heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

29 Ocak 2009 Perşembe

bebe buell

liv tyler'ın anası olduğu halde onun anası olarak ünlenmeyen, 70'lerin en meşhur, takdir edilesi groupielerinden biri olan hanım bir kızımızdır! aynı zamanda playmate kapaklarına kadar şanı, şöhreti ve vücudu ulaşmıştır. model ve müzisyendir. hayatını dilediği gibi yaşadığı ve yaşamaya devam ettiği için önünde saygıyle eğilesi bir insandır aynı zamanda. neyse;

liv tyler'ın babasını aradığı günlerde(ki bu 18 yaş altı oluyor) kızının babasını bulmak için isviçreli ve arizonalı bilim insanları ortak çalışmışlar ve inanılmaz teknikler geliştirmişler. yıllar süren arama ve klinik deneylerden sonra kah babası iggy pop olmuştur, kah ayhan ışık! hatta jimmy page, mick jagger, rod stewart'ı bile babası olabilirdi. ama ne olduysa bir anda olmuş ve liv babasını kendisi seçmiştir.

bir gün liv tv'de steven tyler adlı kişiyi kızı mia ile oynarken görür. şaşırır ve heyecanla annesini çağırır;

"anne, anneciğim, bu mia bana ne kadar da çok benziyor?"

işte o anda gözleri sulanan bebe, gerçeği açıklar;

"o senin kardeşin yavrum, steven ise baban!"

bu gerçeği uzun süre kabullenemeyen küçük liv, steven tyler gibi gerçek bir çirkin kraldan nasıl böyle bir güzelliğin olduğunu düşünürken 18 yaşına gelir ve babasının meşhur crazy klibinde oynar.

lise sonun en heyecanlı yerlerinden birinde olan ben, klibi izleyen her türk erkeği gibi bu esmerin muhteşem kalçalarına çarpılmışımdır. ama artık değil. çünkü anası bebe, kesinlikle daha hoş, çekici ve heyecan verici. inanılmaz rahat ve kaygısız. bu hali, onu daha da çekici kılıyor. o kadar starı yatağına nasıl attığı kesinlikle ortada.

sevgili liv, hani "anasına bak, kızını al" derler ya, yalandır. seni ve bebe yi gördükten sonra bu lafın doğrusu "kızına bak, anasını al" dır.

28 Ocak 2009 Çarşamba

katalanlar ve türkler gelibolu'da!

ilginçtir, osmanlı askerlerinin ilk kez gelibolu'ya çıkmasına katalanlar sebep olmuştur. neyse, hikayeye başlayayım;

1300'lerin başında bizans tam anlamı ile taht kavgaları, papalık ile latin devletleriyle olan dinsel kavgaları, içlerindeki sosyal çalkantılar ve finans problemleri ile boğuşmaktadır. iş o dereceye vardı ki oğul babaya, torun dedeye, tahtı gasp eden yasal hükümdara karşı savaşır olmuştu. işte bu devirde bizans adeta osmanlı'ya 'avrupa'ya çık' demiştir.
uzun lafın kısası bizans imparatoru andronikus, 1300'lerin başında katalan grand şirketi ile anlaşır ve kalabalık bir askeri gücü, roger de flor adlı bir katalan komutan altında istanbul'a getirtir. birlik istanbul'da olay çıkartır ve roger onları anadolu'ya geçirtir. anadolu'da türklere karşı başarılı savaşlar da yaparlar. ama ganimetlerin tamamına el koyduklarında rumlarla araları açılır. sonuçta gelibolu'ya gelirler ve burada kendilerine ait bir devlet kurmak isterler. komutanları roger de flor istanbul'da katledilince katalan askerler bizansa karşı cephe alırlar ve savunmaya geldikleri bizans'a karşı türklerden yardım isterler.

böylece osmanlı türklerinin avrupa'ya ilk çıkışlarından katalanlar sorumlu olmuştur. katalanlar en sonunda teselya'ya kadar çekilir. ancak arkalarında kalabalık bir türk birliği bırakmışlardır. türk komutan halil, rumlarla, boğazlardan güvenli bir geçiş karşılığında anadolu'ya geçmeye ikna olur. ama ganimette anlaşmazlığa düşerler. bunun üzerine halil anadolu'ya haber yollar ve yardım ister. ama en sonunda bizans imparatoru ile sırplarla anlaşır ve bu birliği trakya'dan sürer.

osmanlı'nın avrupa gerçek adımı ise 1353'ü bulur. 1353'e kadar olan o ara devrede ise sultanın kendisi ve oğulları, bizans'ın rakip hanedanlarından, sırp ve bulgar krallarından kız almış, onlarla akraba olmuş, düşmanları ile savaşmak için binlerce kişilik birlikler yollamıştır. en sonunda imparator kantakuzen, bulgar kralı ile işbirliği yapan rakip hanedana karşı osmanlı'dan yardım ister. karşılığında gelibolu'daki çimpe kalesi'ni verir. böylece imparator trakya ve makedonya'da düzeni sağlar. ancak 1353'de kale teslim edilir. sultan orhan, oğlu süleyman paşa komutasında bir birlik ve ilk göçmen kolonisini avrupa'ya yerleştir. arkası çorap söküğü gibi gelecektir.

27 Ocak 2009 Salı

stanley kubrick ve savaş sanatı

stanley kubrick filmlerini izleyenler bilir. savaş sahnesi olan filmlerinde dünyanın kuruluşundan beri kullanılan tüm savaş taktiklerini sinemasına yansıtmıştır. üstelik bu filmlerinde düellodan başlayarak, o zamanlar moda olan kişisel ölüm şekillerini de sinemasında izleyicilerine gösterir.
ilk önce silahın keşfiyle başlayalım. 2001 a space odyssey'de maymunun biri eline bir kemik alır ve diğer kemik parçalarını kırar. akabinde monolitin gelmesiyle birlikte ilk savaş meydana gelecek ve kan dökülecektir. böylece pek düelloya benzemese bile ilk karşılıklı kan dökme de görülür. gerçi daha çok bir linç vardır, ki hala daha modası geçmedi.

film derin bir karanlık ile başlar. yani daha big bang bile meydana gelmemiştir. akabinde büyük bir patlama ve maymun kemiği havaya fırlatır. onun bir alet olduğunu anlamıştır. o kemiğin bir uzay mekiğine dönüşmesi sahnesi, sinema tarihinin en uzun zaman sıçramasıdır. bir geçişte bütün insanlık tarihi anlatılmıştır.

