heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Şubat 2015 Çarşamba

on bela

tevrat'a göre musa, serbestçe ibadet etmek için fivarundan mısır'ı terk etme izni ister. ama firavun buna izin vermez. böylece on büyük bela mısır'ın başına gelir. nedir mi bunlar;

(james tissot)

1- nil nehri kana dönüşür. harun asasını nilin üstüne tutar ve tüm nehir ve sular kana dönüşür. tüm balıklar ölür. her tarafı dayanılmayacak bir koku kaplar. ama firavun büyücülerinin de bunu yapabileceğini söyler. yahudileri bırakmaz.

2- kurbağa istilası başlar. harun, asayı yine nil'in üstüne tutar ve mısır'ı kurbağalar basar. firavunun büyücüleri de bunu yapabilmektedir. ama onların yapamadığı kurbağaların hepsini öldürmektir. firavun, kurbağaları öldürürse yahudileri ertesi gün bırakacağının sözünü verir. kurbağaların hepsi ölür. ama firavun sözünde durmaz.

3- bit istilası başlar. bunun üzerine harun asayı bu sefer toprağa vurur ve tüm toz bit olur. insanları, hayvanları yani tüm mısır'ı bit kaplar. büyücüler bunu yapamayacaklarını söyledikleri halde firavun yine yahudileri bırakmaz.

4- at sineği istilası başlar. bu sefer sazı musa eline alır ve firavunun karşısına çıkar. halkını hemen serbest bırakmasını, yoksa tüm mısır'ı sinek ile dolduracağını söyler. dediğini de yapar. yahudilerin yaşadığı topraklar hariç tüm mısır'a sinekler dolar. firavun yine yahudileri serbest bırakacağını söyler. sinekler ölür. ama firavun tekrar sözünde durmaz.

5- hayvan ölümleri başlar. musa yine firavunun karşısına çıkar. serbest kalmak istediklerini söyler. yoksa at, eşek, koyun, keçi, deve ve sığırların hepsinin öleceğini söyler. büyük hayvan ölümleri başlar. firavun yine ödün vermez.

6- çıban belası ortaya çıkar. tanrı harun ile musa'ya fırından kurum almasını ve firavunun önünde havaya atmasını söyler. böylece mısır'daki insan ve hayvanlara şhin adı verilen ve çıban diye çevrilen bir bela musallat olur. büyücüler kendilerini bile bu beladan uzak tutamazlar.

(john martin, 1823) 

7- dolu yağar. bu sefer musa asasını havaya kaldırır ve tüm mısır'ı benzeri görümemiş dolu ve ateş yağmuruna tutar. tüm hayvanlar, bitkiler ve insanları bu yıkım mahvetmektedir. firavun, felaketin sonlanması karşılığında yine çıkışa izin vereceğini söyler. fırtına sonlanır. ama firavun yine sözünde durmaz.

8- çekirgeler her tarafı sarar. bu felaket yahudi takvimine göre şebatın ilk günü olur. musa yine firavunun karşısına çıkar ve serbest bırakmasını, yoksa tüm ülkeyi çekirgelerin kaplayacağını söyler. firavun ise erkeklerin gidebileceğini ama kadın, çocuk ve hayvanların kalacağını söyler. musa kabul etmez. mısır'ın kalan son ürünlerini de çekirgeler yer. ülkede ağaç bile kalmaz. firavun yine herkesi bırakacağını söyler. çekirgeler ülkeyi terk eder. ama firavun yine sözünde durmaz.

9- karanlık gündüzler ortaya çıkar. firavun sözünü yine tutmayınca bu sefer musa elini göğe doğru kaldırır ve yahudilerin toprakları hariç tüm mısır'ı karanlık kaplar. karanlık üç gün sürer ve insanlar birbirini göremez olur. firavun musa'yı çağırır ve karanlığının bitmesi karşılığında hayvanları hariç tüm yahudilerin serbest kalacağını söyler. musa bu teklifi kabul etmez. firavun musa'ya bir daha karşısına çıkarsa onu öldüreceğini söyler. musa, mısır'ın tanrısını(ra) üç gün yok etmiştir.

(sir lawrence alma-tadema , 1872)

10- ilk doğan çocuklar ölür. musa çıkışa izin verilmezse firavunun ilk çocuğundan başlayarak kölelerin ilk doğan çocuğuna ve hatta hayvanların ilk doğan çocuğuna kadar tüm ilk doğanların öleceğini söyler. böylece yahudilerinki hariç tüm ilk doğanlar ölür. firavunu ölüm korkusu sarar ve çıkışa böylece izin verir. 

şimdi gelelim sadede. mısır'ın eski hanedan dönemlerine rastlayan ipuwer papirüsüne göre bu felaketler tek tek yaşanmıştır. peki kehanetler nasıl ortaya çıktı? 

velikovsky gibilerine göre bu kehanetlerin ortaya çıkmasını sağlayan en önemli etken santori'nin patlamasıdır. yanardağ patlar, santorini'nin önemli bir kısmı sulara gömülür, girit'teki minos uygarlığı sona erer. bu öyle büyük bir patlamadır ki peşi sıra başka doğal felaketler ortaya çıkar. peşi sıra vezüv de patlar. sina yarımadasındaki volkanik yanardağ da patlar. böylece üç yanındaki patlamalar sonucu mısır karanlığa gömülür. şimşekler ve dolu yağmurlarına tutulur. volkanik küller nil'i kırmızıya çevirir. nil zehirlenince kurbağalar nil'den kaçar. hepsi karada ölür. böylece bitler ve sinekler her tarafı sarar. bunlardan hastalıklar ve çıbanlar tüm canlılara musallat olur. 

neyse, yahudilere göre bu firavun ikinci ramses'tir. ancak bu firavunun ilk oğluna ait olan mezar bulunmuştur. işin ilginci ise başka. firavun ikinci ramses, başkenti tanis'te büyük bir imar çalışması yaptırmış ve nil deltasında bazı yeni kanallar açtırmış. ama sonuç planladığı gibi olmaz. nil deltasından gelen suları şehirde dolaştırmak isterken kanallarda yeterli su sirkülasyonu olmamış ve bunun sonucunda bir sürü doğal felaket meydana gelmiştir. yeni açılan kanallarda önce bakteriler oluşmuş ve suyu kırmızıya boyamışlardır. daha sonra bozulan suda balıklar ölmüş, şehri çekirgeler istila etmiş ve kurbağalar şehri sarmıştır. tüm bunları da ipuwer adlı bir yazıcı kayda geçirmiş ve olay efsane şeklinde dalga dalga yayılmıştır. velikowsky ise bu firavunun dudimose olduğunu söyler. savını eski mısır tarihçisi manetho'nun dediklerine dayandırır. manetho, dudimose zamanında mısırlıların tanrının gazabına uğradığını söyler. mısır, dudimose'dan hemen sonra hiksosların istilasına uğramıştır.

bu arada, firavun ile musa kardeştir. moses yani musa'nın ibranicede karşılığı yoktur. ama eski mısır dilindeki karşılığı oğul'dur.

kur'anda olay araf 133'de anlatılır; "biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşare, kurbağalar ve kan gönderdik;yine de büyüklük tasladılar ve günahkar bir kavim oldular." 

ipuwer papirüsünde yazılanlar: "mısır'ın aşağısı mahvoldu. tüm saray işsiz kaldı. sahip olunan her şey: buğday ve arpa, kazlar ve balıklar. böylece ekin her yerde mahvoldu. nehir kana bulandı. felaketler her yeri sardı. her yer kana bulandı. altın ve lapis, lazuli, gümüş ve malachite, carnelian ve bronz.. hepsi kölelerin boyunlarında."

kaynaklar: 
www.vikipedi.com (on bela)
https://neferkaminanu.wordpress.com/2012/11/18/velikovsky%E2%80%99e-gore-musa-ve-firavunun-gercek-hikayesi/
http://www.turandursun.com/forumlar/archive/index.php/t-35103.html

22 Nisan 2013 Pazartesi

davut ve calut (david&goliath)


eski ahit'te samuel kitabının on yedinci bölümü tamamen davut ile calut'un kapışmasına ayrılmıştır. filistler ile kral saul komutasındaki yahudiler savaşmak için toplanırlar. ikisi de iki tepe tutar ve orduları bir vadi ayırmaktadır. filist ordusundaki gatlı golyat(calut) adlı bir savaşçı vardır. altı arşın bir karışlık boyu ile devasadır(bir arşın 68 cm'den hesap yapılırsa boyu 4 metreden fazla çıkar). üstelik salt boyu ile değil, üzerindeki zırhları, savaş gereçleri ile de büyük bir savaşçı olduğunu göstermiştir. miğferi, zırhı, omuzları arasında asılı duran palası, başka bir savaşçının taşıdığı kalkanı, mızrağı derken tepeden tırnağa donandığını görürüz. neyse, bu savaşçı ortaya çıkar ve yahudileri küçümser. "siz saul'un köleleri, biz ise özgür savaşçılarız. çıkarın karşıma bir adam. onunla savaşayım. o beni yenerse biz sizin köleniz oluruz, ben onu yenersem siz bizim kölemiz olursunuz" diye bağırır.

