heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

4 Aralık 2012 Salı

Sevgili ...


I

Sevgili Güzin Abla, Haydar Dümen ağbi, değerli Playboy okurları!


Bugüne kadar anlattığınız tüm hikâyelerin yalan olduğunu düşünüyordum. Ta ki başıma gelene kadar!

Onu bir kez, o da 15–16 yaşlarındayken, sokaklarda boş boş dolaşırken görmüştüm. Ben bir lokantada yemek yiyordum ve o yerinde zıplar gibi hareket ediyordu. Bildiğin sıkışmıştı işte. Sonra yemek yediğim dükkâna girdi ve kasadaki görevliye "lavabonuzu kullanabilir miyim" dedi. Görevli büyük bir nezaketle, "tabii" dedi ve kız adımlarını hızlandırdı. Bacaklarını sıkı sıkıya kilitlemiş gibiydi ve saçları, altına kaçırmamak için yerinde duramadığından, dalga dalga sallanıyordu. Kim demiş güzel kadınlar işemez ve sıçmaz diye, al işte, canlı örneği karşımda!

Sonradan öğrendim ki bu ilk karşılaşmamız değilmiş. Meğer ikimiz de aynı yıl içerisinde aynı batan güneşe bakmışız, aynı yazlık sinemada çekirdek çitlemişiz. Ama onun yaşı itibariyle bu ayrıntılara girmek abes kaçar. O zamanlar çok küçükmüş.

Aradan yıllar yıllar ve hatta yüzyıllar geçtikten sonra, belki de Cern mühendisleri kendi kurum içi muhabbetlerini ilerletmekten çok, sırf ben onu tekrar göreyim diye interneti icat ettiler. Bu kadar uzun zamandan sonra tamamen tesadüf eseri olarak, onu ilk görmeme neden olan hadiseyi, bir de onun parmaklarından çıkmış bir şekilde okuyunca elbette şaşırdım. Harbi o muydu?

Hemen 3 aylık kısa ve 6 aylık uzun planlarımı yaptım. Öğrenmek zorundaydım! Yazılarını tek tek okumam fazla uzun sürmedi. İlgisini çekecek konuları tek tek listeledim. Artık tek yapmam gereken şey, uygun bir fırsatı yakalamaktı. Ve bu fırsata da sahip oldum.

“İnsan kendi fırsatını kendi yaratır. Önemli olan o anı kaçırmamaktır. Kaçırırsanız her şey biter. Bir daha asla sil baştan yapamazsınız” demişti Oğuz Atay. Evet, fırsatı kaçırmamalıydım.

Üç aylık plan; hemen şimdi nerede yaşadığını bul, adını ve adresini öğren, telefon numarasını edin, aklından çıkmamak için çabala, sevdiği ve sevmediği ayrıntıları önemseme, nasıl olsa zamanla öğrenirsin. Kısa vadede aklında kal, seni unutmasın.

Bu yüzden elime geçen tek ve mükemmel fırsatı kolladım. Öncelikle en azından nikim aklında kalmalıydı. Yazı yazdığı yere abuk subuk yorumlar yapmadan, “pat” diye cevap vermesini de sağlamadan ve hatta ufak tefek ayarlarına da maruz kalarak, belki hafiften sinirlendirmeye çalışarak aklında kalmalıydım. "İlk intiba önemli değildir. Önemli olan senin için kafa yormasıdır" dedim kendi kendime.

Yazdım, durarak yazdım, düşünerek yazdım, cümleleri tartarak yazdım, ama yazdım. Cevap bekledim ve sabırlıydım. Cevaplar geldi, daha feci üstelemek geldi içimden, verdiği her cevapta biraz daha tanımak mümkün oluyordu onu. En sonunda benim yazı yazdığım yere de teşrif etti. O da yazmaya başladı. Ve ilginçtir, planın ikinci aşamasına geçmem beklediğimden de kolay oldu! Tamamen plansız, programsız, “pat” diye. Ee, her şeyi devletten beklememek lazım, kader de ağlarını örüyor...

Palahniuk sağ olsun, büyük adam vesselam ve o yazdı Güzin Abla, Palahniuk'dan bahsetmedi bile Haydar Dümen Ağbi, sevgili Playboy, inan bana hiç erotik bir durum da yoktu ortada. Ben sadece Adsız Alkolikler grubundan bahsettim. O, Tıkanma'yı daha çok beğendiğini söyledi, ben hemen atladım, “filmi çekilmiş, yollasana bana...”

