heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

31 Aralık 2010 Cuma

2011

yeni yıl geliyor, benim için boş geliyor. bir an önce 2012'ye girsek de kurtulsak a q.

herkese iyi yıllar...

yazan: sevgi kelebeği gerisi önemli değil....

(şimdi 2011'nin 1'lerini toplayın. ne etti. elbette 2. bunu 2011'in 2'si ile toplayın, alın size 4. 0 zaten var, işte size 40. yıl!)

29 Aralık 2010 Çarşamba

ayrıntıladım 14

insanlar kurşuna dizilierken idam mangası öyle 20 metre uzakta olmaz. en fazla 2 adım uzaklıktan ve tam kalbe ateş edilir. böylece kurbanın kalbinin olduğu yerde büyük bir delik açılır.

iple asılmak ise askerler arasında şerefsizlik olarak görülür.

avrupalılar eskiden meydan muharebelerine askerler kadın ve çocuklarıyla beraber giderlermiş. onlar ön tarafta savaşırken arkada dururlarmış. yenilirlerse durum malum, hepsi köle olur.

ümit burnunun keşfedilmesinin bir nedeni de biberdir. mısır sultanı baybars, tüccarların biber ticaretinden büyük bir gelir elde ettiğini görünce bunu devlet tekeline alır. sonuç felaket olur. portekizliler biber ticaretine devam edebilmek için afrika'yı baştan başa dolaşmak zorunda kalır.

portekiz demişken aklıma geldi. portakal, adını portekiz'den almıştır. ticaretini portekizliler yaptığı için adı uzun süre portekiz turuncu olarak kalmış, akabinde sadece portekiz(portugal/portakal) adını almıştır.

moğolların ortadoğuya katkılarından birisi de alamut kalesini almalarıdır. yani hasan sabbah'ın kalesini.

timur'un anadoluya katkısı ise izmir'i almasıdır.

halife memun, mutlu kişi üzerine düşünürken şöyle demiş; "ne o beni tanır, ne de ben onu."

ömer hayyam, aslında selçuklu sultanı melikşah'ın müneccimbaşıdır.

islam dünyasında da spartakus isyanı benzeri bir isyan vardır. doğu afrika'dan gelen ve tuz yataklarında çalışan köleler isyan etmiş ve isyan 15 yıl sürmüştür. üstelik abbasi ordularını da yenmişlerdir.

humeyni, iran'da okur yazarlık az olduğu için nutuklarını kasetten yayınlarmış. emirlerini de yazılı olarak değil, telefonla verirmiş.

eski yunanlılar kendilerinden olmayanlar için barbar dermiş. yani barbar teriminin ilk kullanışı, günümüzdeki gibi değildir. aynı şekilde yahudiler de, kendilerinden olmayan için gentile demişlerdir.

laf yahudilere gelmişken belirteyim, islamiyet öncesi arabistan'da yahudileşmiş bir sürü arap kabilesi vardır.

aslında dikkatli bakınca islamın yayılma hızını domuz kesmiştir. ne ispanya'da, ne balkanlarda, ne de çin'de kitleler halinde müslüman olan pek görülmez. her üç bölgede de domuz yenir. gerçekten çok pis bir hayvan!


üçüncü napolen meksika'ya girdiğinde yanında olan siyah askerleri, kavalalı mehmet ali paşa vermiş. bu askerler kendi köleleriymiş.


çinliler ipek ticaretinden çok para kazandıkları için bu sırrı yüzyıllarca saklamışlar. en sonunda bir kaç bizanslı rahip, bastonlarının içinde böcek tohumlarını saklayarak sırrı bursa'ya getirmişlerdir.
beach boys'un yaptığı müzik bana çok komik geliyor. hele o kel herif tam bir fecaat. bunların neresi plaj çocuğu be, hepsi kazık gibi herif, daha çok ebeveynlere benziyorlar :)

22 Aralık 2010 Çarşamba

korkunç ivan

1450'den sonra üçüncü roma düsturu ile hareket eden moskova prensliği, diğer rus prensliklerini ilhak ederek veya katılımları ile güçlenmişti. korkunç(grozni) lakaplı ivan ise, bu yeni kurulan rus devletinin, yani rus tarihinin, hakkında en çok konuşulan çarlarından birisidir ve hatta ilk çarıdır. çünkü rus knezliğini kazan ve astrahan'ı alarak imparatorluk haline getirmiş ve sibirya'nın sömürgeleşmesini sağlamıştır. bazı tarihçiler onu rus tarihinin en büyük yabancı düşmanı ve gelenekçisi olduğunu söyler. bazıları ise kullandığı ilaçlar yüzünden hasta ve alkolik, hatta özürlü olduğunu belirtir. kendisini ülkeyi terörle yönetmiş ve rakiplerini sindirmiştir.

