heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!
bilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Temmuz 2014 Perşembe

matrix


şu an evren bilimciler ilginç bir teori ile ilgileniyorlarmış. aslında gerçekten matrixde yaşıyor olabiliriz. yani evrenimiz bir similasyondan başka bir şey olmayabilir. bu teoriyi ispatlamak veya çürütmek adına deneyler yapılıyor ve matematiksel olarak bu durum kesin.

araştırmacılar bu teoriden yola çıkarak(doğada kanun yoktur, her şey teoridir, yerçekimi de dahil) evren içinde bulunan kozmik ışınları incelemeyi planlıyorlarmış. böylece kozmik ışınlar içerisindeki ana kaynağın imzasını bulabilirlermiş. esas merak edilen ise başka bir şey. aynı platform üzerinde yürütülen diğer sanal evrenlerle bağlantıya geçilebilir mi?

neyse, evren bilmediğimiz ve mecburen karanlık madde adını verdiğimiz bir şey tarafından giderek hızlanıyor ve genişliyor. sonunda olacak olan şey ise evrenin atomlarına ayrılması ve sonra atom altı parçacıklara kadar bölünmesi. bu parçacıklar arasında da mesafe genişleyince enerji seviyesi ve ısı 0 noktasına varacak. radyoaktif bozunmayla beraber evren karanlık, soğuk bir hiçlik olarak genişlemeye devam edecek ve en sonunda ölecek.

evren, 10 trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyoon kere trilyon kere trilyon kere trilyon kere yıl sonra yok olacak.

ciddiyim bak..

(not: video, evrenin keşfedilen kısımlarının hazırlanan simülasonudur.)

17 Ocak 2013 Perşembe

sahra çölü(!)

geçen hafta sonu cnntürk'te belgesel izliyorum ve tamamen araya sıkıştırılmış gibi duran bir bilgiyi de söylediler. sahra çölü eskiden yeşilmiş lan! daha önce bunu bilmiyordum. nette araştırma yaparken sadece tek bir siteye rastladım. seyfullahdemir.com.

bu bilgiyi bi kaç yıl önce farklı şekilde öğrenmiştim aslında. mısır'daki üç büyük piramidin olduğu yer, piramidler yapılırken yeşilmiş. sonradan çölleşmiş. neyse, sahra çölüne dönelim biz. jeolojik bulgular gösteriyor ki afrika kıtası milyarlarca yıl önce şimdiki yerinde değildi. kabaca kuzey sahilleri şimdiki sahra çölünün güney tarafındaydı ve avrupa ile arasında tethis denizi vardı. ancak zamanla bu büyük kütle kuzeye doğru ilerledi ve kuzey afrika yükselmesi yaşandı(kıtların ayrılması/birleşmesi vs). çölde hala daha balina ve yavrularının fosillerine rastlanıyormuş.


neyse, kıta kuzeye kaydı tamam, ama bu yeşillik için yeterli değil. bildiğiniz gibi dünyanın ekseni düz değil. dünya yalpalıyor. yörenge düzlemi de sabit değil. şimdi 23 derec civarı. ama 21 derece civarına kadar geri dönebiliyor. işte bu 21 derece zamanlarında muson yağmurları şimdiki sahra çölüne yağarmış ve çöl dediğimiz yer aslında yemyeşil alan. mis gibi, tam piknik alanları. vur ceylana, çevir hemen..

bu çöl/piknik alanı meselesi yirmi bin yılda bir olurmuş. en son beşbin beşyüz yıl önce çölleşmeye başlamış ve yaklaşık 200 yılda güm. koskoca göller, ormanlar, çayırlar ve nehirler kurumuş. yine yapılan kazılarda yedi bin yıl önce o bölgede büyük topluluklarının yaşadığını göstermiş. muson biter ve geriye çöl kalır. çölün bir daha yeşillenmesi ise on beş bin yıl sonra.