Amaa, tüh be, bir portakallık canım varmış meğer. Yenilerek ödenecek borcum yokmuş ve izlemek istediğim filmleri toplasam 2 deve yükü olurmuş. En azından ikinci safhayı da geçmiştim. Aslında zaman hızla akıyordu ve biraz acele etmezsem, kesinlikle hemen kapatılacağını düşünüyordum. Acele et Haydar Dümen Ağbi, bana akıl ver!"

"her sabah baktığın ayna bilir senin adını

her sabah baktığın ayna bilir dudaklarındaki erik tadını



her gün bastığın kaldırımlar bilir ayaklarının çiğneyip geçişini

her gün bastığın kaldırımlar bilir bacaklarının mızrak gibi delip geçişini


onlar dilsiz, onlar sağır, ne bilsinler senin tadını ve adını
oysa benim bir şansım var öğreneceğim bütün bunları

hepsi kenara çekilsin, sıra geceleyin bana gelsin
parmakların dokunsun tuşlara, sadece benim için

gözlerini sıkıca kapat, tutacağım ben seni
ve parmaklarının ucunda oynat sen beni!"


Yazdım, her gün bir şeyler yazdım, her gün saçmaladım, kafam fırıl fırıl çalışıyordu, sürekli düşünebiliyordum, zehir gibiydim, yeni bir enerji türüne dönüşmüştüm, erke dönengeci gibi olmuştum!

Mart 20, cd işini ayarladım, Mayıs 15, ancak adını öğrenebildim! Mayıs sonu, en sonunda msn adresini alabildim!

Her şey bitmiş olabilirdi Güzin Abla!

"Oyy bebek, bebekkk, beni buralarda yalnız koyma, görünürde yoksun, offf, seninle olmadığım zaman aklımı kaçırıyorum, vur bana bebek bir kez daha, bari yanağımda vurduğun yerin izi kalsın, senden bir parça hatıra, vücuduma asılı kalsın.



Aman bebek, bebek, bak bu deniz kabuklarını o sitenin sahilinden taa o zamanlar almıştım, demek senin içinmiş, vur, aban o kabuklarla bebek, yanağımda façan kalsın...



Offf bebek, bebek, bak bu duvarı hatırlıyor musun? Hani yanı başında sana mail atmış ve gülüşmüştük, işte onu söktüm bebek, sana getirdim, hatıra kalsın, al bir parçasını duvarın, vur bana bebek, hem de sertçe, kaybedeceksem hafızamı, senin elinden olsun.


Hey bebek, bebek, bak bu bilgisayar kasası, hani seninle tanıştığımızda kullandığın. Gittim çöplüğü karıştırıp aldım onu bebek, bakma koktuğuna, senin kokunu hala seçebiliyor burnum, vur bana o monitörle bebek, burnuma vur, burun kırığım da senin monitörün yüzünden olsun.

Hi bebek, merhaba, ben falan, istersen filan, adımı zor hatırlayabiliyorum artık, koş bana bebek, bebek, ayda 3500 mesaj atmak istiyorum sana, parmaklarıma vur bebek, kırılsın güzelce, mesaj atamayım sana, ellerimi tedavi etmek sana kalsın.

Yuh be bebek, bebek, o ne güzel parmaklar öyle, çimdikle beni, gerçek değilsin sanki evrenin hangi köşesinden geldin ki, otostop çekerken gördüm parmaklarını, kır direksiyonu bebek, araba parçalansın, altında ezileyim güzelce, yaralanayım, ama sen beni göm bebek, yoksa beni köyümün yağmurlarıyla gömerler, gömüldüğüm toprakta senin parmaklarının izi kalsın...

Hoh ho bebek, bebek, Noel Baba size yakın bir yerde doğmuş bebek, bir dünya bırak bana bebek, ıslanmış olmasın gözyaşlarıyla, oynaya oynaya geleceğim sana bebek, vur sopayı, kır belimi, döktüreyim sana incilerimi, bu dünyada bari attığım göbeciğin izi kalsın..."

