tv'lerdeki deliler ile gerçek hayattaki deliler arasında büyük bir uçurum var. aklınıza mahallanin muhtarları dizisi gelsin. orada "düt düt dütt" diye öterek giden, temiz giyimli, elinde direksiyon, direksiyonda aynası olan, kendisini araba sanan bir deli vardı. deli dediysem lafın gelişi deli. o akıllı delilerdendi. lafı çakar ve giderdi. hatta mahallenin en akıllı delisiydi. oysa kendini araba sanan deliler hiç öyle değil.
ben bu kişilerden ikisini tanıdım. birincisi sakarya'ydı. içinde simit sattığı küçük bir arabası vardı. sonra kendisini bir anda kaybediyor ve hızla koşmaya başlıyordu. üstelik yolun ortasından. tabi herkes tanıyor artık herifi, sorun yok. onu görünce yavaşlasan yeter. üstelik adam hakkındaki hikayeleri de dinliyoruz. bir keresinde fındıklığın ortasında kendisini tır zannetmiş. tabi koskoca tır çıkamamış bahçeden. bu da inmiş tırdan, almış eline nacak. 100 ocak fındıklık dümdüz(yaklaşık 1,5 da).
bunlardan bir tane de çalıştığım yerin karşısında var. bu çocuk kulağına kulaklığı takıyor ve basıyor gaza. sonra birden bire duruyor ve geri vitese takıp park ediyor. sonra park ettiği yerden bir daha çıkıp yeniden gaza basıyor. bir 15 dakika civarı bu işlem böyle devam ediyor. kulaklığı kulağından çıkardığı anda da işlem bitiyor. malum, o kulaklık aslında arabasının radyosu! bu kişinin direksiyonu yok elbet. varmış gibi ellerini hareket ettiriyor. geçen bana çarptı! göbeğimi gördü ve "hava yastığı hava yastığı" dedi. ben de ona 2 sigara verip bi de çay ısmarladım. sonra aramızda nalaştık. kusurlu olan benim. 8'de 8 ve arabadaki zararının büyük olmadığına kanaat getirdik. üstüne bi de su ısmarlayınca işi tatlıya bağladık.
hem sonra kendini araba zannetmeyen deliler geldi aklıma. mesela birincisi feciydi. -10'da üstü çıplak gezer, oturduğu yerde elini pantolonunun içine sokar ve sanırım masturbasyon yapardı. uzun süreli bakma gibi bir durumum olmadığından ne yaptığını elbet kestiremiyorum. başka birisi yarı deli mi desem ne desem bilemedim şimdi. güzel bir bisikleti vardı ve herkes sigara toplar, sonra çeşmesinin başına gider, araba yıkardı.
mazhar osman'a sormuşlar, "kaç tür deli vardır?" o da demiş ki "beş tür, biri içerde dördü dışarda!" halkımızın sapır sapır cinnet geçirdiği bu sıcak havalarda hepinize itidal tavsiye ediyorum. delirebilirsiniz, ama cinnet geçirmeden..
ayın ortası olmuş, daha bir yazı. rezalet. sanki yıllık izninin bir bölümünü kullandığı için yazmayan köşe yazarıyım anasını satayım. bu ne lan, kınıyorum kendimi. "kendini kızıyorsun, tamam, ama neden yazmıyorsun" diyen siz masum izleklerime cevap veriyorum.
kitaba sardım arkadaş. böyle toptan kitap alınca hepsini bitirmek için gözüm dönüyor. simon kuper'in futbol asla sadece futbol değildir'inden bir başladım, ajax, hollandalılar ve savaş'ından devam ettim. herif harbi iyi yazıyormuş. adam o ismi boşuna büyütmemiş. neyse, sonra ver elini boris vian. akabinde bir miktar dünya savaş tarihi. sonra şeker portakalı. o neydi lan öyle. zeze'nin ne biçim dünyası varmış. öyle bir sardı ki kitabı bitirdiğimde gece 2:30 ve gözlerim şelale gibi olmuş. üstüne dickens'in iki şehrin hikayesi'ni okumak hiç iyi gelmedi. onun son bölümünü artık tahmin ederken gerçekleşmesini okumak ayrı bir gözleri doldurma nedeni. çok güzel yazılmış be ya, harbi bak, ben o kadar fransız ihtilali tarihi okudum, gerçekliği hiç bu kadar kavrayamamıştım. roman ile tarih kitabı okumak arasındaki derin çizgi anasını satayım. ha bu arada, brezilyalı ebeveynlerin a q.
hem sonra iş bankasının çocuk kitapları serisi var. orjinal dilden, kısaltmadan ve 3 tl. süper lan. define adasını okudum anasını satayım. oz büyücüsü, bir yılbaşı hikayesi derken, pehh.. dionysos yayınevi'nin de 3 tl'lik klasikler serisi var. ruslar, fransızlar, ingilizler derken oo. gerçi kitaplar özensiz basılmış, çok miktarda kelime hatası var. ama olsun, 3 tl'ye harika romanlar okuyorum(ölü canları almayın sakın. sonunu resmen gebertmişler. yaklaşık 100 sayfa çalmışlar)..
