kuşlar ile gelip duruyor. bu da bana köylülere tavuk eti satmak isteyen tavuk firmalarının işi gibi geliyor! ama harbiden artık köylü tavuk yetiştirmiyor. tavuğunu gidip marketten alıyor.

bunun deli dana versiyonu da var elbette. bunun temel nedeni sığırlara sığır eti unundan yapılma yem verilmesi. yani yamyamlık bir nevi. rasyonun besi değeri artsın diye yapılınca böyle şeylerin sonu tam bir felaket oluyor. buna rağmen kan, tırnak, kemik, kıl, tüy, yün unları yedirilmeye devam ediliyor. bakalım bunlar nelere neden olacak. ot yedirin işte birader!

neyse, gerçek virüs salgınlarında dünya yok olacak seviyeye gelmiyor, ama filmlerde bir grup bilim adamı bazı hastalıkları yoketmek için veya kötü niyetli şirket sahipleri süper silahlar elde etmek için akıl almaz virüsler geliştiriyorlar. işte bu noktadan sonra filmlerimiz başlar. insanlar kitleler halinde geberir, bir kısmı yaşamaya devam eder ama zombileşir ve nüfusun neredeyse tamamı yokolur. en sonunda bir kahraman ya doğuştan virüse bağışıklıdır, ya virüse bağışıklılığı geliştirir veya insanları silahları ile korur.

neredeyse hepsi güzel olan bu filmler sürükleyici ve etkileyicidir. ıssız new york sokakları veya çöle dönmüş dünya veya virüsten etkilenen ama ölmeyen, zombi canlılar ile virüsten ari insanların savaşları, mücadeleleri harbiden güzel gidiyor. dünyayı yokeden göktaşı filmlerinden sonra en sevdiğim filmlerdir.

bu filmler içinde ciddi şekilde eğlenceli ve komik filmler var. zombie strippers ve planet terror gibi. izlerken sıkılmıyorsunuz, belki kahkaha da atmıyorsunuz, ama komik bir filmlerdendir. yüzünüzde tebessüm ile filmi bitiriyorsunuz. "güzel saçmalamışlar" deyin geçin. mesela planet terror'de tarantino'nun virüslü hali, kıza tecavüz etmeye çalışırken taşşakları aşağıya doğru sarkıp, vıcık vıcık sümük gibi bir şey oluyor ve vücuttan kopuyor. işte bence o sahne müthiş komikti. adam o halde bile hala tecavüzü düşünüyordu!

tabii birde resident evil serisi var. hastası olduğum milla jovovich, zaten normal hayatta hiper, mega, süper bir kişidir. üstüne bu seride dünyayı kurtarışını da izliyorsunuz. serinin devam filmleri apocalypse ve extinction. bilgisayar oyunundan filme aktarıldığını seriyi takip edenler bilir. ilk film, umbrella'nın yeraltındaki laboratuarında geçerken, ikinci film umbrella'nın şehrinde geçer. üçüncü filmde ise virüs tüm dünyayı vurmuştur. artık insanlar sürekli göç halinde yaşamaya başlar. belkide tek güvenli yer alaska'dır(ama orada da vampirler yaşar!) bu filmde t virüsü sakat insanların tekrar yürümeye, basketbol oynamaya, hoplayıp zıplamaya başlaması için üretildiğini görüyoruz. virüs, vücudun ilgili parçalarını vücuttan bağımsız hareket ettiriyor. ama vücudu ele geçirince her şey bitiyor. (dördüncü filmde alaska'nın da hikaye olduğu anlaşılır. japonya'daki tesisi yok eden alice alaska'dan geçer. oradan ver elini los angeles)


son zamanlarda çıkan i am legend var. manyağın biri "kanseri yok edicem, nobeli ben alıcam, paraya para demicem" diye bir virüs geliştirir ve insanlığın neredeyse sonunu getirir. başka bir manyak ise new york'da tek başına, köpeği ile beraber dolaşmaktadır. kendisine cebrail görünen bir başka manyak ise çocuğu ile beraber new york'a gelir. ben "artık bunlar çiftleşirler, filme heyecan gelir" diyordum, ama öyle şeyler yapmadılar. yahu dünya üzerinde sadece siz kalmışsınız, virüsten etkilenmeyen sağlam genleriniz var, çiftleşinde insanlığın sonu gelmesin değil mi ama! ama yok, bilim adamı olacak densiz herif "ille bilim" diyor, başka bir şey demiyor. kadınımız zaten rahibe gibi, sevişmeye hiç niyeti yok. hem isa ona seslenmiş, kendini meryem sanıyor! bu sahnelerden sonra zaten filmin tadı kalmadı. "öff bi bitse de gitsem" modunda kıvranırken film bitti. sonra hıncal uluç yazdı, filmin çekilmesini kilise sağlamış. sevişme sahnesi o yüzden yokmuş!