ölümünde 380 yıl sonra yapılan otopsi sonuçlarına göre omurililik sistemi ile ilgili rahatsızlıkları olduğu, bu durumdan dolayı feci ağrılar çektiği, bu yüzden de kullandığı ağrı kesiciler yüzünden davranışlarının değiştiği ve hatter sendromu adlı bir hastalandığı tutulduğu görülmüştür. oysa çocukluğu da hiç iyi geçmemiştir.

1530'da doğan ivan 1538'de annesinin ölümü ile tahta geçtiğinde küçük bir çocuktur. bu yüzden iktidarının ilk dönemi aristokrat ailelerin mücadelesine neden oldu. boyarların aşağılamaları altında geçen çocukluğu, yalnızlık duygusunu iyice geliştirdi ve kimseye güvenmemesine neden oldu. intikam hırsı ile büyürken kitaplara sarıldı. bir boyar ailesinin darbe girişimi sırasında odasına dalıp onu uyandırdıklarında ise feci bir şok yaşadı ve kendisini öldürmeye geldiklerini düşündü.

bu gibi boyarların(aristokratlar) güç yüzünden birbirlerini yok etmeye başlamaları yüzünden en sonunda 1543'de boyarların kendisinden habersiz rakip boyarları öldüremeyeceği konusunda bir karar aldı ve gerçekten iktidarı eline aldı. 1547'de ise moskova metropolitinin elinden tacı giyerek çar oldu. hemen ardından ise romanovların kızı ile evlendi ve kendisine destekçiler buldu.

anastasya geride iki çocuk bırakarak 1560'da öldü. eşinin ölümüyle ivan zevk alemine daldı. yeni kadınları oldu. bunların kışkırtması ile bir çok kişiyi sürgüne gönderdi. 1564'te ise çocuklarını, saray hademeleri ve maiyetini, saray hazinesini alarak kremlin'i terk etti. herkes şaşkındı. bir yıl sonra soylulara ve ruhani liderlere mektup yazarak soyluların ihanetine uğradığını söyledi. bu mektuplar moskova'yı sarstı ve geri dönmesi için çabalar başladı. bir süre sonra döndü. ama o 1 yıl içerisinde 35 yaşında iyice ihtiyarlamıştı. bu geri dönüş onu hainleri cezalandırması ile taçlandı. tek adam oldu.

kendi döneminde bir takım reformlar yaptı ve dini ve dünyevi liderlerden oluşan bir meclis kurdu. küçük aristokratlar ve tüccarları eyalet yönetimine soktu. çeşitler kanunlar yayınlayarak yöneticilerin ve mahkemelerin nasıl işleyeceğini belirledi. yolsuzluklarla mücadeleye girişti ve kilisenin toprak almasını yasakladı. dışişleri ve savaş bakanlıklarını kurdu. vergi işini düzene sokmaya çalıştı. orduyu büyütme işine girdi ve yeniden düzenledi.osmanlının yeniçeri düzeninden etkilenerek sürekli askerlik yapan tüfekli birlikleri oluşturdu.

dış politikada ise batısında bulunan livonya ile mücadeleye girişti. livonya'yı alırsa baltık bölgesini kontrolü altına alacaktı. ama ne kadar çabalarsa çabalasın, kısa süreli başarılar da kazansa batıda istediğini asla gerçekleştiremedi. doğuda ise tatarların iç işlerinin karışık olmasından faydalanıp 1552'de kazan'ı, 1554'de astrahan'ı ele geçirdi. tatarlarla savaşında ortodosk kilisesini kullanarak kutsal savaş adı altında mücadelesini yürüttü. sibirya'nın alınması ise yine 1550'den sonraki dönemde gerçekleşmiştir. bom boş sibirya arazisi üzerinde bazı kişilere geniş imtiyazlar vererek göç etmelerini sağladı. 1581'de ataman(kossak) ermak'ın liderliğinde 540 kossak sibirya'ya geldi. bu göçlerin bir nedeni de elbette uygulanan baskıdır.