bu arada pilli bebek - duruyor zaman beni mahvetmekte. halime falan sorarsanız eğer -ki sormayın bence- bildiğiniz gibi işte. hayat hala çok garip, hala çok salakça ve gereksiz. ramazan münasebetiyle iftardan iftara koşturup duruyorum işte. tutmuyorum ama çağırıyorlar. davete gitmemek kötü bir şey. ayrıca şunu fark ettim ki istanbul'da kimse oruç tutmuyor. hele istanbul'un kırsalı hiç tutmuyor.
işte böyle sevgili izleklerim. hayat her zamanki gibi akıp gidiyor. ama güneşin altında çalıştığım günler biraz pis akıyor. eve kendimi zor atıyorum, leş gibi ter, kan vs. hem geçen size kirazdan bahsetmiştim ya hani, domates ayrı bir alem bu arada. arkadaş bi sürü sebzeci arkadaş var, gidiyorum yanlarına, tüm domatesler bitik halde. size şunu söyleyeyim, eğer üstünde delik olmayan bir domates varsa, bilin ki ilaçlanmıştır. önce güzelce yıkayın ve sonra kabuğunu soyun. ama işin güzel yanı bu sene sebzecilerin karpuzları nefis. kocaman kocamanlar ve nefisler.
ha bak unuttum, olimpiyatlara da daldım bir süre. sonra sıkıldım. akabinde bizim şahane 1500'ümüzü izledim. at yarışı oynamışım ve bağırıyorum "hadi kızım, hadi kızım, hızlan kızım, hadi dayan be, koş ulan koş!" sonuç süper. altılıyı tutturmuşum gibi sevindim. ama bana "hiç altılıyı tutturdun mu" diye sormayın. tutturamadım arkadaşlar. lanet olsun benim içimdeki at sevgisine. gerçi senelerdir oynamıyorum. jokeyleri bilsem bile atlar falan hikaye oldu. ben ki zamanında bir çok yarış sevdalısı gibi şiki şiki baba baba eşliğinde ders çalışmış, kupon doldurmuş, halis karataş'a telefonla ulaşmaya çalışmış adamım. nafile hepsi! ha bu arada, veli efendi'yi yerinden kaldıracaklarmış diye bir söylenti duydum. yalandır umarım. diyorlar ki haraççı'daki muayene istasyonunun oraya bir yere konduracaklarmış. bu muayene işini senelik yapmaları apayrı bir rezalet elbet. bana iki senede bir yaptırmak zor geliyor, bu her sene işi ne lan. ticari taşıt mı lan bu dümbükler. nasıl para kazanacağınızı şaşırdınız anasını satayım. daha dün hava, yağ, filitresi derken bayıldım 80 kağıt. yuhh.. ha bu arada, iş yerindekilere "ben de sizin gibi küçük burjuvayım ulan" dedim. şimdi küçük burjuva aşağı, yukarı pehh. bu arada, iş yerindekiler oruç tutuyor. onlara tutmamaları karşılığında tüm günahlarını yüklenme garantisini verdim. yok, yine tutuyorlar. küçük burjuva işte nolcak..
yine mekan değiştirme hevesim çıldırtıcı boyuta geldi bu arada. ev ve iş değiştireceğim anasını satayım. kestane gürgen palamut, altı yaprak üstü bulut, topuk yaylası ne güzel ne güzel..
naim süleymanoğlu ve halil mutlu barın başına geçerken son derece kendilerinden emindiler. kaldırış sorun değildi onlar için. omuzlarında bir dünya yük, gram titreme belirtisi yok. barı yere bıraktıklarında ise zevkten döşe olurlardı ve resmen taşşaklarını kaşırlardı. bir özgüven patlaması yaşardı tv başındaki bizler. "190 kilo mu, hiç sorun değil, naim kaldırır nasıl olsa. çalışırsam ben bile kaldırabilirim" derdim. iş=yol x kuvvet formülünü yeni yeni öğrenmeye başlamıştım. nah kaldırırdım o ağırlı.
sonra 18 yaşındaki taner sağır çıktı, kaptı altını gitti ve bir daha ortalıklarda görünmedi. 2004 olimpiyatlarıydı. şimdi diyorum kendi kendime, lan yoksa.. kuvvetli siliciler mi kullanmış acaba. peh..