ama benim için virüs filmi 28 days later ile 28 weeks later'dır. öncelikle dünya üzerinde ingiliz soykırımı yapıldığı için seviyorum bu seriyi. üçüncüsünü büyük bir heyecanla bekliyorum. konusu elbette orjinal değil, ama ilk filmde çocuğun hastaneden koşarak çıkıp bomboş londra sokaklarında deli gibi koşması, ardından olanlar, ikinci filmde dünyada yaşayan geri kalan yavşak ingilizlerin adalarına dönmesi ve onların da ölmesi hoştu, etkileyiciydi, müthişti! çok büyük bir haz aldım! ikinci filmin sonunda virüsün fransa içlerine girdiğini görüyoruz. hah ha, dallama fransızlar da yok olacak!
twelve monkeys'de ise geçmiş ve gelecek birbirine girmiş bir haldedir. kendi geleceklerini kendileri örgütler. bir grup çılgın bilim adamı gelecekte yeraltında yaşıyor, dünya bir virüs yüzünden yokolmanın eşiğindedir, zaman makinası ile sürekli geçmişe birilerini yolluyorlar. bruce ağbi de bunlardan birisi. virüsün nasıl yayıldığını aslında bilen tek kişi. filmde anlatılan casandra sendromu için bile izlenebilir. ben pitt'e ilk kez bu filmde gıcık olmuştum. kötü bir oyunculuğu vardı, nasıl desem, rol yaptığı çok belliydi.


bu filmler yanında the invasion'da kötü bir film sayılmaz. ama nicole kidman çok sırıtıyor. kendisi bu tür filmlere gitmiyor. çünkü çok sarışın. neyse, yeni bir tür grip salgını neticesinde insanlar hırs duygusundan uzaklaşır ve tüm dünyaya barış gelir. yani savaşlar biter. anlayacağınız bu virüs, güzel bir virüstür. bu filmde, virüs filmlerinden ayrı olarak toplu şekilde insan ölümleri yok. sadece insanları mallaştıran bir virüs var. bu virüsün çaresi ise küçükken çocuk felci geçirmiş kişilerdir ve kidman'ın çocuğunun kanı bu yüzden çok değerlidir. kidman ise virüs bulaşmış bir şekilde(uykuya geçip uyandıktan sonra virüs aktif hale geliyor), çocuğunu virüsü yapan eski kocasından kurtarmaya çalışır. oyunculuk iyi değil. daniel craig adlı james bond dallaması harbi çok itici bir herif. bilim adamı rolünde, ama filmde onu gören oduncu sanır.

the andromeda strain eski bir film. uzaydan bir uydu her zaman olduğu gibi yine amerika'ya düşer ve düştüğü yerdeki herkes ölür. alınan tüm parçalar acilen bir yeraltı laboratuarına gönderilir. kısa sürede virüsün çaresi bulunur. the crazies, outbreak, güzeller güzeli zooey deschanel'in oynadığı the happening'de virüs filmleri içindedir. gerçi happening'de direkt doğa intikamını alır. outbreak'de ise amerikan ordusunun bilim adamları çareyi bulur.


devam:

autumn. bir sonbahar vakti ingilizler güzel bir hafta sonuna hazırlanırken virüs ingiltere'yi vurur. insanların büyük bir çoğunluğu ölür. az bir kısmı yaşar. küçük bir kasabada hala yaşayan kişiler yiyeceği bol bir yere girerek yaşamaya başlar. bir süre sonra ölüler ayaklanır. yaşayan kişilerden bazıları sığınak gbi yerden ayrılır. artık kendi başlarınadırlar. filmde bilindik zombi saldırmaları, zombileştrmeler yok. sıkıcı bir ingilizin başından geçenleri anlatması gibi bir şey. seyredilmeye değer.


ayrıca seyrettiğim en berbat zombi filmi olan fido'dan bahsetmeden geçemeyeceğim. carrie ann moss var diye almıştım ama aşırı derecede berbat. hatta ötesi. bu filmde durup dururken ölüler ayaklanır ve onlara çip takılarak beleş iş gücü olarak çalıştırılır. film sıkıcı amerikan aile kasabaarından birinde geçiyor. işte zombiler çim biçiyor, çöp topluyor ve vs. fido adlı zombi ise moss'un çocuğu ile arkadaş oluyor. arkadaş arayan zavallı amerikan çocuğunun düştüğü iğrenç durumlar ve vs...


shaun of the dead vardır birde. olay yine ingiltere'de geçiyor. eğlenceli bir filmdir. sinemakafe adlı siteden yazayım geri kalanını;