ama o da ne? bu çölde petrol bulunmasından sonra kazılar son sürrat devam ederken çok şaşırtıcı bir keşif daha yapılmış. su. çölün altı komple su. yaklaşık 1 km dipten çıkabiliyormuş. çöldeki vahaların da topraktaki bu suyun çıkabileceği çatlakları yüzünden oluştuğu artık biliniyormuş.kaddafi'nin bu suyu çıkartmak için çabaladığını duymayan kalmamıştır. bu iş için milyonlarca dolar para yatırdığı söylenir. ama işin riskli bir yanı var. yaklaşık 1 milyon yıldır var olan o su kaynakları yüz yıl içinde tükenebilirmiş.


burada bilinen gölleri ve bağlantıları. göller arasındaki nehirlerle tatlı su balıkları bir uçtan diğer uca gidebiliyormuş. çünkü tunus'da ve kenya'da aynı tür balıklara rastlamışlar.


uzun lafın kısası şudur ki; belkide atlantis denilen yer burasıdır. hepi topu 5500 yıl önce olmuş. yazı bulunalı 6000 yıl oldu. göbekli tepe 8000 yıllık. şu dünyamız çok acayip bir yer. hepi topu 50-60 bin yıl önce homo sapiens doğu afrika'dan çıktı. aden boğazını aştı ve tüm dünyaya yayıldı. diğer iki insan türünü yok etti(ruhumuzda katliamcılık var). tüm insanlar % 99,9 oranında birbirisinin aynısı. yapılan çalışmalar yaklaşık 200 bin yıl önceki afrika'da yaşamış tek bir kadından türediğimizi gösteriyor. kuşlar, böcekler, çimenler vs..


konu ile ilgili belgesi buradan izleyebilirsiniz. görseller buradan alınmıştır.

18 Şubat 2011 Cuma

genlerimizde yazan kaderimiz midir?


şu gattaca filmini izledikten sonra iyice kafama takıldı bu soru. filmde genetik o kadar ilerliyordu ki, doğan çocuğun topuğundan kan alıp, göz bozukluğundan yeteneklerine ve hatta hangi sebeplerden öleceğine dair oranlara ve hatta öleceği yaşa kadar her şey söyleniyordu. böyle bir şey gerçekten olabilir mi? kader tabletlerimiz genlerimizden başka bir şey değil mi? sürekli çabalamamıza rağmen, dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyor olmamızın nedeni, genlerimizden başka bir şey olmayabilir mi? malum, şimdi bile genetik sipariş üzerine çocuk edinilebiliyor. göz renginden başlayıp bir çok özelliğini belirleyebiliyorsun. ama kktc hariç her yerde yasak! peki ya ileride? gerçekten insan yapımı, sıfır hata, mükemmel insanlar mı saracak dünyayı?

sonra kafamı kurcalayan bu soruyu genetikçi bir arkadaşıma sorayım dedim. bu biraz da kaderden ne kastettiğimize bağlıymış aslında. kaş-göz renginden tut da, hangi hastalıklara meyilli olduğumuz hep yazıyor genlerimizde. ya da ne bileyim, kişiliğin mesela. ama bu genetik bilgiler sadece ipucu olabilir ileride nasıl bir insan olacağımıza dair. zira kural şuymuş:

25 % genetik + 75 % çevresel faktörler.

bu çerçeveden bakınca çevresel faktörlerin(yani değişken) önemi büyük. genetik ise(sabit) o kadar da fazla önemli değilmiş gibi duruyor. elimizdeki değişkeni de değiştiremiyoruz aslında. yani genetiğini bildiğimiz(saç teli, dökülen deri analizi vs) kişileri iyi bir şekilde gözlemlersek eğer(veya tersi durum), bence 10 yıl sonraki hallerini şıp diye bilebilir. gerçi genetiğini bilmeden de belirli bir yargıya ulaşabiliriz.

şöyle düşünün; elimizde yeterli veri varsa, güneş sisteminde ne zaman ne olacağını, hatta uzayda bile ne zaman ne olacağını, hatta dünyada bile ne zaman ne olacağını bilebiliriz. çünkü belirli bir döngüye sahip her şey. koskoca evrenin kendisinin bile geleceğini bilebilirsek, elimizdeki yeterli verilerle ve iyi bir gözlemle insanın da ne zaman ne yapacağını kestirebiliriz. hatta ne zaman öleceğini de!

