sevgili izleklerim, geleceği örgütmelekten kastım biraz zaman yolculuğudur, cassandra kompleksidir ve distopyadır. distopya, ütopyanın tersidir. kötü geleceği anlatır. edebiyatta ve sinemada bu işin kralı yapılır. misal 1984 böyle bir romandır ve filmi de güzel sayılabilir. cassandra kompleksi ise geleceği bilmek, ama onu değiştiremek. anlatmak istediğim konu çoğunlukla distopya ile alakalı. salt kötü gelecek temalı filmlerin en krallarından bahsetmeyeceğim. bu kötü geleceğin nedeni olan zaman yolculukları ile ilişkilendireceğim. yani geçmişe gidip kendi geleceklerini yaratan filmlerden bahsedeceğim. bilirsiniz, normalde sebep-sonuç ilişkisi vardır. ama bu filmlerde bu süreç tersine dönmüştür ve sonuç-sebep ilişkisi ortaya çıkar. bu tür filmlerde genelde geleceği yok edemiyorsunuz, sadece süreci erteleyebiliyorsunuz.
bu filmlerin en kralı terminatör serisidir. makineler connorları öldürmek için geçmişe giderken aslında kendi geleceklerini inşa ederler ve bu kısır döngüdür. sarah connor ikinci filmde hastanede tedavi altındayken cassandra kompleksinden tedavi görmektedir. çünkü kıyametin tarihini veriyordur. sarah, ilk toplu imhaya neden olacak zamanı yok eder, ama sadece süreç biraz ertelenmiştir. makineler üçüncü filmde geçmişe gidip kendi geleceklerini nihayet başlatırlar.
aslında bir dallamanın oynadığı butterfly effect'de bu filmlerden birisidir ve insanlığı değil, bir grup insanı ilgilendirir. bir beyin rahatsızlığına sahip kahramanımız geçmişine dair izlere dokununca o ana gider ve yaptığı hatayı düzelttiğini düşündükçe iyice boka batar. sevdiği kızı orospulaştırır, o kızın kardeşinin hayatını karartır, kendisi sakat kalır, özgüvenini son derece yüksek biri haline gelir falan derken kız ve kardeşi ile tanışmayarak olayı çözümler. film boyunca kendi geleceğini sürekli tasarlar ve en doğru sonuca varır(veya vardığını sanır) ve geleceğini düzeltir. devam filmi boktandır.
twelve monkeys ise izlediklerim arasında en iyilerinden birisidir. temel olarak cassandra kompleksi ele alınır. distopik bir dünya öngörüsü vardır. filmde bir virüs neticesinde insanlar yeraltına çekilmiştir ve bilim adamları zaman makinasını bulur. geçmişe sağlıklı kişileri yollarlar ve virüsün nedenini öğrenmeye çalışırlar. bu sayede geleceklerini, geçmişe giderek kurtarabileceklerdir ve bruce willis ağbimiz işi kotarır ve geleceği düzeltir. kızı da kapar. ama ölür.
planet of apes'da(1968) ise bizim bilim adamları bir deney için uzaya çıkarlar ve zaman yolculuğu neticesinde dünyanın geleceğine giderler. artık maymunlar dünyaya hakimdir ve insanlar konuşmayı bile unutmuştur. serinin son filminde görürüzki o akıllı maymunların atası, aslında gelecekten gelen o iki maymundur ve geleceği başlatırlar. terminatör ile aynı konuya sahip bir kısır döngüdür bu. o bilim adamları o deneyi yapmasa maymunlar asla akıllanamayacaktır ve ataları da geleceği örgütlemek için geçmişe gelmeyeceklerdir vs.
back to the future bir distopya örneği değildir elbet. marty mcfly, doktorun zaman makinesine binip geçmişe gittiğinde farkında olmadan kendi geleceğini de kurgular ve geleceğe gittiğinde kendi kurguladığı o geçmişi yok eder ve en sonunda daha da geçmişe gittiğinde atalarına saygınlık kazandırır ve kendi geleceğinde olacak bir kazayı da önler. her şey mükemmel bir şekilde halledilmiştir. kendisinin ve ailesinin kaderini geri dönülmez bir şekilde düzenlemiştir.
donnie darko için zaman makinesine gerek yoktur. cassandra kompleksinden muzdariptir. geleceği görür ve onu düzeltir, ailesini kurtarır. seçimini yapmıştır çünkü. bu filmden sonra çekilen ve kız kardeşini konu alan s. darko nikli filme hiç bulaşmayın derim size.
tom cruise adlı kişinin en iyi filmi olan minority report'da üç kahin vardır gelecekte işlenecek cinayetleri görürler ve geçmişte çocuğunu kaybeden bir polis, katil adaylarını yakalar. en sonunda şans topları onun katil olacağını söyler. geleceğini değiştirmek için binbir türlü atraksiyona giren tom, öldürmez. film biter. konusu kısaca şöyledir; çocuğunuz mu öldü? kendinizi kaybetmeyin ve yenisini yapın.
source code ise bu sene vizyona girmişti ve darko'dan bildiğimiz jake gyllenhaal başrolde. elemanımız afganistan'daki bir helikopter kazasında ölmüştür esasında(evrenin askerleri gibi). ama beyninin bir kısmı çalışıyordur ve bir grup bilim insanı onu bir önceki gün olmuş tren patlamasının 15 dakika öncesine yollarlar. onun görevi bombacıyı bulmaktır. en sonunda bombacıyı da bulur ve görevi tamamlar. içerden birinin yardımı ile bizim evrenimizde kesin beyin ölümünü sağladığında geçmişte oluşmuş paralel evrendeki yaşantısı devam eder. bu arada geçmişte olmuş bombalamanın da önüne geçerken bizim evrenimizde düzenin normal şekilde devamını sağlar. artık iki evren vardır ve olaylar olaylar işte. güzel filmdir. kaçırdıysanız bulun derim(olmadı değil mi? izleyin işte valla bak, çok zaman geçti, aklımda kalanlar bunlar).