davut ise o sırada tam olarak savaş meydanında değildir. dört oğlu olan işay'ın en küçük oğludur. diğer üç oğul kral saul'un yanındadır. davut'sa babasının sürülerini bakmak için sürekli ordudan ayrılmaktadır. calut kırk gün boyunca yahudilere meydan okur. babası bir gün ona ağbileri için erzak verir ve ordugaha yollar. o sırada goliat yahudilere tekrar meydan okuyordur ve yahudiler onun önünden böcek sürüsü gibi kaçışıyordur. kral saul ise golyat'ı öldürene kızını vaadetmiştir ve üstelik o yiğidin babası da vergiden muaf olacaktır. davut meydan okumayı duyunca sinirlenir ve "bir sünnetsiz yaşayan tanrının ordusuna nasıl meydan okur" der. ağbileri ise onu savaşı izlemeye geldiğini sanırlar ve onu azarlarlar. söyledikleri ise saul'a kadar ulaşır. saul onu çağırır. çok genç olduğunu görür. savaşmasını istemez. o ise çobanlık yaptığını, sürüsüne saldıran ayı ve aslanlarla boğuştuğunu, o hayvanları öldürdüğünü söyler. saul kabul eder ve ona kendi savaş giyisilerini giydirir. ama o giyisilere alışık olmayan davut, onları üzerinden çıkarır. değneğini alır ve dereden beş çakıl taşı seçer. bunları çoban dağarcının cebine koyar ve sapanını alıp golyat'ın karşısına çıkar.

davut'u karşısında bir değnekle gören filistli savaşçı kızar. "ben köpek miyim ki karşıma değnekle çıkıyorsun" der. sinirlenmiştir. onu öldürdüğünde kurda kuşa yem yapacağını haykırır. davut da aynı şeyi filist ordusuna yapacağını söyler. karşılıklı atışmalar son bulur. golyat ve davut son sürrat birbirlerine doğru koşmaya başlar. davut dağarcığından bir taş çıkarır, sapanına koyar, sallar ve taş goliat'ın alnını deler. dev gibi savaşçı yüz üstü yere serilmiştir. sonra goliat'ın kılıcını alır ve kafasını keser. filistli savaşçıların hepsi kaçışır. ama yahudiler onları kovalar ve leşlerini her yere serer. en sonunda ordugahlarını yağmalar. davut ise kesik baş ve goliat'ın silahları ile birlikte saul'un karşısına çıkar. savaş sona ermiştir.


bu olayı tasvir eden en önemli sanat eseri ise bildiğiniz gibi michelangelo buonarroti'nin ellerinden çıkan meşhur heykeldir 1501'de yapmaya başlamış ve üç yılda bitirmiştir. esasında heykelin yapımında kullanılan blok 40 yıllıktır. daha önce 2 sanatçının izleri blok üzerinde vardır. ama onlar bu kocaman bloktan(heykel dört metre) ne çıkaracaklarını kestirememişlerdir. leonardo da vinci'ye de bu blok teklif edilmiş, ancak da vinci heykel sanatıı önemsiz bulduğu için reddetmiş. michelangelo'nun da vinci ile sürtüşme nedenlerinden birisi de bu mesele derler. heykel ise mükemmel ötesidir. bu genç delikanlı, golyat'ı küçük bir sapanın yardımı ile yenmiş, sonra onun kafasını uçurmuştu. o atletik bir delikanlıydı. sapanı lakayt bir şekilde omuzunda taşıyordur ve saldırmak için güç topluyordur. kafasını kendinden emin bir şekilde sola çevirmiş, bakışları uzaktaki bir noktada toplanmaktadır. çatık kaşlarıyla düşmanı öfkeli bir şekilde izlemektedir. davut ilk defa çıplak tasvir edilmiştir. tevrattaki hikayeyi tekrar hatırlarsanız eğer tüm giysilerini çıkardığı yazıyordu. daha önceki tasvirlerinde elinde kılıcı, başında miğferi, üstünde zırhı, ayağının altında düşmanının kafası ile resmedilmişken, şimdi çıplaktı ve zaferine inanıyordu. bu çıplaklık yüzünden, davut'un kudüs'ü alışının 3000. yılında israil'e hediye edilen bir kopyası yahudilerce kabul edilmemiştir. gerçi heykel sünnetsizdir. bu yüzden david olup olmadığı konusunda tartışmalar vardır. heykelin bitiminden sonra michalengelo'nun tam karşısına bir tabure koyup üstüne oturduğu ve saatlerce heykele gözünü dikip en sonunda "neden konuşmuyorsun" diye heykele bağırdığı rivayet edilmektedir. o dönem avrupa'nın bu heykel ebadında heykel yapılamıyordur. bu david, antik çağdan beri yapılan ilk muhteşem ve 4 metrelik heykeldir. vücut hatları inanılmazdır. o şöyle der; "ben heykeli yapmıyorum, sadece mermeri gereksiz taraflarından ayırıyorum ve içinden o heykel doğuyor."

bir süre sonra bu heykel floransa ile özdeşleşecektir. çünkü floransa da onun gibi küçük ve güçsüzdür. ama onun gibi korkusuzdur.

bu tablu rubens'e ait. davut'un ölmüş haldeki goliat'ın başını kesme anı. davut'un düşmanını aşağılaması ve gururu yüzünden okunuyor. yapılış yılı 1616.

caravaggio'nun konu ile ilgili üç tablosu vardır. bu 1602 tarihli.

caravaggio'nun 1607 tarihli resmi. davut'un şekli değişmemiş ama goliat değişmiş. 

caravaggio'nun 1610 tarihli eseri. davut pek bir cılız resmedilmiş. ayrıca şunu belirtmeden geçemeyeceğim. tablodaki golyat, caravaggio'nun ta kensidir. bu da uzun hikaye..

michelangelo'nun sistine şapelindeki davut-goliat eseri. iki taraf da ortaçağ kıyafetleri içerisinde. o mükemmel heykel ile pek bir alakası yok. yapılış tarihi 1509.

nicolas poussin'in 1631 tarihli eseri. kocaman kafa malum kişinin. taşıyan davut ve öndeki borazancılar herkese olayı haber veriyor.

titian'ın 1576 tarihli eseri. calut'un kafa bi dünya! davut şükretmektedir. 

11 Ocak 2013 Cuma

şinvat

kutsal kitabı avesta olan zerdüştlüğe göre insanlar öldükten sonra dirilirler ve öteki dünyada iki safa ayrılırlar. tüm insanlar, cennete girebilmek için ise şinvat köprüsünden geçmek zorundadırlar. insanlar köprüden geçerlerken kötüler için şinvat köprüsü kılıcın keskin tarafı gibi olur. iyiler için ise köprü genişler, otobana dönüşür(!). zerdüşt ise geçişleri izler ve kendi ümmetinden kimselerin geçisi sırasında tanrı ahura mazda'dan şefaat diler.

farsça şinvat; toplayan, toparlayan, bir araya getiren ya da hesaba alan demektir. avesta’da olay şinvat'dan değil, şinvato peretus'dan yani iyi ve kötü işleri “kaydeden onun köprüsü”nden söz ediliyor. bu köprü cehennemin üzerinde alburz dağı’ndan şakat daitih’e kadar gidiyor. belli cenaze törenleri yapılır yapılmaz her insanın ruhu köprüye geliyor ve cennet’e girmek için onu geçmek zorunda kalıyor. köprüyü geçtiğinde mitra, raşnu ve sraoşa yaptığı iyi ve kötü işlerin hesabına göre onu yargılıyor. ancak iyi işleri kötü işlerinden çoksa cennet’in kapısı onu içeri almak için açılıyor. eğer kötü işleri ağır basıyorsa cehenneme atılıyor; iyi işleri kötülerle eşitse ölünün ruhu, ormazd’la ehrimen’in arasındaki amansız ya da son savaşın yapılacağı(ragnarok hesabı) son yargıyı beklemek zorunda kalıyor.

zerdüştlüğe göre ölünün ruhu üç gün durduktan sonra korkunç şinvat köprüsü’nden geçiyor. kişi, dünyada iyi işler yapmışsa güzel bir kız onu karşılıyor. ilk adımda cennetin iyi düşüncesine, ikinci adımda iyi sözüne, üçüncüde iyi olaylarına, dördüncüde parlak sonsuz bir ışığa giriyor. eğer insan iyi değilse, onu fena bir kadın alır. fena söz, fena düşünce, fena olaylardan geçerek fena cinlerle karşılaşır. başka bir anlatıya göre de ölüler canlanıp ruhlarıyla birleşir. hepsi, içinde kurşun kaynayan bir kazana atılır. iyi olanlara bu ılık süt gibi gelir. üç gün sonra hepsi oradan çıkarılır. ölümsüzlük içkisi verilir ve ölümsüz olurlar. başka bir anlatıda da güzel bakire bir kız ve 2 adet köpek eşliğinde eğlenceli ve şarkılı bir yer olan cennet’e gideceklerdir.

robert winston'ın tanrının öyküsü adlı kitaında cennete girmek insanın ömür boyunca biriktirdiği iyi düşünce söz ve davranışların miktarına bağlı olduğu belirtiliyor. ölümden sonra ruh tartılıyor(mizan) ve eğer ruhun sahibi yeterince iyilik biriktirdiyse güzl bir bakire geliyor ve o kişiyi sonsuz büyük mutluluğa uzanan efsanevi şinvat köprüsünden geçiriyor. eğer ruhun kötülükleri ağır basarsa, köprü daralıp jilet kadar inceliyor ve ruhun sahibi, güzel bakirenin yerini alan çirkin bir yaşlı kadın tarafından cehenemin dibine yollanıyor.