daha açık ifade edersem, bizim de gezegenler gibi belirli bir rotamız var. o rotaya girmek zorundayız ve birden bir bakıyorsunuz, aslında hiç olmak istemediğiniz yerdesiniz. güçlü bir irade bunu değiştirebilir gibi gelebilir size. bence o ihtimal de yok. her şey olacağına varır mottosu hesabı, güçlü iradenin olmasınını istediği şey, olması gereken şeydir. yani kaçacak hiçbir delik yok. insanlar iradesiz hayvanlardan başka bir şey değil. tesadüf denilen şey işte bu döngülerinin devamına yardımcı oluyor. her şeyin tekrar rotaya girmesini sağlıyor. yani çöpçü olmak kaderinizse, çöpçü olmaktan başka şansınız yoktur! ne yapar, ne eder, eninde sonunda çöpçü olursunuz. belki gen teknolojisi iyice gelişirse, çöpçü olan kaderimizi resetleyip, yeni bir kader yükleyebiliriz kendimize...

13 Mayıs 2009 Çarşamba

e=m.c²


biraz formüle dalayım dedim ve size formülü açıklayayım. bilimin en bilinen formülü e=m.c² dir. bu formülün einstein ın olduğunu neredeyse okumuş yazmış herkes bilir. tabii formülü uygulayınca anında atom bombası elde edilmiyor. fight club da eşit miktarda benzin ve portakal suyunun napalm yaptığı söylense bile bu formül ile ev yapımı atom bombası elde edilemiyor!

einstein, özel görelilik teorisi ile bir maddenin kütlesinin enerjisi ile eşit orantılı olduğunu ispat etmiştir. yani maddeyi oluşturan parçacığın enerjisi, kütlesi ve ışık hızının karesinin çarpımına eşittir. ışık hızı saniyede 300.000 km dir ve böylece evrendeki her parçacığın inanılmaz bir enerjisi olduğu görülür. bu güç şimdi nükleer reaktörlerde kullanılıyor. yani çok az madde ile çok fazla enerji üretiliyor. hiroşima ya atılan atom bombası da aynı temele dayanıyor.

eşit miktarda portakal ve benzinden imal! edilmiş napalm bombaları tokyo da 250.000 japonu öldürürken, atom bombası sadece 200.000 kişiyi öldürmüştü.

bu teori sadece sabit hızla hareket eden cisimler için geçerlidir ve yerçekimi tanımı içermez. yani uzayda hareketleri bir ivme kazanan cisimler için kullanılır ve elimizdeki en iyi yerçekimi teorisidir.

yani; durduğumuz yerde sabit bir noktadan bize bir plastik top atılsa bize bir şey olmaz, kolayca yakalarız. ama hareketli bir noktadan, mesela hızla giden bir arabadan aynı top bize atılsa kemiklerimiz bile kırılabilir. yani topun hızına arabanın da hızı eklenir, yani kinetik ejerji.

teoriye göre hareketli bir ortamdaki saat, sabit bir saate göre daha yavaş hareket eder. saat, ışık hızına ulaşırsa saatin ölçtüğü zaman sabit kalır, zaman durur. bunun sebebi ise hızla giderken mesafenin kısalması ve zamanın yavaşlamasıdır.

ikizler paradoksuna göre bir çift yumurta ikizlerinden biri dünyada kalsa, diğeri ışık hızına yakın bir uzay gemisiyle hareket etse, uzay gemisindeki kişi daha fazla yaşlandığını hissedecektir. ama dünyadaki ikiz de daha fazla yaşlandığını düşünecekti. bunun sebebi ise uzay gemisindeki ikizin dünyaya dönmesidir. geri dönmeyip uzay gemisinde kalsa dünyadaki ikizine göre oranla zaman yavaşladığı için daha az yaşlanacaktı.

işte görelilik teorisi newton ın bir teorisini de ispat etmişti. bu kanuna göre bir cisime belli bir mesafeden diğer cisim tarafından uygulanan çekme kuvveti, uzaklığın karesi ile ters orantılıdır. dünya güneşten iki kat uzaklaşsa çekim kuvveti dörtte bir oranında düşer. yerçekiminin gücü kütleye bağlıdır, yani kütle arttıkça çekim artar, cismin hızı arttıkça kütle artar.

