heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!
ilişki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ilişki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Eylül 2011 Salı

basamak teorisi (ladder theory)

kadın-erkek ilişkilerine bilimsel açıklama gayreti içinde olan bu teorimizin türkçe anlamı basamak teorisi. kadınların erkekleri, erkeklerin de kadınları çekici bulma nedeni ele alınıyor. bu yazı ekşi sözlükte shirak nikli kişinin, ladder theory başlığının ilk entrysi neredeyse birebir alınarak düzenlenmiştir(yazılmamıştır, düzenlenmiştir). ben kendim üzerinde bir kaç değişiklik yaptım ve yazıyı biraz düzenledim. entry sahibinden de izin aldım. valla bak...


neyse, konuya geri dönelim. teorinin en önemli meselesi kadınların bazı erkekleri neden arkadaş olarak istemesine rağmen, erkeklerin niçin her zaman cinsel ilişki peşinme koşması. teorimiz ciddidir ve sosyolojik araştırmalar esas alınmıştır. öyle geyik bir teori olarak düşünmeyin. 1994'de, dallas lynn ile teoriyi formüle döken jared whitson tarafından ortaya atılmış.

öncelikle şunu bilmek gerekiyor. kadınlar da erkekler de karşı cinsten birisiyle karşılaştıklarında çok çabuk zihinsel değerlendirme yaparlar. ama bu durum kadın ve erkek için farklılık gösteriyor. biz önce kadınların basamaklarını inceleyeceğiz.
teoriye göre kadınların % 99.999'u bitch. ama bitch kelimesine takılmayın. bu kelime ile tarif edilen kadın, sizinle neden yatmadığı konusunda dürüst olmayan ve/veya sizinle yatmak istemeyen kadındır. bu bitch kadınlarının değerlendirme kriteri de şöyle çalışıyor: para ve güç % 50, çekicilik % 40, önemsediklerini söyledikleri ama aslında yalan olanlar da % 10. yani bu % 10'a, zeka, duygusallık, espri anlayışı, dürüstlük vs giriyor.

şimdi bu oranları tek tek inceleyeceğiz.

para(güç): erkeklerin hemen hepsinin kabul edeceği gibi kadınların çoğu, para için erkeklerle beraber olur. mankenleri ve sevgililerini düşünmeniz yeter bu durumu onaylamak için. mesela petrolcü sevgililer, ünlü türkücüler, arabeskçiler, recep ivedik'in bizatihi kendisi, ihtiyar kurtlar, mangal ateşinde yanmış kadar bronzlaşan dalgalaklar gelsin aklınıza. neyse, teoriyi üretenler bunun doğru bir düşünce olmadığını söylüyorlar. orada esas mesele para değildir ve bu durum çok doğaldır. yani diyorlar ki,

"kadınlar böyledir, ilk kriterleri paradır. yapmaları gereken şey dürüst olmak ve aslında fahişe olduklarını kabul etmek ve dürüstçe hayatını kazanmaya çalışan gerçek fahişelerin aleyhine konuşmaktan vazgeçmektir."

şimdi bunu okuduktan sonra kadınsanız eğer aklınızdan ne geçtiğini kafanızın bir yerine not edin...

teori der ki;

bunu okuyan kadınların çoğu, "valla, ben standart bir kadın değilim, zaten benim erkek arkadaşlarım hiç zengin kişilerden olmamıştır" vs diyeceklerdir. oysa olay tam tersi, eğer böyle bir şey düşündüyseniz siz standart bir kadın oluyorsunuz. eğer bunu okuyup, "hmmm" deyip sonra işinize gücünüze devam ederseniz eğer, gerçekten farklı olma ihtimaliniz var.

dış görünüş(çekicilik): teori, kadınların çoğunun bir barda, ya da bir filmde hoş bir adam gördüklerinde orta ikinci sınıftaki duygusal seviyelerine indiklerini söylüyor. bu durum, yaş ilerledikçe artan bir trend olarak tespit edilmiş.

önemsediklerini söyledikleri ama aslında yalan olanlar: elimizde kaldı % 10'luk özellikler. erkeklerin, kadınlara sorduğu "bir erkekte ne ararsın" sorusu, biraz da "kaç tane adamla yattın" sorusudur ve aslında bu soru, "bana yalan söyle" demektir. çünkü kadınlardan gelecek cevap neredeyse hiç değişmeyecek şekilde aynıdır. kadınlar ise şöyle der; "komik, anlayışlılık, dürüstlük, zeka, duygusallık ve duygusal denge." teoriyi üretenlere göre tüm bunlar boktan açıklamalardır. boktan olmama durumunun ise çok az istisna için geçerli olduğunu düşünüyorlar.

ama teoriye göre önemli olan başka meseleler de vardır. mesela kodlar. eğer bir kadın, motivasyonu ve hedefleri olan bir adam istediğini söylüyorsa, zengin bir adam istediğini belirtir. bir kadına nasıl davranacağını bilen bir adam istediğini söylüyorsa, yine zengin bir adam istediğini söyler. iyi bir aileden gelmesini istediğini söylüyorsa, bilin ki zengin bir aile çocuğu istediğini söylemek istiyordur. yani yine geldik kriterlerin % 50'lik dilimine!

ama kadınlar için erkeği çekici kılan başka faktörler de var. mesela erkek ilgisiz ise, yani kadınla, başka bir şeyle ilgilendiğinden daha az ilgileniyorsa, otomatik olarak daha çekici oluyor. hem erkeklerin çoğu da bir kadınla yatamamanın birinci şartının onunla aşırı ilgilenmek olduğunu bilir. hatta teori, kadınların partnerleri tarafından ihmal edildikleri, kötü davranıldıkları, hatta dövüldükleri zaman bile, erkekle yalnız kaldıklarında aralarında bir duygusal bağ olduğunu iddia ettiklerini söylüyor. ama kadının duygusal bağ dediği o şey, aslında yanındaki erkek için cinsel ihtiyacını karşılama seansı oluyor çoğu zaman.

kadınlar genellikle serseri tipleri, hatta çete üyesi olanları, kolunda dövmesi bulunanları vs daha çekici buluyorlar. teorisyenler bunların her nedense mucize yarattığını söylüyor. hatta bir kadınla yatmanın en kolay yolları olarak, onun özgüvenini sistematik olarak zedelemek, bir de onun arkadaşlarıyla yatmak olduğunu belirtiyorlar. erkeğin edebiyat, şiir, uluslararası politika vs ile ilgilenmesi boş işler teoriye göre.

efendim, teoriye göre eğer bir erkek sıradan bir işe ve düzenli bir hayata sahipse, bir kadının onu istememesinin nedeni açık. teori der ki;

"kardeşim, senin gibi bi sürü adam var, ne yapsın ki seni kadın? farklılık önemlidir. çok parası olduğu için gündüzleri işe gitmek zorunda olmayan bir adam, ya da uyuşturucu satan birisi varsa, seninle sıkıcı günler geçirmeyi kim ister ki?"

ayrıca kadınlar için güç önemli bir faktör. hatta afrodizyak. teoriye göre kadının değerlendirmesi, mal-mülk üzerine. erkeğinki ise kadın üzerine. teori yine, eğer bir erkeğin bir kadınla küçücük bir kulübede ya da hatta gardropta yatma şansı varsa, ev almaya zahmet etmeyeceğini de söylüyor.

para meselesine geri dönelim. kadın, 16 yaşındayken arabalı ve yeterince bira alabilen bir erkek istenirken, ileri yaşlarda mümkün olan en çok şeyi alabilecek birisini istiyor. bir kadının bir erkeği daha çok parası olan bir başkası için bırakmamasının imkansız olduğunu söylüyor teori. tek istisna ise mevcut olan erkeğin, kadının her türlü maddi ihtiyacı mükemmel bir şekilde karşılıyor olmasıyla ortaya çıkabiliyor.

özetlersek eğer; çekici, zengin, asilseniz ve kadına ilgi göstermiyorsanız, o kadınla yatma olasılığınız neredeyse % 100'dür.
sıra erkeklere geldi. teoriye göre erkekler basit varlıklardır. kısaca; dış görünüş % 60, kadını yatağa atma ihtimalinin yüksek olması % 30. diğer faktörler % 10. diğer faktörler dediğimiz şeyler de kadınlarla şeyler. yani zeka, duygusallık, espri anlayışı, dürüstlük vs.

erkekler için olaylar şöyle gelişiyor;

bir erkek bir kadınla karşılaşıyor(x diyoruz bu kadına). sonra aynı erkek ikinci bir kadınla karşılaşıyor(ona da y diyoruz). erkeğin zihninden x ile karşılaştığında yukarıdaki kritere göre bir değerlendirmeden geçiriyor ve onu zihninde bir basamağa yerleştiriyor. sonra aynı erkek y ile karşılaşıyor ve onu da yukarıdaki kriterlere göre değerlendiriyor ve x'nin üzerinde bir basamağa yerleştiriyor. yani erkeğimiz kısaca şöyle düşünüyor; "valla x ile yatmak isterim, ama y ile yatmak istediğim kadar değil."


şimdi teorinin aslına gelelim. şunu unutmayın, teoriye göre her karşılaştığımız kişiyi bir basamağa yerleştiriyoruz.

bir erkeğin basamakları yatmak istediği ve buna göre sıraladığı kadınlarla dolu oluyor. en çok yatmak istediklerimiz en üstte. bunlar genellikle gerçekten çok istediğimiz, hatta kendi ulaşabileceklerimiz noktanın çok üstünde olanlardır. sonrasında sevdiğimiz kadınlar yer alır. bir alt basamakta  ise çok mecbur kalırlarsa yatacaklarımız, bir aşağıda ancak alkollüyken yatacaklarımız ve bu konuda ileride kesin olarak yalan söyleyeceğimiz kadınlar var. en dipte kalanlar ise acaip çirkin olanlar. teoriye göre bu acaip çirkin tipler bile dişlerini yaptırır ya da biraz kilo verirlerse basamağımızda yukarıya çıkabiliyor.

erkeklerin tek basamağı olmasına karşın, kadınların iki basamağı var. birinci basamak yatılacak adamları kapsarken, ikincisi arkadaş olunacakları kapsıyor.

problemin kaynağı da şurası: bir kadın bir erkeğe, neredeyse hiç bir zaman, hangi basamakta olduğunu söylemiyor ve bu iki basamak arasında galaksiler kadar fark var. teorisyenlere göre bu ikisi arasındaki fark da zaten entelektüel fahişelerin varlığını gösteriyor.

erkeğin yapabileceği tek şey denemek. bir not bırakarak, öperek, sorarak, bir şekilde niyetini belli etmek ve tepkiyi ölçmek. kadının doğru basamağındaysa sorun yok. ama arkadaşlar basamağındaysa o zaman bir basamaktan diğerine zıplamak sözkonusu. arkadaş basamağından "gerçek" (teoride kullanılan kelime budur. erkek, arkadaş basamağını bir anlamda sanal kabul ediyor) basamağa zıplamak da riskli. kızın bu durumda iki seçeneği var. gerçek basamağına geçmesine izin verebilir ya da (daha büyük bir ihtimalle) suratına yumruğu geçirebilir. darbe, elemanı halihazırda bulunduğu basamaktan da düşürecektir. basamaktan düşenlerin gideceği yer de teorisyenimizin abyss dediği bir yer. orası çok da kötü bi yer değil. adamımız orada biraz acı çekip utanacaktır. sonrasında bir şey olacağı da yok. erkek, yatamayacağı kadını hayatında istemiyor ki zaten.

bir kız size, "sen benim kardeşim gibisin", "ayıcık", "seninle herşeyi konuşabileceğimi hissediyorum", "çok tatlısın", vb gibi şeyler söylüyorsa arkadaş basamağındasınızdır. teorisyen burada "hiç kasmayın" diyor ve ekliyor; "bir sürü problemin çıkmasını engellemenin en iyi yolu, kıza en baştan, onunla arkadaş filan olamayacağınızı söylemek. ona, onu çok çekici bulduğunuzu ve arkadaş olmak istemediğinizi, insanın arkadaşıyla yatmayı düşünemeyeceğini söylemelisiniz. bu kızı kaçırabilir, ama zaten kaçacağı varsa kaçar."

gerçek hayattaki uygulamalarda basamaklama sistemi ve kriteri değişmemekle birlikte bir takım gizli etkenler ve değişkenler de var teoriye göre. bunlar değerlendirmeyi etkilemiyor, ama değerlendirme sonucunda yapılacakları sınırlayabiliyor. mesela her ne kadar tanrı inancı olan insanlar bile evlenmeden ilişkiye girebiliyorlarsa da, bazı insanlar bunu yapmıyorlar. bu insanlar da basamaklandırma işlemi yapılıyor. ama uygulamaya geçilmiyor. "yatılacak kadın/adam" şeklinde değil de "olabilse yatardım" şeklinde bir değerlendirme oluyor. yani teorisyenlerimiz, dini bütün insaların da aynı dürtülere sahip olduğu, ama utanmamak için bunu sonuna kadar reddettiklerini söylüyor.

sarhoşluk da basamaklamadaki sıralamanın dışına çıkmak için bir neden olabiliyor.

şimdi meselemiz sadakat. bir arkadaşınızın beraber olduğu insanla aranız gayet iyi oluyor, seviyorsunuz, hayatınızdaki varlığından memnun oluyorsunuz, ama arkadaşınız ondan ayrılınca sizin de hayatınızdan çıkıyor. bunlar koşullara bağlı arkadaşlıklar. dolayısıyla o kişiyi de basamaklarsınız. erkek için, arkadaşımın kız arkadaşı gibi bir kriter olamaz. ama arkadaşınızla olduğu sürece harekete geçmeyebilirsiniz.