Mart nisan mayıs, ilk bölüm başarıyla sonuca ulaşmıştı sevgili Playboy okurları. Uzun vadeli 6 aylık plana, siz de dâhildiniz!

II


Giriş, gelişme ve sonuç. Her şey üç aşamalı, bu plan gibi. Gelişme aşamasına büyük bir hevesle başladım. Artık msn'de karşılıklı bira içip, tv seyretmelere, sanki yan yanaymış gibi yorumlarda bulunmaya ve hatta şişe tokuşturma işlemine bile geçtik. Thelma ve Louis, Leyla ile Mecnun, Lorel ile Hardy gibiydik. Yaşadığı yer çok mu sıcak, benim yaşadığım yer o an serin ya, hatta yağmur yağıyor, hemen çekiyorum serin havanın fotoğrafını, yolluyorum, ona klimanın bile yerini tutmayan serin havalar gönderiyorum.

"güzel kuşum, ben sana vurulmuşum, beni kütüğüne kaydet!"

"dün bizim yarışmamıza denk geldim, o eleman yoktu elbette, bir dizinin elemanları yarışıyordu, ahh çektim şöyle karşı dağlara, şimdi sen msn'de olsa da yarışsak :) hayat seni özlemekle geçecek...."


Yazılmadık yazıların yüzde birini bile daha yazmadık, konuşulmadıkların hiçbirini konuşmadık, gösterilmedik hedelerin çok az bir kısmını gördük, dinlenilmedik şarkıların ucundan kıyısından dolaştık, gidilmedik konserlerin provalarını yapmadık. Yani ne yaparsak yapalım, aslında yapılabileceklerin binde birini bile yapmadık o üç ayda. Mübarek üç aylarda..

Ama işte, kader ağlarını örünce, ipin ucu farkına varmadan kaçtı gitti, plan falan kalmadı ortada. İlk plan neydi, sadık kalsana işte, ürkütme kızı! Amaç, hedef hepsi boşaldı, elimde bunların posası kaldı!

Sevgili Playboy, bu zamana kadar yazdığınız tüm hikâyelerin yalan olduğunu düşünüyordum. Ta ki başıma gelene kadar.


Her kadın elde edilebilir. Ağzından çıkan "çok güzelsin” veya “seni seviyorum" türü lafa bakar. Akıllı kadın bu lafı duyunca sahtekârlık olduğunu anlar. Zaten iş bu lafa kadar geldiği için lafı önemsemez, keyfine bakar. Avanak kadın ise lafı duyunca kendini bir bok sanır, naz yapmaya başlar.

Onu ilk gördüğümde kayık burnu ve simsiyah saçları beni etkilemişti. Elmacık kemikleri çok hoştu. Nedense kulak memelerine saldırmak gelmişti içimden. Onun için sol yanımı bile feda edebilirdim.

Akıllı kadınmış, her şey bir bira ısmarlamak kadar kolaymış. Kollarıma aldığımda dilim boynunda geziniyordu!

Ama ne demiştim en başta, bu zamana kadar yazdıklarınızın hep fake olduğunu düşünüyordum. Şimdi yine fake olacak. Demek tüm yazdıklarınız harbiden fakeymiş!

İpin ucunun nasıl kaçtığını gerçekten bilmiyorum. Bildiğim tek şey kendimi kaptırıp gittiğim. Dedim ya yukarıda, rüya gibi geçen, var olmuş ama olmamış bir yazdı. Hava sıcak veya soğuk, fark etmiyor, yaşadığınız en iyi içki muhabbetlerini, tv başında eğlenmeleri, laf sokmalarını, trip atmaları, ayar vermeleri, gıcık etme çalışmalarını on ile çarpın, bizim muhabbetimizin yanına bile yaklaşamazsınız. İşte zaten ipin kaçtığı nokta buydu, çok fazla zevk alınca bu karşılıklısız hallerden, gerçek ile hayal tamamen iç içe geçebiliyor. Neyin gerçek veya hayal olduğunun pek fazla önemi kalmıyor. Gerçekten yanımda olsa bu kadar eğlenebilir miydim veya eğlenir miydi, bilemezsin.