ama gerçekte einstein a nobel getiren çalışması kuantum mekaniği, atomların ve atomları oluşturan partiküllerin yapısını ve davranışlarını incelemesidir. bu bilimin ortaya çıkardığı yepyeni dünya, hawking in en önemli çalışmalarından da birisidir.

neyse, atomlar normal ışıkta görülmez. bunun yerine küçük parçacıklarla bombardımına tutulur ve çekirdek ile elektronlar görülür. kuantum kuramı ise bir ısı kaynağının çevreye nasıl ısı yaydığı araştırılırken bulundu. ısı, bildiğiniz gibi bir enerjidir ve tüm enerjiler gibi dalga boyu farklıdır. bu kurama göre enerji, akan bir çeşmeden gelen su gibi değil, kapalı bir çeşmeden damlayan su parçaları gibi çevreye yayılır.

elementler enerjiyi belirli bir dalga boyunda emer ve yayarlar. yani uzak bir yıldızdan gelen ışık, yaydığı dalga boyu sayesinde hidrojen mi yoksa helyum atomumu olduğu hesaplanabilir. bugünkü ışımanın sıcaklığı ölçülerek big bange doğru geriye gidilmiş ve evrenin oluşması anındaki sıcaklık hesaplanabilmiştir.

7 Mayıs 2009 Perşembe

zaman yolcuğu ve kader


zamanda yolculuk hadisesini anlatan ota, boka bayılıyorum. üstelik zamanda yolculuk yapsam, ilk yapacağım şey lise sınavlarına giren beni bir güzel dövmek olurdu.

en meşhur zaman yolculuğu hikayesi geleceğe dönüş filmi sanırım. lost da bile ondan bahsettiler. güzel bir üçlemeydi. ama o filmde, artık herkesin bildiği gibi, zaman yolculuğu ile ilgili büyük bir hata vardı. marty, babasının başarılı bir yazar olması için geçmişte yaşanan olaylara müdahele eder. bunun sonucunda babasının zengin olduğu bir boyut ile pısırık kaldığı ikinci bir boyut olmalıydı. ama filmin sonunda sadece zengin olduğu boyutu görürüz.

tabi plutonyum ve saatte 80 mil hıza ulaşmak işin eğlencesi. işin gerçeği ise solucan deliği.

solucan deliği iki kara delik arasında bir tüneldir. bu tünelin kozmik yaylar adı verilen, eksi basınç seviyeleri olan, sıkıştıkça genişleyen bir madde olduğu düşünülüyor. bu madde, yani kozmik yay, yerçekimi dolayısıyla kara deliklerin bu solucan deliklerini kapatmaya çalışmasına karşılık olarak, önceliklerinden dolayı tünelin kara delik tarafından kapatılmasına karşı çıkacaktır. bu da tünelin her zaman açık olacağı anlamına geliyor. işte zaman yolculuğu bu tünellerde yapılabilir. ama yapabilmemiz için bir elektron veya proton kadar küçük olmamız gerekir.

bir ihtimal daha var gerçi. eğer ışık hızı ile hareket edebilirsek kendi görüntülerimizi yakalayabiliriz. hatta özel araç ve gereçlerle o görüntülere girebiliriz. laylaylom yapabiliriz. ama ışık hızına ulaşmak için ışık olmamız lazım!

aslında zaman yolcuğu insanın gözünün içine kader kavramını sokar. yaptığınız hiçbir şey sizin iradeniz altında değilmiş gibi görünür. lost da da denildiği gibi, zaman sadece bir sokaksa ve biz o sokakda sadece ileri geri hareket edebiliyorsak, sokağın bir kaldırım taşını bile değiştiremiyorsak, harbiden, bir makinanın dişlisinden ne farkımız var?

kaderi de ilk düşünen uygarlık, hemen her şeyi beceren sümerler. onlar kadere 'nam' derlermiş. bu hayatın boyunca üzerinde yürüdüğün, tanrılar tarafından çizilmiş hayat yolundur. bir kısmet diye çevirebileceğimiz 'nam.tar' var. tanrılar tarafından çizilmiş yolda yaptığın işlerin bazılarının senin elinde olmasını anlatıyor. mesela o an şarap değil, efes içmen, kuru fasulye değil, pilav üstü güzel bir döner yemen gibi. yani genel hayat akışına ciddi bir müdahale yok. tanrılar o kadar ayrıntıya girmiyorlar. ama tüm bunlara rağmen gılgamış kendi kaderini çizmek istiyor, mücadele ediyor, ölümsüzlüğün kıyısına kadar geliyor. ama kaderi çizilmiştir. başaramıyor!!!