çaresizlik de bir başka etken. normalde en son beraber olduğunuz kişinin daha iyisini arar, merdivende daha yukarılara çıkmak isterseniz. erkeğin dürtüsü bu yöndedir. ama, istekleriniz değişmese de, çaresizlikten dolayı sanal bir basamak inişi de yaşabilirsiniz.

eğer bir adam kadını çekici buluyorsa arkadaş falan olamıyorsunuz. bir sürü kadın, bu konuda tavrını koyup "benim bir sürü erkek arkadaşım var" diyor. ama bu ancak 3 şartta mümkün teoriye göre: ya erkek gaydir, ya sizi çekici bulmuyordur, ya da sizi koyduğu basamaktan daha yukarda bulunan başka bir kadın vardır.

bu teori hakkında tereddüdü olan kadınlara da şöyle bi önerisi var teorisyenlerin;

"arkadaşınız olan bir erkek seçin. gay olmasın. hayatında daha iyi bir başkası da olmasın. ve kendinize sorun, eğer ikiniz başbaşa bi yere gitseydiniz ve siz banyoya gidip sonra çırılçıplak çıksaydınız, size söyleyeceği şey ne olurdu? "güzel arkadaşlığımızı riske atmak istemem?" hadi oradan..."

teorisyenlere göre hayatın anlamı da çok basit;

"basamaklarda ilerlemek."

beraber olduğunuz insan bir öncekinden daha iyi olmalı, yani basamağınızda daha yüksekte olan birisi olmalı. bundan öte motivasyon yok insanoğlu için. yani bir anlamda varlığımız tamamen cinselliğe adanmış, ne yapsak onun için yapıyoruz.

5 Ağustos 2011 Cuma

karısını ismail yk'dan kıskanan adam!

kıskançlık duygusu günümüz fanilerinin çoğunun beynine, mülkiyetçi toplumsal ilişkiler sayesinde, paslı bir çivi misali yerleşmiş vaziyettedir. ama bu paslı çivi neredeyse "kendiliğinden düşmediğine göre sevelim bari" gibi sığ bir anlayışla, mücevher muamelesi bile görebilmekte, olumlu karşılanmaktadır

söz konusu duygu, doğalmış gibi gösterilerek meşrulaştırıldığından, günümüz kadın erkek ilişkilerinden, aile, arkadaş ilişkilerine varıncaya değin her türlü ilişkiyi zehirlemektedir. ama gelin biz kıskançlık duygusunun daha yıkıcı bir tesir bıraktığı, kadın erkek ilişkilerini inceleyelim.

efendim, kadın erkek ilişkilerinde yansımalarını pek kolay ve çabuk yakalayabildiğimiz kıskançlık, çoğu insana göre kaynağını sevgiden alır. basit bir mantıksal çıkarıma göre seven insan, sevdiğini başkasıyla düşünmek istemez. yani sevgilinizin, bir başka erkekle/kadınla duygusal ya da seksüel bir paylaşım içinde olduğunu bilmek, neresinden bakarsanız bakın hoş değildir. ancak kıskanma gerekçeleri, kişisel nedenlerden çok toplumsal reflekslere dayanmaktadır.

sevgilisini çok kıskandığını söyleyen birine bunun nedenlerini sorsanız genellikle sadece şaşkın bakışlarla karşılaşırsınız. bunu sormak bile abestir. en sık dile getirilen argüman, "insanoğlu domuz mudur ki eşini kıskanmasın" biçimindedir.

bu noktada spesifik bir soru sorulabilir. insanlar, makul gerekçelere dayandıramadığı kıskançlık duygusunu partnerin/sevgilinin bir başkasıyla cinsel ilişkiye girmesi ihtimali karşısında mı, yoksa şu yada bu şekilde bir başkasını sevmesi olasılığı karşısında mı en yoğun hissetmektedir?

sevgiyi sahiplenmekle, sevdiği kişiyi herhangi değerli bir nesneyle eş tutan biri için iki seçenek de kabul edilemez olacaktır. böyle bir durum vuku bulursa, bir çok açıdan, sahip olduğu çok kişisel bir nesnenin izinsizce ödünç alınmasına vereceği tepkiye benzer bir tepki verecektir. bu kişi makro boyuttaki tezahürleri dünyayı cehenneme çeviren mülkiyetçiliğin bayraktarlığını yapmakta, düpedüz "bu kadın/adam ruhuyla da bedeniyle de bana ait, varlığının tapusunu elimde tutuyorum" demektedir. severek yüceltmek ile sahip olarak güdükleştirmek arasındaki uzlaşmaz çelişkiden haberdar değildir. kıskançlık, ekseriyetle erkeklerde namus, örf adet ekseninde ortaya çıkarken, kadınlar cephesinde partnerin sunduğu ekonomik garantileri, yahut sosyal ayrıcalıkları kaybetme korkusuyla kendini gösterir.

mülkiyetperverliğe kaçmadan sevebilme yeteneği olan ve ahlakçı zırvalardan kendini arındırmış biri elbette ikinci seçeneği çok daha yaralayıcı bulacaktır. burada hissedilen şey, basit ve ilkel bir kıskançlık değildir. acı, öfke ve hayal kırıklığı, özel mülkiyete yabancıların el uzatmasından değil, bir başkasının, kendisinin erişemediği yere, yani sevdiğinin yüreğine dokunabildiğini bilmekten ileri gelir. hatta düşündükçe, sevgilisinin sırf eğlence için bir başkasıyla yatmasını, o kişiye karşı tensel bir temas olmaksızın derin hisler beslemesine yeğleyecek noktaya gelebilir(gelir demiyorum). burada maddiyatın ötesine geçmiş gerçek bir sevgiden bahsetmek yerindedir. zira mevzu bahis kişi, bir insanın sahip olunamayacak, tahakküm edilemeyecek özgür bir varlık olduğunu, insan ruhunun zapturapt altına alındığında hastalıklı hale geleceğini idrak etmiştir.

sevilen kişinin bir başkasına gözleri ışıldayarak bakmasını, gülümsemesini, sevgi sözcükleri fısıldamasını, bu kimsenin koynuna girmesinden daha acı verici bulmak şaşırtıcı değildir. goethe, genç werther'ine güncesinde şöyle söyletir:

"bazen anlamıyorum, anlayamıyorum. ben onu böylesine çok, böylesine içten ve delicesine sevdiğim ve etrafta ondan başkasını görmediğim halde o nasıl oluyor da bir başkasını seviyor, sevebiliyor..."

werther, bir başkasıyla evlenmiş sevgili lotte'sinin başka bir adamla yatıyor olmasından ziyade o adamı sevmesine dayanamamaktadır. daha dikkatli bakarsak, werther'in karşılık bulamayan, her aşığın başına gelen o korkunç durumdan muzdarip olduğunu görürürüz. aynaya bakıp da yansımanızı görememek gibidir bu. ruhunuz kötürüm kalmıştır ve bu durum, oyuncağı elinden alınan bir çocuğun hissettikleriyle karşılaştırılamayacak kadar vahimdir.

kıskançlık duygu israfıdır ve şiddete neden olur. üstelik karşınızdakine güvenmediğinizin en açık delilidir. 

29 Temmuz 2011 Cuma

aşk ölüyor, nasıl bilirdiniz?

aşkın anarşist doğasının, kurulu düzenin sinsi ve konformist doğasına kesin bir şekilde yenilmeye mahkum olması ne garip. onun uğradığı şanslı insanlar, mıymıntı uzlaşmalarla kendilerini sıradanlığın kollarına teslim ederlerken bir parça hüzünden fazlasını duymazlar. ne korkunç bir son. hayat filmlerdeki, kitaplardaki gibi değildir ne de olsa. keşke olsa. kolay değildir elbet başkalarının koyduğu kuralları yok saymak, ailen dahil diğer insanların ne düşündüğüne önem vermemek, kendini akıntıya teslim edip, sonunu düşünmememek? kolay değil elbet. zaten bu yüzden, aşk ile hevesi karıştırmamanız gerektiğini söyleyip duruyorum.

fakat yine de, aşkın uğradığı, ama kendisine layık bulmayarak terk ettiği insanları hayaletiyle huzursuz edeceği günler gelecektir. bu kişilerin değiştirecek, gerekirse savaşacak kadar yürekli olmadıkları güvenli, korunaklı hayatları ancak fani bedenleri eskiyince, bir boka yaramayınca, ruhları yorulup bir kenarda o sessiz gemiyi beklemeye başlayınca hayalet ortaya çıkacak ve 'keşke'lerle başlayan kırık dökük cümleler döktürecektir dudaklardan. planlı, programlı, neye adandığını kendileri de bilmeden adanmış hayatları bir moloz yığını kadar ağır, anlamsız gelmeye başlayacaktır. aşkın, ona boyun eğmeyenlere yüklediği lanettir bu.

o anarşist doğadan kalan şey ise aynılaşan kişiler, birbirine benzeyen ve bir çoklarına göre istikrar vaadeden ilişkilerdir. sistemin, muhtelif ideolojik araçlar vasıtasıyla kişiyi belirli bir kalıba sokarak, dönüştürmek ve en sonunda onu herkese benzetmekteki başarısı düşünüldüğünde aslında bunda şaşırılacak pek bir şey de yoktur. ama biz yine de mevzu bahis ilişkilerin yansımalarına bakalım.

çiftler, bunaltıcı bir sahiplenme anlayışının yılmaz savunucularıdır. birbirlerine "şunu yapma, bunu etme, o yanındaki kimdi? telefonun neden kapalı?" gibi kafa ütüleyen cümleler kurmaktan kaçınmadıkları gözlenir. dahası karşılıklı güven yoksunluğundan dolayı her an kıskançlık krizi geçirebildikleri, "çok hastayım, ama sen benimle hiç ilgilenmiyorsun, sana mesaj attım, ama cevap yazman uzun sürdü, beni artık sevmiyorsun" gibi pek çok anlamsız serzenişte bulunarak, adeta birbirlerini germeyi alışkanlık haline getirdikleri görülür.

toplumsal normlara uygun ideal bir ilişkide, taraflar birbirlerini günde 10-15 kere arayıp, her hareketlerini rapor etmezlerse ilişkinin yolunda gitmediği kuşkuları belirir. telefonlaşmalar, sevilen kişinin sesini duyup, yeknesak ve yavan hayatın temposundan bir kaç saniye için sıyrılmak ya da salt özlem gidermekten çok, kişinin "sahip olduğu ve ait olduğu" sevgiliye her daim kendini hatırlatma kaygısından ileri gelir.

giderek bağlılıkla bağımlılık birbirine karıştırılır. özgürlük, yalnız kalma korkusuna kolayca kurban edilir. kafalarına sokulmuş modeli yaşayabilmek arzusuyla erkekler kadınları, kadınlar erkekleri değiştirmeye çalışıp dururlar. sonuç olarak, ilişkiler, insanın kişiliğini güdük bırakan birer ruh cenderesine dönüşür. bu nevi sağlamcı ilişkilerde aşk(varsa eğer), en sonunda karaya vuran balinalar gibi nefes alıp vermesini keserek intihar eder, ki bu tam da mevcut düzenin kendini yeniden üretmesi ve sürecin yeni bir kişiyle tekrar etmesi için gereken şeydir. çünkü aşk, doğası gereği tehlikelidir, insanı deliler gibi sevindirir, çıldırtır, dibe vurdurur, kendini sorgulatır, bazen esir eder. ama en sonunda insanı özgürleştirir, yeniler, bambaşka biri yapar. bu yüzden aşk, eşi bulunmaz bir şeydir(nedir? histir sanırım).

16 Mayıs 2011 Pazartesi

seven üzülür, üzen sevilir!

birisinden hoşlanıp hoşlanmayacağımızı veya aşık olup olmayacağımızı etkileyen bir kaç durum ve/veya aşama vardır.

birincisi: insanlar genellikle kendilerine benzeyen ya da kendilerine denk kişilerle çift olurlar. öğretmenler öğretmenlerle, işçiler işçilerle, köylüler köylülerle evlenirler. sosyal tabakalar bu yüzden vardır! bu yüzden çiftler, fiziksel çekicilik, eğitim, iq gibi başka etkenler bakımından da birbirine benzerler. aynı şekilde kültür ve din açısından benzerlik de bu olayda etkilidir. çoğunluk bir alt sosyal sınıftan biri ile takılmak bile istemez. ama onları kullanmaya meyillidirler. istisnayi olarak zıt kutuplar da birbirini çekebilir. kerem ile aslı farklı dinden olsalar bile sosyal sınıfları aynı olduğu için birbirini çekmiş olabilir. ama leyla ile mecnun ve ferhat ile şirin'de bu sosyal sınıf benzerliğini göremiyoruz. ne olursa olsun, güzel kadınların bir çoğu için fiziksel özelliği, sınıf atlama tahtasıdır.

ikincisi: elbette aşık olmayı etkileyen tek husus sosyal tabaka benzerliği değildir. bu denklik safhasını geçtikten sonra ödül ve bedel ortaya çıkar. yani işin içine ilgi, sevgi, güven, güvence, paylaşım, beceri, bilgi, para, enerji, üreme ve seks de girer. bir çok insana göre aşk bir muhasebeden başka bir şey değildir. yani; ödediğiniz bedel =  kar - ödül. genelde ilişkinin bitme noktasına doğru onun ödediğiniz duygusal bedeli hak edip etmediğini düşünürsünüz. zaten bu aşamaya geldiğinizde ilişkiniz bitmiştir. sonuçta kafasını bu muhasebe hesabına takan birisinin mutlu olma şansı pek azdır. pek çok insanın temel mutsuzluk kaynağı da bu muhasebe hesabıdır. insanları sevmekte herhangi bir problem olacağını hiç sanmıyorum. mesele beklentinin fazla olmasıdır. insanları seviniz, ama beklentinizi düşük tutunuz. en delice sevgi, beklentisiz sevmektir.