"ey, iyi işlerin kudretli nedeni, çok günah işlemekten kaçıyorum ve yaşamın altı gücünü –davranış, konuşma, düşünme, akıl, zihin, anlayış- isteyerek temiz tutup hal ve davranışımın paklığını koruyorum. aydınlık yolda kalayım, cehennemin ağır cezasına çarptırılmayayım ama şinvat’ı geçeyim ve güzel kokulu, tümüyle hoş, her zaman aydınlık olan bu kutsal yerine ulaşabileyim diye bunu adil olarak, sana ibadet ederek, iyi düşünerek, iyi konuşarak ve iyi işler yaparak yerine getiriyorum." (avesta)

müfessirlere göre ise meryem , 19/71'deki "içinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. bu, rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür." ayet sırat köprüsüne delalet ediyor. mahşer yerinde neşir başladığında kafirler doğrudan cehenneme sevk edilirken, peygamberler, evliyalar ve geri kalan bütün insanlar sırat köprüsüne uğrayacaktır. köprüyü geçen de cennete varacaktır. ama köprüden geçmek o kadar kolay değil. öncelikle köprü cehennem üzerinde kurulu. ayrıca köprüyü geçerken olayın bonusları da var. arada cehennem patlayacak, lavlar siz köprüyü geçerken ayak uçlarınıza kadar gelecek, alevler ve sıcak buhar sizi hafif hafif yakacak. zebaniler ise günahkar müslümanları yakalayıp cehenneme atacak. üstelik köprü kaygan ve üzerinde emrolunduklarında yakalamaya yarayan çengeller var(işi şansa bırakmamışlar). o esnada peygamber ise sırat köprüsünün başına dikilecek ve "allahım, ümmetimi selametle geçir" diye yalvaracak. tabi iş burada bitmiyor. meryem 72'ye göre "sonra müttekileri(takva sahiplerini) kurtaracağız, zalimleri ise orada(cehennemde) diz üstü(düşmüş) bir halde bırakacağız" demektedir. allahtan korkup günahtan kaçanlar köprüden böylece geçecekler. bir hadise göre de insanların bazıları yıldırım, bazıları fırtına, bazıları koşan atlar, bazıları koşan insanlar, bazıları yürüyen insanlar ve bazıları da düşe kalka emekleyen insanlar gibi köprüden geçeceklerdir. tabi bu hız da senin sevap-günah oranına göre olacak. neyse, en son geçecek kişi, sürüne sürüne üç bin yıla geçecek ve sonra arkasına bakacak ve allaha şükredecektir. son kişi de geçtikten sonra köprü yanıp yok olacaktır.

ayrıca bu köprü iskandinav mitinde de bulunmaktadır. bu köprü, tanrıların köprüsü denen bifrost'tur. asgardh'daki gök konutlarından yeryüzüne bu köprü vasıtasıyla gelinir. bu, gökkuşağıdır.

nişanyan sözlüğe göre ise arapça şirat, yol demek. orta dönem farsçası srat. aramcası strata, eski yunancası strata, latincesi de strata. yine latince stratum, tabaka, kaplama, döşeme demek. klasik dönem arap dil bilimcileri kelimenin yunancadan geldiğine hemfikirmiş. bu coğrafyada uzun mesafe yol sistemi roma döneminde yerleşmiş. italyanca strada, ingilizce street, almanca strasse de latince kökenliymiş.

kaynak: ekşisözlük, vikipedi, studi-islam.org ve bir kaç site daha..

24 Nisan 2012 Salı

beşinci krallık

isa'dan önce 4. yüzyılda yaşayan daniel(danyal peygamber), babil kralı nabukednazar'ın maiyetinde ve onun büyücülerinin başıdır. bu göreve ise kralın bir düşünü yorumlaması ile gelmiştir. kendisi babil'e gelişinin ikinci yılında, kral tüm büyücülerini, sihirbazlarını toplamış ve bir gece önce gördüğü düşü yorumlamalarını istemiştir. kahinler düşü duymak istediklerinde ise kral düşünü anlatmamıştır ve öylece yorumlamaları isteyince, tabirciler anlatılmayan rüyanın yorumlanamayacağını belirtmişlerdir. böylece kelleleri gitmiştir. daniel ise bir gece izin istemiş, ertesi gün ise hem gördüğü rüyayı anlatış, hem de yorumlamıştır.

rüya ilginçtir. kral rüyasında dev bir heykel görmüştür. heykelin başı altından, gövdesi ve kolları gümüşten, beli ve kalçası bronzdan, bacakları demirden ve ayakları ise yarı kildendir. daha sonra birden büyük bir kaya ortaya çıkmış, önce heykelin demir-kil karışımı ayaklarını, sonra demir bacaklarını, sonra bronz belini, gümüş gövdesini ve altın başını çarparak un ufak etmiş, o sırada bir rüzgar çıkmış ve heykelin bütün parçalarını savurarak götürmüştür.

kral, daniel'in gördüğü rüyaya şaşırmıştır. kral, bunu nasıl bildiğini sorunca ise daniel kendi tanrısının ona rüyayı gösterdiğini ve bunun sır olduğunu söyler.

kral rüyayı yorumlamasını istediğinde ise daniel şöyle der;

"siz altın başı temsil eden ilk kralsınız. sizden sonra sizden daha az güçlü bir kral gelecek. ondan sonra üçüncü olarak bronz bir kral gelecek ve o tüm dünyayı yönetecek. sonra dördüncü olarak demir bir kral gelecek. pençeleriyle insanları ezecek, işkence edecek ve tüm insanlığı yok etmek isteyecek. işte bu krallık döneminde tanrı kendi krallığını kuracak ve tüm o krallıkları yok ederek bir daha hiç yıkılmayacak mesianik krallığını kuracak." (tevrat - daniel 2. bölüm)

(biz şimdi bahsedilen son çağdayız. yani tanrı krallığı her an gelebilir(!) ek bir bilgi daha, insanlara zulmeden dördüncü krallığın islam imparatorlukları olduğunu yazanlar da varmış.)

bu rüya batı dünyasını şekillendiren hikayelerden birisidir ve newton bile bunun matematiksel hesaplarını yapmıştır. ama daha öncesi de vardır. 12. yüzyılda joachim de fiore rüyadaki kayanın isa'nın kuracağı krallık olduğunu söylemiştir. daha sonra çek thomas müntzer, anababtist kilisesini kurmuş ve kaya'nın krallığını ve yeni kudüs'ü avrupa'da kurmak amacıyla yola çıkmış, avrupa'daki ilk köylü isyanını başlatmış, ama katolik kilisesi tarafından yok edilmiştir.

protestanlığının kurucusu martin luther bile, protestanlığı isa'nın beşinci krallığı olduğunu söylemiştir. thomas more ütopya'sında bu beşinci krallığı anlatmaktadır ve kendisi pis bir işkencecidir bu arada. neyse, kızılderililere vaaza çıkan ilk protestan misyoner john elliot, beşinci krallığın batı amerika'da kurulduğunu söylemişti. rivayete göre amerikan bağımsızlık bildirgesi kaya'nın ta kendisidir.

tabi kehanet bunlarla sınırlı kalmadı. bir sürü insan daha krallıktan bahsetti. mesela oksijenin varlığını keşfeden bilim adamı, krallığın türkleri yok edeceğini söylemiştir. bugün bu rivayete inanan yüz milyonlarca insan var ve en önemlileri evanjelistlerdir. amerika'da da çok etkindirler. amerika böyleyken avrupa eli boş durmuyor elbet. komplo teorisyenlerine göre bahse konu beşinci krallık için avrupa birliği kurulmuştur.

kaynak: aytunç altındal - gül ve haç kardeşliği

15 Kasım 2011 Salı

yiftah vs kızı (jephthah's daughter)

(giovanni francesco romanelli)

evet, bir kurban bayramını daha geride bıraktık. kurbanın islama göre ismail'in tam kurban edilecekken elinde bir koçla gelen melek tarafından kurtarılması hikayesini biliyorsunuz zaten. aynı hikaye ismail yerine ishak versiyonu ile tevratta da vardır. ama tevratta bir kurban hikayesi daha var. mısır'dan çıkıştan sonra başlıyor.

gilat oğlu, bir fahişeden doğma olan yiftah, gilat'ın karısının çocukları tarafından evden kovulur. ona miras verilmez. ama gel zaman git zaman, ammonluların saldırması ile yiftah kabilesinin başına geçer. neyse, tevrat - hakimler 11'de geçen hikayesinde en sonunda şöyle bir yemin eder;

"rab'bin önünde ant içerek şöyle dedi: gerçekten ammonoğulları'nı elime teslim edersen, onları yenip sağ salim döndüğümde beni karşılamak için evimin kapısından ilk çıkan, rab'be adanacaktır. onu yakmalık sunu olarak sunacağım."

savaşı neticesinde israiloğulları kazanır. ammonoğulları büyük bir yenilgiye uğrar. ve an gelir. evinin kapısından ilk giren kişi hiç beklemediği birisidir;
(giovanni antonio pellegrini)

"yiftah mispa'ya, kendi evine döndüğünde, kızı tef çalıp dans ederek onu karşılamaya çıktı. tek çocuğu oydu, ondan başka ne oğlu ne de kızı vardı. yiftah, kızını görünce giysilerini yırtarak, "eyvahlar olsun, kızım!" dedi, "beni perişan ettin, umarsız bıraktın! çünkü rab'be verdiğim sözden dönemem."

kız olayı olgunlukla karşılar. rabbe verdiği sözü tutmasını ister babasından. ama babasından bir dileği vardır. babasından iki ay izin alır. gidip arkadaşlarıyla kırlarda gezer, kızlığına ağlar. ama evine geri döner;