islamdaki kader anlayışı ile neredeyse bire bir örtüşüyor. külli ve cüzi irade gibi. gerçi islamda iyi ile kötü yolu seçmek sizin elinizde. tanrı sadece gideceğin yol biliyor. ona rağmen seni yargılıyor. ilginç.


tekrar zaman yolcuğuna dönersem eğer; zaman yolculuğu bir kısır döngüye de sebep olabilir. lost daki gibi. faraday geçmişte annesi tarafından vurulur. annesine daha doğmayan çocuğu olduğunu söylemiştir. annesi bunun bilir. yine faraday ı doğurur. adaya yollar. faraday geçmişe gider. annesi tarafından vurulur. annesine daha doğmayan çocuğu olduğunu söylemiştir. annesi bunun bilir. yine faraday ı doğurur. adaya yollar. faraday geçmişe gider. annesi tarafından vurulur. annesine daha doğmayan çocuğu olduğunu söylemiştir. annesi bunun bilir. yine faraday ı doğurur. adaya yollar. faraday geçmişe gider. annesi tarafından vurulur. annesine daha doğmayan çocuğu olduğunu söylemiştir. annesi bunun bilir. yine faraday ı doğurur. adaya yollar. faraday geçmişe gider. annesi tarafından vurulur. annesine daha doğmayan çocuğu olduğunu söylemiştir. annesi bunun bilir. yine faraday ı doğurur. adaya yollar. faraday geçmişe gider. annesi tarafından vurulur. annesine daha doğmayan çocuğu olduğunu söylemiştir. annesi bunun bilir. yine faraday ı doğurur. adaya yollar. faraday geçmişe gider. bla bla!!!

peki ya bir zaman yolcusu kazara daha annesini doğurmadan anneannesini öldürürse. bu durumda kendisi hiçbir zaman var olmayacaktır. ama var olduysa anneannesi ölmemiştir. böylece zaman yolcusu var olmuştur. ama zamanda yolculuk ederken anneannesini öldürmüştür. bu durumda var olmayacaktır. var olduysa anneannesi ölmemiştir.böylece zaman yolcusu var olmuştur. ama zamanda yolculuk ederken anneannesini öldürmüştür. bu durumda var olmayacaktır. var olduysa anneannesi ölmemiştir.böylece zaman yolcusu var olmuştur. ama zamanda yolculuk ederken anneannesini öldürmüştür. bu durumda var olmayacaktır. var olduysa anneannesi ölmemiştir.bla bla!!!

5 Mayıs 2009 Salı

evrenin sonsuz döngüsü ve en sevdiğim kara delik


tevrat'ın açılış cümlesinde "başlangıçta sadece elohim vardı" der. ama artık başlangıçta ne olduğunu tahmin edebiliyoruz. meğer başlangıçta sadece büyük bir patlama varmış.

bildiğiniz gibi newton, yerçekimi kuvvetini farkederek einstein ve hawking gibi dahilere öncü olmuştur. newton, gezegenlerin savrulmadan nasıl bu kadar düzenli hareket ettiğini düşünürken gezegenlerin güneş tarafından belirli bir güçle çekildiğini düşündü ve bunun evrensel bir kuvvet olarak kabul etti. adına da 'yerçekimi kuvveti' dedi.

her ne kadar newton'ın principia adlı eserini okumasam da bu eserde evrenin bir saat gibi işlediğini belirttiğini biliyorum. ama bu saati kim kurdu a dostlar?! newton'ın zamanında bunun cevabı tanrıydı. hatta 1900'lerin başına kadar cevap hep tanrı kaldı.