silahın keşfinden sonra elbette kullanıdığı sahalar gösterilecek. oklu, kılıçlı, mızraklı sahnelerini ilk uzun metrajlı filmi olan spartakus'de bol bol görürüz. dönemin en güçlü ordusu roma'nınkidir ve onun o devirdeki en güçlü rakiplerinden birisi de bir köle olan spartakus'tür. üstelik düello sahnelerinin vazgeçilmez yönetmeni olan kubrick, bu filmde gladyatör dövüşleri ile bunu da kullanmıştır. spartaküs bir köle olsa bile özgürlük tutkusu uğruna isyan eder, çok uğraşır, ama başaramaz.

filmin sonunda yönetici sınıfın acımasızlığını göstermesi açısından çarmığa germe işlemi de gösterilir. kazanan daima haklıdır ve kazanır.

sıra geldi ateşli silahlar çağına. barry lyndon'ı izleyenler bilir. bir irlandalının başına gelebilecek her şey barry'nin de başına gelir. aldatılır, kandırılır, kandırır, aldatır, acır ve acınacak duruma düşer. bu filmde ise kubrick, müthiş bir ingiliz disiplinin ürünü olan sıralı tüfek ateşleme savaşı diyebileceğim taktiği gösterir. hani kırmızı urbalılar üç sıra halinde yürür. atış mesafesine gelince önce ilk sıra, sonra ikinci ve en son üçüncü sıra ateş eder. akabinde düşman dağılınca süngü takarlar ve bu sefer süngülemek için disiplinli bir şekilde yürürler. işte yedi yıl savaşları içerisinde uygulanan bu taktiği gösteren ve elde tüfekle o sıralarda durmak için harbiden cesaret gerektirdiği ve taktiğin iğrençliğini haykıran bir baş yapıttır barry lyndon.
filmdeki düello sahneleri ise olağanüstü. hem filmin başındaki o kandırmaca, hem de sonunda bacağını kaybettiği sahne. oyunculuklar kusursuz. aslında bu tür sahneler insanı ölüm korkusuyla dolduruyor. eğer tek bir kurşunun varsa onu iyi değerlendirmek lazım. ve acınacak duruma düşmemek için sıra sana geldiğinde hakkını iyi kullanmak gerekir!
paths of glory ise tam bir birinci dünya savaşı destanıdır. siper savaşlarının tüm acımasız taraflarını, askerin ruh halini, generallerin umursamazlığını, iğrenç disiplin anlayışını, dikenli tellere takılan ve takır takır taranan askerleri, siperlerinden çıkar çıkmaz boşu boşuna ölenleri, askerlerin ölüm karşısındaki korkularını anlatır. yani gücü elinde tutan kişi için, geri kalan böceklerin hayatları anlamsızdır. film tek kelime ile müthiştir ve hatta 1970'lere kadar fransa'da gösterimi yasaklanmıştır. bu derece etkilidir.

zaman geçtikçe düello iyice anlamsızlaşır. artık mutlak itaat devridir ve düello yerine kurşuna dizilme modası başlamıştır! mutlak itaat zamanlarında ölmek için emir gerekmektedir.
ve sıra full metal jacket'a geldiğinde olayı en başından başlatır. yani; "bu ölüme giden ve ölen askerler nasıl yetiştirilir?" bunu da çavuşun tavırlarından ve konuşmalarından anlarsınız.

ikinci bölümde ise günümüzün savaş stratejisini anlatmaya başlar. artık kılıç, kalkan, ok, mızrak, doldurmalı tüfekler, siper savaşları bitmiştir. gerilla tipi savaşı, insanlarını, bu düşmanların! gündüzleri içimizden biri, geceleri asker olduğunu, kimsenin kimseye güvenmediği bir çağa doğru gidişi anlatır. gerçi savaş sahnesi altı üstü bir binadır. yani pek fazla değil. ama amerikan askerlerinin öldürülmesini izlemek zevkliydi.

aslında bu filmdeki bir söz, her şeyi açıklıyor:

"ve biz bu görkemli güce duyduğumuz saygıdan onun cennetini boş bırakmıyor ve ona taptaze yeni ruhlar gönderiyoruz."

1960'lar ve 70'lerde ise kurşuna dizilmek de moda olmaktan çıkmıştır. artık revaçta olan intihar etmektir.
ve nükleer çağı anlattığı filme gelelim. kubrick, dr. strangelove'da savaşı yönetenleri, yani; başkanını, generallerini, bilimadamlarını, askerlerini, anlayacağınız herkesi güzel bir kara mizah ile izleyiciye aktarılır. en son savaş taktiklerinden biri olan b 52'lerle bombalama da gösterilir. hatta bombanın üstünde bir kovboy bile vardır! ve bu film, aslında soğuk savaş dönemini anlatan, savaşı kontrol edecek olan insanların ruh halini yansıtan bir belgeseldir.

nükleer çağda insanlar çıldırmıştır. intiharlarına bile farklı bir boyut katarlar ve kendileriyle birlikte öldürebilecekleri herkesi öldürmeyi amaç edinirler. yani intihar bombacısı olurlar.
kubrick'i sevelim, sevmeyeni dövelim!

26 Ocak 2009 Pazartesi

türkler galiçya'da

birinci dünya savaşından önce alman genel kurmay başkanı von moltke(torun moltke'dir bu. dedesi olan moltke kısa bir süre osmanlıya hizmet etmiş olan prusya askeri sistemini kurmuş çok büyük bir generaldir. torunu ise çeyreği kadar bile olamamış bir askerdir) şöyle demiş:

"türk ordusunun kesinlikle hiçbir değeri yok. silahı yok, cephanesi yok, üzerine giyecek urbası yok. subay eşleri, sokaklarda dileniyor."

bu sözlere rağmen türklerle birlik olan ittifak devletleri, birinci harbinin sonucuna kesinlikle etki etmeyen bir cepheye, yani galiçya'ya, ruslara karşı savaşmak için osmanlı ordusundan bir kolordunun gelmesini isterler.

neyse, galiçya o zamanlar avusturya-macaristan imparatorluğunun bir parçasıdır. günümüzde ise güney polonya ve batı ukrayna sınırları içerisinde kalır. bu topraklarda yaşayan insanlar ukraynalıdır. ama dinleri ortodoks değil, tüm batı ukrayna gibi katoliktir. bu bölgeyi ispanya'nın atlantik sahilindeki bölgesi galiçya ile karıştırmamak lazım. gerçi ispanyol galiçya'sında yaşayan halk ile doğu avrupa galiçya'sında yaşayan halk aynı kökenden. kavimler göçü bunları ayırmış.