üçüncüsü: olayın son aşamasınde ise belirli etkenler devlereye girer. mesela fiziksel çekicilik. ama ilişki, beklentilere göre bir ödün veya yatırım da olabilir. mesela "öyle yakışıklı/güzel bir eşim olmasını beklemiyordum" gibi. başlangıçta bu durum erkekler için oldukça önemlidir. ama bunun yanında tanışıklık ve sık karşılaşma da hoşlanmayı artırır. ve en önemlisi ise karşılıklı hoşlanmadır. sizden hoşlandığını düşündüğünüz kişilerden hoşlanmaya yatkınızdır. her şeye rağmen eski bir kural hala varlığını korumaktadır. seveni üzerler, üzeni severler!
kaynak: yukarısı

18 Nisan 2011 Pazartesi

intikam sırta saplanmış bir hançerdir

emily bronte'nin uğultulu tepeler adlı romanı, okuyabileceğiniz en manyak intikam planlarını içerir. heathcliff adlı kişi, planlarını yıllara yayarak, bu dünyada kendisini seven tek kişi olan catherine ile evlenen edgar linton'dan intikamını yavaş yavaş, sindire sindire, sinsice, sabrederek alır. önce catherine'nin kendisine ait olduğunu linton'un kafasına çiviler. akabinde kız kardeşini onun elinden alır. daha sonra kız kardeşinden doğan yeğenini(yani kendi oğlunu) alır. en sonunda ise ölümüne neden olduğu catherine'nin kızını, bir sadiste çevirdiği oğlu vasıtasıyla zorla alır. her şey bittiğinde çiftliğine de el koymuştur. ama linton'dan intikamını tam olarak alamaz. herif en azından kızının kollarında ölmüştür.

neyse, bir çok kadın, bilerek veya farkında olmadan, aynı tür intikamı erkeklerinden alıyor. bu intikam şeklini biz erkeklere açıklama vakti geldi ve geçiyor! hemen başlayayım.

birinci aşamada erkeğin yüzüne bakmayı keser ve onu aynaya bile bakamaz hale getirir. bu öyle bir safhadır ki erkek iğrenç bir varlık haline dönüştüğünü düşünür. ikinci aşamada eskiden kadın ve erkek için önemli olan ayrıntılara takılmamaya başlar ve erkek bu durumda kadının kendisini umursamadığını düşünür. üçüncü aşamada ise kadın seksten zevk almamayı becerir, ki bu durum erkek için feci bir yıkımdır. tamam, bir kısım erkek kadının zevk almasını istemezmiş, olabilir böyle bir şey ama günümüzde erkeklerin çoğu, kadınına zevk veremiyorsa büyük bir yıkıma doğru gider. aşamaların sonuna doğru ise kadın porno filmlerdeki erkekleri övüyorsa eğer, kıyas yapıyorsa, bilin ki intikamın son hançeri sırtınıza geçmiştir. çünkü sizin aklınıza şüpheyi sokmuştur. size ait olduğunu düşündüğünüz kadının, size ait olmadığını, sizin zincirlerinizden kurtulduğunu görürsünüz. eğer bu planı başından itibaren farketmediyseniz geçmiş olsun. siz bir süre kendinizden iğrenerek ve değersiz olduğunuzu düşünerek yaşayacaksınızdır. eğer planı fark ettiyseniz hemen o kadını terk edin ve her hamle için karşı hemle geliştirin. karşı hamleleri de ben yazmayayım.

tabi planın geçerli olması için erkeğin şiddete meyilli olmaması gerekiyor. meyilliyse, zaten kadın istemeden bu planı uygulamak zorundadır. şiddete meyilli bir erkek, yüzüne bakılmasını istemez. çünkü çirkindir. kadının seksten zevk almasını istemez. çünkü bir kadının zevk alması ona fazla gelir. herhalde karısının porno film izlemesini de istemez!

şahsen intikam fikrini feci itici buluyorum. çok gereksiz bir eylem. her şeyi zamana bırakmak ve intikam alınacak kişinin kendi pisliği içinde kaybolmasını beklemek daha mantıklı. çünkü eninde sonunda intikam alınacak kişi, kendi kendine, sizin ne yaparsanız yapın beceremeyeceğiniz bir duruma düşüyor. 

21 Ekim 2010 Perşembe

kafaların güzelliği

kadınların çoğu, erkeklere karşı vücudunun güzelliğini kullanarak, kafasını beğendirmeye çalıştırır. oysa erkeğin aradığı şey güzelliktir. kadının güzelliğini fark etmek için de illa o güzelliğin ilmini yapmaya gerek yok. kadınlara kendimizi beğendirmek için psikolog olmaya da gerek yoktur. o kadının beğendiği özelliklerimizi gözlerinin önüne sersek yeter!

şekil önemli, 1800'lerde kadınlar, bıyıksız bir erkeği öpmenin, tuzsuz bir yumurtayı yemeye benzediğini düşünürlermiş. o zamanlarki o bıyık şekilleri boşuna değil ve köselerin hiç şansı yok! şimdi ise aynı nedenden kadınların hoşuna gidecek şekilde giyiniyoruz ve hatta çiçek alıyoruz. çiçek almak, kadını yatağa atma sürecinin bir durağı. esasında bir burjuva adeti. birbirlerine bahşiş veremeyen burjuva, birbirlerine çiçek verirmiş. şimdi ise akşam yemeği ile birlikte kadınla birlikte olmanın bedeli olmuş durumda.

günümüzdeki türk kadınlarının bir kısmına, insanların hayvanca yanlarının, ahlaksızlığın çirkinliği öğretiliyor. güzellik olarak ise ruhun ve erdemin önemi vurgulanıyor. bu yüzden bu tür kadınlar cinsel yönden soğuktur ve şehvete akılları ermez. daha geçenlerde bir kadın, ilk gece heyecanı yüzünden kalp krizi geçirip öldü. oysa aşk denilen nanede sadece bu tür erdem ve ruhsal güzellikler yoktur. aşkta bir kanıtlanma durumu sözkonusudur. aşk, sırf sevgi dolu bakışlarla, yakınlıkla, sıcaklıkla ilgili değildir. haz alıp vermekle de kendini kanıtlamalıdır. yoksa yaşadığınızı sandığınız şey hevestir. işin içine bu haz alıp vermek girmiyorsa eğer, bu tür kadınlara sarılmak ile güzel elbiselerle dolu bir dolaba sarılmak arasında bir fark yoktur.

bu kadınlar için aşkın en güzel yolu eskiden mektuplaşmaydı. şimdi ise internet olmuş durumda. çünkü nette kadınların egolarını tatmin etmeye hazır yüzbinlerce duyarlı erkek var!

"birbirimizle çok uyumluyuz, her şeyimiz uygun" diyorsunuz ve yine de bitiyor mu? nedeni sık sık yinelenen hazdır. tekrar eden haz, haz olmaktan çıkar, alışkanlığa dönüşür. bıkkınlık verir. aristokrat sınıfı ve burjuva, bu yüzden marquis de sade'i yaratmıştır ! boğa güreşlerine, boksa merak salmıştır. bu yüzden popüler kültür icat olunmuştur.


pek az bir kadın ise, tabiri caizse erkek gibidir. erkekler gelip geçici serüvenlerden haz alır. oysa kadınlar için bu oldukça zordur. işin içine daima bir miktar duygu karışmalıdır. cinsel isteklerini benliğinin öteki yanlarının ayırabildiklerinde erkeklere özgü bu bağımsızlığa kavuşurlar. bu kadınlar için sünepe tabir edilen, çabuk kırılan erkekler beş para etmez. güçlü bir erkek, kadını her zaman çeker. evrimde bile güçlü olan kazanıyor. elbette ilişkide de güçlü olan kazanır. şöyle düşünün, bir adamın başına gelen her şey, o adama uygundur olandır. terk edilmişse, bunu haketmiştir. kandırılmışsa, bunda kızması gereken bir durum yoktur.

işte bu yüzden, terk edilen, zayıf, sünepe diyebileceğim erkekler, bu gülünç çağdaş dünyada doğru dürüst yaşamak için, işi bir çeşit ayyaşlığa vururlar. yaşamlarındaki yürekler acısı beceriksizliklerini unutmak için kimi alkol alır, çoğunluğu kitap okur, bazıları güzel sanatlara merak salar. bu sayede dertler unutulur. çünkü bu tür işler yaptıktan sonra insanların başı ağrımaz. ama kadın baş ağrıtır. çünkü insan, ileride olacakları sezdiği gibi, olayların biçimini değiştirmeye çabalar. ısrar eder. böylece olaylar, insanın kendi benliğine uygun bir biçim alır. oysa terk edildikleri kişilere karşı beklenen hareketleri yerine,  beklenmedik hareketlerde bulunurlarsa, onları garip durumlara düşürebilirlerdi. işte o anlarda her şey olabilir. siz bile bu beklenmedik harekeleriniz neticesinde olanlara şaşırabilirsiniz. beceremeyen kişiler ise yaşamın kendisine değil, düşüncesine ulaşabiliyorlar.

günümüzde ise hızlı bir şekilde duygusal ruh artıkları peydah oldu. bedeni ve şimdiyi es geçip, ruhu ve geçmişe değer veren barbarlar sürücü her yerde artık. bir asalak bitki gibi her yanı sarmaya başladılar. bu kişilerin bugünleri yoktur, geçmişleri ise sürekli anlamdırmaktan boşlatılmıştır. bedenleri yoktur, kafaları yoktur. sadece ve sadece ruhu ve geçmişleri, alınyazısına katlanmaları vardır. eğer insanın bir yanı gelişmiyorsa, bir bütün olarak yaşadığı çevreye uyumlu değildir ve barbardır.

sonlara doğru gelirken şnu söylemem lazım; devrim denilen şey sadece dünyada olmaz. içimizde de olur. eğer tüm hayatımız boyunca bedenimizi ve iç güdülerimizi bastırırsak, geçmişe bağlı bir şekilde yaşarsak, onlar bir süre sonra akla karşı ayaklanır. akla önem verip, iç güdüleri küçümsemek ve baskı altına almak, sonumuzu getirir. iç güdülerimizi baskı altına almak için utanma duygusu ortaya çıkarılmıştır. bedenden ve bedenimizin yaptıklarından sürekli olarak utanırız. bu boş utanma törenlerinden de vazgeçebilmeliyiz. tüm yaşantınızı geçmiş güzel anılarınıza feda ederken ve buna utanmadan fedakarlık diyorken utanmıyorsunuzda, bedeninizin isteklerinden mi utanıyorsunuz?

şunu bilmek lazım. sevgi denilen şey çıkara dayanmaz ve mutluluk bir amaç değildir. amacınızın yan ürünüdür.

15 Ekim 2010 Cuma

acıya sövgü!

insanoğlunun önemli bir kısmı, acılarıyla gururlanırlar ve bu acıdan beslenirler. sevdiğini kaybetmek, terk edilmek gibi. bu acılar üzerinden beslenen erkekler, bu acıları yaşamış kadınları kullanırlar ve birbirlerini tutmaları gerektiğini el altından fısıldarlar sürekli. bu kişiler kendilerini pazarlarlar. eğer ilgi de görürlerse, özel yaşantılarını en ince ayrıntılarına kadar anlatırlar ve ilgi ile sevgi beklerler. diğer maymunların özel yaşantıya duydukları sürekli ve tüketici  iştahla beslenirler. karşı tarafa bunları anlatarak onlara ne kadar güvenilir olduklarını göstermeye çabalarlar. bu tipler, bir kadınla yatmanın, kadınla yatmak değil de, iki meleğin el ele tutuşması gibi olduğunu söylerler. inanın bana, kadınların bir kısmı bu davranışlara, bu çakallığa bayılır. inanmaya meyillidir. zaten bu yüzden can dündar'a, isyankar aşık türü zırvalıklara bayılan kadınların tamamı kolay lokmadır. erkeğin bu durumu, zamparaların yaşamaya karşı duyduğu kinin bir biçiminden başka bir şey değildir aslında.

bu kişilerin hedefindeki kadınlar, amaçlarına ulaşamayacaklarının bilincinde olduklarından mutsuzdurlar. yaşantılarından memnun değillerdir. oyuncu veya köşe yazarı olmak isteyenlerdir. en kolay lokmalar ise kendini türkan şoray sananlardır.entelektüel  geçinenlerdir. değerli oldukları halde kimsenin kendilerini anlamadığını, keşfedemediğini düşünen kişilerdir. bu tiplere aptal demek yerine sevimli lakaplarla hitap ederiz. en sonunda bu kadınlar, kendilerine son derece yakın gelen bu tip erkekler tarafından terk edildiklerinde, bir varlık değil, et yığını bile olamadıklarını da anlayamazlar.