ama 1920'lerin sonlarında edwin hubble bir keşif yaptı. teleskopla inceleme yaparken yıldızların yaydıkları rengin kırmızıya dönüştüğünü, böylece yıldızların dünyadan gitgide uzaklaştığını anladı. çünkü uzayda kırmızı ışık yayan bir cisim, mavimsi beyaz bir ışık yayan cisimden daha soğuk ve uzun dalga boyuna sahiptir. bu da cismin daha uzakta olduğunu gösterir. böylece newton'ın tersine evrenin sabit olmadığını, sürekli genişlediğini bizlere gösterdi.


yine newton'ın tersine, evrenin sonsuza dek kalmayacağı anlaşıldı. ama hubble'dan önce einstein çeşitli hesaplamalar yapmış ve evrenin sabit olmadığını farketmişti.

ama işin ilgi çeken yanı bu değildi. evren sürekli genişliyorsa bunun bir başlangıcı olmalıydı. 1940'ların sonunda george gamov, big bang teorisini açıkladı. başka biri, kozmik yumarta olarak adlandırdıkları, uzayda minik bir noktanın patlaması teorisi ve patlamadan oluşan radyasyonun tespit edilmesi ile(ki bu tespit, tespit edenlere nobel kazandırmıştır) neredeyse her şey çözüldü. gerçi bu tespit tamamen bir tesadüftür. ikili yakaladıkları radyo sinyalinin ne olduğunu çözememişler, akabinde aldıkları bir kaç ufak yardım ile nobeli kapmışlardır.

bu patlama; sıfır hacimde(hacim yok), sonsuz yoğunlukta(düşünün) ve trilyarlarca derece bir sıcaklıkta, uzayda bir noktadan doğmuştu. bu, dışarı doğru parçalar yayarak bir patlama değildi. çünkü daha dışarısı yoktu! evren, patlamadan sonra hala daha birbirine sıkıca kenetlenmiş, ama gittikçe genişleyen ve genişledikçe soğuyan bir enerji, uzay-zaman ve ateş topuydu.

patlamadan 10 salise sonra evren 30 milyar derece sıcaklıktaydı. bu sıcaklıkta proton, nötron parçacıkları ile bunları oluşturan foton, nötrinon, kuvark ve tanrı zerrecikleri oluştu. 1 saniye sonra sıcaklık 10 milyar derece ve parçacıklar arası tepkimeler oluşmaya başladı. 14. saniyede sıcaklık 3 milyar derece ve hidyojen ile döteryum oluştu. başlangıçtan sadece 3 dakika 2 saniye sonra helyum atomları oluşmuştu.

bu anda evrenin yüzde 75'i hidrojen, yüzde 25'i helyumdu. patlamadan günümüze kadar süren 15 milyar yılda ise genişledikçe soğuyan evrende gaz bulutları bir araya gelmiş, gaz bulutlarında daha ağır elementler oluşmaya başlamış, gezegenlerin, yıldızların, yani evreni oluşturan maddelerin atomlarının birbirleriyle birleşerek oluşmasına olanak sağlanmıştı.

patlamadan önce ne vardı peki? din buna cevap olarak tanrı der ve herşeyi onun lütfu olarak görür. tanrı herşeyi planlamıştır ve big bang ile planlarını hayata geçirmiştir.

hawking, olaya din açısından bakmaz elbette. ona göre evren sonsuz bir döngüdür. olay big bang ile başlamış, evren genişlemeye devam etmiştir. an gelecek genişleme duracak ve evren ilk geldiği noktaya doğru büzülmeye başlayacaktır. bu da evrenin sonu olacaktır(tahminen 4 milyar yıl sonra). sonra tekrar big bag ve herşey yeniden başlayacaktır. bu sonsuz döngü devam sürekli ama sürekli devam edip sonsuza kadar peşimizi bırakmayacaktır!. din artık bu görüşü kabul etmeyi bırak, sahiplenmeye başlamıştır.


hawking şöyle der;

"güneşten en az 3 kat büyük büyük yıldızlar, ağırlıkları yüzünden içe doğru çökerler. böylece bir kara deliğe dönüşürler. einstein'in görelilik kuramına göre bir gök cisminin yakınından geçen bir ışık ışını, sapmanın etkisiyle bu cismin etrafında bir yörüngeye girer ve dışarıya hiçbir zaman kaçamaz. işte böyle gök cisimlerine kara delik denir ve bu adı almasının nedeni bu ışınları kendisine hapsetmesidir."