savaşa geri dönersek; enver paşa, müttefiki almanlara yaranmak için türklerin avrupa içinde almanlarla beraber savaşmasını, alman genelkurmayına teklif etmiştir. hindenburg'da ruslara galiçya'dan yapılacak karşı saldırı için bu teklifi uygun görmüş. enver de hemen en seçmece askerleri bu 2 tümenlik birliğe almaya başlamıştır. ilginçtir; iri yarı, yapılı, uzun boylu türk askeri az olduğundan dolayı, tümenlerin çoğu, o zamanlar bulgaristan'ın elinde olan batı trakya'daki türklerden oluşturulmuştur. bu iş için bulgarlardan özel izin alınmıştır. zaten bulgarların bizim yanımızda savaşa girmesi için ikinci balkan savaşından sonra bize geçen dimetoka'yı da bulgarlara vermişizdir.

birliklerin galiçya'ya ulaşması esnasında ise bölge hristiyanların kafası oldukça karışıktır. mesela bir avusturya prensesi günlüğüne şöyle yazmış;

"doğu cephesinde bizim yardımımıza giden türkler, gazetelerin yazdığına göre krakovi'de mola vermiş. her şey tepetaklak oluyor, dünyanın sonu geliyor! türkler hristiyanlık ruhunu destekleyeceklermiş. ya lawrow'u geri alıpta maria'cığımı esir ederlerse? ey güzel tanrım!"

uzun lafın kısası biz türkler dinyester'in kuzey kolları olan zlota lipa ve narajowka nehirlerinin ayrıldığı yer olan brzezany'dan başlayarak güneybatı yönünde, almanya'nın güney ordusu bünyesinde çarpışacaklardı. ama karşılarına türk birliklerinin geldiğini öğrenen ruslar, rus asıllı birlikleri geri çekerek türkmenistan birliğini savaşması için bu cepheye sürerler. savaş sırasında türklerin cephane ve mühimmat eksikliği müttefiklerinin başına dert olur. kendi ordularının donanımı ile uğraşırken bir de türklerin donanımıyla da uğraşmak zorunda kalırlar! üstelik türk silahları kafkas cephesinde ele geçirilen, kolay bozulan rus malı tüfeklerdir. ancak savaşın sonlarına doğru gerçekten kötü durumda olan taraf ruslardır. çarın askerleri açlık ve perişanlık içindedir. devrim adım adım yaklaşmaktadır. ve ruslar(daha doğrusu rusya için savaşan müslüman birlikler) teslim olur.

peki türkler nasıl savaşmıştır? avusturyalılar bu soruya şöyle cevap verir;

"türkler, yiğit, ancak doğulu benliklerine uymayan alman disipliniyle moral çöküntüye uğramışlardır."

tabii türklerin galiçya'da savaşması yüzyıllar önce söylenmiş bir kehanetin gerçekleştiği müjdeler. ukraynalı bir kahin olan wernyhora, "türk atları vistül nehri'nden su içmedikçe polonya bağımsızlığına kavuşamaz" demiş. ve türklerin atları 1916-17 de galiçya'da bu suyu içer. çok geçmeden polonya da bağımsızlığına kavuşacaktır(1918).

neyse, konuyu gerçekten yaşanmış ilginç bir anıyla bitireyim;

bir izin gününde bizim askerler artık dul kalmış alman kadınlarının evlerine doluşurlar. akşam olmuş ve birliklerine geri dönerler. komutan sorar;

"söyle bakayım mehmet, alman kadınları nasıldı?" asker cevap verir;

"kumandanım, sikiyom sikiyom, emme datsız!"

üstteki resim: galiçya cephesinde bomba atan türk askeri. yalnız arkadaki asker "poz vereceğim" diye kendini fazla kasmış. çok naif duruyor!


harita: 6 numara ile gösterilen bölge galiçya dır.

23 Ocak 2009 Cuma

katolik ve ortodoks kiliseleri

istanbul ve roma kiliseleri arasındaki dinsel ayrım(siyasal nedenler hariç) kutsal ruhun nereden geldiğidir. katolikler, kutsal ruhun oğul yoluyla babadan, ortodokslar ise hem oğul, hem de babadan çıktığını kabul eder. bu ayrım sonucunda 1054 de roma, ayasofya ya bir belge gönderir ve birbirlerinden ayrılırlar. akabinde birbirlerini aforoz da ederler(günümüzde bu aforozlar karşılıklı olarak iptal edilmiştir).

ortodokslar ilk yedi konsülün kararlarını kabul edip, geri kalanı redderler(toplam 20 konsül vardır). ikonaları geniş ölçüde benimseyip, ibadet dili olarak her milletin kendi dilini kullanmasını benimselerler. haçların kolları ise roma nın aksine birbirine eşittir ve sağdan sola doğru haç çıkarırlar. evharistiya ayininde ekmeye maya, şaraba su katarlar. papazları evlenebilir. ancak keşiş, piskopos ve patrikleri evlenemez.

en önemli ayrı olan kutsal ruh nedir? kutsal ruh; tanrının ruhu, yani nefesidir. inanların inançları, imanları kutsal ruh sayesindedir. bazı müslümanlar cebraile kutsal ruh dediklerini zanneder. ama cebrail, hristiyanlarda gabriel adı melektir. ayrıca hristiyanların en büyük meleği michael-mikael adını verdikleri mikail dir.

tanrının yaratıcı(baba), kurtarıcı(oğul) ve esin kaynağı(kutsal ruh) şeklinde ayrımı meşhur iznik konsülüdür. burada üç tae tanrı yoktur. tanrının üç sıfatı vardır. yani bir üçtür, üç birdir.

"başlangıçta elohim(tanrılar) gökleri ve yeri yarattı. ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve tanrının ruhu suların üzerinde hareket ediyordu." tekvin 1:1-2

22 Ocak 2009 Perşembe

japonya: meiji restorasyonu

1639'dan sonra kendi içine kapanan japonya(yüz yıl boyunca hiçbir yabancı japonya içine girememiştir), amerikalı amiral perry'nin savaş gemileriyle limanlarına gelip, 1854'de sınırlı sayıda japon limanını ticarete açması için zorlamasıyla bu yalnızlıktan çıkar(1868).

ülkenin amerikan ablukası altında kendisini batıya açmasıyla başlayan yenileşme hareketine, 1867'de tahta çıkan imparator meiji'nin adını vermiştir. meiji, babasının aksine davranarak, ülkesinin çin gibi yarı sömürgeleşmesini önlemek için bu yola başvurmuştur.restorasyonda ilk önce tokugava shogunluğu'nun(japonların başbakanı diyebileceğimiz kişi. feodal bey) 265 yıllık görevi, samurayların yardımı ile sona erdirilir. böylece imparator tüm kontrolü eline alır. akabinde anayasa ve diet(meclis) kabul edilir, feodalite kaldırılır, demiryolları yapılır, okul sistemi yenilenir, ordu yeniden düzenlenir(last samurai'daki gibi) ve japonya hızla modernleşir.

bu yenileşme hareketi sonucunda japonlar 1895'de çin'i, 1905'de de rusları yenerek başarıda doruk noktasına ulaşırlar. 1910'da da kore ilhak edilmiştir.