"iki ay sonra babasının yanına döndü. babası da içtiği andı yerine getirdi. kıza erkek eli değmemişti. bundan sonra israil'de bir gelenek oluştu. israil kızları her yıl kırlara çıkıp gilatlı yiftah'ın kızı için dört gün yas tutar oldular."
(rombout van troyen)

bu sefer koç inmemişti. kızını yakmalık sunu olarak sunmakta hiçbir sakınca görmemiş... akabinde efrahimlilerden kırkbin kişiyi kılıçtan geçirecektir.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

putperestlik

bir ramazan yazısına daha hoş geldiniz sevgili okurlar. (çok içten bir 'hoşbulduk' dediğinizi duyar gibiyim). neyse, bugünkü konumuz putperestlik.

kaynağını dinden alan görüşe göre putperestlik olarak genellenen çok tanrılı inanç sistemleri, kişinin salt insan yapımı heykellere, figürlere, totemlere tapınımı ile karakterize edilir. kişinin kendi eliyle yaptığı nesneden yardım ve iyilik beklediği yargısına ulaşılır. oysa bu son derece saptırılmış, indirgenmiş bir yorumdur. putlar aslında inanılan, tapınılan varlığın somutlaştırılmış sembolleridir. dolayısıyla kişi aslında o nesneye değil de, nesnenin sembolize ettiği varlığa tapınır, ona dua eder. nesne yalnızca aracıdır ve tapınan kişi, ondan doğrudan bir iyilik yahut kötülük görmeyeceğini zaten bilmektedir. yani anlayacağınız putperest, kendi inandığı ilahi varlığa tapan kişidir ve bu bağlamda içinde yer aldığı inanç sistemi, diğer inanç sistemlerinden daha ilkel yahut aptalca olarak değerlendirilemez.

neyse, bilindiği üzere semavi kabul edilen/tek tanrılı dinler, tarih sahnesine çıkmazdan önce yeryüzünün dört bir yanında çok tanrılı tabir edilen dinler mevcuttu. tek tanrılı dinler ortaya çıktıktan sonra çok tanrılı dinlerin silinip gitmesinin nedeni, kimi etnologlar ve sosyal antropologlarca, toplumların daha geniş bir soyutlama kabiliyetine ulaşması olarak yorumlandı. oysa insanlık tarihinin çok daha uzun bir döneminde hüküm süren çok tanrılılık, mısır, hindistan gibi gelişmiş kültürlerde, kimi zaman semavi dinleri bile geride bırakan bir soyutlama becerisine erişebilmişti.

günümüzde ne duruma geldik? ilahi olduğu düşünülen varlığı sembolleştirme çabası, semavi dinlerin de ritüellerine girmiştir. türk toplumunda yaygın olduğu gözlenen türbe ziyaretleri ve kutsal emanet tabir edilen çeşitli eşyalarına yönelik ilgi ile hrisitiyanların azizleri(ve hatta kendisi) benzer bir 'ilahi varlık ile kendisi arasında aracı bulma' çabasına işaret eder. islam öncesi cahiliye toplumlarından bahsedilirken daha nesnel, islam teolojisinden bağımsız yorumlar getirilmesi gerçeğe daha uygun olacaktır.

bir ramazan yazısının daha sonuna geldik. hepinize saygılarımı sunarken, hayırlı ramazanlar diliyorum. kendinize dikkat edin...

20 Mayıs 2011 Cuma

% 10

her ülke vatandaşının en az % 10 nüfusu tanrıya inanmaz veya olduğundan şüphelidir ve olsa da olmasa da umrumda değilcidirler. inanır görünür, ama inanmaz. bu bilinen bir gerçektir. oran mekke'de de aynıdır, kabil'de de. roma'yı falan yazmıyorum, kesin orada daha yüksektir. tibet'de bile bu oran vardır. en son geçtiğimiz haftaların birinde vatan gazetesi bir araştırma yayınladı. sonuçlar tam düşündüğüm gibi. bu ülkenin % 99'u müslüman falan değil. ayrıca o araştırmadan bağımsız olarak yukarıdaki haritaya dikkatli bakarsanız ateist ve agnostik oranları veriliyor. dünya nüfusunun % 2,4'ü ateist, %12,5'i agnostik. 

türkiye'de;

- panteizme(insan-tanrı-evren bütünlüğü) inananların oranı % 2. (hindistan'da oran % 24).
- ölümden sonra ne olacağını bilmeyenlerin oranı % 14. yani büyük bir nüfus mezarın ötesi ile ilgilenmiyor. bu bile nüfusun önemli bir çoğunluğunun  şüphecilerden oluştuğunu gösteriyor. yani agnostiklerden. ama tam olarak agnostik değil bu kişiler. müslüman agnostik diyeyim ben. "ya varsa" şüphesi islama kaymış agnostikler. isveç % 41 ile ilk sırada.
- ateistlerin oranı % 2. dünya ortalaması % 18. bizde düşük olmasının nedeni bence çok sağlam bir islami eğitimden geçmiş olmamız. kur'an kurslarından başlayarak lise bitirene kadar dini eğitim devam ediyor. dediğim gibi, şüpheci daha çok bizde. yani olmadığını bilmek yerine şüpheleniyoruz. dedim ya, çok sağlam bir dini eğitimden geçen bir toplumuz.
- cennet ve cehenneme inanma oranı ise inanılmaz düşük. sadece % 52. buna rağmen, dünyada endonezya'dan sonra ikinciyiz. bu oran bana abartı geldi. soruyu sorma ile alakalı bir durum olabilir. ama % 48 cennet ve cehenneme inanmıyor. bu çok abartı bir rakam bence.
- deist ve agnostik diye adlandırılabilecek dini inancından emin olmayanların oranı % 2. yani gerçek agnostikler ve deistler bu kadar. isveç’te oran % 24. ateistlerle beraber oran sadece % 4 olur. çok düşük aslında.
- reenkarnasyona en az inanan ülke biziz. zaten bir karma yok, ne öyle, her şeyi karmaya yükle kurtul. geçmiş hayatımda kötü biri olduğum için mi bu haldeyim? pehh..
- cennetin varlığına inanıp cehennemin varlığına inanmama gibi bir durum yok. oysa geri zekalı amerikalıların % 4'ü cennet var, cehennem yok diyormuş. evanjelist kiliseleri taraftar toplamak için, yani para için akla hayale gelmeyecek bir sürü şey uyduruyor.
- evrim teorisinin doğru olduğunu düşünenlerin oranı % 19. işte benim için hayatlarından dini dışlayanların gerçek oranı budur. bu kişiler yaşantılarına dinin karışmasını istemeyenlerdir.

ülkelerin tanrıya inanma oranları incelenirse müslüman ve katolik ülkelerde oran daha yüksek olduğu rahatça görülüyor.

1- endonezya %93
2- türkiye %91 (burada da oran % 9. ateist, deist ve agnostik oranının toplamı % 4'tü. neyse işte. 5 nereden geldi lan!)
3- brezilya %88
4- güney afrika %83
5- meksika %78
6- abd %70
7- arjantin %62
8- hindistan %56 (panteizm dahildir sanırım)
9- rusya %56
10- polonya %51

evrim teorisinin doğru olduğunu düşünme oranları:

1- isveç %68
2- almanya %65
3- çin %64
4- belçika %61
5- japonya %60
6- fransa %55
7- ingiltere %55
8- macaristan %55
9- ispanya %53
10- avustralya %51
11- kanada %45
12- güney kore  %41
13- italya %40
14- hindistan %39
15- polonya %38
16- arjantin %37
17- meksika %34
18- abd %28
19- rusya %26
20- brezilya %22
21- türkiye %19
22- güney afrika %18
23- endonezya %11

18 Mayıs 2011 Çarşamba

yeterli düzeye erişmiş herhangi bir teknoloji, büyüden ayırt edilemez

richard dawkins'in tanrı yanılgısı adlı kitabında geçer;

büyük okyanus adalarındaki yerliler, adalarına ayak basan beyaz adamın son teknolojisinden etkilenmişlerdir. ama etkilendikleri daha müthiş bir durum vardı. beyaz adam, bozulan, kırılan, dökülen aletlerini tamir etmezdi. ama ellerinde sürekli yeni aletler vardı. yerliler bu aletlerin hiç birini beyazların üretmediğini fark etmişlerdi. üstelik beyazlar onlara göre faydalı bir tane bile iş yapmıyordu. bir masanın arkasında oturup kağıt karıştırıyorlardı. bu yüzden yerliler bu aletlerin doğaüstü bir kaynaktan geldiğini anlamakta gecikmediler!

beyazlar ise yerli halkı kendileri gibi giydiriyorlar ve uygun adım yürütüyorlardı. bazen de garip sesler çıkarıyorlardı. bu ayinleri esnasında yerliler, aletlerin gizemini tesadüfen buldular. beyazlar, kargolar için tanrılarına dua ediyorlardı ve tanrıları onlar için bu aletleri kargoya verip yolluyordu! şöyle düşündüler. "eğer biz de aynı kıyafetleri giyip, aynı duaları edersek, bize de aynı aletler gelir."

ve bu salgın tek bir yerde çıkmadı. okyanus adalarında onlarca kargo kültü(tapımını), birden bire ortaya çıktı. nerdeyse hepsi birinden bağımsız ve bağlantısızdı. hemen hepsi, vahiy günü bir mesihin kendilerine bu kargolardan biriyle geleceğini düşünüyordu.

