I
Sevgili
Güzin Abla, Haydar Dümen ağbi, değerli Playboy okurları!
Bugüne kadar anlattığınız tüm hikâyelerin yalan olduğunu düşünüyordum. Ta ki
başıma gelene kadar!
Onu bir kez, o da 15–16 yaşlarındayken, sokaklarda boş boş dolaşırken
görmüştüm. Ben bir lokantada yemek yiyordum ve o yerinde zıplar gibi hareket
ediyordu. Bildiğin sıkışmıştı işte. Sonra yemek yediğim dükkâna girdi ve kasadaki
görevliye "lavabonuzu kullanabilir miyim" dedi. Görevli büyük bir
nezaketle, "tabii" dedi ve kız adımlarını hızlandırdı. Bacaklarını
sıkı sıkıya kilitlemiş gibiydi ve saçları, altına kaçırmamak için yerinde
duramadığından, dalga dalga sallanıyordu. Kim demiş güzel kadınlar işemez ve
sıçmaz diye, al işte, canlı örneği karşımda!
Sonradan öğrendim ki bu ilk karşılaşmamız değilmiş. Meğer ikimiz de aynı yıl
içerisinde aynı batan güneşe bakmışız, aynı yazlık sinemada çekirdek
çitlemişiz. Ama onun yaşı itibariyle bu ayrıntılara girmek abes kaçar. O
zamanlar çok küçükmüş.
Aradan yıllar yıllar ve hatta yüzyıllar geçtikten sonra, belki de Cern mühendisleri
kendi kurum içi muhabbetlerini ilerletmekten çok, sırf ben onu tekrar göreyim
diye interneti icat ettiler. Bu kadar uzun zamandan sonra tamamen tesadüf eseri
olarak, onu ilk görmeme neden olan hadiseyi, bir de onun parmaklarından çıkmış
bir şekilde okuyunca elbette şaşırdım. Harbi o muydu?
Hemen 3 aylık kısa ve 6 aylık uzun planlarımı yaptım. Öğrenmek zorundaydım! Yazılarını
tek tek okumam fazla uzun sürmedi. İlgisini çekecek konuları tek tek
listeledim. Artık tek yapmam gereken şey, uygun bir fırsatı yakalamaktı. Ve bu
fırsata da sahip oldum.
“İnsan kendi fırsatını kendi yaratır. Önemli olan o anı kaçırmamaktır. Kaçırırsanız
her şey biter. Bir daha asla sil baştan yapamazsınız” demişti Oğuz Atay. Evet,
fırsatı kaçırmamalıydım.
Üç aylık plan; hemen şimdi nerede yaşadığını bul, adını ve adresini öğren,
telefon numarasını edin, aklından çıkmamak için çabala, sevdiği ve sevmediği
ayrıntıları önemseme, nasıl olsa zamanla öğrenirsin. Kısa vadede aklında kal,
seni unutmasın.
Bu yüzden elime geçen tek ve mükemmel fırsatı kolladım. Öncelikle en azından nikim
aklında kalmalıydı. Yazı yazdığı yere abuk subuk yorumlar yapmadan, “pat” diye
cevap vermesini de sağlamadan ve hatta ufak tefek ayarlarına da maruz kalarak,
belki hafiften sinirlendirmeye çalışarak aklında kalmalıydım. "İlk intiba
önemli değildir. Önemli olan senin için kafa yormasıdır" dedim kendi
kendime.
Yazdım, durarak yazdım, düşünerek yazdım, cümleleri tartarak yazdım, ama
yazdım. Cevap bekledim ve sabırlıydım. Cevaplar geldi, daha feci üstelemek
geldi içimden, verdiği her cevapta biraz daha tanımak mümkün oluyordu onu. En
sonunda benim yazı yazdığım yere de teşrif etti. O da yazmaya başladı. Ve
ilginçtir, planın ikinci aşamasına geçmem beklediğimden de kolay oldu! Tamamen
plansız, programsız, “pat” diye. Ee, her şeyi devletten beklememek lazım, kader
de ağlarını örüyor...
Palahniuk sağ olsun, büyük adam vesselam ve o yazdı Güzin Abla, Palahniuk'dan
bahsetmedi bile Haydar Dümen Ağbi, sevgili Playboy, inan bana hiç erotik bir
durum da yoktu ortada. Ben sadece Adsız Alkolikler grubundan bahsettim. O, Tıkanma'yı
daha çok beğendiğini söyledi, ben hemen atladım, “filmi çekilmiş, yollasana
bana...”