Artık öğrenmenin vakti gelip çatmıştı aslında. Israr etmeden ağız yoklamalarıyla başlayan çalışmalarım neticesinde duyduğum ilk laf "beni tedirgin ediyorsun" oldu. Bu laftan tırstım hafiften. Gülüp geçesim geldi ama yapamadım. Kafamın bir noktasına adı gibi kazıdım. Hayır, hayır, olduğumdan farklı olma ihtimali yüzünden tedirgin olmuyordu sanırım. Kendisini tedirgin hissetmek istiyordu belki. İnsanların herhangi bir şeyi yapmamak için bahanesi olmalı. Yoksa yapmak zorunda kalırlar. Zaten bu laftan sonra içimdeki umudu portmantoya astım. Eskiden sigara içmek gibi olan bu duygu, kapıya baktıkça aklıma gelir oldu. İnsan başaramayacağını anladığı konularda ısrar etmemeli, çünkü daha çok canı sıkılır. Eğer ki can sıkıntısının peşinde koşuyorsa, başaramayacağı ne kadar çok şey varsa onları yapmaya çalışsın. Ben başaramayacağımı sezdim, yüzüme tokat gibi vurulacağı zaman da gelecekti!

Dostlar da olmasa bu cenabet dünya çekilmez. Çünkü önündeki düşmanı veya düşman sandıklarını görsen bile arkanı kollaman için dostlar gerekir. Onlar, dost sandıkların arkadan seni vurmasın diye gerekir. Bu yalandan kurtulmak için, gerçek dünyanın ikiyüzlülüğünü görmemek için, gerçek olmayan dünyaya geçmek kadar eğlenceli bir iş yoktur. Dörtte üçü su olsa bile dünya cenabettir. Yapmam gereken bu suyla insanları temizlemek değil, kaçmaktır. Çünkü ben peygamber değilim. Belki de onunla ilişkimin güzelliği bu noktadaydı. Bukowski'nin dediği gibi, gerçek ilişkiler karşılıklı söz ve yemine dayanmayanlardı. İşte onunla o mertebeye kadar geldim. Onu temizlemek zorunda kalmadan onunla ilişki kurdum. Sanal gibi görünmesi önemli değil. O gerçekti. Ne kadar görünmez olursa olsun, onunla birlikte olduğum dünya kablolara ve uydulara teslim bile olsa gerçekti. İşte onu o yüzden daha çok sevdim Güzin Abla...


Ama... Kinyas ve Kayra, Kayra'nın Yolu; “kan kardeşim Kinyas gitti, yok oldu!”

"Sen beni kaçırdın olum. Ben ciddi ciddi evlenmeyi düşünüyorum çünkü. Şu son günlerden sonra."

Meğer o ve ben Kinyas ve Kayra gibiymişiz! Sağlık olsun...


III


Benimle muhabbeti ilerletirken boş bulundu sanırım. Birini sevseydi o sıralar, yüzüme bile bakmayacağına kalıbımı basarım! Çünkü bu her zaman böyledir. Tamamen dolu yüreğe toplu iğne bile giremezken, ben olanca gücümle dalmıştım içeri veya öyle sanmışım ve girmiştim.

İlk zamanlar bu evlenme olayını normal karşıladım. Zaten olacağı buydu, işim de başımdan aşkındı. Evden tonlarca çöp çıkıyordu ve ben hepsini sınıflara ayırıp işe yararları kolileyip ayırıyordum. Yaramazları çöp poşetlerine doldurup atıyordum. Anlayacağınız bir telaş, bir telaş var bende. Fazla düşünmeyi gerektirecek bir durum yok. En sonunda mekân değişti, ben de yavaş yavaş değiştim!

Yakamı bırakmadı bir türlü! Yavaş yavaş muhabbet azalır, kıvamı düşer, her şey olacağına varır derken, muhabbet son hız devam etti. "gerçekten boş olan kısmı, yani doldurduğum kısmı neresi" diye de düşündüm. ‘Dost başka, aşk başka’ işi hikâye. Birini evlenecek kadar sevdiysen eğer, gerçekten sevdiğin tek kişi odur. Geri kalanın üstü çizilmez bile, tamamen silinir. Artık o kişinin aklındaki tek şey, tüm vaktini onunla geçirmektir. Bu, normal bir insan davranışıdır. Başka biri kendisine "canım" dediğinde hoşlanmaz, başka biri sevdiğine "canım" dediğinde de hoşlanmaz. Sahiplenmenin çok ötesinde bir duygudur bu. Mülk edinmektir, malı garantiye almaktır. Zenginler harcamayacaklarını bile bile para biriktirir, fakirler bir gün lazım olur diye her şeyi saklarlar. Böyle bir duygudur. Bir gün ona lazım mı olurdum, yoksa harcamayacağını bile bile yanında tuttuğu biri miydim acaba!