bu kültlerin en meşhuru vanutu adasında ortaya çıkmış ve günümüzde de hala inananı devam ediyormuş. john frum adlı bir mesih figürü var ve 1940'ın hemen öncesinde ortaya çıkmış. frum'un yaşayıp yaşamadığı da belli değil aslında. ama efsanedeki tanıma göre(70 yıllık efsane!) bu adam tiz sesli, kısa boylu, kır saçlı ve parlak düğmeleri olan bir palto giyer. tuhaf kehanetleri vardır ve yerli halkı misyonerlere karşı düşman etmekle uğraşır. ortadan kaybolduktan sonra dünyaya ikinci kez geleceğini ve yanında cömert bir kargo getireceğini belirtir. bu kişinin bir vahyi de vardır. buna göre büyük bir felaket gelecektir. dağlar dümdüz olacak, vadiler dolacaktır. yaşlılar tekrar zindeliklerine kavuşacak, hastalıklar yok olacak, beyaz adamlar dönmemek üzere gidecek ve yerlilerin her istediklerini alabilecekleri büyük bir kargo gelecektir. üstelik frum tekrar geldğinde üzerinde hindistan cevizi olan bir para ile geleceğini de belirtmiştir.

bu yüzden ada halkı çalışmayı kesti ve ellerindeki tüm beyaz adam parasını harcadılar. bu yüzden ada ekonomisi batma noktasına geldi. bu seviyeden sonra kült biraz daha gelişti ve frum'un amerika'nın kralı olduğuna inanıldı. ama bu sefer amerikan askerleri adaya geldi. içlerinde siyah askerler de vardı ve bu askerler, beyazlar gibi kargodan faydalanıyorlardı! bu durum yerliler tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. artık frum'un gelişi yakındı. bu kültün liderlerinden birisi frum'un amerika'dan uçakla geleceğini söyledi ve yerliler büyük bir hevesle adanın ortasında küçük bir havaalanı yaptılar. üstelik bambudan kontrol kulesi bile inşa ettiler ve kuledeki yerliler kendilerine tahtadan kulaklıklar bile imal ettiler. daha da ilginci ise frum'un uçağı buraya insin diye sahte uçaklar bile yapmışlardı.

bu kültü 1950'lerde inceleyen kişiler ise daha ilginç noktalara ulaştı. bir kadın, frum ile radyodan konuştuğunu söylüyordu. ona vahiy geliyordu(bir nevi peygamberlik iddiası). ona göre frum beyazdı ve uzun boyluydu! oysa işin başlangıcında frum kısa boyluydu. tipi bile bu kadar kısa sürede değişmişti.

frum'un gelişi 15 şubata tarihlendirildiği için her yılın 15 şubatında büyük dini ayinler yapmayı da ihmal etmiyorlardı.

ama esas bomba kraliçe ile prens philip'in 1974'de adaya gelişiyle patladı. prens philip daha sonra ilahlaştırılıp frum benzeri bir kültün doğmasına daha neden oldu! çünkü prens, tüylü bir şapka takmıştır! kraliçeden de daha gösterişlidir ve parlak giyisileri içinde ilahlaştırılması son derece normaldir!

bunların hepsini alın ve ortadoğu dinlerine uyarlayın. göreceksiniz ki aralarında hiç bir fark yoktur. dinlerin nasıl birden bire doğduğunu bu sayede kolayca çözebilirsiniz.

22 Kasım 2010 Pazartesi

ibrahim ve oğlu

artık gelenek haline gelmiş dini ritüelleri icra ederim. bu durum hoşuma da gider. mesela param varsa eğer kurban keserim. bayram namazlarını da ailemin yanına gittiğimde giderim. akrabalarımla da bayramlaşırım. güzeldir bu tür ritüeller. ama şahsen islam dini ritüelleri yerine, dyonisos kültünün ritüellerini yerine getirmeyi tercih ederdim!
neyse, bu kurbanda da namaza gittim. sokağa seccademi serdikten sonra vaazı dinlemeye başladım. hoca malum olduğu üzere kurban kesiminden bahsediyordu ve birden işi ismail'in kurban edilmesine getirdi. ismail'in nasıl taşa yatırıldığını, çırpınmasın diye ayaklarının ve ellerinin bağlanmasını ve bıçağın bilenmesinden bahsederken gözlerimin önüne 4 yaşındaki yeğenim geldi ve dehşete düştüm. fatih akın'ın yaşamın kıyısında filminde kızını kaybeden alman kadın türkiye'ye gelince hani, kızın arkadaşının evinde kalıyordu. arkadaşı da tuncel kurtiz'in oynadığı karakterin oğluydu ve iki kültürde de bu kurban meselesinin anlatılmasını alman kadın oldukça şaşırmıştı. çocuk ise bu hikayeyi küçükken babasından duyduğunu söylemişti. babası, tanrı kendisinden öyle bir şey isterse eğer alıp bıçağı isteyen tanrıya doğru doğrultmaktan bahsetmişti ya, harbiden ürkütücü bir hikaye.

belirli bir iriliğin üstünde canlıları öldüremem. bu iriliğe ben kendi açımdan sivri sinek iriliği diyorum. mesela bir haham böceğini asla öldüremem. doğal olarak herhangi bir yaşayan canlıyı asla kesemem. insan kurban etme fikri ise kesinlikle ruh hastalarından çıkmış olmalı. böyle bir şeyi istemek bile manyakça. rüya görüyorsun ve rüyanda tanrı seni sınamak için oğlunu kurban etmeni istiyor. hade lan...
neyse, insan kurban etmek eski bir gelenek. lübnan, suriye, filistin civarında o zamanlar el-baal-anat üçlemesine tapılıyor ve insanlar tanrı el için ilk doğan erkek çocuklarını ge-hinnom(göz yaşı) vadisinde kurban edip yakıyorlar. ge-hinnom kelimesi dilimize cehennem olarak geçmiştir. dünyadaki cehennem de bir fiil olarak buradadır. şimdi israil sınırları içerisinde. neyse konudan sapmayayım. yani o zamanlar herkes tanrısı için ilk erkek çocuğunu feda ederken ibrahim'in tanrısı da -ne gerek varsa- kendisinden korkup korkmadığını sınamak için ibrahim'i denemeye karar veriyor.

"daha sonra tanrı ibrahim'i denedi. "ibrahim!" diye seslendi. ibrahim, "buradayım!" dedi. tanrı, "ishak'ı, sevdiğin biricik oğlunu al, moriya bölgesine git" dedi, "orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun." ibrahim sabah erkenden kalktı, eşeğine palan vurdu. yanına uşaklarından ikisini ve oğlu ishak'ı aldı. yakmalık sunu için odun yardıktan sonra, tanrı'nın kendisine belirttiği yere doğru yola çıktı. üçüncü gün gideceği yeri uzaktan gördü. uşaklarına, "siz burada, eşeğin yanında kalın" dedi, "tapınmak için oğlumla birlikte oraya gidip döneceğiz." yakmalık sunu için yardığı odunları oğlu ishak'a yükledi. ateşi ve bıçağı kendisi aldı. birlikte giderlerken ishak ibrahim'e, "baba!" dedi. ibrahim, "evet, oğlum!" diye yanıtladı. ishak, "ateşle odun burada, ama yakmalık sunu kuzusu nerede?" diye sordu. ibrahim, "oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu tanrı kendisi sağlayacak" dedi. ikisi birlikte yürümeye devam ettiler. tanrı'nın kendisine belirttiği yere varınca ibrahim bir sunak yaptı, üzerine odun dizdi. oğlu ishak'ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırdı. onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldı. ama rab'bin meleği göklerden, "ibrahim, ibrahim!" diye seslendi. ibrahim, "işte buradayım!" diye karşılık verdi. melek, "çocuğa dokunma" dedi, "ona hiçbir şey yapma. şimdi tanrı'dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin." ibrahim çevresine bakınca, boynuzları sık çalılara takılmış bir koç gördü. gidip koçu getirdi. oğlunun yerine onu yakmalık sunu olarak sundu. tevrat (yaradılış) 1-13
tevratta ihale ishak'ın üzerine yıkılıyor. islam inanışında ise bahsedilen kişi ismail'dir. kur an'da ismail'in adı geçmez. ama kur an'daki hikayeyi okuyunca ismail'den bahsedildiği anlaşılıyor veya bana öyle geldi. hem zaten oldukça çirkef ve kıskanç bir kadın olan sara'nın kendi oğlu yerine ismail'i feda edeceğine bire on bahse girerim.

"100. "Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla." 101. Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik. 102. Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?" dedi. O da, "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi. 103, 104. Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: "Ey İbrahim!" 105. "Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız." 106. "Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır." 107. Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail'i) kurtardık. 108. Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık. 109. İbrahim'e selam olsun. 110. İyilik yapanları işte böyle mükafatlandırırız. 111. Çünkü o mü'min kullarımızdandı. 112. Biz onu salihlerden bir peygamber olarak İshak ile de müjdeledik. 113. Onu da İshak'ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de. saffat suresi 100-113

10 Kasım 2010 Çarşamba

mö 23 ekim 4004 saat 08:00

"Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. Tanrı, "Işık olsun" diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu. Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın" diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye "Gök" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu. Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin" diye buyurdu ve öyle oldu. Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu. Tanrı şöyle buyurdu: "Gökkubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin." Ve öyle oldu. Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı. Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gökkubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu. Tanrı, "Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun" diye buyurdu. Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın" diyerek onları kutsadı. Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu. Tanrı, "Yeryüzü çeşit çeşit canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen türetsin" diye buyurdu. Ve öyle oldu.Tanrı çeşit çeşit yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun." Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, "Verimli olun, çoğalın" dedi, "Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere -soluk alıp veren bütün hayvanlara- yiyecek olarak yeşil otları veriyorum." Ve öyle oldu. Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu." tevrat - yaratılış 1- 1:31

(bazı tevrat bilimciler, sıkı sıkıya inandıkları bu gerçekler kapsamında ufak bir hesap yapmışlar ve dünyanın yaradılış tarihini hesaplamışlar. dünya, isa'dan önce 23 ekim 4004, saat 08:00 sularında yaratılmış.)