ama içeride durum hala karışıktı. boyarlara asla güvenmiyordu. bu yüzden moskova'ya geri dönüşünden sonra kendine bağlı bir sınıf kurdu. opriçnina adlı bu sınıf, devlet içinde devlet haline geldi. ivan döneminde boyarlar, evlilikler yoluyla oldukça güçlenmişlerdi ve polonya ile yapılan savaşta bunların bir kaçını vatana hanet nedeniyle yok etti. güçlerini kırmak için opriçnina'yı etkin bir şekilde kullandı. 1565'den sonra boyarlara karşı çok sert davrandı bir çoğunu öldürdü. bazılarını kazan'a sürdü. en sonunda 1568'de 150 boyar, aileleri ve hizmetçilerine kadar öldürüldü. bu gözü dönmüşmüş onu 1570'de novgorod'a saldırısında doruk noktasına ulaştı. kendisine ihanet ettiğini düşündüğü tüm şehir halkını, hayvanlarına kadar katletti. novgorod'ın tüm malları yağmalandı. öyle ki, novgorod yaşanmayacak bir yer haline geldi. novgorod, kendisinin de üyesi olduğu iskandinav asıllı rurik hanedanının ilk yerleştiği şehirdir.

ama tanrının gazabı olsa gerek, kırım hanı devlet giray 1571'de moskova'ya girdi ve şehri talan etti. bu yüzden opriçnina'yı suçladı ve bu sınıfı ortadan kaldırdı. ama korkuları tavan yaptı. bu yüzden moskova'ya gelen herkesi şehrin girişinde defalarca sorgulattı.

iyice yıpranmış olsa gerek, yerini bir süreliğine semen bekbulatoviç'e bıraktı. ama bir kaç yıl sonra geri döndü. batıda sürüp giden sonuçsuz saldırıları polonya ve isveç ile 1582 ve 1583'de anlaşarak sona erdirdi. baltık ile bağlantısı kesildi.

tüm iktidarı sonucunda batı savaşları neticesinde hazinesini boşaltmış, ama kazan ve astrahan'ı alarak önemli bir başarı kazanmış, sibirya'nın sömürgeleşmesini sağlamıştır. ama novgorod'ı yok ederek rus ekonomisine ağır bir darbe bulmuştur. uygulaığı terör, aristokrat ailelerin bir çoğunun sonunu getirmiştir. 1582'de kendi oğlunu öldürttü. 1584'de ise satranç oynarken, kehanetleri de gerçek kılarak öldü. tahminlere göre satranç oynayan bogdan belsky ve daha sonra oğlundan sonra çar olan boris gudunov(rurik değildir) tarafından zehirlendiği tahmin ediliyor. ölümünden sonra ise rusya 10 yıllık bir iç karışıklığa girdi. iktidarı tekrar ele geçirmek isteyen boyarlar ile ivan'ın oğlu zayıf kişilikli oğlu fyodor kapıştı. neticesinde polonya moskova'ya kadar girdi. oğlu fyodor son rurik çarıdır.
tabii kendisi hakkında sergey eisenstein'ın meşhur bir filmi de vardır ve hakikatten çok güzeldir. manyak bir ivan portresi çizer. gölgelerle müthiş oynayarak deli güzel sahneler yaratmıştır. film, ivan'ın tahta çıkması ile başlar. kazan'ın fethi ile devam eder ve ivan'ın herkesi öleceğine inandırdığı ve dostunu düşmanını tespit ettiği, boyarlarla mücadelesini anlattığı bölümlerle devam eder. filmdeki her karakter, karanlıkların içinden gelen bir canavar gibi resmedilmiştir.

16 Aralık 2010 Perşembe

kuş sütüyle beslerim seni!!!

tarihi olan halkların nasıl sınıf mücadelesi varsa, tarihi olmayan ilkel kabilelerin de devlete, otoriteye karşı mücadeleleri vardır. tüm insanlar ilk önce devletsiz, ilkel kabileler şeklinde örgütlendiğine göre, devlet kavramına geçiş nasıl oldu? bu, aslında zaman makinası bulunmadıkça asla bilinemeyecek bir olgudur. çünkü ilkel kabilelerin yazılı bir tarihi yoktur.