1912'de imparator meiji'nin ölümü ile restorasyon son bulur. bu batılılaşma hareketinin bu kadar çabuk başarıya ulaşmasının bir nedeni de o 100 yıllık yalnızlık sırasında batıdan gelen kitapları satır satır okuyup ezberlemeleri ve uyguluyabilmeleridir. belirli bir alt yapı oluşunca hem sömürge durumuna düşmekten kurtulmuşlar, hem de hızla sanayileşerek sömürgeler edinmişlerdir. mesela hollanda'dan gelen tıp kitapları yüzünden japonlar kısa sürede dünyanın en iyi cerrahlarına sahip olmuşlardır. birinci harpten önce güneydoğu anadolu'da kadastro çalışmaları yapmışlardır.

bu süre boyunca kendilerini doğunun ingiltere'si gibi görüp(yüzlerce yıl japonya işgal edilememiş ve ada devleti) ikinci harbe kadar ingilizlerle dost kalmayı amaç edinmişlerdir. ama artan enerji talepleri yüzünden hem ülkeleri işgal edilir, hem de şehirleri yerle bir olur.

not: bilgilerin önemli bir kısmı vikipedia'dan...

mithridates: zehir uzmanı

mö 112-63 yılları arasında yaşamış bu kişi amasyalı olmakla beraber pontus'un kralıdır. kralığını tüm doğu karadenize yaymıştır. tarihe geçen ilginç yönü ise zehirde aşmış olması ve uzmanlaşmasıdır. neyse, zehirlenmekten o kadar korkarmış ki hergün kendine belirli oranda zehir enjekte edermiş. böylece vücudu zehire karşı dayanıklılık kazanmış olur.

velhasıl kelam; bir at başı gibi asya'dan avrupa'ya uzanan bu toprakların doğu karadeniz kısmına, en sonunda romalılar gelir. uzun ve yorucu savaşlar olur. onların üç büyük komutanını yener ve bu kişi, roma'nın en zeki ve cesur düşmanı ilan edilir. ama güçlü roma'ya daha fazla dayanamaz ve krallığı son bulur. bu duruma dayanamaz ve koynunda sakladığı zehri içer. vücudu zehre karşı bağımlılık kazandığı için doğal olarak ölmez. esir olmamak için kendini bir askerine öldürtür ve bu dünyadan kurtulur.


işin başka bir ilginç yanı ise zehirlenmekten korumak için yaptığı tiryak adlı her derde deva panzehir, daha sonra birkaç ufak değişiklikle mesir macunu olarak kanuni sultan süleyman'ın annesi hafize sultan tarafından halka dağıtılmıştır.

20 Ocak 2009 Salı

judith vs holofernes

hikayeyi bilen bilir. kral nebukadnezar, med kralına karşı savaşta kendisine yardım etmeyen kavimleri cezalandırmak için, komutanı holofernes'i görevlendirir. holofernes de yahudalılar hariç hepsini yener, yurtlarını tar-u mar eder. sıra yahudilere gelir ve betulya şehri kuşatılır. şehir halkı kalede sıkışıp açlık baş gösterince genç ve alımlı bir dul olan judith planını yapar ve olabileceği en güzel hali alıp hizmetçisi ile birlikte holofernes'in yolunu tutar. ona "şehirle birlikte yok olmak istemediğini, yanında kalmak istediğini, güçlü omuzları olduğunu!" söyler. gaza gelen ve judith'den oldukça etkilenen holofernes, onun istediği gibi dolaşmasına ve ibadet etmesine izin verir. altıncı gün sonunda judith'i bir ziyafete çağırır. gecenin ilerleyen saatlerinde alkolü ağzı ile değil, kıçı ile içmeye başlayan holofernes sızar. judith ise eline kılıcı alır, duasını eder ve onun kafasını kılıçla kesip heybesine atar. böylece nebukadnezar'ın ordusu yenilir ve kaçarlar.

üsteki resim caravaggio'nun, olayı betimlemek için, 1598'de yaptığı bir resimdir. judith'in umursamazlığı, hizmetçinin acıyarak bakışı ve holofernes'in korku ve şaşkınlığı inanılmaz.


















bu iki resim ise yine aynı olayı betimlemek için gentileschi tarafından 1620'de yapılmış. judith burada sanki kılıcı daha bir teknik kullanmış. üstelik daha iri yarı ve hizmetçisi daha genç. "bu işi caravaggio'nun çırpı gibi olan judith'i ile mezardan yeni çıkmış hizmetçisi yapamaz. ancak bu judith ve hizmetçi yapar" gibi duruyor. akabinde ise sanırım "gelen var mı" diye etrafa bakıyorlar. yine de kendilerinden çok eminler. birazdan kaçacaklar.


bu resim ise ispanyol ressam goya'nın 1823'de bitirdiği, aynı olayın öncesini betimleyen bir başka tablo. ortada holofermes falan yok. judith, hazırlıklarını bitirmiş ve tombul yanakları ile daha bir köylü güzeli. hizmetçi ellerini birleştirmiş ve tanrıdan yardım istiyor. az sonra kafa kesecekler!

bunun yanında aldous huxley'in algı kapıları'nda çok etkilendiğini belirttiği botticelli tabloları da var. hatta soldaki kitap kapağını süslemiştir. o resimde holofernes'in kafasını hizmetçinin kafasında taşıdığı sepette görürsünüz. ortadakinde ise o kafa henüz yeni kopmuştur. arkadaki hizmetçinin yüzü belirsizdir. sağ tarafta holofernes'ten kalanı görürsünüz. adam çizgi roman gibi hikayeyi anlatmıştır. holofernes başsız bir şekilde çok berbat görünüyor. adamları da oldukça üzgün.

elbette bu olayı anlatan başka tablolar da var. hatta bir çok tablo var. güzel bir google araması ile ulaşabilirsiniz. franz von stuck imzalı aşağıdaki tablo 1927'de yapılmış. holofernes'in kafası kesilmemiş henüz.

kartaca: bilinen ilk soykırım


kartaca, mö 814'de, filistin topraklarında bulunan tire (sur) kentinden gelen fenikeli tüccarlar tarafından, şimdiki tunus'da kurulmuş olan bir kenttir. mö 3. yy'la kadar roma ile aralarında öyle fazla bir çekişme olmaz.