12 Ekim 2010 Salı

abraham ve sarah

tevrat, yaratılış: 12:

avram(ibrahim) ülkedeki şiddetli kıtlık yüzünden kısa bir süreliğine mısır'a gider. ama mısır'a yaklaştıkça içine bir korku düşer. çünkü karısı saray(sara) çok güzel bir kadındır ve mısırlılar saray'ı görüp "bunun karısıdır" diyerek öldürülmekten, karısının sağ kalmasından korkar.

saray'dan tek bir isteği vardır. mısırlılar kendisini gördğünde "onun kızkardeşiyim" demesini istemektedir. böylece canını kurtaracaktır. gerçektende mısırlılar, avram'ın karısının çok güzel olduğunu görürler ve kadını gören firavunun adamları güzelliğini firavuna överler. böylece saray, saraya alınır. saray'ın hatırı için firavun avram'a çok iyi davranır. ona davar, sığır, eşek, kadın ve erkek köle bağışlar.

ama saray yüzünden firavunun ev halkının başına korkunç felaketler gelmeye başlar. en sonunda firavun avram'ı çağırtır ve "neden saray'ın karın olmadığını söylemedin, neden "kızkardeşimdir" diyerek onunla evlenmeme izin verdin. al karını git" der. firavun böylece avram ile karısını sahip olduğu her şeyle birlikte gönderir. avram ilk vurgununu yapmıştır.

tevrat, yaratılış 20:

20. bölümde ise yine kızkardeş mevzuu başlar. eski adı avram, yeni adı abraham (ibrahim) mamre'den negev'e göçerek kadeş ve sur kentlerinin arasına yerleşir. sonra yine geçici bir süre gerar'da kalır. yine durup dururken karısı sara için, "bu kadın kızkardeşimdir" der. gerar kralı adam göndertip sara'yı yanına getirtir(ne karıymış be!). ama tanrı, kralın düşüne girer ve "bu kadını aldığın için öleceksin. çünkü o evli bir kadındır" der. allahtan kral hala daha sara'ya dokunmamıştır. şöyle der tanrıya;

"ya rab, suçsuz bir ulusu yok mu edeceksin? ibrahim'in kendisi bana "bu kadın kızkardeşim" demedi mi? kadın da ibrahim için "o kardeşimdir" dedi. ben temiz bir vicdanla, suçsuz ellerimle yaptım bunu."

bu sefer sıra tanrıya gelmiştir. der ki;

"bunu temiz vicdanla yaptığını biliyorum. ben de seni bu yüzden bana karşı günah işlemekten alıkoydum, kadına dokunmana izin vermedim. şimdi kadını kocasına geri ver. çünkü o bir peygamberdir. senin için dua eder, ölmezsin. ama kadını geri vermezsen, sen de sana ait olan herkes de ölecek, bilesin."

kral avimelek sabah erkenden kalkar ve bütün adamlarını çağırarak olup biteni anlatır. adamlar dehşete düşer.
böylece kral, ibrahim'i çağırtarak, "ne yaptın bize? sana ne haksızlık ettim ki, beni ve krallığımı bu büyük günaha sürükledin? bana bu yaptığın yapılacak iş değil. amacın neydi, niçin yaptın bunu?" diye sorar.

ibrahim ise bence büyük bir pişkinlikle, "burada hiç tanrı korkusu yok, karım yüzünden beni öldürebilirler diye düşündüm. üstelik, sara gerçekten kızkardeşimdir. babamız bir, annemiz ayrıdır. onunla evlendim. tanrı beni babamın evinden gurbete gönderdiği zaman karıma, 'bana sevgini şöyle göstereceksin: gideceğimiz her yerde kardeşin olduğumu söyle' dedim." der.

kral ibrahim'e karısı sara'yı geri verir. bunun yanısıra ona davar, sığır, köleler, cariyeler de verir. ibrahim'e de "işte ülkem önünde, nereye istersen oraya yerleş" der. sara'ya da, "kardeşine bin parça gümüş veriyorum.  yanındakilere karşı senin suçsuz olduğunu gösteren bir kanıttır bu. herkes suçsuz olduğunu bilsin."

ibrahim tanrı'ya dua eder ve tanrı, kral avimelek'le karısına, cariyelerine şifa verir. çocuk sahibi olurlar.
çünkü ibrahim'in karısı sara yüzünden rab, avimelek'in evindeki kadınların hamile kalmasını engellemiştir.

anlaşılan o ki ibrahim, mal derdine düştüğünde kısa bir süreliğine kapağı bir şehre atar. aslında oldukça yaşlı olan ve elden ayaktan kesilmiş karısı(80-90 yaşlarında) hala daha çok güzeldir ve tüm şehir kralları onu arzular. ibrahim ise tevrata göre kavatın teki olduğundan onun evlenmesine göz yumar. çünkü tanrı arkasındadır, onun sağlam destekçisidir ve ibrahim'in elinde daima flush royale vardır. o elle rest çekmek ne demek, utanmasa kralların karılarını, kızlarını bile alabilecek durumdadır. karılarını, kızlarını almasa bile kölelerini ve mallarını alır. karısını kısa bir süreliğine pazarladıktan sonra da mutlu, mesut ve bahtiyar bir şekilde oradan ayrılır. günümüzde böylelerine dolandırıcı denir. yaptığına da dolap.
 

5 Ekim 2010 Salı

sodom ve gomorra

bir gün ibrahim çadırında otururken birden bire rab yanında iki kişiyle beraber kendisine görünür. hemen konuklarını tanıyan ibrahim, rabbim ayaklarını yıkaması için ona su verir ve yemek hazırlar. o ara rab konuşur;

"karın sara nerede?" diye sordular. ibrahim, "çadırda" diye yanıtladı. rab, "gelecek yıl bu zamanda kesinlikle yanına döneceğim" dedi, "o zaman karın sara'nın bir oğlu olacak."sara rab'bin arkasında, çadırın girişinde durmuş, dinliyordu.

sara bu duruma güler geçer. rab kendisine "niye güldün" diye sorunca "gülmedim" diye bir de yalan söyler. koskoca yahudi tanrısına yalan söylemek öyle kolay olmasa gerek. neyse, sara aslında kısırdır. üstelik adet de görmüyordur. ibrahim bile 100 yaşındadır ve neredeyse elden ayaktan kesilmiştir!

daha sonraki bölümlerde ishak doğar ve ismail bir gün ishak ile alay eder. sara bu duruma çok içerler.  ibrahim'in dır dır başının etini yerken cariye ile oğlunu kovmasını ister. çünkü ismail'in, ishak'ın malına ortak olmasını istememektedir. ibrahim bu durumu kabullenemez. çünkü ismail de öz oğludur. tanrı bu durumu görür ve cariyesi ile oğlu için üzülmemesini, soyunun ishak'dan devam edeceğini söyler. ismail ile de ayrı bir millet yaratacaktır.

hikaye özetle böyle olsa bile ortada tuhaf bir durum var aslında. kısır olan ya kadın değil de, erkekse! ve sara'yı dölleyen tanrının kendisiyse! gerçi ibrahim'in ismail diye bir oğlu vardır, ancak kısır sara'nın durup dururken çocuk sahibi olması oldukça ilginç. nedenine gelince...

bilen bilir. çocuğu olmayan kadınlar bazen bir şeyhe, şıha kendini okutup üfletip 9 ay 10 gün sonra çocuk sahibi oluyorlar! sanki bu olayın temeli işte bu hikayeye dayanıyor. bu sefer şeyh değil de, tanrının kendisi okuyup üflemiş!

neyse, hikaye devam eder elbette. sonra rab şöyle bir sodom'a doğru bakar ve yapacağı işi ibrahim'den saklamamaya karar verir. sodomluların büyük bir günahın(eşcinsellik) pençesinde olduğunu söyler. bunun doğru olup olmadığını bizzat görecektir. böylece ibrahim ile rabbin pazarlığı başlar;

rab'be yaklaşarak, "haksızla birlikte haklıyı da mı yok edeceksin?" diye sordu, "kentte elli doğru kişi var diyelim. orayı gerçekten yok edecek misin? içindeki elli doğru kişinin hatırı için kenti bağışlamayacak mısın? senden uzak olsun bu. haklıyı, haksızı aynı kefeye koyarak haksızın yanında haklıyı da öldürmek senden uzak olsun. bütün dünyayı yargılayan adil olmalı." rab, "eğer sodom'da elli doğru kişi bulursam, onların hatırına bütün kenti bağışlayacağım" diye karşılık verdi. ibrahim, "ben toz ve külüm, bir hiçim" dedi, "ama seninle konuşma yürekliliğini göstereceğim. kırk beş doğru kişi var diyelim, beş kişi için bütün kenti yok mu edeceksin?" rab, "eğer kentte kırk beş doğru kişi bulursam, orayı yok etmeyeceğim" dedi. ibrahim yine sordu: "ya kırk kişi bulursan?" rab, "o kırk kişinin hatırı için hiçbir şey yapmayacağım" diye yanıtladı. ibrahim, "ya rab, öfkelenme ama, otuz kişi var diyelim?" dedi. rab, "otuz kişi bulursam, kente dokunmayacağım" diye yanıtladı. ibrahim, "ya rab, lütfen konuşma yürekliliğimi bağışla" dedi, "eğer yirmi kişi bulursan?" rab, "yirmi kişinin hatırı için kenti yok etmeyeceğim" diye yanıtladı. ibrahim, "ya rab, öfkelenme ama, bir kez daha konuşacağım" dedi, "eğer on kişi bulursan?" rab, "on kişinin hatırı için kenti yok etmeyeceğim" diye yanıtladı. rab İbrahim'le konuşmasını bitirince oradan ayrıldı, ibrahim de çadırına döndü.