şimdiki nesil felaket. özgüven eksikliğinden podyuma çıktıklarında kolları resmen titriyor. o kollar mı kaldıracak o ağırlığı, o omuzlar mı girecek o barın altına. nerede naim'in 190 kilo kaldırırken o hali, nerede bunlar. naim kaldırırken o bar resmen esnemişti ve ben kırılacak diye korkmuştum. arkadaş, sporcu dediğin özgüven sahibidir, ağırlık kaldırırken kolları titremez, yüzmeyi unuttum demez. olamaz böyle bir şey. kendine güveni olmayan bir insan sporcu olamaz. imkansızdır. ne kadar çalışırsa çalışsın, antremanlarda ne yaparsa yapsın, baskıyı kaldıramıyorsa eğer sporcu olamaz. bıraksın gitsin kendine bir manav dükkanı açsın, eğitimine devam etsin, ama spor yapmasın.
ve çıkıp ekranlara özür dilemesin herkesten. gerek yok. başaramadım, beceremedim desin. kimden özür diliyorsun sen ya hu o ağlamaklı halinle. kimlere garanti verdin ve kendini bu kadar baskı altına aldın. nedir bu rezillik. koskoca sporcu özür diliyor.
bizim sporcular iyice maddi maneviye döndürdüler işi. amatörlük zaten bitmişti. ama olimpiyata katıldığı için 60 cumhuriyet altını alıyorsa eğer zaten onun yüzmek umrunda olmaz ki. derya büyükuncu mesela.
kendisi 80'lerin sonlarında her kırdığı rekor radyolardan anons edilen, geleceğin sporcularından birisi olması beklenen yüzücüydü. ama yapamadı. ne zaman trt radyo 1'de akşam 8'de spor haberlerini dinlesem derya büyünuncu'nun yenilediği rekorlardan bahsedilirdi. beceremedi. 6 olimpiyata katılacağına 1 kez katılıp tek bir bronz alsa daha iyiydi. derya büyükuncu, hafız süleymanoğlu ile birlikte türk spor tarihinin en büyük fiyaskolarından birisidir.
bu adam biraz daha azmedip bir kaç madalya alsa türk yüzme tarihini değiştirirdi. esas değiştiremediği nokta budur. esas kızılan nokta da budur. eğer o bir başarı kazanabilseydi, siz havuza dökülecek paraları o zaman görürdünüz. ama yok, sen 30 yıldır sadece ve sadece yüz, geldiğin nokta 6 olimpiyata katılma başarısı. çoklukta fayda olsaydı hamallar naim'den daha fazla ağırlık kaldırmıştır. onları da büyük sporcu sayalım o zaman.
rezillik. herif 7. olimpiyata katılmak için sponsor desteği bekliyormuş. ben gençliğimde ona dair yazıları hep okurdum. için için onun madalya alacağına inanırdım. devlet onu amerika'ya kendini geliştirmesi için okumaya yolladı. orada amerikan yüzme takımından teklif aldığını, ama reddettiğini övüne övüne anlatıyordu. hala daha desteklenmediğinden bahsediyor. ulan 8-9 yaşımdan beri senin adını biliyorum ben. devlet ve kulübün bir sürü imkan sağladı sana. tek başarın kısa kulvar dünya şampiyonasında dünya üçüncülüğün. olimpiyatlarda yarı finalin bile yok. ulan o kadar süre bir öküze yüzme dersi verilse yarı final yüzerdi be. buna 7. olimpiyat için sporsor olanın aklını sikeyim. gidin şu yüzemeyen kıza sponsor olun, psikolog desteği verin. eli ayağı titremesin, yüzmesi unutmasın, sakin kalabilmeyi öğrensin.
dünyanın en iyi okçuları ve ata binenleri biziz söylentide. ama maşallah, ne okçuluk var ve atçılık. halis karataş'ın yarışabileceği bir dal oysaydı eğer madalya garanti derdim bak. çünkü o adam büyük sporcu.
hani şener şen'in hababam sınıfında bir sahnesi vardı. olimpiyatlara gitmiş. 76 olimpiyatları. ağlamaklı bir halde konuşuyor. herkesin marşı okundu, bizim bayrağımız göndere bile çekilmedi diyordu. şükür ki o kadar düşmedik daha. en azından rıza kayaalp, bahri tanrıkulu var. altın almaları yüksek ihtimal. kadın basketbolcular bronzu kapacak gibime geliyor. kadın voleybolcular da öyle. en az yarı final oynayacaklar. buna inanıyorum. aslı çakır alptekin var, 1500 metrecimiz. o da alır bir şeyler. bir kaç süpriz olsa yanında, 5-6 götürür gibi. ama başlangıç tam anlamı bir fiyasko. derya büyükuncu ise daha büyük bir fiyasko..
(derya büyükuncu'yu eleştirenlere geri zekalı diyenlere götümle gülüyorum bu arada. neymiş, tek kulaç atmamış kişiler eleştiremezmiş. ben hiç başbakanlık yapmadım, onu eleştirmeyim mi lan? atatürk'ü kimse eleştiremez zaten. sen önce savaş kazan da gel derim bak. sen 6 defa katıl, yarı final bile yüzeme, kimse beni eleştirmesin. oh ne ala memleket a q.)