bu tür erkeler bir şeyden haz aldıktan sonra o hazzı veren şeyi hor görürler. onun acısıyla tekrar beslenmeye kalkarlar. acı üzerinden şarkı yaparak, yazı yazarak, utanmazca para kazanmaya yeltenirler. çileciliğe övgüler düzerler. o tür kadınlar ise sevdikten sonra sevilmek ister. sevilmek istedikten sonra da sevildiğine inanırlar. erkekler için bu yüzden kolay lokma haline gelirler. erkeklerin çoğu şöyle düşünür;

"isteğimi onsuz da elde edebildikten sonra, sevgiyi neden işin içine karıştırayım ki!"

neslimizin temel sıkıntılarından birisi de aşık olmadan aşık olmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenme çabamızdır. evlenmeden önce evleniyoruz. seks yapmadan önce pornoya ve hikayelerine dalıyoruz. zaten bu yüzden, sürekli bir hayal kırıklığı ve acı ile yaşayan insanlar bu dünyayı doldurdu ve birbirlerini beceriyorlar.

insanların bir kısmı gerçeklerle karşılaşınca kaçarlar. bu yüzden tatsız buldukları gerçeklerin var olmadığını, var olmaması gerektiğini düşünürler. hayallerinde yaşattıkları aşk ile beslenmeye başlarlar. kıskançlığa öenmli bir şeymiş gibi değer verirler. bu insanları her yerde ve şekilde görürüz. facebook sayesinde bir klan oluşturmuşlardır. blogları esir almışlardır. kalp ve pembe motiflerinden geçilmez sayfaları. yazıları buram buram östrojen kokar. bir kaç satırdan fazlasını okuyamazsınız. bire bir tanıştığınızda ise sizden korkarlar ve çekinirler. uzak durmak isterler. eğer bu tiplerin yazılarını okuyabiliyor ve yüzyüze sohbetlerine bir kaç on dakikadan fazla dayanabiliyorsanız, siz de onlardansınızdır.


ama gerçek acı, kaybetmek falan değildir. doyurulmayan cinsel istektir. insanın midesine oturan şey doyurulamayan bu istektir.

(kaynak: ses sese karşı - aldous huxley)

11 Ağustos 2010 Çarşamba

hazza ulaşmak ne kadar zor ulan!!


bedenini sekiz saatlik iş işkencesinden sonra mutlu etmenin yolu iyi bir yemek, iyi bir kitap veya film ve sevgilinin huzurlu kolları arasında iyi bir sekstir. bu üçünü yerine getirebilen insan mutlu, mesut ve bahtiyardır. bu üçünden birini bile yerine getiremeyen insan ise ertesi gün sinir küpü şeklinde dolaşacaktır. bu yazı, bu üç ihtiyaçtan biri olan seksi elde etmenin zorluğu üzerine bir denemedir!

öncelikle;

seksi "iki türü vardır" şeklinde sınıflandırıp, el ile ve karşılılı diye adlandırmak saçma. dünya acayip çeşit insanlarla dolu. sadece porno izlerken zevk alabilen insanlar var. bu kişiler için porno bir seks türüdür. hatta romantik komediler üzerine izlenebilecek hüzünlü filmlerdir! romantik komedi dediğimiz şey aslında pornonun soft çeşidinden başka bir şey değildir. hatta romantik komediler masaldır aslında. gerçeği ise pornodur. sevişme dediğimiz şey çoğunlukla porno görüntülerinden başka bir şey değildir. romantik komedilerdeki sevişme sahneleri ise kusura bakmayın ama sahtekarlıktır. öyle bir anlatıyorlar ki, ses sese karşı adlı romanda belirtildiği gibi sanki bir kadınla yatmıyorsun, iki melek el ele tutuşmuş. bir kadınla yatıyorsan eğer bir kadınla yatıyorsundur. o kadın kanlı ve canlıdır, sadece ruhu vardır, sadece bedeni vardır diyemezsin. ikisi birden vardır. türk kadınları o filmleri izleyip o şekilde sevişmeyi istemiyor mu, gıcık oluyorum. kendisinin hoşlanacağı sevişme pozisyonlarını bile filmlere göre belirleyebiliyorlar.

neyse, konu kaydı, seks çeşitlerinde kalmıştık; insanlar tuhaf harbiden, bisikletinin selesiyle, arabasıın koltuğuyla ve hatta cansız mankenlerle, hayvanlarla seks yapanlar bile var. paralı seks bile başlı başına bir seks çeşidi. sonuçta parasını verdikten sonra istediğini yapmakta özgür hissediyorsun kendini. çünkü kendi partnerin ile yapamayacağın, izin vermeyeceği, korkacağı, kaçacağı, senden iğrenebileceği bir sürü pozisyon var. bunlara meydan vermemek için paralı sekse yönelebiliyor erkek.

kadınlar arasındaki gerzek rekabeti de anlayabiliyorum. bir çok kadın için erkek, güç sahibi kişidir. bu güç çoğunlukla para ve şöhrettir, kısmen yakışıklılıktır. karizma dediğimiz şey ise bahsettiğim güçten başka bir şey değildir. gerçi karizma da cinsel çekicilikten başka bir şey değil. yani olay, o erkeği, çok fazla kadının elde etmek için yanıp tutuşması, ama sadece o kadının, tüm hemcinslerine baskın çıkarak kapaklamasıdır. bunun için de kendilerinde olan olmayan her türlü duygularını, kendilerini güven sahibi göstermek için dışa vurup duruyorlar. bu duruma örnek olarak gazetelerin magazin eklerine bakabilirsiniz.

kadın erkek ilişkilerinde ise acayip bir güç(yukarıda bahsettiğim güç değil) ilişkisi var. iki tarafta heveslerini aldıktan sonra biri diğerine bağımlı hale geldiyse o ilişki bitiyor. bitmeyen durumda ise iki tarafta kendisini onun yanında daha güçsüz görüyor ve bu durumu ona belli etmiyor. eğer bu güçsüz görünme hali diğer kişiye yansırsa o ilişki bitiyor. ezik modunda kalıyor diğer taraf. bu yüzden bu güç ilişkisini mükemmel şekilde idare eden çiftler harbiden sonsuza kadar mutlu oluyor. mesele sadece o ince çizgiyi asla geçmemek, o çizgi üzerinde yürümek. çünkü neredeyse her insan, kendisinden daha güçlü kişiliğe sahip kişilere aşık oluyor. önemli olan, kendi sevgini diğer tarafı bunaltacak, onu hakim gösterecek şekilde kullanmamak. çünkü bazen tek bir laf, hareket her şeyi, tüm geçmişi silip atabiliyor. bu yüzden bu aşk denilen saçmalığa düştükten yapılacak olan şey kendi çizginizi çekip, o çizgi üzerinde devam etmektir. iki taraftan biri o çizgiyi aşarsa, misal daha çok sevdiğini sanıp buna göre davranırsa, olacak olan şey, karşı tarafa yakınlaşmaktan çok uzaklaşması olacak.

gerçi mükemmel ilişki sadece filmlerde oluyor, gerçek hayatta çok zor. bu yüzden millet hevesi aşk sanıp, defalarca aşık olduğunu zannediyor. işin esası sanırım karşılıklı saygı ve güvendiğini söylemeden, lafını bile etmeden güvenmek.

peki bu noktaya nasıl gelindi? yeni nesil kadını belirleyen iki dizi vardır. bu ally mcbeal ve sex and th city. bu iki dizi, kadınların nasıl olması gerektiğini tüm kadınlara sundu. en feminist kadın bile sex and the city'deki şu kızıl saçlı hatun gibi olmak istedi. bu tür dizileri hiç beğenmeyen, salakça bulan kadınlar bile bu dizilerdeki kişilerle kendilerini eşleştirdiler. sonuçta kapitalizmden nefret etseler bile onu boyun eğdiklerinin farkına bile varmadan ona boyun eğdiler. kapitalizm din gibidir ve hayatın her anına sızarak, kıçınızı sileceğiniz markayı bile belirler.

ya bu dizilerden önesinde ne vardı? elbette aşk romanları. eski kadınlar bilmem kimin aşk romanları ile romantik hayallere dalarmış. belki romantiklik kadınlar için gerekli bir şey, olmazsa olmaz, düşünmedim bak bu kısmı, bir ara düşüneyim. neyse...

ilginçtir, doğada süslü olan daima erkektir. erkek geyiğin boynuzu, erkek aslanın yelesi, erkek tavus kuşunun gösterişli tüyleri vardır. dişiler ise daima ve daima çirkindir. hiçbir özellikleri yoktur. bunun nedeni ise erkeğin seçilen, dişinin seçen olmasıdır. erkek seçilebilmek için, kendisinden devam edecek neslin mükemmel olacağını ispat etmek için tüylerini kabartır, diğer erkeklerle kavga eder, kazanır ve hedefine ulaşır. dölleme eylemi bittikten sonra da kaçar gider.

insanda ise durum tam tersi. kadın süsleniyor ve erkekler seçiyor. erkek, seçen rolüne büründüğü için de insan nesli büyük bir tehlike içindedir! erkek neredeyse her zaman hanzo olduğu için seçimindeki tek kriter vücut ölçüleridir. bir filmde geçiyordu sanırım, her güzel kadını becermekten bıkan muhakkak bir erkek var diyorlardı. neslimizin sonu da işte bu yüzden gelecek. kendisini güzel giyinmek konusunda saplantılara kaptıran kadınların kendilerini geliştirmek için fazla vakitleri kalmadığından eninde sonunda olacak olan şey sıradanlaşmalarıdır. bu sıradanlık yeni nesle de geçecek ve onların çocukları da sıradanlaşacaktır. işte bu yüzden, bu güzellik tutkusu yüzünden o kadınların metroseksüel erkek çocukları olmuştur. metroseksüel dediğimiz kişiler, hayatları boyunca çalışmadığı için bir sürü boş vakti olan ve bunu anneleri gibi güzelliklerine ayıran erkekler topluluğudur. çünkü bu kişilerin babaları yanlarında olmadığından(annesinden daha genç birine tutulmuştur) annelerini örnek alırlar ve kaçınılmaz son gerçekleşir. bunların tüm suçu hep o aşk romanlarıdır. şimdi ise aşk romanları yerine dizi ve filmler aldı. siz asıl 30 yıl sonraki nesle dikkat edin. onlar hepten uçacak!

yalnızlık demişken, yalnızlık lüks ve pahalıya mal olabilecek bir tercihtir. herkes yalnız kalamaz. bu güzellik tutkuları uğruna sıradanlaşan kadınların kocaları onları 35'inden sonra terk etmeye başlayacağından(çünkü dipten yeni nesil çıtırlar çıkmıştır) 50'sinden sonra elini tutacak bir tane bile erkek kalmayacaktır. tüm hayatını güzellik üzerine kurmuş olan kadın, bu sefer de 50 yaşında olan, ama hala güzel kalan kadınlara özenecek ve kapitalizm kölesi olmaktan bir türlü kurtulamayacaktır.

kadının esas belirleyici olayı güzellik olsa da erkekte yakışıklılık bir yere kadar bir kritertir. sırf yakışıklılık bir kadını çekmek yeterli bir kriter değildir. alan deloin'dan daha yakışıklı binlerce amele vardır, ama evli değillerse hepsi ellerine talim ediyordur büyük ihtimal. sonuçta bu güzellik kriterleri neredeyse benzer olduğundan dolayı birbirine benzeyen milyonlarca kadın var ve o milyonlarca kadını elde etmek için saçlarına jöle sürüp dikleştirip, kafalarını penislerine benzeten yüzbinlerce erkek. hepsi birlikte gerçek bir zavallılık sürüsünü oluşturuyor.

ben şu an türk toplumunun tam geçiş arefesinde olduğunu düşünüyorum. annelerine benzeyen dolap gibi kadınları isteyen, ama bununla da tatmin olmayacağını bilip annelerine benzemeyen yumurta karıştırıcısı gibi kadınları da isteyen erkekler ve bu kalıba bir türlü uymayan türk kızları. "benden önce hiçbir şey yapmasın o kadın, kültürlü ve sağlam olsun, ama ben istediğimi yapayım onunla" deyip geçiyorlar. kadınlar da bu ikilemde zaten. iki, üç nesil sonra her şey yerli yerine oturur gibime geliyor.

kadın ise, hala daha gücü elinde bulunduran erkek için güç simgesi olmaya devam ediyor. bu yüzden kadının mal gibi kullanılması, meta olarak görülmesi normal. neyse, erkek egemen sistem var olduğu sürece kadının kullanılmasının önüne geçilemeyecek. çünkü seçen daima erkek olarak kalacak. sovyetlerde eşitlik adına hem kadına, hem erkeğe boş ol hakkı verildiğinde bunu en çok kullanan ve kadınları kucaklarında çocukları ile bırakan kişiler erkekler oldu. süreç yine değişmedi. seçen erkek olmaya devam etti.

tüm bu ahval şerait içinde dahi erkek olmaktan çok insan olmayı içselleştirmiş erkeklerin hiç şansı yok. kadınlar bu kişilere naif, efemine görüyor. tercih etmiyor doğal olarak. ve hatta 30'lu yaşlardan sonra son şansları olarak görüyorlar. bu yüzden bu düzen uzunca bir süre sürüp gidecek.

hepimiz zaten öleceğiz. bu siktiri boktan kadın-erkek elde etme rekabeti neden var, anlamdırabilmiş değilim. önemli olan tek şey hazzın kendisidir. aşk bile bu hazzı artırmak için vardır.