devlet dediğimiz olgu, egemen sınıfın, diğer sınıflara karşı şiddetini uygulama aracıdır. devletin işlevi bundan başka bir şey değildir. egemen sınıfın haklarını korumak için vardır. arada, sosyal çalkantılara neden olmamak için göz boyama babında uygulamalarda bulunur. ama sonuçta yine egemen sınıfın çıkarlarını korumuş olur. ilkel toplumlarda ise, başlarında bir kabile şefi olsa bile asla ve asla egemen bir sınıfın oluşmasına izin verilmez. şef dediğimiz kişiler ise yöneten kişiler değillerdir. ilkel kabileler şeflerin emri altında değil, şefler ilkel kabilelerin emri altındadır. mesela bu olguyu geronimo'da görürüz. meksika askerlerinin apaçilerin kadın ve çocuklarını katletmesinden sonra intikam amacıyla toplanan kabileler, geronimo'nun dehası ile intikamlarını almışlardır. ama hala daha güç ve intikam hırsı ile yanıp tutuşan geronimo, daha fazlasını isteyince ona yüz çevirmişler ve dediklerini yapmamışlar, kendi özgür yaşantılarına geri dönmüşlerdir. eğer apaçiler hiyerarşik bir yapıda olsaydı, bir apaçi devleti kurulabilirdi. ama ilkel kabileler, herkesin eşit olduğu, hükmetmenin olmadığı, kafalarına göre yaşamayı seçmiş kişilerden oluşurlar. bir yönetene ihtiyaçları yoktur. aynı lider tutkusuna sahip kabile şeflerini güney amerika'da ispanyollar tespit etmişlerdi. ama hepsi kendilerini ispat etmek isterken tek başlarına kalmışlardır. geronimo,  meksikalılara son saldırdığında yanında sadece 2 kişi vardı. devlet kavramının olmadığı, otoriteden nefret eden biz ilkel insanlar devleti, yani otoriteyi nasıl kabul ettik?
toplumun değişen yapısı desek yine imkansız. çünkü ilkel kabileler durağandır. ekonomileri artı değer üretme üzerine değildir. geçim ekonomisidir. yani zaten ihtiyaçlarından fazlasını üretmezler, avlamazlar, toplamazlar. elbet bir artı değerleri vardır. ama bu da şölenlerde ve gelen yabancıları ağırlamakta kullanılmaktadır. çünkü ilkel insan için önemli olan çalışmak ve daha fazla kazanmak değildir. herkesin eşit olduğu bir toplulukta daha fazla üreterek ne elde edilebilir ki? üstelik ilkel insanlar için çalışmak son derece sıkıcı bir işlemdir. ispanyollar, amerikalı kabilelerin günde 3 saatten daha fazla çalışmadığını tespit etmişlerdir. eğer çalışırlarsa daha fazlasını üretmek ellerindeyken de bunu yapmamışlardır. çünkü ihtiyaçları yoktur. üstelik yaptıkları tüm çalışma tarla açmak, ekmek, avlamak ve toplamaktır. ekonomik faaliyetleri bundan ötesine geçmemiştir. ispanyollarla tanıştıklarında ise daha fazla çalışmaya giden süreç başlamış oldu ve böylece sonları da geldi. aynı durum kızılderililerde de vardı. atla tanıştıklarında tarla açmayı bırakmışlardır. çünkü atı kullanarak gerekli besinlerine kavuşabiliyorlar ve daha fazla ava sahip oluyorlardı(at, avrupa'nın amerika'ya hediyesidir). yani hiç bir zaman fazlasını istemediler. oysa orta amerika'daki inka ve maya devletleri, aynı ekonomik faaliyetleri yerine getirdikleri halde devlete sahiptiler. inkalar ve mayalar bu aşamaya nasıl geçebildi, tanrıları için onbinlerce kişiyi bir günde kurban edebildi ve diğerlerini sömürdüler?