gemicilikte şan şöhret yapmış, kara ordusunu spartalı bir asker düzenlemiş ve fil kullanmayı da perslerden öğrenmiş olan bu halk, genelde sicilya'dan aldıkları tahılla geçinirmiş. ancak romalıların sicilya'yı almak istemesi üzerine onları baştan yenerler. çünkü romalıların daha gemisi bile yoktur. ama roma kıyılarına vuran bir kartaca gemisini inceleyen romalılar, aynı gemiden yüzlercesini kısa sürede yapar.
müttefiki yunan şehir devletleri ile beraber pön savaşlarında(mö 250'ler) kartaca'yı yener ve onları sicilya'dan kesin olarak atar.

bunun üzerine kartacalılar ispanya'dan tahıl ihtiyacını karşılamak ister. romalılar buna da izin vermez ve hannibal'in büyük yürüyüşü ve ikinci pön savaşları başlar(mö 218). hannibal, önce kuzeyden girilmez denilen italyan yarımadasına girer. akabinde 3 büyük roma ordusunu yener. roma'ya girse işi bitirecektir. ancak bir roma ordusunun kartaca'ya çıktığını haber alır. kartaca'ya geri döner. bu sefer sıra romalılardadır ve kartaca ordusunu kartaca'da yokederler(zama savaşı - mö 203).

artık tamamen sindirilmiş olan bu insanlara karşı nefret duyan birileri hala vardır. roma senatörü büyük cato, senatoda yaptığı alakalı, alakasız her konuşmanın sonunda şöyle dermiş;

"
ceterum censeo carthaginem esse delendam!"

yani;

"ayrıca düşünüyorum ki kartaca tamamen yakılıp yıkılmalı!"


en sonunda roma senatosu karar alır ve üçüncü pön savaşında(amerika'nın önleyici savaş adını verdiği savaş metodunu kullanıp) roma askerleri tüm kartacalıları öldürür. kartacalılar roma askerlerine karşı, sokak sokak, ev ev çarpışır. ancak çocuklarına kadar hepsi yokedilir. yokedilmeleri 1 hafta sürmüştür. akabinde kartaca'nın tarihi mirası da yok edilmiş ve şehirleri dümdüz edildikten sonra üzerinden defalarca sabanlarla geçilmiştir. ama en azından kartaca'nın yokedilmesini isteyen kato bunu görememiştir. çünkü roma saldırısından 3 yıl önce ölmüştür.

19 Ocak 2009 Pazartesi

faşizme inat kardeşimsin hrant



new amsterdam'dan new york'a ve saint peter

frank sinatra ve bilimum şarkıcı parçasının üzerine mutlaka bir şarkı yaptıkları şehirdir new york. hiç gitmemiş olsam da, hatta ve hatta gitmeyi düşünmüyor olsam da, knicks'den ve yankees'den nefret etsem de, taxi driver'ın hatırına bir şeyler anlatmak gerekiyor ;

new york'u ilk bulan avrupalı giovanni da verrazano adlı bir fransızdır. 1534'de şehrin olduğu bölgeyi keşfetmiş, ancak girişi bulamamış! bu yüzden şehri keşfeden kişi olarak 1609'da şehre çıkan ingiliz henry hudson kabul edilir(hudson körfezini filmlerden hatırlayın). bölgeye ilk yerleşen ve şehri kuran avrupalılar ise hollandalı maceraperestlerdir(tarihin arka odası adlı programda bu kişilerden birinin de murat adlı hollandalı bir müslüman olduğu söylendi. osmanlıya esir düşünce müslüman olmuş. new york şehri kayıtlarında adı hala geçermiş). kendileri bu bölgeyi pocahontas'ın kuzenlerinden 1613'de bir kasa ateş suyu(viski) karşılığında almışlar ve şehrin adını da new amsterdam olarak belirlemişler. hatta sömürgeleştirdikleri o bölgeye nioev nederland adını vermişler. ama yıl 1664'ü gösterirken bu sefer ingilizler ortaya çıkmış ve bu sömürgeyi hollandalılardan satın almışlar, adını da new york olarak değiştirmişlerdir. tabii karşılığında bir şey vermeleri gerekiyordu. elbette verdiler, endonezya'da küçük bir kahve plantasyonu(çiftçiliği).

velhasıl kelam; günümüzde 170 ayrı dilin konuşulduğu, yaşayan insanlarının üçte birinin abd dışında doğduğu, hali hazırda dünyanın başkenti olan bu şehrin avrupa'nın azizleri bol şehirlerinden farkı, şehri koruyacak hiçbir azizin olmamasıdır. bence buna da çare bulmuşlar ve örümcek adam'ı şehrin azizi ilan etmişlerdir. tabii marvel'in bu hamlesine dc yanıt vermek zorundaydı ve batman'i o konuma getirmeye çabaladılar, ama batman'in şehri gotham'dır. yani çakma new york. aziz peter(vayy, st. pietro gibi durdu be) harbi new york'ludur ve woody allen'dan daha sevimlidir.

not: şehrin tarihi ile ilgili kısımlar vikipedia'dan...

18 Ocak 2009 Pazar

adam weishaupt: illuminati kurucusu


1 mayıs 1776'da illuminati'yi kurduğu söylenen kişi. rivayete göre george washington'a büyü yapmış ve ingiltere'den amerika'ya ruh değişimini gerçekleştirmiştir. bu derece kara büyüye hakim olduğuna inanılır.

neyse, illuminati'yi kurma amacı olarak şunları göstermiştir.

- bütün monarşilerin ve düzenli hükümetlerin feshedilmesi,
- şahsi mülkiyet ve verasetin feshedilmesi,
- aile hayatı ve evlilik kurumunun feshedilmesi ve çocuklar için komünal bir eğitim sisteminin kurulması,
- bütün dinlerin feshedilmesi.

aslında kendisi bir cizvittir. cizvitlerin asıl amacı ise girdikleri düşman ortamı yok etmek olduğu için illuminati oluşumunu kurması oldukça ilginçtir.

burak eldem, fraternis'de illuminati'yi de ele almış ve bu örgütün sallama olduğunu iddia etmiştir. adam weishaupt, gül ve haç kardeşliği'nden etkilenerek böyle bir örgüt kurmuş ve bir bildiri de yayınlamıştır. bildiride kardeşlik, eşitlik ve adalet gibi fransız ihtilali kavramları esas alınmıştır. avrupa'yı korkutan bu bildiriden sonra yapılan polis baskınında örgüt tamamen çökmüş ve adam weishaupt da ihanete uğradığını düşünmüştür. burak eldem, daha ilk baskında bile tamamen çöken bu teşkilatın yaşamadığı düşünüyor. ancak daha sonraki gizli kardeşlik örgütlenmelerinin bu teşkilatın ismini kullandığını veya polisin çözemedi olayları zaten varolmayan bu teşkilatın üzerine attığını belirtiyor.
texe mars'a göre ise bu teşkilat dünyayı yönetiyor. amerikalı rockefeller, alman openheim, ingiliz rothschild gibi dünyanın en zengin aileleri ile papa, ispanya kralı carlos, avusturya imparatorluk ailesi habsburglar gibi soylulardan oluşuyor. şu kadarını söyleyeyim, bu ailelerin servetinin yanın bill gates'in serveti devede kulak gibi kalır. adamlar trilyonlarca dolara hükmediyor.