hawking ve ekibi ilk baştan kara deliklerin merkezine yoğunlaşırlar ve doğal olarak hiçbir şey bulamazlar. çünkü dışarıya kaçan bir şey yoktur. çünkü her şeyi yutuyordu. neticede kara deliklerin merkezine inip inceleme yapılması harbiden imkansız. böylece başka bir yıldızın yörüngesine girmiş kara delik ve kara deliğin yıldızın çevresinde dönerken yıldızdan koparıp yuttuğu parçaların yerçekimin etkisiyle ısınmaları sebebiyle çıkardıkları x ışınlarını yakalamayı düşündüler. termodinamiğin o meşhur yasaları ile ilk kara deliklerini bulurlar. adı da cyngus x-1 adını verdiler.



akabinde kendi kara deliklerini bile oluşturabileceklerini söylediler. eğer dünyanın kütlesi 1 santimetreküpe sıkıştırılabilirse bir karadelik elde edilebilir! bir cisim ne kadar çok küçükse o kadar çok sıkıştırılmalıdır. bunu ne yapabilir sizce? elbette basınç. böyle bir basınç uzayda var ve evrende milyarlarca küçük kara delik mevcuttur. yani;

bir atom küçüklüğünde olan minicik bir kara delik, bir güneş sistemi yaratabilecek yoğunlukta bir enerjiye sahiptir.

genel kural, bir kara deliğin kütlesi, çevresindekileri her zaman yutar, hiçbir şeyi dışarı çıkarmaz. kütlesi gittikçe büyüyen bir nesne, kara delik bile olsa patlamaya mahkumdur! bu patlama size neyi hatırlatıyor?

neyse, kara deliklerin ilgili kanunlar gereği bir sıcaklığı olmalıdır ve dışarıya enerji salmak zorundadırlar. böylece kara deliklerin dışarıya hiçbir şey salmadığı düşüncesi terk edilir. kaybettikleri bu parçalar nedeni ile kütle küçülür ve yoğunluk artar ve bang! patlar! yani big bang! belkide big bang bir kara delik patlamasıdır ha!

peki ya anti madde?

evrende her şey ikişer ikişer oluşmuştur. sadece maddenin karşılığı olan anti madde evrende yoktur. bunun nedeni ise evren oluşurken madde ve anti madde birbirlerini yoketmişlerdir. ama madde sayıca fazla olduğundan geriye bir tek o kalmıştır. işte isviçre'deki cern bunu araştırıyor.

bu ikiliğe şöyle bakalım;

eksi yüklü elektron ile artı yüklü pozitron bir araya geldiklerinde çarpışıp yok olurlar. zerreciklere dönüşürler, bir süre sonra yine pozitron ve elektron haline gelirler. kara deliklerde böyle parçalar birbirleriyle etkileşir ve birbirlerini yok ederler. ama etkileşimin dışında kalan parçacıklar uzaya kaçar ve kara delikte enerji kaybı yaşanır. kütle küçülür, basınç artar ve bang(!) patlar. ortaya yeni bir evren çıktı! bu süreç evrenin aşırı genişlemesi ile ağırlığının artması ve genişlemeyi durdurması ve yok oluncaya kadar büzülmeye başlaması ile sürekli ve sürekli devam edecektir.

ama işin asıl püf noktası başka. big bang den sonra evlenin genişleme hızı milyarda bir oranında bile az olsaydı, evren şimdiki durumuna gelmeden çökerdi. bu sadece bir tesadüftür. çünkü bizim evrenimizi oluşturan patlamalar gibi kaç tane patlama olduğu bilinemez. belki bazı patlamalar hemen çöktü, kaçı başarılı oldu, kaçı başarız kaldı, bilinemez. tamamen tesadüf. trilyonlarca ihtimalden biri gerçekleşti ve en sonunda ben doğdum. süperim lan ben!

ama tüm bunlara rağmen evren newton'ın dediği gibi mükemmel bir dengede değil, saat gibi işlemiyor. gittikçe genişliyor, yıldızlar yok olup kara deliğe dönüşüyor ve evren 4 milyar yıl sonra yolun sonuna gelecek. mükemmel dengede evren yok olmaz. sonsuza kadar sürer.



Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.