Ne yani, o başka, ben başka mı, güldürmeyin beni!


"Sen masum görüntünün altına saklanmış tanıdığım en acayip adamsın."

Odasının kanepesi altında unutulmuş, süpürülmemiş bir böcek gibiyim. Yavaş yavaş diğer böcekler tarafından kemiriliyorum ve bu hiç umrumda değil. Önemli olan, onun yattığı kanepenin altında kalmaktı.

Bütün saplantılarım tek oldu, bu yöne kaydı. Saplantılar ise korkudan beslenir. Deli değilsek, elbet korkarız, elbette saplantı batağına saplanırız. Benim saplantım ise onunla gerçek bir an geçirememe hali. Yani onunla hiçbir zaman gerçek bir an geçiremeyeceğimi bilmenin korkusu. Oysa onun benimle son dokuz aydır geçirdiği zamanı, başka hiç kimseyle geçirdiğini de düşünmüyorum. Hatta annesiyle bile. Ama bu bana yetmiyordu. Yetmediği noktada ise ondan tamamen kopmanın korkusunu/saplantısını yaşadım. Çünkü bana hiç ihtiyacı kalmayabilirdi, "hem zaten neden ihtiyaç duysun ki" diye düşünüyordum.

"Hiçbir şey değişmeyecek. Hayatıma bir şekilde girdin ve bu şekilde kaldın sen. Benim için anlamsızlaşmayı bırak, günden güne daha önem arz eder oldun. Anladın mı cicim."

Bana ihtiyacı olup olmamasının önemi yoktu aslında. Sadece, 'beni de' yanında görmek istiyordu. Ona sımsıkı sarılırsam eğer, göğüs kafesinden içeriye doğru girerken saydamlaşırım. Noel baba olsam, kızağıma atladığım gibi, sakalımın tanelerini tek tek dizerek, yol yaparak, ona ulaşırım. Evinin bir odasında hala daha baca varsa eğer, dalarım sessizce içeri. Hediye olarak kendimi sunamam elbette. İkimizin birbirimize hediyesi olabilecek tek şey, devam etmek. Hediyeyi verip ondan kurtulmak anlamında değil elbette.

Onun içinde görünmez bir vaziyette bekleyip, canı istediği zaman beni görmesini sağlayıp, ellerimle tuşlara basarak, onun ellerinin yorulmasını da istemeyerek, düşüncelerimi parmaklarımla kafasının içine yollarım. Onun düşüncelerini de kafasından alırım. Gecenin karanlığında simsiyah saçlarının bir parçası yanağına düşmüş, ay ışığı gözlerini ve saçlarını parlatırken, yüzünü yumuşatmış, dudaklarının kırmızılığı aleve dönmüş bir halde, gözlerini kısıp o dudaklarıyla bana kelimelerini yolladığında, boynunun gövdesi ile birleştiği noktadan, ameliyatlı yerlerine hissettirmeden dokunup, sessizce seyrederim. Güneşin batışını seyrediyorsa eğer, aynı güneşe bakmak için çırpınırım.

Sonuçta ben naptım? Bana sunulanı kabul etmeye karar verdim. Evinin bir penceresinde kendisine ısmarlanacak kocasını gözleyen, her gün o kocası için bir yemek daha yapmayı öğrenen, sabahları o kocasını giydirir gibi babasını giydiren, "aferin kızım" lafını duyan, gündüz vakti tv seyrederken el işi yapan, dizileri takip eden, en sonunda evlerine gelen komşu kadının bir yakınına gelin olması karar verilen, çocukla çıkılan bir kaç park gezintisi sonucu bakire olduğuna kanaat getirilip bozulması için büyük bir eğlence tertiplenen, evimin kadını, çocuklarımın anası olacak olan, yeni annesinin ve akrabalarının evlerine sık sık giden, onların takdirlerini kazanan bir kadın hayal ettim. Çünkü en mükemmele ancak bu kadar yaklaşabildikten sonra, onun özelliklerine yakın birisi sadece onu hatırlatırdı. Onun tam aksi ise hiçbir şeyi. Çünkü hiçbir şeyi düşünmek istemiyordum. Çalışmak zorunda kalmasam evden dışarı çıkmaya bile üşenirdim.