9 Ocak 2009 Cuma

tevrat

ibranice tura kelimesinin arapçalaşmış biçimi olan tevrat; kanun, ittifak, birlik, antlaşma, sözleşme gibi anlamları dile getirir. islam geleneğinde musa ya nazil olan kitabı belirtir. yahudi geleneğinde ise, bugün ahd i atik (eski ahit) denilen kitaplar toplamının adıdır.

bugün elimizde bulunan en eski tevrat, ms 1000 den kalmadır. tam olarak toplarlanması mö 3. yy olduğu tahmin ediliyor. o zamana kadar farklı farklı kişiler tarafından eklemeler ve çıkarmalar yapılmış ve bir bütün olarak günümüze kadar gelmiştir.

ilk kitap haline getirme çalışmasını babil sürgününden sonra ezra(üzeyir-islamda peygamber olarak görülür) adındaki bir haham yapmıştır. ancak kitapta ikinci bölüm olan çıkış sürgünden önce de vardır. birinci bölüm olan yaratılış ise sürgünden sonra yazılmıştır. babil kulesi hikayesi, evrenin ve insanların yaratılması, nuh tufanı, adem in çocukları, ibrahim in çocuğunu kurban etmesi, habil ile kabil gibi bir çok tevrat konusu sümer ve babil mitlerinden, tabletlerinden ve hikayelerinden alınmadır. zaten tevratın ilk bölümü olan yaratılışta açıkça tanrılar(tanrı değil) şeklinde hitap mevcuttur. tanrılardan tanrıya geçiş zaman almıştır.

kitapta israiloğullarından gayrisinin bol bol kılıçtan geçirildiğini, hatta hayvanlarına kadar katledildiğini bol bol okursunuz. bunun yanında kur an da da peygamber olarak geçen kişilerin ensest ilişkileri dahi yazılmıştır.

müslümanların ayrı bir kitap olarak benimsedikleri zebur da tevrat ın içinde mezmurlar olarak geçer. bunların bile sümer mitlerinden esinlenme olduğu arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkmıştır.

kur an ve tevrat hikayeleri birbirine benzer olsa bile önemli farklar da vardır. mesela davut ve süleyman kur an da peygamber olarak geçerken tevratta kraldır. peygamberlik müessesesi tevratta daha farklıdır. tevratta olmayan ama kur an da olan yahudilerin hikayeleri ise yahudilerin yüzyıllarca sözledikleri söylencelerdir.

tevrat ın temeli olan 10 emir, aslında hamurabi kanunların bir nevi tekrarıdır. yine de yazayım;

1- karşımda başka ilahların olmayacak.
2- kendin için oyma put, yukarda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin.
3- yehova ın rab in ismini boş yere ağıza almayacaksın.
4- sebt gününü takdis etmek için onu hatırında tutacaksın. altı gün işleyeceksin ve bütün işini yapacaksın, fakat yedinci gün allah ın rab e sebttir. sen ve oğlun ve kızın, kölen ve cariyen ve hayvanların ve kapılarında olan garibin hiçbir iş yapmayacaksınız. çünkü rab gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı.
5- babana ve anana hürmet edeceksin.
6- katletmeyeceksin.
7- zina etmeyeceksin.
8- çalmayacaksın.
9- komşuna karşı yalan şehadet etmeyeceksin.
10- komşunun evine tama etmeyeceksin, komşunun karısına, yahut kölesine, yahut cariyesine, yahut öküzüne, yahut eşeğine, yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin.

8 Ocak 2009 Perşembe

kadın papa

kadın papa, tarot destesinde bir kart olmasının yanı sıra bir gerçektir. giovanna adıyla bilinen bu kadın, 1240-1250 yılları arası papalık makamını işgal etmiş.

neyse, rivayete göre bir gün san pietro bazilikasına giderken şiddetli sancılar çekmiş ve olduğu yerde doğurmuş. olay açığa çıkınca tüm kardinaller toplanmış ve kadını doğurduğu çocukla beraber taşlanarak öldürülmüş. adı papalar listesinden çıkarılmış.

olayın bir daha yaşanmaması için bu iktidarsız ve ihtiyar erkeklerden oluşan kardinaller kulübü bir karar almış ve papa seçilen kişiye taşşak kontrolü yapılmasını kararlaştırılmıştır. bu kontrolde yeni seçilen papa altı boş bir saldalyeye oturtulur ve en yaşlı kardinal tarafından taşşağının olup olmadığı kontrol edilirmiş. elleri ile taşşakları bulan kardinal akabinde şöyle bağırırmış;

"duo testis bene benedata!"

yani; "iki tane taşşağı var!"

kadın olmadığını bu şekilde anlamalarında aslında bir sorun yok. ama neredeyse tüm ortaçağ boyuncu bir sürü papa, çocuklarını "yeğenlerim" diye tanıtarak gününü gün etmiş, zevkin doruklarında gezinmiştir! bu kadının ne günahı vardı?

velhasıl kelam sevgili okuyucu, papa da olsan işin zor!

7 Ocak 2009 Çarşamba

izlanda

şu sıralar ab'ye girmek için yanıp tutuşmasıyla ve iflas ettiği için (björk hariç) e-bay tarafından satışa sunulmasıyla meşhur olan bu buz ülkesinin hristiyanlığı kabul etmesinin çok ilginç bir hikayesi vardır.

tarih m.s. 995. papa olacak herif bir genelge! yayınlayarak kıyametin zamanının geldiğini 1000 yılına girerken kopacağını açıklar. tüm katolik dünyasını bir telaş sarar. derebeyleri topraklarını kiliseye ve fakirlere bağışmalamaya başlar. herkes artık daha çok kiliseye gitmektedir. işte tam bu sıralarda bir grup misyoner yaklaşık 150 yıl önce keşfedilen ve vikinglerin yerleştiği adaya gelir. 4-5 yıl sonra kıyametin kopacağını, herkesin isa'ya inanması gerektiğini, yoksa tanrının krallığında yerlerinin olmadığını, inanmayanların cehennemdeki dondurucu soğukta(değil elbette) yanacağını açıklar. ve izlandalıları bir telaş sarar. bu korkuyla toplu şekilde hristiyan olurlar!

hikayemiz elbette burada bitmiyor. artık 999'un son saatleri gelmektedir. tüm katolik dünyası kiliselerde toplanmış ve tanrının krallığına gitmek için yalvarva pozisyonundadırlar. güneşin doğmasına yakın herkes büyük bir inançla kıyameti beklerken birde ne olsun? güneş doğmuş, papa yanılmıştır. ama yanılmaz bir kişilik olan papa hemen açıklamayı yapar;

"isa dualarımızı kabul etti. kıyamet 2000'de kopacak!"