bugün bir çok insan, gelişmenin devletin koruyuculuğu altında ve çalışarak elde edilebileceğini düşünür. gelişmeden kasıt ise daha fazla zenginleşme, daha fazla mal-mülk edinme ve teknolojik ilerlemeden oluşuyor. oysa insanlık, sanayi devrimine kadar ilkel kabilesinden imparatorluklarına kadar aynı gelişmişlik düzeyindeydi. yani tarım toplumuydu. aradaki fark kabaca kullanılan aletlerden başka bir şey de değildi. makina kullanımı diye bir şey ise neredeyse yoktur. bir diğer fark ise devletlerde artı ürün piyasaya sürülür, ilkel toplumlarda ise artı ürüne ihtiyaç duyulmaz. anlayacağınız ilkel toplumlar ticarete ihtiyaç duymazdı. acaba ticaret mi devletleri meydana getirdi? ama ilkel insan neden ticarete ihtiyaç duysun? zaten kendisine lazım olan her şeyi üretiyor ve kabilesiyle birlikte paylaşıyor. günümüzde tüm devletlerin tüccarlaştığını ve burjuva sınıfı üstünde yükseldiğini, bu burjuvanın da orta çağ avrupa'sındaki basit tüccarlar olduğunu bilmek içinizi ferahlatmasın.

dış bir etki ile mi ilkel insanlar devletleşti? mesela ispanyolların gelişi ile. düşününce orta amerika'da zaten bir devlet geleneği olduğunu biliyoruz. maya, aztek ve inkalar var. buna rağmen kızılderililer ve amazon yerlileri istedikleri gibi yaşamaya devam etmişler. devletli toplumlar yöneticilerinin hevesi uğruna insan kurban eden ayinlerde bir günde ellibin insanı katledip, kalbini çıkarırken, kızılderililer gökyüzüne bakıp en fazla ulu manituyu düşünüyorlar. kızılderili şefler bile kabilelerinin hizmetçisinden başka bir şey değil. kabile üyeleri savaştaki cesaretinden veya konuşma kabiliyetinden dolayı şeflere saygı duyuyor ve o da bir kaç gün içinde unutulup gidiyor. çünkü mutlak bir bağımsızlık hissi ile yaşıyorlar.

üstelik dış güce karşı her zaman bir direnç de vardır. osmanlının, yörükleri manavlaştırmak için uğraştığı biliniyor. konar-göçerlerden vergi alamadıkları için onları yerleşik hayata zorla, kafalarına vura vura geçirmişlerdir. romanların durumu zaten malum. kültürlerini tam olarak bilmesem bile çeribaşının fazla etkinliğinin olduğunu sanmıyorum(romanya çingene kralı mesela). daha ilginci ise hippilerin başına gelenlerdir. 1800'lerin sonlarına doğru, alman realizmden usanan bir grup alman, özlerine dönüp, devleti de sallamadan kendi klanlarını oluştururlar. bir süre sonra böyle yaşamalarından bıkan alman hükümeti onları sürer. amerika'ya giderler ve 1960'ların temellerini atarlar. gerçi 60 kuşağı hippilerini, beat akımını başlatan jack kerouac, allen ginsberg, neal cassady gibiler de etkilemiştir.

gerçek bir ilginç bilgi ise yine güney amerika'dan. ispanyollar bir bölgede ilkel kabile şeflerinin, nüfuslarının fazlalılığı ile orantılı olarak hafiften otoriter bir yapıya büründüklerini yazarlar. şefler bir nevi hükümdar gibidirler ve bu kalabalık kabilelerde emir komuta zinciri de oluşmaya başlamıştır ve baskıcı bir düzene geçilmiştir. belkide 100 yıl içerisinde iyice gelişip, serpilip devlete dönüşebilecek bir organizma ortada varken bambaşka bir şey olur ve sözü kuvvetli bir peygamber ortaya çıkar ve otoriteye baş kaldırarak bire(devlet/herkesin aynı olması) karşı olduğunu açıklar. herkesin eşit olduğu tanrıların yurdundan bahseder. bu peygamber o büyük kabilelerde toplumsal çalkantılara neden olur ve müridlerini de alarak amazonun içlerine dalarlar. insanoğlu yine direnmiş ve bağımsız kalmayı, otoriteye boyun eğmemeyi seçmiştir.

bu yavşak mı yavşak sümerliler, ortada hiçbir ama hiçbir neden olmadan, durup dururken, öncesi de bilinmeyen bir şekilde yaşadıkları şehirlerde neden kendi devletlerini kurdular? bazıları aç kalma korkusu vs dese de, otoriteden nefret eden insanoğlu, nasıl otoritenin bağımlısı haline geldi? sineklerin tanrısı hikayesini bilirsiniz. babalarından ve öğretmenlerinden gördüklerini uygulamak kolay bir durum. ama otoriter bir simge olan baba ve öğretmen olmayınca, o çocuklar nasıl vahşileşir? gerçi vahşileşmek ilkel kabilelere has bir durum! otorite oluştuğuna göre modernleşmelerini sorgulamak gerekiyor!