21 Mayıs 2010 Cuma

heves

insanların çok büyük bir çoğunlu heves ile aşkı birbirine karıştırıyor. bir kadına veya erkeğe duydukları anlık cinsel dürtüler yüzünden o kişileri hayatlarının aşkı bile sanabiliyorlar. yanıldıklarını anladıklarında ise geri zekalıca pişmanlıklar yaşayabiliyorlar. heves ile aşkı karıştırmamak için kriter çok basittir aslında. sevişmeden aşık olup olmadığını anlayamazsın.

adam/kadın hoşuna gitti ve seviştin;

birinci sevişme normaldir. herhangi bir anlamı yoktur. ikinci sevişmede ise temel kriter ilk sevişmenin hoşunuza gitmiş olmasıdır. üçüncü sevişme ise boş yere yapılmaz. aşıksınızdır. hiç kimse, abaza değilse kolay kolay bir kadın/erkekle üç kere sevişilmez.

uzun lafın kısası şudur ki;

sağa sola aşkını ilan eden, hatta bu aşk(!) uğruna sevdiğini bile öldüren, kaçıran, ağlayan, sızlayan, zırlayan, küfreden milyonlarca kişi vardır. o anlık heveslerini yerine getiremediklerinden, içlerinde ukte kaldığından, saplandıkları bataklıkta debelenip duruyorlar.

işin ilginci şu sanat(!) camiasındaki kişiler yüzünden bu durum karıştırılıyor. önüne gelen kadın ve erkek çorap değiştirir gibi aşık oluyor. tv'lere, gazetelere bu durumu ilan ediyorlar. oysa yaptıkları tek şey cinsel dürtülerinin gösterdiği yönde ilerlemek. bu durumu aşk mı sanıyorlar, yoksa "ben aşık oldum" havası yaratıp, kendilerini takip eden sıradan insanların gözünde durumlarını mı kurtarıyorlar, bilemeyeceğim.

heves gelip geçicidir, aşk ile karıştırmayın.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

müsait bir yerde konuşmak


müsait, tdk'ya göre 'teklifsiz konuşmada flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen kadın'a denirmiş. ya ya, yollu tabir edilen kadın için müsait terimi kullanılıyormuş! velhasıl kelam, bir müsait kadın bulamayıp, benim canımdan çok sevdiğim, bağrıma bastığım, yüzleri kızarmıyasıca arkadaşlarım, tanıdıklarım, tanımadıklarım tarafından yapılan ve harflerden oluşan bir cümleye "benimle çıkar mısın?" denir. yani "benimle çıkar mısın" demeden yatağa attığınız kadın, müsait kadındır!

bu cümle, dördüncü kata çıkarken bile espri yapılması babında söylenir durur ve zaten bu iş hariç başka da bir anlamı yoktur. çıkma teklifi ne lan, çok komik bir diyalog aslında. hem zaten tüm amaç yatağa atmak değil mi? ne gerek var bu kadar uzatmaya. direkt söyle, olsun bitsin, gerçi o zaman da türk kadınının büyük bir kısmı, erkeğe sapık gözüyle bakıyor. bu kadar çok uzatmanın olması da ayrıca bir stres kaynağı. yani vermek - almak meselesi işte. sike sike öldürmek bize özgü bir terim olmalı. sanki sikilen hiç zevk almayacak gibi. nefret ettiklerine bile zevk vermek için uğraşan bir toplumuz!

işte bu türk kadınları ve erkeğinin sahiplenme anlayışı yüzünden, yakında, şişme bir kadına sahip olmak için tartışıp, birbirini öldüren iki erkek haberi bekliyorum.

hem sonra cansız mankenden araba koltuğuna, bisiklet selesine kadar uzun bir sevişilecek eşya listesi var insan oğlu için. bunun nedeninin sapıklık olduğunu da düşünmüyorum. olanaksızlık diyelim. napsın herif veya kadın, çaresiz kalmış işte. ha içinde patlıcan kırılan kadın, ha cansız mankenle sevişen erkek. bu eylemleri salaklık olarak da görmemek lazım. çünkü aslında en büyük salaklık aşık olmanın kendisidir. bunun üzerine ekstra bir salaklık yapmak imkansız.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

sevgililer edinirim, sevgililerim evlenir, sevgililerimi kaybederim!


tuhaf lanetlerim vardır. ciddi manada lanet ama! mesela ben biriyle tanıştığımda o kişinin yurt dışına gitme ihtimali yoksa, durup dururken yurt dışına gider. rusyalara, italyalara, ispanyalara, ingilterelere, amerikalara gidenler oldu. ama ihtimali varsa siktim sene gidemez. amerikalara, avusturalyalara gidemeyenler oldu. yurt dışı laneti tutmayınca yedek bir lanetim de var. o yeni tanıştığım kişinin sevgilisi varsa, o sevgiliden ayrılır. belki tam ayrılacağı zamana denk gelmişimdir, ama ayrılır. ha, gider benimle mi olur, elbette böyle bir şey yok. sadece ayrılır. 5-6 yıllık ilişkileri bitirmişliğim vardır benim!

bu lanetler insana az biraz zarar verici türden şeyler. kendim için ise şunu diyebilirim. eğer bir sevgilim varsa bu iş daima kısa sürer. artık beni nasıl tanıyorlar bilemeyeceğim(gerçi "sen delisin" diyene de rastladım), ama benden sonra kesinlikle evlenilecek bir adam bulurlar. yani gider evlenirler.

askerden önceki sevgilim diyebileceğim kadına askerde bir gün telefon açtım. "naber, nasılsın" lafları sürerken, birden "ben evleniyorum" dedi. "hayırdır" dedim, "senden koca olmayacağına karar verdim" dedi. varsın olmasın anasını satayım, askerliği mi buldun bunu söylecek, değil mi ama, hiç şık bir hareket değildi! gerçi evlendi de noldu, ilk bir yıl içinde telefondan bana yediği dayakları anlattı. demek ki evlenilecek erkeğin öncelikli görevi karısını dövmekmiş. bunu da onun sayesinde öğrendim. korksun benden kadınlar!

neyse, askerden sonra yeni bir tane daha edinince bu da kalktı italya'ya gitti. hem de durup dururken. hiç öyle bir ihtimal yokken veya bana söylemiyorken. geldi tabii sonunda. zaten gittikten sonra da hiç görüşmemiştik. neyse olay istanbul'da geçmiyor, başka bir şehirde. bir gün istanbul'dan o şehre dönerken tamamen tesadüf eseri otobüste ön koltukta kocasıyla oturduğunu fark ettim. evlendiğini duymuştum. herifi biraz inceleyince fark ettim ki neredeyse ben! bir tek biraz daha kaslı, saçları uzun. "bu muymuş yani olay" dedim kendi kendime. sonra da bir daha görmedim, allah göstermesin!

aslında bu terk edenler kadınlar güruhundan başıma ilginç bir hadise de geldi. yeni sevgili yapmış kendine, iyi hoş, beni ilgilendirmez, arıyor beni, sevgilisine veriyor telefonu, herif diyor ki, "onu bir daha becermek istiyor musun?" "evet" diyorum. iyi o zaman, önce beni becereceksin, sonra onu!" korktum lan, "var bu işin içinde bir hayınlık, tersi olursa boku yerim" dedim. "sağol, kalsın" dedim. göt korkusu bu. erkekliğin onda dokuzu kaçmakmış. dünyanın çivisi çıkmış a q.

tüm bu olup bitenler içinde komedi gibi olan bir olay daha var aslında. tanıdığım, ama pek lak lak etmediğim adamın biri benim bir kız arkadaşa(sevgili değil) yavşıyor. hatta kızda gözüm olup olmadığına dair ağzımdan laf almaya çalışıyor. en sonunda kızı kaptı, evlendiler. herifte bir afra, bir tafra inanılmaz. sanki kızı benim elimden kapmış, lan kız gözümün içine bakıyordu gerzek. şimdi bu afra tafrasına, bana tepeden bakmasına, pis pis sırıtmasına, kendini bi bok sanmasına karşı kızla yaşadıklarımı anlatsam herif gider onu öldürür. işin kötüsü, dönem dönem karşıma çıkıyor ve aynı ukala ve gerzekçe tavrını sürdürüyor. hayır, kız da salaktı zaten, birbirlerini bulmuşlar diyorum, allah mutlu, mesut ve bahtiyar eylesin.

ha keza başka bir kız arkadaş bir gün telefon açıp ağlaya ağlaya egomu tatmin etmesinin ertesi günü evlenmeye karar verdiğini, kendisini hiçbir şekilde aramamamı söyledi. dedim "allaha yakın, bana uzak ol kızım!"

bir de evli kadınlar meselesi var tabii. uzun süren evliliklerinin tek düzeliği içinde yeni heyecanlar arayan bu kadınlar birileriyle gönül ilişkisi yaşar. hatta bu can sıkıntısı içinde aşık bile olabilirler. ama bu kadınların ortak özellikleri en sonunda yaptıklarından pişman olup kocalarına ve çocuklarına dönmeleridir. kocalarının kendilerini ne kadar çok sevdiğini, çocuklarını falan bahane edip giderler. bunu neden daha önce anlamadıklarını da hiç anlamıyorum. söz verdiğin birini kandırmak çok gerzekçe bir davranış(benim aracılık etmem önemli değil, kandıran o). bu tür kadınlar için sawyer'ın bir lafını kullanmaya başladım, kate'e söylüyordu,

"beni istediğin gibi kullanabilirsin."

tüm bu abidik gubudiklik içinde hakan günday'ın piç'inde geçen bir cümle her şeyi açıklıyor aslında;

"hayat seni öyle bir noktaya getirir ki kendini sevdiklerinle savaşırken ve nefret ettiklerinle sevişirken bulursun. üzülürsün. pişman olursun. sonra biraz zaman geçer ve tersinin bu dünyada işlemediğini anlarsın."

allah zavallı kulunu sevindirmek için önce eşşeğini kaybettirirmiş, sonra da buldururmuş.

26 Nisan 2010 Pazartesi

arkadaşlar edinirim, arkadaşlarım evlenirler, arkadaşlarımı kaybederim

yirmili yaşlarımın başlarında bir yerde, annem, "oğlum şimdi evlenmiyorsun, ama arkadaşların evleniyor. bir süre sonra onlarla görüşemeyeceksin" demişti. o zamanlar pek bir manasız gelmişti bu laf. zaman geçtikçe acı gerçeği feci şekilde öğrendim! arkadaşlarınız evlenince onlar artık sizin arkadaşınız olmuyor. onların arkadaşları da, dostları da yani sizin anlayacağınız her şeyleri eşleri oluyor. hatta görüşmeye devam ederseniz arkadaşlarınızın eşleri sizi kıskanıyor. siz evlenene kadar da bu böyle kalıyor. evlendiğiniz anda ise siz de o kulube katıldığınızdan şartlar eşitleniyor. artık eşleriniz arkadaş olabilir. hatta çocukklarınız bile! evlendiğinizde ilk olan şey, eşinizin evli arkadaşlarını tanımaktır!

eskiden hayat daha güzeldi. abartmıyorum, türkiye'nin neredeyse her şehrinde tanıdığım bir bekar arkadaşım vardı. gittiğim hiçbir yerde otelde kalmak zorunda kalmazdım. bu sayede bir sürü yeri gezdim durdum. o kişiler de benim şehre geldiklerinde elbette bende kalırlardı. yatılı okulun bir faydası da budur işte. neyse, zaman su gibi akarken evlenmeyen arkadaşım kalmadı. onu da geçtim, çoluğa çocuğa karışmayan kalmadı. siz bir yerde sap gibi kalıveriyorsunuz. ilgili şehirlere gittiğinizde ise içinizden onları aramak bile geçmiyor. çünkü o kişiler, gençliğinizde bıraktığınız kişiler değil. bir çoğu namaza bile başlamış oluyor. hayatları tamamen düzene giriyor.

mesela lisede 4 sene yan yana oturduğum biri ise(ki defalarca birbirimizin evlerinde kalmışızdır) beş kuruşsuz zamanlarımdan birinde araba alacağı için borç istedi. olmadığını söyledim. araya başka başka şeyler girdi ve onun evlendiğini lisede hiç samimi olmadığım birinden duyunca küçük çaplı bir şok geçirmiştim. lise dahil 8 sene beraber çalıştığım, yaşadığım kişinin kız arkadaşına oldukça eğlendiğimiz bir şaka yapınca kız uzun süre bön bön bana bakmış ve akabinde çocukla bir daha doğru düzgün görüşememiştim. beraber kavgalara, döğüşlere girdiğim bir kişiden ise eşinin basit bir kaprisi yüzünden tiksindim. aynı şekilde benden tiksinen de var elbette. hayat feci şekilde salakça bir şey.

yani bazen 15 senelik dostluklar bile bir laf, bir söz, bir hareketle çöpe atılabiliyor. tüm geçmişi, her şeyi feda edebiliyordunuz. bu size bağlı olduğu kadar karşı tarafla da alakalı. her şey bittikten sonra geride kalan şey tiksinti olabiliyor. onun için de, sizin için de geçerli bir durum bu. o kritik eşikten sonra ne onun sizi arayası kalmıştır, ne de benim onu arayasım kalır. zaman ve özellikle mekan değişikliği her boku öldürebiliyor. evlilik ve hayatı düzene(!) sokmak her şeyi mahveder.

aslında her şey güven ve saygıya dayanıyor. bir arkadaşınıza güvenmezseniz ve saygı göstermezseniz eninde sonunda her şey biter. şu yaşıma geldim ve öğrendiğim şeylerden birisi de arkadaşlarınızla yiyip için, ama parasal ilişkiye girmeyin. sizden 30-40 tl para alıp, bir daha arayıp sormayan 3-4 yıllık arkadaşlarım(!) bile oldu. arkadaş dediğin kişiler böyledir. bir insanla ne kadar vakit geçirirsen geçir, tanıyamıyorsun işte!

benim bir kriterim vardır. birini ararsın ve işi varsa bu elbette normal bir durumdur. bir süre yine ararsın ve yine işi varsa olabilir bir durumdur. ama üçüncü sefer aradığında yine işi varsa bilin ki sizden kurtulmak istiyordur. çünkü sevgilisi/eşi kişiyi sahiplenmiştir! iş artık bitmiştir.