the time machine'de sevgilisi kaza sonucu ölen doktorumuz zaman makinesini icat eder. 1800'lerdir ve bizim doktor onlarca kere süreci düzelttiğini sansa bile her seferinde sevgilisi değişik bir şekilde ölür. geçmişe gidiyordur ama geleceğini bir türlü değiştiremiyordur. bu yönü ile diğer filmlerden ayrılır. neyse, en sonunda geleceğe giderek hatanın kaynağına inmek ister. ilk zaman sıçramasında problem yoktur. ikincisinde ayın parçalanışına denk gelir. üçüncü sıçrama ise baygın bir halinde olur ve milyonlarca yıl sonraya gider. yerlaltı ve yerüstü insanlarının dünyasına gider(80'lerin çocukları bunun çizgi filmini hatırlar).
frequency'da(Burcu SıdkıSıyrıq'ın uyarısı ile ekledim) ise itfaiyecimiz az rastlanan bir atmosfer olayı sonucunda kısa dalgadan bir frekans yakalar. otuz yıl sonraki oğluyla konuşmaya böylece başlar. süreç bundan sonra geçmişi değiştirmek için kurgulanır ve oğul babasını depo yangınında ölmekten kurtarır. ama süreç farklı işlemeye başlar ve annenin ölümünü de dahil bir dizi trajik olaylar zinciri başlatılır. ikisi birlikte annenin katilini bulmaya çabalar. ha bu arada, gelecekten borsa tüyosu almanın hiçbir sakıncası yoktur! yehuuu!!
lost in space'de ise bilim insanları olan robinson ailesi, dünyanın kirlenmesi ve yaşanabilirliğinin azalması üzerine bir görev için başka bir gezegene gidiyorlardı. ancak gemiye kaçak giren kötü bir doktor(gary oldman) onları raylarından çıkarır ve başka bir gezegene varırlar. bu işlem esnasında örümcekler vs gemiye musallat olur. gezegende ise bir güç merkezi vardır ve oraya girdiklerinde o güç merkezinin aslında geleckleri olduğunu görürler. küçük robinson ve kötü doktor(artık örümcekleşmiştir) hariç herkes ölmüştür. bizim baba robinson, gelecekteki oğlunun yardımı ile geçmişi düzeltir. ikincisini heyecanla beklediğim bu film böylece burada biter. devamı çekilmemiştir.
aslında bu işin feriştahını mr. nobody yapmış. elemanımızın anne babası küçükken ayrılır ve her şey birden bire değişir. tren istasyonunda annesi mi seçecektir, yoksa babasını mı? hangisini seçerse geleceği bambaşka olacak, yeri gelecek, geleceğini değiştirmek için sil baştan yeniden başlayacaktır. evren ise 12 şubat 2092'de tekrar büzülmeye başlayacak.
lost in space'de ise bilim insanları olan robinson ailesi, dünyanın kirlenmesi ve yaşanabilirliğinin azalması üzerine bir görev için başka bir gezegene gidiyorlardı. ancak gemiye kaçak giren kötü bir doktor(gary oldman) onları raylarından çıkarır ve başka bir gezegene varırlar. bu işlem esnasında örümcekler vs gemiye musallat olur. gezegende ise bir güç merkezi vardır ve oraya girdiklerinde o güç merkezinin aslında geleckleri olduğunu görürler. küçük robinson ve kötü doktor(artık örümcekleşmiştir) hariç herkes ölmüştür. bizim baba robinson, gelecekteki oğlunun yardımı ile geçmişi düzeltir. ikincisini heyecanla beklediğim bu film böylece burada biter. devamı çekilmemiştir.
aslında bu işin feriştahını mr. nobody yapmış. elemanımızın anne babası küçükken ayrılır ve her şey birden bire değişir. tren istasyonunda annesi mi seçecektir, yoksa babasını mı? hangisini seçerse geleceği bambaşka olacak, yeri gelecek, geleceğini değiştirmek için sil baştan yeniden başlayacaktır. evren ise 12 şubat 2092'de tekrar büzülmeye başlayacak.
edge of tomorrow, tom cruise ve emily blunt ikilisinin filmi. tom aslında uyuz bir kişidir ve uzaylılarla savaşmak için orduya zorla alınır. savaş zaten bir gün sürer ve uzaylılar herkesi öldürür. ama tom ölürken özel bir uzaylının kanı ona bulaşır. böylece aynı günü tekrar tekrar yaşamaya başlar ve kendisi gibi bir özelliği olan ama onu kaybeden emily ile muhteşem bir ikili olurlar. kahramanımız gram gram ilerleyerek, kendi geleceğini örgütlemiştir. filmin sakat noktası birden fazla gelecek örgütlenmiş olması. tom her uyandığında farklı bir gelecek kurgulanıyor. hikayenin temel dayanağı tek bir zaman ilerleyişi olması. oysa her uyandığında farklı bir zamanın ortaya çıkması lazımdı.
bu arada, bill murray'nin gronfhot day filmini de unutmamak lazım. kahramanımız, hiç bitmeyen bir günü yaşıyordu ve işin açığı filmin sonunu hatırlamıyorum :)
not: kafasında tanıma uygun film olan yazsın. izlediysen yorumlarım. izlemediysem indiririm lan..