6 Ocak 2009 Salı

hiçbir zaman yaşanmamış günler!

dünyanın güneş etrafındaki turunu kabaca 365 gün 6 saatlik bir sürenin sonunda döndüğü bilinir. işte bu 6 saati fark edemeyen ilk hristiyan takvim yapımcılarının hatası alman cizvit christoph clavius düzetmiş ve papa 13. gregor da kabul etmiştir. böylece gregoryen takvim ortaya çıkmış olup, jul sezar tarafından hazırlatılan jülyen takvimi ortadan kalkmıştır.

peki bu hata nasıl düzeltildi sizce? 4 ekim 1582-15 ekim 1582 arası silinmiştir. yani 4 ekimden 15 ekime geçilmiştir. tarihte böyle günler hiçbir zaman olmamıştır.

halk ise bu günlerin silinmesine büyük tepki göstermiş ve "papanın çaldığı günlerimizi geri istiyoruz" diye ayaklanmışlardır.

bence asıl ilginç olan durum ise jülyen takvimini yapan kişinin isa nın doğumunu 6-7 yıl yanlış hesaplamasıdır. isa 1 yılında doğmadı. isa, isadan önce 6 veya 7 yılında doğdu.

bunun bir sonucu osmalı da da görülmüştür. ittihat ve terakki istanbul un fethini 11 haziranda kutlarmış. oysa biz 29 mayısda şenlik düzenleriz.

noel: bir doğu adeti

noel bildiğiniz gibi isa'nın doğum tarihi olarak kabul edilir ve batı kiliselerinde 26 aralıkta, doğu kiliselerinde 7 ocakta kutlanır. aradaki fark ise esas itibariyle papanın takvime yaptığı 14 günlük ilaveyi içerir, ki onu da ayrı olarak anlatırım sonra.

neyse efendim, isa'nın doğum tarihi olarak verilen tarih, aslında mithraizm'in tanrısı mithra'nın doğum tarihidir. mithra, kimilerine göre pers, kimilerince anadolu kökenli bir ışık/güneş tanrısıdır. roma lejyonları tarafından roma imparatorluğu sınırları içinde oldukça yayılmış bir dindir.

iznik konsülünden sonra hristiyanlığı insanlara alıştırmak için böyle şaklabanlıklar yapılmıştır. işte bunlardan biri aslında mithra'nın doğum tarihinin isa'ya verilmesidir. böylece pagan geleneklerinden birinin devam etmesi sağlanmıştır.

yani sizin anlayacağınız batılı gavurlar, doğulu kişilerin bir şenliğini kutlarlar. üstelik noel baba bile muğlalı. bundan güzel geleneğimiz mi olurmuş?! hadi, hep beraber kutlayalım, eğlenelim, coşalım!

ayrıca 31 aralık - 1 ocak akşamı kutlanan yılbaşı, noel değildir. sadece takvimde yıl değişimi kutlanır. dini bir yönü yoktur. hicri takvim meraklısı kişiler yüzünden, güzelim yılbaşı etkinlikleri yokolmaya başlamıştır. yazıklar olsun...

5 Ocak 2009 Pazartesi

kafakağıdı

kafa kağıdı bildiğiniz gibi nüfus cüzdanıdır. ilk nüfus cüzdanı sultan abdulmecit zamanında kullanılmaya başlamış ve halk bunu cebi olmadığı için fesinin içine koyup ve saklarmış. kafakağıdı tanımı burdan gelirmiş.

ittihat ve terakki fırkası

türkiye cumhuriyeti'nin temellerini atan(veya dinamitleyen) parti. aslında saltanatın kaldırılması da dahil hemen her atatürk inkilabı, ittihatçıların programında zaten vardı. hatta çocuk ve gençlik bayramları bile ittihat ve terakki'den cumhuriyete mirastır. sadece tarihleri değişmiştir. 100. yılını idrak ettiğimiz, türk tarihinin en büyük devrimlerinden biri olan ikinci meşrutiyet'in ilanından, balkan harbi'nin sonuna kadar olan devrede aslında türkçülük ön planda değildir. osmanlıcılık vardır. ama makedonya'nın da elden çıkmasından sonra, ölüme karşı gösterilen ani refleks gibi, son bir güçle türk/müslüman dışı unsurların temizlenmesine gayret edilmiş ve başarılı olunmuştur. anadolu halkının(demek istediğim sadece türkler veya ermeniler veya rumlar değil, hepsi) açlıktan, hastalıktan, savaştan kırılmasına neden olmuşlardır. sadece ermenilerin suriye'ye gönderilmesi yüzünden buğday üretimi düşmüş ve ordu bile aç kalmıştır. beyrut sokaklarında açlıktan ölen halkın cesetleri sabah saatlerinde toplanırken, istanbul halkının bir kısmı, şimdi rus pazarlanan laleli'de 14-15 yaşındaki erkek çocuklarını pazarlarken, kara kemal adlı iaşe nazırı 1000 liralık paraları fransız orospularının göbeğine yapıştırmakla ve karaborsa yapmakla meşguldu. yani devirleri en sonunda kendilerine olmak üzere herkese tam bir felaket getirmiştir.

mustafa kemal'in ilk gençlik yıllarında fırkaya üyedir. kendisi uzun yıllar bu fırkaya sadakatle hizmet etmiştir. ihtilalden önce manastır-selanik arası demiryolu müfettişi olduğu için partinin kuryeliğini yapıyordu. ancak daha sonra parti yönetimini ağır şekilde eleştirmiş ve zamanla soğumuştur.