Fark ettiniz değil mi, uzun süredir onunla konuşmalarımdan bahsetmiyorum. Aslında hikâyenin bu noktasında olayın tamamen bana döndüğünün farkındayım. Çok romantik bir insanım sanırım. Romantik insan bencildir, kendisi için üzülür. Gerçekçi olmak lazım. O zaman gerçekten onun için sevinebilirsin. Yani üzülmene gerek yok. Çünkü kendi kararını vermiş, sana ne, sevineceksin elbette. Hatta gerekirse gidip altın bile takacaksın!

İşin esasında ben inanmaya meyilli bir insanım. O kadar konuşma, muhabbet ve vs... kendi kendimi inandırmıştım. Belki işime öyle geliyordu ve hoşuma gidiyordu. Yani kimse kimseyi aldatmaz, herkes bilerek aldanır. Evet, plan yaptım, işleme koydum, çünkü bu vakit kaybı değildir. Biraz eğlence, biraz da yine kendimi kandırma meselesi işte. En kestirmeden amaca varmak sadece çok hırslı kişilerin işidir. Hırs ise insanı çirkinleştirir. İnsan vardır, sevdiği kişiyi kendi yönüne doğru ikna etmeye çalışarak, kendi iyisine çekmeye çalışır. Kendi işini kendi yapan kişilerden de hoşlanmazlar. İnsan vardır, kendi kişiliği olan, bundan taviz vermeyen, otoriter değil ama sağlam karakterde insanlardan hoşlanır. Bilir ki, bu sayede kendisi de bir şeyler kapabilecektir. Ondan esinlenebilecektir, bu sentez neticesinde yepyeni bir kişi olarak çıkabilecektir. İşte ben, onun sayesinde yepyeni bir ben olarak ortaya çıktım.

Gerçekte, yeni bir ben ortada olsa bile, eski ben de olduğu gibi duruyordu. Bir noktadan sonra çok direndim, hem de çok. Kendim bitirmeye çalıştım, ama kendi kendime kızdım. İçimdekileri döküp illa birine anlatmam gerekiyordu. Normalde öyle bir derdim olamaz aslında. İnsanın kendisini birine anlatmaya çalışması kötü değil mi Güzin Abla. Aslında böyle abuklukları sevmem Haydar Ağbi. Hele size herşeyi anlatacağımı mı sandınız playboycular, hah ha! Ama eğlence devam ediyor bebek. "Reytingimi daha da artırabilir miyim" diye düşünüyordum başlarda, onun gözünde. Olağan olmamalıyım, ilgisini çekebilecek garip davranışlar sergilemeliyim, kendimi kasmadan, onun damarından içeriye girmeliydim. Bir kült film gibi onun beni keşfetmesini bekleyerek onun ilgisini çekemezdim. Bizzat onun gözünde o filmi oynatmalıydım. Senaryo kendiliğinden gelişmeliydi, yazmamalıydım, plan hariç tabii. En sonunda suskunluğumu bozdum ve on yıllardır yapmak istediğimi yaptım. Onunla tanıştım, konuştum, yazıştım, koklaştım, paylaştım, anlaştım, darlandım, sabahladım, koştum, yoruldum, düştüm, kalktım, kustum, içtim, kaçtım, yüzdüm, güneşlendim, çektim, yolladım, seyrettim, yaptırdım, izledim, okudum, dondum, ısındım, titredim, bilemedim, ayaklandım, yavşadım, değiştim, geliştim, dönüştüm. Çünkü ihtiyacım var...


şaka bir yana da, aklına takılan şeyler varsa çözeriz :)”

İşte şimdi çözüldüm… 

2 yorum:

Baron Anubis dedi ki...

Aga çok fena ağlattın beni burda, lanet ettim.

gerisi önemli değil... dedi ki...

Baron Anubis: lanet etme be ya..

MetaLL: hikayenin konusu böyle, karmaşık olmalı ki, kendi karmaşıklığım ortaya çıksın..

Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.