Shaun’un hayatı artık tıkanma noktasına gelmiştir. Bütün vaktini en iyi arkadaşı Ed’le birlikte Winchester adlı bir barda annesi ve kız arkadaşının yarattığı problemleri çözmeye çalışmakla geçirmektedir. Liz’in kendisini terketmesiyle Shaun sonunda hayatını bir düzene sokmaya karar verir. Kız arkadaşının kalbini tekrar kazanıp annesiyle olan sorunlarını telafi etmeye karar verir. Artık yetişkin bir erkek olmanın sorumluluklarını yerine getirmesi gerekmektedir. Ancak bu arada zombiler dirilir ve yaşayanları yemek üzere harekete geçerler. Ancak aldığı kararlara göre zombilerin dirilmesi Shaun için basit bir sorundur. Zombi saldırısından ailesini ve sevdiklerini kurtarabilmek için arkadaşı Ed ile birlikte gidebilecekleri en sakin yeri bulurlar: Winchester.

bu film ise yeni vizyone girdi. hoş bir filmdi. büyük bir virüs salgını nedeniyle dünya ıssızlaşır. yaşayan kişilerin bazıları virüsün çaresinin peşinden koşarken bazıları güzel geçmişlerine dönmek isterler ve çocukluklarının geçtiği yere gitmek için yola koyulurlar. filmde zombiler yok. virüs bedene girince bir süre sonra kişiyi öldürüyor. film bir yol hikayesi. yola çıkan 4 kahramanımızın ikisi yolda ölür. kalan 2 sevgilisi ise varmak istedikleri yere varır. divxplanet'dan:

"
Kurallar basit. Bir; ne pahasına olursa olsun yerleşim yerlerinden uzak durun. İki; diğer insanlarla temas kurduğunuzda, onlardan biri olursunuz. Üç; müdahale edilmezse, virüs 24 saatte sizi esir alacaktır. Dezenfekte etmeden hiçbir şeye dokunmayın! Ve son kural; ihtiyacınız olanı alın, ve arkanıza bakmayın! Kuralları çiğnerseniz ölürsünüz; fakat uyarsanız hayatta kalırsınız... bir ihtimal!"
global efect'de ise bir grup terörist bir virüsü ele geçirir ve anti-virüsü bulan doktoru da kaçırır. amerikalı kahramanlarımız bu teröristleri kurtaracaktır! ama teröristler virüsü güney afrika'da yaymaya başlarlar. virüs tüm insan ırkını tehdit edecek iken amerikalılar dünyayı kurtarır. kadın grubun liderine kalır.



zombieland bir komedi filmi. 4 kişi artı bill murray var. iyi bir gece için izlenebilir ve gerçekten zombiler dünyayı istila ederse eğer neler yapmanız gerektiği güzel bir şekilde anlatılıyor. ama saçma..


(nocnoy dozor virüs filmi değil, vampir filmi)

virüs filmi olarak değerlendirebileceğimiz rise of planet of apes ile ilgili yazı için linki tıklamanız yeterli.

16 Mart 2009 Pazartesi

kargalar

karga yerel bir hayvandır, göç etmez. özellikle sabahları sinir bozucudur. sabah ezanı bile okunmadan o iğrenç sesleri ile ötmeye başlarlar. ne kadar söğüt, kavak, balkon varsa hepsini ele geçirirler. camınızın dibinde öterler. diğer kuşlara yaşam şansı vermezler. civarda mısır yetiştirilmesini engellerler. kapkara gözleri ile iğrençtirler. gerçekten geçmiş zamanlardan, ölen kişilerden, cehennemden haber verir gibidirler. isa çarmıha gerildiğinde şeytanın temsilcisi gibidir. onunla beraber çarmığa gerilen kişi isa ya inanınca onun bir gözünü yer. kesinlikle bir cennet kuşu değildir. kapkara karalığında bir tiksinti yaratırlar. uçan tabut gibidirler. oysa 200 yıl bile yaşarlarmış. ve yerleştikleri yerlerin tabiri caiz ise iflağını keserler. ama ığdır'da, kara tavuk diye adlandırılıp yenilirler!


arthur rimbaud'nun les corbeaux şiirini buldum. adam yüzyıllar önce tercüman olmuş bana. alın size rimbaud;

akşamla susunca çanlar,
soğuk basınca kırları,
tanrım, kutsal kargaları
duanın bittiği anlar
indir göklerden doğaya
kargalar çığlık çığlığa.

rüzgârlar esiyor, bakın
nasıl saldırıyor size
yuvanıza, evinize!
kargalar, haydi toplanın
gömütle dolu yollarda,
çukurlarda, oyuklarda,

ölüp gidenler geçen kış
tarlalarda dinleniyor,
kargalar gökte dönüyor,
yolcular düşünsün diye;
kimler konup kimler göçmüş,
sen ey hüzünlü kara kuş!

büyülü gecede yitik,
gemi direği gibi dik
meşenin üstüne konan
kargalar, kutsal kargalar!
kış başladı, sizler susun,
kırlarda kapalı kalan
ve ormanlarda kaybolan
onulmaz bozguna tutsak
yaralı yürekler için
mayıs bülbülü şaşkın.
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.