bu hikayede de ilginç olan durum elbette pazarlık. dünya tarihinde tanrı ile pazarlık edebilen tek kişi ibrahim'dir. sonra yahudilere neden ticaretten bu kadar çok anlıyor diyoruz. adamlar tanrıyla bile pazarlığa tutuşmuş, dünyayı yönetmelerinden daha doğal ne olabilir ki! üstelik ibrahim rabbe hemen anlayacağınız üzere vaaz veriyor yahu! ama konuşulan rakamlara bakınca başka bir ilginç durum da ortaya çıkıyor. elli sayısı aslında enlil'in sayısıdır. sümerler bazen tanrıların adları yerine, onları belirtmek için sayı kullanıyordu ve elli enlil'e denk geliyor. kırkbeş ise eşi ninlil'e. kırk sayısı enki'ye, otuz ay tanrısı sin'e, yirmi ise güneş tanrısı şamaş'a, on ise adad'a ait. neden altmışdan başlamadı mesela derseniz eğer altmış an'ın sayısıdır ve o zaten göklerde yaşar. beş ise yaşlı hanım ninhursag'dır. neyse, sanki bu tanrıların öldürülmemesi için pazarlık yapılıyor gibi bir durum var ortada. en azından bana öyle geldi. bu durumda elbette pazarlık yapan tanrıyı da bilmek gerekiyor. şehirleri yok eden silahlara sahip olan tanrı ninurta'dır. ama sümer metinlerinde geçtiği kadarı ile bu silahları en fazla kullanmak isteyen tanrı enki'nin oğlu nergal'dir. amacı ise ileride tahtı ele geçirecek ve tüm sayıları sahiplenecek olan marduk ile yazının tanrısı oğlu nabu'yı yok etmektir. ninurta ise enlil'in oğlu ve yasal varisidir. büyük tanrılardan olduğu halde rakam verilmemiş, ancak ellinin doğal varisi sayılmıştır.

bu arada iki melek sodom'a varmıştır. lut onları kapıda bekliyordur ve hemen ayaklarını yıkamaları için su vermeyi ve geceyi evlerinde geçirilmesini teklif ederler. melekler ise mırın kırın ettikten sonra teklifi kabul ederler. ancak sodomlular da böyle bir şeyi bekliyor olsa gerek, hemen lut'un evinin etrafını kuşatırlar ve  "bu gece sana gelen adamlar nerede?" diye sorarlar, "getir onları da yatalım" diye ilave ederler.

lut hemen dışarı çıkar ve kalabalığa rica minnet yalvararak konuklarını rahat bırakmalarını, çok istiyorlarda iki bakire kızını onlara verebileceğini, kızlarına ne istiyorlarsa yapabileceklerini söyler. ama kalabalık illaki o iki konuğu istiyordur. o kadar azmışlardır ki kapıları kırmaya çalışırlar ve iki konuk lut'u kapıdan içeri çekerek kapıyı tekrar kapar. bu arada kapıyı kırmaya çabalayanlar kör olmuştur. böylece iki melek lut'a tüm ailesini toplamasını ve evi terk etmesi gerektiğini söylerler. şehir, rabbin buyruğu ile yok edilecektir. o bakire kızları ile evlenecek olan damatları ise ona gülüp geçtiler. üstelik lut da söz dinlemez biri olmuştu. işi yavaşlatınca en sonunda konuklar karısı, iki kızı ve lut'u zorla dağlara götürürler. melekler lut'a hemen kaçıp canını kurtarmasını, yoksa yok olacağını anlatırlar. lut ise meleklerle pazarlık yapar ve bu dağlarda kalırsa canını kurtaramayacağını ve aşağıda bulunan uzaktaki küçük bir kente sığınması gerektiğini anlatır. melekler ona söz verir ve o küçük kente dokunmayacaklarını söylerler.

güneş doğarken ise sodom ve gomorra'nın üzerine rab ateşli bir kül yağdırır ve şehirlerdeki bitkilerine varana kadar tüm canlılar ölür. ölenlerden birisi de ne olduğunu merak edip arkasına bakan ve görüntüyü görünce kendisine inme inip tuza dönüşen lut'un karısıdır. lut'un damat adayları da kendisiyle beraber gelmediği için yok olmuştur. ibrahim'in gördüğü manzara şöyle tarif edilir; "sodom ve gomora'ya ve bütün ovaya baktı. yerden, tüten bir ocak gibi duman yükseliyordu."

aslında en ilginç hikaye bu. kullanılan silah lut'a da zarar verebileceği için sanki nükleer bir silah kullanılmış gibi duruyor. üstelik rab suçlamalar gerçekse şehri mahvedecektir. bu yüzden bunun volkanik patlama, göktaşı afeti olması mantıksız. olacak olan şey, rabbin kontrolü altında olacaktır. bunun oldukça etkili bir silah olması gerekiyor, çünkü şehirdeki her şey bitkilerine varana kadar yok oluyor. hatta lut öylesine korkmuş ki dağlarda bile kendini güvende hissetmediğinden dağların ardındaki küçük bir şehre sığınmak zorunda kalıyor. üstelik lut'un karısı sadece patlamaya baktığı için tuz oluyor. ibrahim'in görünen manzarayı tarif etmesi ise daha da ilginç. yerden tüten bir ocak gibi ibaresi var. sanki atom bombası atılmış lan, valla bak. bu atom bombası benzetmesini ilk yapan da ben değilim elbet. daniken de yapmıştı. üstelik yaratılış kitabının önceki bölümlerinde ortadoğudaki tüm kralların ittifaklar kurarak birbirleri ile savaştığı yazılıdır. sodom ve gomorro kralları büyük yenilgiler almışlardır. yani bu iş, bu savaşların sona erdirilmesini sağlamıştır. sitchin'e göre bu savaş, tanrıların savaşıdır. marduk'un destekçileri ile ninurta taraftarları sümer için kapışmışlardır.

yaratılış 16'da şöyle der: "bunun üzerine sodom, gomora, adma, sevoyim, bala -soar- kralları yola çıktı. bu beş kral dört krala -elam kralı kedorlaomer, goyim kralı tidal, şinar kralı amrafel, ellasar kralı aryok'a- karşı siddim vadisi'nde savaş düzenine girdiler. siddim vadisi zift çukurlarıyla doluydu. sodom ve gomora kralları kaçarken adamlarından bazıları bu çukurlara düştü. sağ kalanlarsa dağlara kaçtı. dört kral sodom ve gomora'nın bütün malını ve yiyeceğini alıp gitti."

devamında ise lut kaldığı küçük kentte hala korkmaktadır ve dağlara çıkmaya karar verir. iki kızıyla beraber bir mağrada yaşamaya başladı. olanlar da o zaman oldu.
"büyük kızı küçüğüne, "babamız yaşlı" dedi, "dünya geleneklerine uygun biçimde burada bizimle yatabilecek bir erkek yok. gel, babamıza şarap içirelim, soyumuzu yaşatmak için onunla yatalım."
olan olmuştur. önce büyük kızı babası lut ile yatar. lut sabah uyanınca bir şey hatırlamaz. sıra küçük kıza gelmiştir. sabah olunca lut yine bir şey hatırlamaz. böylece iki kızı da hamile kalır ve doğacak olan çocukları moavlar ile ammonlular ataları olur.

tevrat'ın yaratılış kitabında ensest çok yaygın bir adettir. ibrahim, karısı sara ile baba bir kardeşidir. kitapta ensestin yaygın olmasının tek nedeni, bence tüm hikayelerin sümer, asur ve babil destanlarından arak olmasından ileri gelir. o destanlarda tüm tanrılar ensestin alasını yaparlar. o yüzden o durumu normal(!) kabul edip, kızların dediği bir lafı açıklayayım. "dünya geleneklerine uygun biçimde burada bizimle yatabilecek bir erkek yok" der kızlar. sanırım patlama o kadar büyüktür ki o küçük şehirde bile yaşayan kimse kalmamış veya kaçmışlardır. çünkü ortalıkta kimse görünmemektedir ve kızlar insanlığın son temsilcisi olarak kendilerini ve babalarını görüp, onunla cimaya girerler! üstelik babanın kızlarına kızmaya gram hakkı da yoktur. sodomlu ibnelere melekler yerine kızlarını utanmaz bir şekilde teslim etmek isteyen lut'un kendisiydi. bu bir aile geleneği olsa gerek. çünkü tevrata göre ibrahim'in kendisi iki defa godoşluk yapıp, karısı sara'nın kendisiyle evliyken başkaları ile evlenmesine göz yummuştur. üstelik bunu yaptığı için tanrı tarafından cezalandırılacağına ödüllendirilmiştir.
tevratın tanrısının eşcinselliği böyle şiddetli bir şekilde cezalandırıp, enseste ses çıkarmaması onun bildiğin sapık olduğunun bir delili aslında.
tevrat arkeologları sodom ve gomorro'nın ölü denizin güneyinde kalan yerler olduğunu söylüyorlar. malum, ölü denizin diğer adı lut gölü.
kur an'da anlatılan olayda ise elbette rab yok. melekler ibrahim'in yanına gelirler ve ibrahim hemen onlara bir buzağı kızartır. ancak melekler yemeğe dokunmazlar. ibrahim durumu yadırgar, içine korku düşer. melekler ona korkmamasını, lut kavmi için geldiklerini söylerler. tam o sırada ibrahim'in hanımı bu duruma güler. melekler de ona önce ishak'ı, akabinde yakup'u müjdeler. karısı bu işe çok şaşırır. kendi ifadesi ile kendisi bir kocakarı, ibrahim ise ihtiyardır(islam alimlerine göre sara 90, ibrahim 120 yaşındadır). melekler ise allah'ın rahmeti ve bereketinin onların üzerinde olduğunu söyler. içi ferahlayan ibrahim meleklerle mücadeleye girişir. lut kavmi yüzünden lut ve ailesinin ölmesini istememektedir. melekler ise o azabın muhakkak olacağını söyler ve konu kapanır.