o zamanlar ortalama yaşın 40 civarında olduğunu da bilmek gerekiyor. bu kadar kısa süre yaşandığına göre temelden bir uzun hükümdarlık dönemi tasarlamak pek mümkün gözükmüyor. ama iskender 28 yaşında öldüğünde neredeyse bilinen bütün dünyayı almıştı.

kısaca demek istediğim durum şu;

biz ne zaman güçlü birisinden korkarak ondan sindik? veya şöyle diyeyim, hangi beyinsiz kabile kendi özgürlüğünü feda ederek bir lider etrafından toplanmayı seçti ve diğer kabileleri ele geçirmeye çalıştı? daha kaba tabirle anlatırsam eğer, roma olmasaydı avrupa'daki kabileler devletleşmek için bu kadar çabalar mıydı? slavlar 1000, germenler 1500 seneden beridir devlet sahibidir. öncesinde kabileden ötesine geçememişlerdir.

tüm bu okuma ve yazma, internet, tekerlek, su kanallarının açılıp tarıma geçiş devlet sayesinde oldu, bulundu. gün geldi kendi özgürlüğümüzü feda ederek başkaları için çalışmaya başladık. günde 3-4 saat bize yetebilirken 8 saat normal geldi. iş yetiştirebilemek için daha fazla da çalıştık. sonuçta elinize paradan başka bir şey de geçmedi. biraz daha fazla alışveriş yapabilirsiniz artık.

marx'a göre bu evrimsel bir süreçtir. insanlar ilkel tarım toplumundan feodalizme, oradan sanayi devrimi ile burjuva düzenine, akabinde devletin tüm üretim araçlarını devletleştireceği sosyalizme ve en sonunda devletin ortadan kalkacağı komünizme doğru evrimleşeceğini var sayar.
bakunin'e göre, insanın evrim çizgisi, toplumsal yaşamda, hayvansal güdülerin kuvvetle sınırlandırıldığı ilkel aşamadan, ideal amaçların insanın kendi kendisini disiplin altına almasını sağladığı tinsel olgunlaşma aşamasına doğrudur. zorlayıcı, zorba devlet, özel mülkiyet, din hep ilkel aşamanın kurumlarıdır.ama insanlık gelişmiş, bu kurumların zamanı geçmiştir; dolayısı ile kaldırılmaları gerekir. böylece bakunin, bilimsel sosyalizmin materyalist tarih anlayışını reddedip, evrimin itici gücü olarak insan ahlakındaki gelişmeleri temel almıştır. bakunin kısaca "bana ne proleterya dikatörlüğününden, sosyalizmden" demiştir. devlet kurumunun, yani mutlak iktidarın kimin eline geçerse geçsin onu zorbalaştıracağını belirtir. isterse bu devletin adı sosyalist devlet olsun fark etmez.  sovyet rusya'da olanlar zaten ortada.

devlet dediğimiz mekanizma, yönetici sınıfa güç sağlayarak, gerçekte var olmayan bir üstünlük meydana getirir. bu sayede insanın öz doğası bozulmaya başlar. yöneticiler bu güç duygusu ile diğer insanlar üzerinde(sadece kendileri gibi düşünmeyenler değil, herkes) insanın özünde bulunmayan zor kullanma yoluna saparlar. bu yüzden insanın gerçek doğasını bozan, tüm kötülüklerin kaynağı olan devlet kesin olarak ortadan kaldırılmalıdır. kalkmadığı durumlarda ise günümüzde olduğu gibi işine gelen her yöneten ve ezen insan, hamile kadınları tekmelemekte bir sakınca görmez. hatta bundan zevk alır. bu yüzden, devletin her türlüsünün yıkılması için her şey göze alınabilmelidir. ama bu ihtilal evrensel olmalıdır. eşit olmanın yolu adalet önünde eşit olmaktan geçmez. ekonomik olarak eşit olmaktan geçer.

kendisini hiç bilmem, ama abdulgaffar el-hayati adlı birisi şöyle demiş;

"devlet devrimlerle yıkılabilecek bir şey değil, insanlar arasındaki bir ilişki tarzıdır. devlet bu ilişki tarzıyla var olur, beslenir, güçlenir, sömürür ve öldürür. devlet, otoriter ve hiyerarşik örgütlenmelerle iktidara talip olunarak değil; insanlar arasında devletin kendisini yeniden üretemediği yeni ilişkiler, özgürlükçü ve dayanışmacı yeni bir hayat tarzı kurularak yıkılabilir. asıl olan iktidarı almak değil, gündelik hayat devrimleridir. zira yaşanacak bir hayatımız var."

kaynak: pierre clastres - devlete karşı toplum, ekşisözlük'de bakunin başlığı...