şunu iyice farkettim ki insanlar hayatlarını düzene sokmak istediklerinde evleniyor. evlendiklerinde de geçmişlerini feda ediyorlar. çünkü geçmişleri düzensiz hayatlarına ait kısım. ve ben de kendi acınası halimi o eski dostlarıma göstermek istemiyorum.

fight club'da jack böyle der;

"arkadaşlar edinirim, arkadaşlarım evlenirler, arkadaşlarımı kaybederim."

8 Nisan 2010 Perşembe

anormal düzeyde ilişki yaşayan insanın bilmediği gerçekler!

herhangi bir ilişkinin içerisine girmeye pek yanaşmayan kişilere 'ilişki özürlü' derler. normal bir açıdan bakarsan eğer doğru bir tespittir. çünkü bu ilişki özürlüler, çoğunluktan olmadığı için anormal kabul edilirler. ama bu kişiler neden ilişki özürlüdür, bunu pek düşünen çıkmaz. aslında ortalama bir ilişkinin giriş, gelişme ve sonuç bölümleri incelendiğinde ortaya vahim bir tablo çıkmaktadır. düzeyli ve düzenli tabir edilen kadın-erkek ilişkileri hep aynı dar, kimin koyduğu belli olmayan abuk sabuk kriterlerle çevrilidir. kadın ve erkek tanışır, karşılıklı kur yapmalar başlar, erkek ilk hareketi yapıp kadının elini tutar ya da sarılır veya öper. sonra ilişki başlar. cicim ayları tabir edilen zaman içinde bu iki organizma birbirlerini günde yüz kere arayıp tuvalete gitmeleri dahil her hareketlerini rapor ederler, yetmez, ardı ardına mesajlar gönderilir, en azından iki günde bir buluşulur. karşılıklı egolar şişirilir. kadın isterse sevişilir.

ve zaman geçer. kadın ve erkek birbirleri için, her gün aynı bara takılmak, her gün tanıdık restoranda yemek yemek gibi bir alışkanlığa dönüşür. ayrıca ilişki, ortamlarda sosyal bir statü de kazandırdığından iyice kurumsallaşır. artık aralarında konuşacakları konu bulmakta zorlanmaktadırlar. iki kişi arasındaki çekim yerini başka şeylere bırakır. ama taraflar bu durumdan şikayetçi değildir. zaman geçtikçe özgürlüğü zapturapt altına alındığında hastalıklı hale gelen insan ruhu, kendini belli etmeye başlar. kadın abuk sabuk kaprisler, kişiliği oturmuş herhangi bir erkeğin sinirini bozan ucuz kadınsı ayak oyunları oynar, naz yapar, ilgi bekler vs. erkek, kadına karşı, patronun kendisi olduğunu kanıtlamaya çalışan maço tavırlar sergiler. her iki kişi de ipe sapa gelmez kıskançlık krizleri/ritüelleri icra eder. ilişki artık bir ruh cenderesine dönüşmüş, yani uzun vadede istikrar vaat etmeye başlamıştır. hal böyleyken hepsi birer şablona dönmüş ilişkilerden ve bu tip ilişki ihtimalleri hayallerini süsleyen insanlardan uzak durmak bir seçimdir. yalnızlık, rutini yaşamaktansa yalnız kalmayı seçen sağduyu sahibi insanın özgür seçimidir.

bu normal kişilerin ilişkisinde de elbette belirli hareketler vardır. mesela bu kişiler birbirlerine "aşkım" diye hitap ederler. "aşkım" hitabı, bu ilişkinin yapmacıklığının dibine vurmuşluğunu gösterir. hitap edilenin kendini bir halt sanma katsayısı yükselir, hitap edeninse mülkiyet duyguları ağır basmaktadır. fingirdeşmelerini kamuoyu önünde gerçekleştirmeyi, mühim bir statü sanırlar bu tip aşk böcükleri. çiçeğim, böceğim, sevdiceğim, aşkitom, seni sefiyom gibi varyasyonları da hitap şekli olarak kullanmaktan hoşlanırlar. telefonları selvi boylum al yazmalım veya bilimum aşk böcük salak türü şeyler çalar. facebook'ların aşka dair binlerce kelime geçer. ama daha o kelimelerin birleşiminden oluşan cümlelere vakıf olamamışlardır. sevgi, sadakat üzerine sözler yazarlar. akabinde terk etmek ve unutmanın basitliğini sergilerler. sevgilerine şart koşarlar. sevginin esasının şartsız sevmek olmak olduğunun farkında bile değillerdir. mesela penny'yi anlamalarına olanak yoktur. onlara kalsa bizim dess binlerce kez siktir edilirdi. ama penny'nin dess'e aşkında herhangi bir şartı yoktur. sadece seviyordur. dess ne yaparsa yapsın bu durum değişmez. terk etse bile değişmez. zaten bu tür ilişkiler sadece dizilerde olur.

ilişkilerin neden sürekli bir kısır döngü içinde olduğunu da sanırım anlatabildim. bu ikililerden erkek olanı hiç şüphesiz yavşaktır. kız olansa çocuk gibi konuşan, salak salak cilveler yapan bir tiptir. bu tipleri görürseniz sanırsınız ki bunlar merdiven altlarında doktorculuk oynamaktadır. böylece karşılıklı ruh büzüşmelerinin içinde yaşayıp giderler. maalesef soylarının tükenmesi gibi bir tehlike yoktur. çünkü herşey ve herkes bu tiplere hizmet etmektedir.

bu ilişkisizliklerden sonra anlatacağım ilişkide(a q ne biçim kelime bu) ise iki kişinin de bir karakteri vardır. bu karakter oturmuştur. bu kişiler hırs sahibi değildir. dünyalık hırsların nedensizliğinin farkındadırlar ve hırs insanı çirkinleştirir. iki tarafta zekidir. gerçi zeka bir erkeğin bir kadında aradığı özelliklerden biri değildir aslında ve hiç olmamıştır. işin ilginci olmayacaktır da. mesela mevzu bahis hanımefendi bir entelektüelse onun sittin sene yalnız kalması allahın emri gibidir. kadın önemsemese bile sıradan bir erkek, kendi kültürel eksikliğini kompleks haline getireceğinden bir ilişki başlamaz, başlasa da yürümez. hiç değilse entelektüel bir erkeğin, kendi gibi bir entelektüel kadını tercih edeceğini düşünenler de saftır. çünkü entelektüel bir erkek, anlattıklarını hayran hayran dinleyebilen hoş ve boş (mümkünse "çıtır")kızları, konuşabileceği bir kadına yeğler. bahsettiğim hırs zaten burada devreye girer. hırs insanı çirkinleştirir. tanrı hırsı sayesinde tanrı olmuştur. insan da hırsı sayesinde tanrılaşır. ne kadar çok çıtır, o kadar çok kendini bir bok sanma. işte bildikleriyle ortamlarda caka satan entel delikanlımız, hatun kişinin kendisinden bir adım geride durmasını ve ahkam kestiği konu her neyse, destek vermesini bekleyecektir. bu nedenle bu ilişki de başlamadan bitmeye mahkumdur. işte ilişkisizlik dediğim süreç bu şekilde başlar. ilişki, kendi egonu tatmin, kendi üstünlüğünü herkese göstermek şekline dönerse eğer, hastalıklı bir hal alması kaçınılmazdır. evlenen bir kadın için kocası, diğer kadınlara karşı kazanılmış bir zaferdir. "bu adamı ben kaptım, siz acunuzu yalarsınız" demektir.

aslında tüm mesele karşılıklı tatmindir. mesela erkekler kız kaldırmaya çalışırken belli başlı kalıpları kullanırlar. 'kızlar kendilerini güldüren erkeklerden hoşlanır' gibi. kadınların sadece pasif mizah anlayışına sahip olduğunu zannetmek erkeğin sabit fikridir. buna göre kızlar o kadar mizah anlayışından yoksun ve salaktır ki, yanında onu güldüren kıtipiyoz bi herif yokken sıkıntıdan ölürler. aslında biraz düşününce öleceklerini varsayabiliriz. bugün milyonlarca kadın, kendilerini güldüren bir erkek olmazsa eğer ölür. bir haftalığına kadınları esprisiz bırakırsak eğer, kadın nüfusunun yarısı telef olur. birinci ayda ise kadın diye bir şey kalmaz! erkekler tarafından ilgi görmeyen sıradan bir kadın ölmeye mahkumdur. neyse, bu gerzek kadınlar yüzünden etrafta bu kadar gerzek erkek vardır ve cem yılmaz taklidi yapmaktadır. veya tam tersidir. gerzek erkekler olduğu için gerzek kadınlar vardır. yani arz talebi, talep arzı yaratmaktadır. işin aslı her malın bir alıcısı vardır. bu bir kısır döngüdür. bu gerzek erkekler için sınır da yoktur. "kızlar suda yaşayan erkeklerden hoşlanır" diye birşey duysalar, hemen amfibik olmaya kalkarlar.

peki günümüz kadınları -istisnalar hariç- neden bu kadar geri zekalı görünüşlüdür? kapitalizmin, insanlığın büyük bölümünün canına okuduğu her aklı başında insanın malumudur. fakat bu sistem en çok kadınları hırpalamaktadır. bu ekonomik ucube, kadınların erkekler kadar çalışmasını istemekte, ama onları daha az ücrete talim ettirmektedir. kadınları, iş dünyasında başarılı olmak için kadınlıklarından vazgeçmek zorunda bırakmakta, rahat ve lüks bir yaşam içinse alabildiğine dişiliklerini ön plana çıkarmalarını söylemektedir. diğer yandan bu kadınlar doğar doğmaz pembe dizilerle beyinleri yıkanmakta, gerçeklik duygularını köreltip, sistemi sorgulamalarını önlemektedir. öyle ki kapitalist sistem, diziler sayesinde feminizmi bile amacından saptırıp rant sağlamakta, kadınları "birazcık asi olmak size çekicilik katar" gibi saçma sapan sözlerle zehirleyip, onları acınası birer cosmopolitan, vögg yaratığına dönüştürmeye çalışmaktadır. başarıya giden yolda her şeyi mübah sayan bu sefil düzen için kadınlar doğal olarak metadan başka birşey değildir. hem tüketicidir ve tükenendir.

ilişkiden böyle uzun uzun bahsetmişken sınıfsal farklılıklardan da bahsetmek gerekir. tamirci çırağını herkes bilir. otomobil tamircisi bir delikanlı, bir gün tamirhaneye gelen güzel ve zengin kıza kütdedenek aşık olur. zaten kızın kaşından gözünden olduğu kadar, pahalı kılığından kıyafetinden bahsetmesine de bakılırsa yağız gencimiz, sadece tiki kızlara aşık olmaktadır. kıza yazmaya başlar, ama kız hiç oralı olmamaktadır. en sonunda kız "eeeh yeter be, seni bana sayıyla mı verdiler" tavrı takınır, delikanlıya ayar verip basar gider. delikanlı yıkılmıştır. o aşifte nasıl olup da kendisine yüz vermemektedir. düşünür ve o müthiş sonuca varır. kız zengindir de o yüzden ona yüz vermemiştir. ve daha kötüsü de kendisi maalesef zengin değildir ve bu yüzden kızı kafalayamamıştır. yıllar yılı fakirliğinden utanan genç tamircinin ilk kez zihninde bir parıltı belirir gibi olur. fakirlik sırf kendisi için değil, herkes için berbattır. derken durumu farkeden ustası, "işçisin sen işçi kal, tepemin tasını attırmadan giy şu tulumlarını, al eline takımları, git şu arabayı tamir et, başka da bir bok düşünme, yoksa ağzını yüzünü sikerim senin" diye esip gürler delikanlıya. genç tamirci çırağının varmak üzere olduğu sezgisel bir sınıf bilinci, daha kazanılmadan kaybedilmiştir. bundan sonra da hep aynı tas aynı hamam olacaktır. yine zengin kızları görecek, yine onlara yazacak ama karşılık alamayacaktır. o zengin kızımız ise elbette kendi sınıfından iyi bir koca bulup onunla vakit geçirecektir. çırağımızın payına ise anasının bulduğu helal süt etmiş kadın düşecektir. patronunun ağzını yüzünü sikmemesi için de olanca gayreti ile çalışacaktır!