böylece melekler lut'un evine gelir. lut'un içi daralır. lut'un kavmi ise melekleri görünce koşarak onun yanına gelirler ve melekleri lut'dan isterler. lu t ise "ey kavmim! işte şunlar kızlarımdır; sizin için onlar daha temizdir. Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin. içinizde aklı başında bir adam yok mu?" der.

kavmi ise "senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun. ve sen bizim ne istediğimizi bilirsin" der. lut ise "keşke benim size karşı bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim" der.

melekler bunun üzerine şöyle der;  "onlar sana asla dokunamazlar. sen gecenin bir kısmında ailenle yürü. karından başka sizden hiçbiri geride kalmasın. çünkü onlara gelecek olan şüphesiz ona da isabet edecektir. onlara vaadolunan zamanı, sabah vaktidir. sabah yakın değil mi?"

başka bir surede ise lut'un kavminin daha önceki hiç bir milletin yapmadığı fuhuşu yaptığı söyleniyor. kadınları bırakıp erkeklere yanaştıklarından dolayı taşkın bir millet olduğu belirtiliyor. lut kavmini uyardığı halde kavmi lut'u fazla temiz bulmuştur ve onu umursamazlar. bunun üzerine karısı hariç olmak ailesinin kurtulduğunu, ancak lut kavminin üstüne taş yağmuru yağdırıldığı anlatılıyor. allah'ın emri gelince lut kavminin altını üstüne getirildiği ve üzerine pişirip istif edilmiş taşlar yağdırıldığı anlatılıyor.

kur an'da lut ile kızları arasında tevratta olduğu belirtilen işten bahsedilmez. lut hikayesinin anlatılma nedeni doğru yoldan çıkanların başlarına gelecek olan durumu belirtmesidir.

30 Temmuz 2010 Cuma

davut vs bet-şeba

tevratın samuel bölümünde anlatıldığına göre bir akşamüstü davut yatağından kalkar, sarayın damına çıkıp gezinmeye başlar. damdan yıkanan bir kadın görür. kadın çok güzeldir. davut onun kim olduğunu öğrenmek için birini gönderdir. adam, "kadın, eliam'ın kızı, hititli uriya'nın karısı bat-şeba'dır" der. davut kadını getirmeleri için ulaklar gönderdir. kadın davut'un yanına gelir. davut aybaşı kirliliğinden yeni arınmış kadınla yatar. sonra kadın evine döner. gebe kalan kadın, davut'a "gebe kaldım" diye haber gönderdir.

bat-şeba, tevrata da anlatıldığı gibi evli bir kadındır. kocası uriyah, davut'un askerlerinden birisidir. davut o sırada 58 yaşındadır ve bu 18'lık çıtıra sahip olması yetmezmiş gibi kadının kocası uriya'yı kanlı bir savaşta ön saflarda yer almasını sağlar. uriya savaşta ölür. böylece davud, bat-şeba'yı karısı olarak da yatağına atar. daha önce 99 tane karısı vardır. bet-şeba ile yüzü tamamlar. davut, uriya'yı ölüme göndermeden önce ise sürekli evine yollayarak bat-şeba ile ilişkiye girmesini sağlamaya çalışır. böylece çocuk konusu kapanacaktır. oysa herif efendisine çok sadıktır. dizinin dibinden ayrılmaz. davut bat-şeba ile kocası uriya arasında cinsel münasebeti başaramayınca onu cephede ön saflara sürüp ölmesini sağlar.

olay burada kalmaz tabii. bet-şeba'nın davut'tan bir çocuğu olur. ama çocuk doğduktan yedi gün sonra ölür. yahudiler bu ölümü davut'a verilmiş bir ceza olarak kabul ederler. tanrı, natan adlı birisini(peygamber) davut'a yollar(tevrata göre davut peygamber değil, kraldır). davut'a yaptığı iyiliklerden bahseder. ona kendisinden önceki kral saul'un karılarını vediği halde neden hala böyle yaptığını sorar. öfkesi dinmeyen tanrı davut'un karılarını elinden alacağını, tıpkı kendisinin uriya'ya yaptığı gibi karılarını başkasının götüreceğini söyler. üstelik bunu davut gibi gizlice değil, güneşin altında, tüm israil'in göreceği şekilde yapacaktır.

davut'un aklı başına gelir. ama tanrı tarafından öldürülmeyeceğini anlayınca rahatlar. ancak tanrı bat-şeba'dan doğan çocuğu yine de öldürür. davut en sonunda büyük bir pişmanlık duyar. mezmurların bir kısmı bu duyulan pişmanlığı anlatır.

en sonunda davut yıkanır, yağlanır ve giyisilerini değiştirerek rabbin evine gider, secde eder. akabinde bat-şeba ile tekrar yatağa girer. doğan çocuğun adı süleymen'dır artık.

kur an'da ise olay daha farklı anlatılır. sad suresinde geçtiğine göre iki kardeş birbirinden davacı olarak davut'un huzuruna gelir. birinin doksandokuz dişi koyunu vardır. diğerinin ise yalnızca bir tane. doksandokuz koyunu olan kardeş o bir koyunu da istiyordur. işin ilginç yanlarından birisi de bu iki davacıyı gören davut korkar. onu sakinleştiren ise davacıların kendisidir(bu iki kişinin melek olduğu da söylenir). neyse, sonunda doksandokuz koyunu olan kişiyi haksız bulur ve rabbinin kendinin denediğini sanıp secdeye kapanır ve tövbe eder. tanrı ise ona kısaca yeryüzüne halife yaptığını, nefsine uymamasını, adaletle hükmetmesini, hesap gününü unutanların şiddetli azabı göreceğini söyler. akabinde de ona süleyman'ı verdiğini belirtir.

bu dişi koyunlarla nefsi arzularına uymama konusu ve akabinde süleyman'ı verdiğini söylemesi ilginç tabii. doksandokuz koyun meselesi ise basit. tevratta davut'un doksandokuz karısı olduğu söylenir. o bir kişi ise bat-şeba'dan başkası değildir.

bu tablo rembradt'a ait. bat-şeba banyoda temizlenirken. elinde davut'un kendisine yolladığı istek mektubu var. kadın çok üzüntülü. kralına karşı gelemiyor. model rembrandt'ın sevgilisiymiş. bu kadın şimdi yaşasa ben bile yüzüne bakmam. o göbek ne lan öyle.


jan massys'in bu tablosunda da bet-şeba yine temizleniyor. ama mekan filistin değil, avrupa. hizmetçisi ayaklarını temizleyecek. bet-şeba'nın ayakları çok komik. el parmakları kadar uzun ayak parmakları var. yanındaki davut olamaz. herif çok genç. ayrıca arka planda kalan kuledekiler kim, merak ettim. bilen varsa yazsın. ama sanırım bu tablo davut'un bet-şeba'yı ilk görüşü oluyor.
bu tablo ise artemisia gentileschi'nin. jan massys'in tablosu ile arasında bariz bir benzerlik var. ama bunun ayakları daha güzel. hikayesini bilmiyorum. ama sanki bat-şeba, davut için temizlenirken ondan gelen hediyeye bakıyor. ee, kadınlar incik boncuğa bayılır ne de olsa! arka binada da davut olanı biteni izliyor gibi. dediğim gibi, anlatılan hikayeyi bilmiyorum.

bu da jan steen'e ait. mektubu getiren cadıya benziyor! demek davut'un pezevengi bu kadınmış! kadının kıyafeti ile yüzü arasında acayip bir orantısızlık var.


bat-şeba yıkanıyor. izleyen davut sanırım. resmin yanında paris 1500 yazıyordu. sanırım bu iki resim (aşağıdakiyle beraber) bir kitap yaprağı.

davut ile hititli uriya. kralının karısını becerdiğinden habersiz. ona hizmetlerini sunmakla meşgul. bir süre sonra cephenin en önünde savaşıp ölecek.

bazen sırf bu tabloların tam anlamını öğrenmek için sanat tarihi okunurmuş gerçekten diyorum. bu yazdıklarım üstün körü bilgi. tam anlamlarını bilmeden yazmak ukalalık aslında.


filmini de çekmişler! bizim gregory pekmezciyan(peck) oynamış. kendisi türkiye sürgünü bir ermenidir.ama sürgünden önce mi, yoksa sonra mı doğduğunu bilemeyeceğim.

Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.