9 Aralık 2010 Perşembe

white rabbit

nedense white rabbit'i her dinlediğimde "bin atlı çocuklar gibi şendim, bin atlı dev gibi bir orduyu yendim" mısraları da ağzımdan çıkar. dikkatinizi çektiyse "şendim" ve "yendim" diyorum. çünkü "şendik" ve "yendik" diye okursam olmuyor. kendimle alakası kalmıyor!

adlarını daha sonra jefferson starship olarak değiştiren, progressive rock söyleyen jefferson airplane grubunun bu aşmış şarkısını grubun solisti grace slick adlı hanımefendi seslendirmiştir. bu muhteşem ötesi sese sahip kadın, lsd'nin nasıl şarkılar yaptırdığının en güzel örneğini ortaya koymuştur. lsd'nin bir başka yan etkisi olsa gerek, bu grup bir takım binalar üstüne çıkıp konserler verirmiş ve ilk şarkı biter bitmez, apar topar gözaltına alınırmış. eylemleri bununla kalsa yine iyi, grace ablamız, bir keresinde amerikan başkanı nixon'ın kahvesine lsd boca etmeye çalışırken yakayı elevermiştir. vietnam savaşının en cafcaflı dönemlerinde kurulmuş ve şarkıları resmen hem askerlerin, hem de savaş karşıtlarının marşı haline gelmiştir. platoon filmi, bir nevi white rabbit'in klibi gibidir.
birde grace slick'ten biraz daha fazla bahsedesim var. kendisi rock'ın ilk ice queen'idir. janis joplin bu hanımefendiyi feci şekilde kıskanırmış. 68 kuşağının idol kadınlarındandır. kendisi 39 doğumlu olduğuna göre varın gerisini siz düşünün. adını her andığımda birden bire hanımefendi diyesim geliyor. first lady'ye saygım ve sevgim acayip fazladır. o yüzden şimdiki halini, bembeyaz saçları ve tombul yanakları burada yayınlamaya gönlüm el vermez.
şarkı ise herkesin bildiği üzere harikalar diyarındaki alice temalı. sonuç olarak şöyle diyor;


"besleyin kafanızı, besleyin kafanızı"


one pill makes you larger
and one pill makes you small,
and the ones that mother gives you
don't do anything at all.
go ask alice
when she's ten feet tall.

(bir hap büyütüyor seni, ve bir hap küçültüyor, annenin verdiği yemeklerin sana hiçbir faydası yok, gerçeği öğrenmek istiyorsan git alice'e sor, o 3,5 m boyuna geldğinde)

and if you go chasing rabbits
and you know you're going to fall,
tell 'em a hookah smoking caterpillar
go ask alice
has given you the call.
call alice
when she was just small.

(eğer gerçeği öğrenmek istiyorsan, tavşanı yakalamaya gitmelisin, ve yolun sonunsa düşeceksin, inanmayanlara nargile içen tırtılı anlat, seni nasıl çağırdığını, alice'i de çağır, ama küçüldüğünde)

when the men on the chessboard
get up and tell you where to go
and you've just had some kind of mushroom
and your mind is moving low.
go ask alice
i think she'll know.

(satranç tahtası kadar düzenli yaşanlarlar kalkıp sana nereye gideceğini söylediğinde sallama, bir miktar mushroom'a sahipsen eğer, ve aklın olması gereken yerde değilse, git alice'e sor, o tecrübeli, bilir sorularının cevabını)

when logic and proportion
have fallen softly dead,
and the white knight is talking backwards
and the red queen's "off with her head!"
remember what the dormouse said:
"feed your head. feed your head. feed your head"

(mantık ve orantı kaybolduğunda, her şey birbirine karıştığında, fındıkfaresinin ne dediğini hatırla, besle kafanı besle kafanı...)