neyse, biz erkekler ne kadar tersini savunursak savunalım dünya erkek egemen bir yapıdadır. kadınlar ise bir lilith olamamakta ve üste çıkmak yerine kocasına destek turlarına devam etmektedir. evli bir kadın için önemli olan kocasının hayatında başka bir kadın olmamasıdır. neyse, bu erkek egemenliğine fallokrasi denir. erkek cinsel uzvunun temsil ettiği sembolik gücün, kadınlar üzerinde kurduğu tahakkümü ifade eder. ama fallokrasinin geçerli olduğu yerlerde -ki dünya ölçeğinde geçerlidir- hükmedilenler, daha yerinde bir tabirle tehdit altında olanlar salt kadınlar değil, tüm canlı yaşamdır. zira fallus yalnızca erkekliği değil, saldırganlığı, denetimsiz kaba kuvveti de sembolize eder.

ve en sonunda tüm bu olup bitenlere bakınca aslında hepimiz cehennemde yaşıyoruz. tek tanrılı dinlerin tümünün ve çok tanrılı dinlerin büyük bölümünün varolduğunu iddia ettiği, biçim olarak değilse de nitelik olarak üstünde anlaştığı bir olgudur cehennem. cehennemin, insan oğulları ile insan kızlarının korkunç azaplar çektiği yer olduğuna inanılır. o halde bu kadar boktan ilişkilerinin, ilişkisizliklerin, gerzekliklerin, eşitsizliğin, adaletsizliğin, savaşların kol gezdiği yuvarlakımsı gezegenimizin aslında korktuğumuz o meşum azap ve gözyaşı diyarı olmadığından emin olamayız! iki resim arasındaki benzerlikler sandığımızdan fazla. sinir, stres, acı, korku, tehidt, kan, ateş, ölüm, işkence gibi cehennemle özdeş olaylar değil sadece bu benzerliği/denkliği anlamlı kılan. tek sözleriyle yüzlerce binlerce insanı ölüme gönderen, açlığa, işsizliğe sefalete mahkum eden şık giyimli zebaniler de yeryüzü dediğimiz tabloda çirkin yüzleriyle sırıtıyorlar. yanlarında ise süslenip püslenip olanca kadınlığı ile arz-ı endam eden cehenneme düşmüş geri zekalı kadınlar var. ya da belki, zaten cehennemde yaşadığımızı söyleyen leon bloy'un öne sürdüğü gibi her insan yakınındaki kişiye işkence etmekle görevli bir iblistir. bu yüzden ilişkiler bu kadar sağlıksız ve karşılıklı tatminden başka bir şey değil. sanki içimizde bir yerler, durmadan cehennem-dünya benzerliğinin ürkütücü çağrışımı ile titriyor ve o yüzden, boyuna bu korkunç hayatın güzelliğinden, yaşamaya değerliğinden dem vuruyoruz. oysa yaptığımız tek şey cinsel organ peşinde koşmak.

şunu iyice kafalara çakmak lazım;

tanrının bizim için bir planı yoktur. her şeyi oluruna bırakmıştır.

(f'nin bazı yazılarının birleştirilmiş ve düzünlenmiş halidir.)

12 Şubat 2010 Cuma

evlilik


malum, evlilik dini, resmi ve devrim olarak üzere üç çeşit nikahla gerçekleşir. çiftlerin nikah olmadan beraber yaşaması bu ülke sınırları içinde hala daha pek mümkün değil. anlatacağım olay da bu değil zaten. ön bilgiydi bu.

yaygın bir inanışa göre evlendikten sonraki ilk sabah erkek bir tepük ile karısını yatağın dışını atıp sonrada "imdi, güt bağa kahvaltı hazurla kadun" diye seslenirmiş. kadının yapacağı iki hareket vardır. birincisi, kahvaltıyı hazırlayıp yatağa getirmek. böylece evde bundan sonra erkeğin sözü geçermiş. ikincisi "siktir lan, ananda mı yatağına getiriyordu, git kendine hazırla" demek. bu durumda evde bundan sonra kadının sözü geçer, ki vah ki ne vah. o erkeğin hali pür perişandır!

aklıma dedem geldi bak şimdi. 14 yaşındayken yatakta anası ile babasının arasına girip "beni evermeden aranızdan çıkmam" demiş. demek bu da evlenmek için bir yol. neyse, evlendirmişler. ama kadın 2 yıl sonra hastalıktan ölmüş. 14 yaşında çocuğu evlendirirsen olacağı budur işte. neticeden o kadından bir çocuğu olan dedemin en büyük torunu 2 dayımdan ve 1 teyzemden büyük.

bunun ayakkabı çivileme, pilava kaşığı dikme gibi yolları da var. ama bizim neslimiz biraz cins sanırım. o dedem bana "artık seni 17-18 yaşındaki kızlar almaz" demişti. ilk önce şaşırsam bile kendi adına haklı. 20 sonrası kadını bildiğin kart olarak görüyor sanırım.

elbette kimi sevdiğinin yolları da var. bu da bir sivaslı arkadaşımın metodu. çocuk gece tuz yalamış. yatarken su da içmemiş. eğer rüyasında su içtiğini görürse kimseyi sevmiyordur, ama başka birine kavuşmak istiyorsa işte onu gerçekten seviyormuş. denemiş bu metodu ve şimdi o rüyasında gördüğü kişi ile evli. bana hala garip bir metod olarak geliyor.

başka bir arkadaşım ise fakültede sevdiği kızın peşinden 4 yıl koştu. hatta çocukla ve kızla dalga geçmeye bile başlamıştık, ki nasıl dalga geçtiğimizi yazmayacağım elbette. en sonunda okulun bitmesine 2 hafta kala kızı kafaladı. azmin elinden hiçbir şey kurtulamıyor anasını satayım.

evlenince sorunlar bitmiyor elbette. malatyalı bir arkadaşımın ana-babası kan davalı bir ailelere mensupmuş. neyse, çocuk doğuyor, bir süre sonra amcası dayısını vuruyor. annesi çocuğu alıp kaçıp gidiyor. başka biri ile evleniyor. çocuk babası sandığı kişinin üvey babası olduğunu 18 yaşında öğrenmiş. tabii depresyon, gençlik çağı işte, saçları sıfıra vurdurmalar. şimdi 2 anası, 2 babası ve bol bol kardeşi var. hatta kardeşleri birbirleriyle evlenebilir. çünkü kardeşleri arasında kan bağı yok. dalga geçmiştim çocukla, "lan hem dayı, hem amca olabilirsin aynı yeğeninle" diye.

diyarbakırlı bir doktor arkadaşımın başına da aynı şey gelmiş. 9 kardeşmişler ve en küçüklerini teyzelerine vermişler. kız teyzesini anne, eniştesini babası sanarak büyümüş. en sonunda çocuğa gerçekleri söylemişler. küsmüş herkese. türk filmlerinde olacağını sandığınız herşey, gerçek hayatta da oluyor.

tabii kızı kapmakta önemli. bu metod çanakkaleli bir arkadaşımdan miras bana. ezine ilçesindeyiz. "gel şunları takip edelim" dedi. "sapık mıyız biz" dedim ama dinletemedim. kızlar ara yollara daldılar, takibe devam ettik ve en sonunda bize bakıp yere bir kağıt parçası attılar. gittik aldık, telefon numaralarını yazmışlar. hala daha gülerim bu metoda.

ama kadın ile erkeğin evlenmekten kastı bambaşka. erkek kadına baktığında onunla nasıl sevişeceğini düşünürken kadın ondan doğacak çocukların neye benzeyeceğini düşünürmüş. erkek kısmı için konuşursam eğer denilen doğru. ama bana bakan kadın bir yaratık doğuracağını düşünebilir!

insanlar neden evleniyor sizce? sevgi falan hikaye, bence yaşlandıklarında yalnız kalmamak için. allahtan huzur evleri icat edildi.

6 Ocak 2010 Çarşamba

konuya yabancılaşma!


insanlar belirli bir meşguliyetten sonra yeterli doyuma ulaştığında veya ulaşamadığında konuya yabancılaşabiliyorlar. mesela selda'nın refik ile sevişmesinden sonra refik'in konuya yabancılaşmasını yazayım;

- refik, sence hamile kalır mıyım?
(ha siktir, harbi ya, ulan bu karı milleti de hemen hamile kalabiliyor!)

- refik, sende mutlu oldun mu?
(..!!)

- refik, allah belanı versin. göbeğime neden boşalmadın?
(tutamadım kendimi, napayım, ne bağırıyorsun!)

- refik, sigaran var mı?
(keyfi yerinde :)

- adın refik di mi? 50 lira daha vericen.
(bu da beni iyice soyup soğana çevirdi!!)

- refik, ağzın kokuyordu.
(çürüklerime el atmam lazım!)

- refik, bu sadece 30 saniye sürdü.
(erkek kızakta gerek di mi, kahpe!!)

- refik, sırtını dönme bana.
(çok yoruldum, rahat ver artık!)

- refik, neden bu kamera burada. bak ışığı da yanıyor.
(hangi kamera!)

- aa refik, neden burdasın?
(eyvah, basıldım!)

- refik, hasan daha iyiydi.
(hasan'ın a q!)

- refik, i see dead people!
(prezervatife bakmana gerek yok)

refik adlı kişi bu tür sorulardan sonra konuya elbette yabancılaşır. kadının bu orgazm sonrası konuşmalarda normalde "refik, aslan gibisin. bi daha bi daha" demesi gerekiyor, ki aslanların bile gaza gelmeye ihtiyacı vardır.

neden böyle sizce? çünkü kadın kelimesinde kalın ünlüler, erkek kelimesinde ince ünlüler vardır. yani erkek kelimesi daha naiftir. kadın kelimesi gibi kaba değildir. varın gerisini siz düşünün!!

15 Aralık 2009 Salı

sana gitme demeyeceğim lavinia

eğer diğer kişi kafasına "gitmek" düşüncesini koymuşsa, ne yaparsanız yapın sonuç değişmez. önemli olan bu düşünceyi kafasına koyup koymadığını anlamak da değildir. anladıktan sonra, eğer hala seviyorsanız "gitme" diyebilmektir. ileride bana "ahh, bunu bana niye söylemedin, şimdi kafamı dağlara taşlara vuruyorum, köpek gibi pişman oldum" demeyin! bunun yerine onun gitmemesi için "gitme" deyin. sonuçta kişi "gitme" demenize rağmen gitse bile, zaten yıkılmış olan gururunuz biraz daha yıkılacaktır. demezseniz eğer, kafanızda "keşke deseydim" düşüncesi kalacaktır. ama "gitme" demenize rağmen karşı taraf ısrarla gitmek istiyorsa ipini bırakın. en azından "siktir git" lafını duyduğunuz için bir daha onu düşünmeyeceksiniz. harbi bak!!!

şimdi aklıma geldi yahu; "gitme" demeden önce kıza şöyle güzel bir şarkı yapın. veya şiir yazın veya lavinia'yı ona okuyun!. ne bileyim onun sizi sevmesini sağlayan yönlerinizi tekrar açığa çıkarın. çünkü bir öküz olduğunuzdan dolayı o yönleriniz artık bastırılmıştır! kişi, bir müddet için size geri dönebilir(garantisi yok). ama bir müddet için. sonra yine terkedecektir. bu kaçınılmaz bir sondur. bitmiş şeyler üzerinde kafa yormayın. çünkü sonuçta olan tek şey, kafanızın ağrımasıdır. valla bak...

ey okuyucu, şimdi senin yerine düşündüm de; demek 'o değil, sen terkettin' ha. bak şimdi, terkedilen kişi genelde terketme işini beceremediği için karşı tarafa inanılmaz kozlar verir. sen bu kozları alıp doğru değerlendirirsen, sana kendini kendini kandırma fırsatı çıkar. böylece sen fazla yıkılmadan terkedilmiş olursun. ama sen terkettiğin halde, yeni sevgili bulman biraz zaman alabilir. oysa terkedilen sevgili ertesi gün yeni sevgilisine kavuşmuştur bile...

size son bir iyilik, alın işte; lavinia...

"sana gitme demeyeceğim.
üşüyorsun ceketimi al.
günün en güzel saatleri bunlar.
yanımda kal.

sana gitme demeyeceğim.
gene de sen bilirsin.
yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
incinirsin.

sana gitme demeyeceğim,
ama gitme, lavinia.
adını gizleyecegim
sen de bilme, lavinia."