parti yöneticilerinin abdulhamit'den aldıkları mirası çar çur ettiği söylenir. bu bir nebze doğru olsa ile abdulhamit zamanında da oldukça büyük kayıplara uğranmıştır. bu parti iktidara gelmeden önce bosna-hersek fiilen avusturya macaristan'ın, doğu rumeli bulgaristan'ın, kıbrıs ve mısır ingilizlerin işgali altındadır. bu yerler tek bir kurşun bile atmadan işgal edilmiştir. üstelik 1891-92'de yunan savaşı kazanıldığı halde teselya yunanistan'a verilmiş, girit'in de yunanistan'a gitmesi kolaylaşmıştır. abdulhamit devrinde bol bol toprak kaybı vardır. ülke gelişmektedir evet, ama gelişme daha çok gayri müslimler ve yabancılardadır. hatta o devir türk aydınlarının temel düşüncesi vatanı kurtarmak değil, müslüman halkı yaşadığı sefaletten kurtarmaktır. çünkü tüm sanayi ve ticaret azınlıklarda ve yabancılardadır. yine abdulhamit devrinde osmanlı donanmasını bir ingiliz, jandarmasını bir fransız komuta etmektedir. eğer balkanlarda savaş ortaya çıkmasaydı trablusgarb savaşı bu kadar kolay bitmezdi. üstelik enver trablusgarb'ı terk ederken bırakabileceği tüm silah ve mühimmatı bırakmıştır. çünkü önemli olan balkan savaşı'ydı ve oraya yetişmeleri gerekiyordu. daha sonra ordudaki alaylı subaylar ve politika yüzünden o acı balkan mağlubiyeti meydana gelmiştir.

atatürk'e suikast yapmaya çalışanlar ise ittihatçıların ayak takımıdır, tetikçileridir. beyin takımı öldürülmüştür/ölmüştür. enver paşa türkistan'da, talat paşa berlin'de, cemal paşa tiflis'te, bahaettin şakir(ermeni katliamının uygulayıcısı) sanırım atina'da, sait halim paşa roma'da öldürülmüştür. ömer naci iran'da tifüsten, süleyman askeri ırak'ta arapların kendisini satmasından dolayı intihar ederek ölmüştür. partiyi paris'te kuran ahmet rıza ise meşrutiyetin ilanı ile yurda dönüp mebus seçilmiş ve meclisi mebusan'a başkanlık yapmıştır. bir süre sonra eceliyle ölmüştür. ihtilali enver ile birlikte gerçekleştiren resneli niyazi ise bir süre sonra partinin gitgide pisliğe battığını görmüş ve memleketine gitmiş, balkan harbi sırasında da arnavut milliyetçileri tarafından öldürülmüştür. yine enver ile dağa çıkan eyup sabri hakkında dağa çıkması ve harekat ordusuna katılması dışında hiçbir bilgim yok. ama siyasetten çekildiği bellidir. atatürk son kalan beyin takımını da kendisi asmıştır, ki bunlar doktor nazım (ermeniler bunu çok aramış ve ancak mustafa kemal'in yurda dönmesine izin vermesi ile suikasttan kurtulmuştur), cavit bey'dir. kara kemal ise yakalanacağını anlayınca intihar etmiştir. geri kalanlar -ankara eski valisi abdulkadir gibi- bildik tetikçilerdir. böylece ittihat ve terakki fırkası'nın beyin takımı tamamen yokedilmiştir. geri kalanlar ise sinmiştir. izmir suikastı ile ilgili olarak kemal tahir'in kanunu müthiş bir romandır.

yine atatürk ittihatçıların tamamını yoketmemiştir. mesela celal bayar bunlardan biridir. adam ölürken bile "benim tek partim ittihat ve terakki dir" demiştir. celal bayar atatürk'ün son başbakanıdır. ayrıca kurtuluş savaşı'nı kazanan kadronun tamamı ittihatçı kökenlidir. hatta mustafa kemal paşa, ali fuat paşa, kazım karabekir paşa, ismet paşa ve fevzi çakmak filistin cephesinde beraber komutanlık yapmışlardır.

1890'larda doğan, torunlarını görememiş olan osmanlı askeri, doktoru, hukukçusu, aydını bu nesil, 1908'den başlayarak ülkeyi kurtarmak için doğru yanlış yüzlerce işin içine girmiş ve en sonunda memleketi batırmışlardır. üstelik batılılara güvenip ordusunun bir kısmını terhis ettikten sonra, balkan savaşı'nda rezil bir mağlubiyet alan, yüzbinlerce insanı yollarda, evlerinde, aynen ermeni kırımında olduğı gibi öldürülen, üstelik tam da balkanlardaki iğrenç abdulhamit politikalarından birisi olan kilise ayrılıklarına uzlaşma getirdikten sonra bunları yaşayan ve görenlerden oluşmuştur.

ittihat ve terakki için 1926'da atatürk şöyle demiştir:

"onlar gençti ve tecrübesizdi. bizim tecrübemize sahip olsalar o şekilde davranmazlardı."

sabiha sultan

padişah vahdettin in iki kızından birisi. bu güzelliği dillere destan olan hanım sultan avrupa da eğitim görmüş. evlilik çağına gelince iran şahı bile sultanı istemiş. ama padişah "sünni bir hükümdar şiiye kız vermez" diye teklifi geri çevirmiş.

neyse, hanım kızımızın bizim için önemli olan tarafı mustafa kemal paşa nın bu sultana gönlünü kaptırmasıdır. paşa şehzade vahdettin in yaveri iken onunla oldukça samimi olmuştur. vahdettin tahta geçince bu zayıf karakterli insana bu yakınlığından ve birinci savaşta kazandığı zaferlerden dolayı dilediğini yaptırabileceğini düşünüyordu. böylece sarayın kadınları arasında adı sarı paşaya çıkan mustafa kemal, sabiha sultan la evlenmek için durum yoklaması yaptı. bunu öğrenen sultan, ikinci bir enver paşa vakaasına(enver damattır ve naciye sultan ile evlidir) meydan vermemek için evlilik olayına pek yanaşmadı. zaten sabiha sultan ın gözü kuzeni ömer faruk efendi deydi ve onunla evlendi. mustafa kemal e de samsuna çıkmak kaldı.

sabiha sultan ile evlenen ömer faruk efendi milli mücadeleye katılmak için kaçak yollardan inebolu ya gelmiş, ancak mustafa kemal onun geldiğini öğrenince geri gitmesini tavsiye buyurmuştu. hatta milli mücadeleye katılmak isteyen tek şehzade ömer faruk efendi dir. galiba paşa nın şehzadeyi geri çevirme nedeni biraz da bu kız meselesi olsa gerek. şehzade ile sabiha sultan ise 1948 de boşanmıştır. hanım sultan 1952 de vatandaşlığa geçmiş ve osmanoğlu soyadını almış, 1971 de yeniköy deki yalısına vefat etmiştir.

vahdettin kızını paşaya verseydi herhalde her şey daha değişik olurdu.
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.