7 Aralık 2010 Salı

çocuklu kadınların, kendilerine koca, çocuklarına baba aradıkları filmler

kadınların bazı özellikleri vardır. bunlardan birisi de evlenilecek erkek ile çocuk sahibi olunacak erkeğin farklı kişiler olmasını isterler. hemen her tutkulu bir birlikteliği bitirmiş bir kadın, aklından aynı naneyi geçirir;

"keşke ondan bir çocuğum olsaydı da öyle ayrılsaydım!"

ben bile benden çocuğu olmak isteyen kadınların tekliflerini sürekli geri çeviriyorum!
neyse, bu tür filmlerde kadın kahramanımız çok severek bir adam ile evlenir ve çocukları olur. ama herif piçin teki olduğu için karısını sürekli aldatmakta ve çocuğuna diğer kadınlar kadar değer vermemektedir. işte bu tür nedenlerden dolayı kadın o adamdan ayrılır ve zaten başarılı bir insan olduğundan yeni bir hayata başlar. bu tür kadın dul olduğundan dolayı tüm erkekleri üzerine çeker(!) ve neticesinde bir sürü naif, başarılı, aile saadetine önem veren erkeğin ilgi alanına girer. kendi çocuğunu doğurtmakta zorlanan bu erkekler, "hazır çocuğu olan bir kadın buldum, uğraşmam işte bu tür işlerle" diye düşündüğünden olsa gerek kadına yavşar, çocuğa yeni babası olduğunu ispat etmeye çalışır.

filmlerde bu noktada kadın için belirleyici olan durum çocuğun bu durumu kabullenmesidir. ama çocuk ısrarla biyolojik babasına yönelmektedir. uyumsuz bir piç olan biyolojik baba ise hala daha günde 31 kadınla sevişmekte, 69 defa boşalmakla meşguldür. bu meşguliyet arasında da çocuğuna ayıracak vakit bulamamaktadır ve çocuk tamda gönlünü o naif babaya doğru yöneltmişken(annesi çoktan meyillidir) bir mucize olur ve biyolojik baba ikisini de kapar. naif erkeğimiz ise aşk acısını unutmak için şehir ve iş değiştirir. bu durum kadının umrunda bile olmaz. çünkü eski über aşkı kendisine geri dönmüştür ve çocuk yapmak için bir nedeni daha vardır!

bu durumu biraz değişik de olsa figth club'da da görürüz. jack'in babası 6 yılda bir evini terk etmekte başka bir şehirde, yeni bir şube açmaktadır. bunu her 6 yılda bir yapmaktadır. işin ilginç yanı ise kadınların bu duruma rıza göstermesi ve seslerini çıkarmadan çocuğu doğurup terk edilecek anı beklemeleridir.

eski filmlerde ise durum daha ilginç. malum, kadınlar çalışma hayatına girmeden önce ya evlenirlerdi, ya rahibe olurlardı, ya da orospu. çok sevdiği kocasına 8 çocuk doğurduktan sonra ölümüne hala şaşılan ve ailesi tarafından tapılırcasına sevilen anne, babanın çocuklarına yeni anne bulma sevdası yüzünden hemen unutulur. yeni bir kadın ise ya balolardan bulunacaktır, ya da manastırlardan. böyle durumlarda manastırdan çocuklara dadılık yapmak için gelen kadın daima kazanır. mesela the sound of music'deki gibi. 300 yıl önce olsa doğayla konuştuğu ve şarkılar söylediği için yakılarak öldürülecek olan çatlak rahibenin planı işe yaramış ve zengin kocayı kapmıştır. 
ilginç olan noktalardan birisi ise çocukları olan iki kişinin evlenmesi durumunda kadının çocuklarının bir kaç ay içerisinde üvey babalarının nüfus kütüğüne geçmeye ve soyadını almaya razı olmalarıdır.

ne kadar çok iki ayağımızın üstünde durduğumuzu iddia etsek de, beyinimiz acayip süper hesaplamalar yapıyorsa da temel içgüdüler aynı kalıyor. insanın kadın cinsi evlenilecek ve çocuk yapılacak erkekler arasında seçim yapabiliyor. bir gruptan çocuk yaparken, diğer grubu kullanmaya kalkıyor. böylece kadınların bu doğru tercihleri sayesinde çocuklarının ve torunların 100 yıl sonra evlenilecek naif erkek gibi bir dertleri olmayacak! çünkü herkes piç olacak!
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.