(özdemir asaf)

2 Kasım 2009 Pazartesi

tek eşliliğin insan doğasına aykırı olması



evlilik, kapitalist sistemin işlemesini sağlayan en küçük birim/kurumdur. evliliğin, tek eşlilik dayatmacılığı ile yakından ilişkisi vardır. ilk insan toplulukları komünal bir yaşam tarzı sürdürmekteydi. yirminci yüzyılın başında amerika ve afrika yerlilerini inceleyen antropolog ve etnologlar bu yaşam tarzının halen devam ettiğini saptamışlardı. ilkel komünal sistemlerde mülkiyet yoktu, bizim anladığımız anlamda evlilik de yoktu. bilginler bu insan topluluklarının ahlaki erdemleri karşısında hayrete düştüler. zira "ilkel" tabir edilen bu insanlar şaşılacak kadar mazbut ve dürüst bir yaşam sürüyorlardı. evlilik olmadığı, kabilede doğan çocukların babalarının kim olduğu önemsenmediği halde ensest yoktu. dahası en uzak akrabaların bile birbiriyle cinsel ilişkiye girmesi imkansızdı. bir erkek, erişkin olduğunda kendi kabilesindeki hiçbir kadına yaklaşamaz, hepsine anne yahut kızkardeş anlamına gelen isimlerle seslenirdi. cinsel ilişki kurabileceği kadınları başka kabilelerden aramak zorundaydı. aynı durum kadınlar için de geçerliydi elbette. bugün bir çok bilgin, insanlığın mülkiyetin keşfi ile beraber yoldan çıktığı konusunda hemfikir. evlilik, mülkiyetle birlikte ortaya çıktı ve önce feodalizmi sonra da kapitalizmi yeniden üreten etkenlerden biri oldu.

ilkel komünal toplumlarda cinselliğe şimdiki gibi abartılı bir önem verilmiyordu. cinsellik doğal ve soyun devamı için gerekli birşeydi hepsi bu. her erişkin cinsellik konusunda son derece özgür olduğu halde kimse aşırı uçlarda yaşamıyordu. bakınız ben doğayla iç içe yaşayan, bugünkü gibi doğaya yabancılaşmamış insandan bahsediyorum! bunun günümüze uyarlanıp uyarlanamacağı ile ilgilenmiyorum. benim derdim, tek eşli olduğunu söyleyen ve burjuva ahlakının ikiyüzlülüğü ile kuşatılmış günümüz insanının içinde bulunduğu ahlaki yozlaşma. ve kanımca bu yozlaşma sadece ve sadece cinselliğin baskı altına alınmış olmasından kaynaklanıyor. çoğu kez "düzeyli ilişki" adı altında yaşananlar, karşılıklı bir aldatmacadan fazlası değil. naçizane bu kavramlar üzerinde, kendi hayatınızdan yola çıkarak ve çevrenizdeki ilişkileri gözlemleyerek düşünmenizi salık veriyorum. kıskançlık diyerek doğal karşıladığımız duygunun kendisi bile hastalıklı. çünkü sevgiden değil, sahip olma arzusundan kaynaklanıyor çoğu kez.

dip not olarak da şunu belirtmekte fayda var. freud'un oidipus kompleksi teorisini biliyor olmalısınız. bu teoriye göre evin ergenliğe erişen erkek çocuğu, ilk cinsel arzuyu öz annesine duyar çoğu kez farkında olmaksızın. bu teori son derece mantıklıdır ve çekirdek ailenin yapısına uygundur. ergenliğe ulaşan genç erkek için önündeki tek yetişkin karşı cins modeli annesidir. ayrıca o zamanki batı toplumunun kadın-erkek ilişkilerini kısıtlayan geleneksel, muhafazakar yapısı da freudun varolduğunu savunduğu sapkınlığın gelişmesi için biçilmiş kaftandı. ilkel toplulukları inceleyen bilginlerin hayret ettiği konulardan biri de buydu zaten. zira ilkel kabilelerde kadınlarla erkekler aynı evde yaşamıyordu. dahası birarada bulunsalar dahi sapkın bir eğilim belirmiyordu zihinlerinde. çünkü ergenliğe adım atan gençlerin cinselliği keşfetmesine kimse karışmıyordu. kimse onlara yasaklar koymuyordu. daha önce de belirttiğim üzere kendi akrabaları ile cinsel ilişki kurma yasağı hariç. bu da zaten yasaktan çok daha öte, yerleşmiş ve içselleştirilmiş bir tabuydu.

gerçi ensest tabusunun kökeni de çok eskilere dayanır. aslında bu tabu sandığımızdan daha yaygındır. ciddi bir araştırmacının kitabında okuduğuma göre eski mısır ile ilgili bilgilerimiz yanlışmış. eski mısır'da kardeş evliliği diye birşey vardır. fakat bu olgu derinlemesine incelendiğinde zannettiğimiz gibi bir evliliğin söz konusu olmadığı ortaya çıkıyor. buna göre, mısır'ın binlerce yıllık tarihinde sıkça yaşanan kardeş evliliklerinin tek nedeni krallığı aile içinde tutmakmış ve kardeşler arasında cinsel ilişki söz konusu değilmiş. yani bu evlilik siyasi bir ortaklık anlaşmasından fazlası olmadığı için tarafların gerçek eşleri ve onlardan olma çocukları varmış. gerçekten de kayıtlara göre iki kardeşin evliliğinden olma bir çocuğun varlığı kanıtlanmış değildir. misal ünlü kleopatra bile kardeşi ile evliydi. fakat ikisi aynı yerde bile yaşamıyordu ve çocukları olmamıştı. buna karşın kleopatra'nın başka erkeklerden olma çocukları vardı. her neyse, sonuç olarak ensest yasağının bir dayatma olduğunu düşünmüyorum. toplum yahut hukuk bu konuda yaptırım uygulasa da uygulamasa da bence insanların çoğunun zihinlerinde ve kalplerinde böyle bir eğilime karşı tiksinti zaten var. ama yine belirteyim ki ensest tabusunun nereden çıktığına dair kapsamlı ve tatminkar bir açıklama getirilebilmiş değildir halen. ortada hipotezler ve spekülasyonlar var hepsi bu.

yani tek eşliliğin insan doğasına aykırı olması önermesi, gerek psikolojik gerek fizyolojik olarak doğrulanabilen bir önermedir. tek eşliliğin ahlaki bir zorunluluk, bir dayatmadan öte bir anlamı olmadığı her kültürlü insanın malumudur. tek tanrılı dinlerin ve onun yakın çalışma arkadaşı feodalizmin, insanlığı baskı altına almak, özgürlüğüne pranga vurmak için uydurduğu, uydurmak zorunda olduğu, evlilik kavramıyla ayrılmaz bir bütün olan kutsal palavradır.

tek eşliliğin romantik bir tarafı olduğunu söyleyenler abesle iştigal etmektedir. zira ne kadın ne erkek için ortada aşk bile olsa tek kişiyi uzun süre çekici bulmak söz konusu değildir. kişi, bir başkasını hiç değilse arzulayacak ama partnerine belli etmeyecektir. aldatmanın yalnızca fiili olarak gerçekleştiğini sanmak, hiç de dürüstçe değildir. sevgilinizin bir başkasını arzulaması da aldatmaktır. insan doğasına daha uygun olan çok eşliliğin kabul görmesi durumunda toplumun ahlakı bozulacak mıdır? hayır, zira toplumun ahlakı, tek eşliyken de bozuktur, daha kötüsünün olamayacağı kesindir. en azından kimse kimseyi aldatmayacaktır ve dahası "kimse yola sokulmaya çalışılmadığı için kimse yoldan çıkmayacaktır."

diğer tüm dayatmalar, zorlamalar gibi tek eşlilik ve dolayısıyla evlilik insan doğasına aykırıdır. ama oldukça karanlık sayılabilecek bu doğayla, kendi paradokslarıyla yüzleşmek çoğu insanın işine gelmemektedir. normaldir, zira insanoğlu köhne ve iki yüzlü ahlak kurallarını sinsice çiğnerken, bir taraftan da bunları kutsar nitelikte ahlakçı zırvalar, nutuklar atabilen yegane canlı türüdür. hem böylesi daha kolay daha zahmetsizdir. insanlığın bütünüyle, akla, mantığa, vicdana dayalı evrensel ahlaki değerleri içselleştirebilecek düzeye evrilmesine daha epeyce zaman olduğu kesindir.

aydınlanma çağı düşünürlerinden william godwin "evlilik bir yasadır, hem de yasaların en kötüsü. üstelik bir mülkiyet koşuludur, hem de koşulların en kötüsü." diyerek yaşadığı çağda evlilik kurumunun maskesini indirme cesareti gösterir. siyasi adalet üzerine bir inceleme adlı eserinde evlilik ve mülkiyet kavramlarının birbirinden bağımsız olmadığını vurgular ve şöyle der: "iki insanın tepeden tırnağa kadar anlaşabileceklerini beklemek imkansızdır. iki insanı birlikte hareket etmeye zorlamak, o insanları, kaçınılmaz olarak can sıkıcı, sevimsiz, nefret uyandırıcı şeylere, kavga ve mutsuzluğa teslim etmek demektir. evlilik kurumu düzmecedir. bir kadını yalnız kendim için düşündüğüm an ve üstünlüğünü gösteren bir başkasının başarısını engellemeye çalıştığım sürece, kendimi mutlak hükümdar yapmış olurum."

"çocuğu kim yetiştirecek, kim eğitecek? ruhsal açıdan sağlıklı bireyler nasıl yetiştirilecek?" diyorsanız eğer, (ki ben bu noktada "ebeveynler elbette" gibi klişe bir cevap vereceğim, zira aile olmadan daha sevgi dolu ebeveyn-çocuk ilişkileri kurulabileceği kanısındayım) ben de size soruyorum, siz gerçekten inanıyor musunuz şu anda sağlıklı bireyler yetiştiğine?

ayrıca iddia ediyorum: insanların üstündeki tek eşlilik ve evlilik baskısı kalkarsa, aşk, sadakat gibi kavramların gerçek değeri anlaşılacak, bu gibi duygular olması gerektiği gibi samimiyetle yaşanacaktır. aşk olgusu, sistemin getirdiği yozlaşmalardan, kodlanmalardan arındırılırsa, insanların çok eşliliği bir yaşam tarzı haline getirmesi, zaten olası değildir zannımca.

(adını vermek istemeyen bir arkadaşımın yazısı. ben yazsam da bundan daha iyi yazamazdım. burada yayınlamak içinonun iznini de aldım.)

28 Ekim 2009 Çarşamba

ilişki ablası


(yazan: @fantaghiro)

acı söyleyen dost kılığına girmiş dişil bir tür varlık. bütünüyle selamı sabahı kesmeden yarattıkları felaketleri tam manasıyla idrak etmek mümkün değildir.

sadece sevgilisi olmayan, müzmin yalnızlar, ilişki ablası olacak diye birşey yoktur. ilişki ablasını ilişki ablası kılan şey, zorbalıkla dünyaya hükmetme şansı bulamadığından, kafası karışık hemcinsleri üzerinde psikolojik deneyler gerçekleştirerek hırslarını tatmin etmektir. zira hırslarını, insanları manipüle ederek tatmin etmezse hastalanıp yataklara düşebilir. varoluşuna bulduğu kılıf sökülür, dımdızlak kalır, perişan olur.

akşam saat 11 sularında, yatmaya hazırlanılırken telefon çalar. arayan tabi ki ilişki ablasıdır.

- x'le (sevgilisi) beraber oturuyoruz filan yerde.

+ oo keyifler iyi desene.

- fena değil. ya sana birşey söyleyeceğim ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. (ses birden üzgünleşir ardından kısa bir sessizlik)

+ yüz metre yürü sağa dön.. ya saçmalama söylesene nasılı var mı? nedir? çabuk söyle.

- seninki burda. (karşı tarafın tepkisini ölçen bir sessizlik)

+ benimki?

- seninki işte y sevgilin.

+ olabilir.

- haberin var mıydı?

+ yok.. niye olsun ki? çocuk gibi şuraya gidiyorum buraya gidiyorum diye rapor vermek
saçmalık.
- hımm. (manidar bir hımm)

+ ee?

- yanında bir kız var.

+ arkadaşıdır.

- başbaşalar.

+ n'olmuş?

- hayır hareketleri pek arkadaşça değil. flört ediyor gibiler. ayrıca beni gördüğü için suratı asıldı seninkinin.

+ adresi ver oraya geliyorum.

- olmaz.

+ nasıl olmaz?

- gecenin bu saatinde o kadar yolu gelemezsin tek başına. aklım sende kalır.

+ daha önce defalarca bu saatte evden çıkmıştım bi bok olmadı ver şu adresi.

- olmaz. olay çıkarınca eline birşey geçmeyecek. evde kal sakinleş.

+ ya saçmalama, ne olay çıkarması, beni hiç mi tanımıyorsun? gelip kendi gözlerimle görmem lazım.

- yani gelirsen masalarına gidip bağırıp çağırmayacaksın.

+ asla.

- niye?

+ ne demek niye? aldatılmak bayağılaşmayı haklı çıkarmaz da ondan.

- hayır bence sen kendinde hesap sorma hakkını görmüyorsun. sevgilinin ne mal olduğunu biliyorsun. ama ben söyleyince gururuna dokundu.

+ (artık dayanamaz, ağlamaya başlar) hayır öyle değil, çok seviyorum ben y'yi, anlayamazsın sen bunu allah kahretsin xyz miydi mekanın adı, hangi cehennemde allahaşkına söyle. çıkıyorum yola.

- senin bildiğin bir yer değil, boşuna yola çıkma bana güvenip, söylemem dediysem söylemem.

+ o zaman niye aradın, bana işkence etmekten zevk mi alıyorsun?

- bu benim arkadaş olarak görevim, demin x'le de konuştuk, "bilmeye hakkı var" dedi.

+ kız... nasıl biri? güzel mi?

- ne farkeder? bilip de ne yapacaksın? elinden ne gelir? ısrar etme söylemem, kendine işkence yapmana müsade edemem.

+ ühüü söyle güzel mi değil mi?

- dur bi saniye, epey hoş bir kız, uzun-ince kumral, senden iki karış falan uzun. şimdi x de onayladı, bayağı güzel bir kız. manken gibi neredeyse.

+ ölümü öp adresi vermezsen.

- böyle lafları sevmem bilirsin, hadi kapatıyorum şimdi şarjım yok. üzme kendini, değmez. iyi geceler sana.

+ dur bi saniye-....# aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor.

aşk acısı şu andan başlamak üzere yıllar boyunca kapsama alanı içinde, dost sandığınız canavarı lütfen daha sonra tekrar arayarak, perişanlığınızla onu sevindirin.
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.