Amaa, tüh be, bir portakallık canım varmış meğer. Yenilerek ödenecek borcum yokmuş
ve izlemek istediğim filmleri toplasam 2 deve yükü olurmuş. En azından ikinci
safhayı da geçmiştim. Aslında zaman hızla akıyordu ve biraz acele etmezsem,
kesinlikle hemen kapatılacağını düşünüyordum. Acele et Haydar Dümen Ağbi, bana
akıl ver!"
"her sabah baktığın ayna bilir senin
adını
her sabah baktığın ayna bilir dudaklarındaki erik tadını
her gün bastığın kaldırımlar bilir ayaklarının çiğneyip geçişini
her gün bastığın kaldırımlar bilir bacaklarının mızrak gibi delip geçişini
onlar dilsiz, onlar sağır, ne bilsinler senin tadını ve adını
oysa benim bir şansım var öğreneceğim bütün bunları
hepsi kenara çekilsin, sıra geceleyin bana gelsin
parmakların dokunsun tuşlara, sadece benim için
gözlerini sıkıca kapat, tutacağım ben seni
ve parmaklarının ucunda oynat sen beni!"
Yazdım, her gün bir şeyler yazdım, her gün saçmaladım, kafam fırıl fırıl çalışıyordu,
sürekli düşünebiliyordum, zehir gibiydim, yeni bir enerji türüne dönüşmüştüm,
erke dönengeci gibi olmuştum!
Mart 20, cd işini ayarladım, Mayıs 15, ancak adını öğrenebildim! Mayıs sonu, en
sonunda msn adresini alabildim!
Her şey bitmiş olabilirdi Güzin Abla!
"Oyy bebek, bebekkk, beni buralarda
yalnız koyma, görünürde yoksun, offf, seninle olmadığım zaman aklımı
kaçırıyorum, vur bana bebek bir kez daha, bari yanağımda vurduğun yerin izi
kalsın, senden bir parça hatıra, vücuduma asılı kalsın.
Aman bebek, bebek, bak bu deniz kabuklarını o sitenin sahilinden taa o zamanlar
almıştım, demek senin içinmiş, vur, aban o kabuklarla bebek, yanağımda façan
kalsın...
Offf bebek, bebek, bak bu duvarı hatırlıyor musun? Hani yanı başında sana mail
atmış ve gülüşmüştük, işte onu söktüm bebek, sana getirdim, hatıra kalsın, al
bir parçasını duvarın, vur bana bebek, hem de sertçe, kaybedeceksem hafızamı,
senin elinden olsun.
Hey bebek, bebek, bak bu bilgisayar kasası, hani seninle tanıştığımızda
kullandığın. Gittim çöplüğü karıştırıp aldım onu bebek, bakma koktuğuna, senin
kokunu hala seçebiliyor burnum, vur bana o monitörle bebek, burnuma vur, burun
kırığım da senin monitörün yüzünden olsun.
Hi bebek, merhaba, ben falan, istersen filan, adımı zor hatırlayabiliyorum
artık, koş bana bebek, bebek, ayda 3500 mesaj atmak istiyorum sana,
parmaklarıma vur bebek, kırılsın güzelce, mesaj atamayım sana, ellerimi tedavi
etmek sana kalsın.
Yuh be bebek, bebek, o ne güzel parmaklar öyle, çimdikle beni, gerçek değilsin sanki
evrenin hangi köşesinden geldin ki, otostop çekerken gördüm parmaklarını, kır
direksiyonu bebek, araba parçalansın, altında ezileyim güzelce, yaralanayım,
ama sen beni göm bebek, yoksa beni köyümün yağmurlarıyla gömerler, gömüldüğüm
toprakta senin parmaklarının izi kalsın...
Hoh ho bebek, bebek, Noel Baba size yakın bir yerde doğmuş bebek, bir dünya
bırak bana bebek, ıslanmış olmasın gözyaşlarıyla, oynaya oynaya geleceğim sana
bebek, vur sopayı, kır belimi, döktüreyim sana incilerimi, bu dünyada bari
attığım göbeciğin izi kalsın..."
Mart nisan mayıs, ilk bölüm başarıyla sonuca ulaşmıştı sevgili Playboy
okurları. Uzun vadeli 6 aylık plana, siz de dâhildiniz!
II
Giriş,
gelişme ve sonuç. Her şey üç aşamalı, bu plan gibi. Gelişme aşamasına büyük bir
hevesle başladım. Artık msn'de karşılıklı bira içip, tv seyretmelere, sanki yan
yanaymış gibi yorumlarda bulunmaya ve hatta şişe tokuşturma işlemine bile
geçtik. Thelma ve Louis, Leyla ile Mecnun, Lorel ile Hardy gibiydik. Yaşadığı
yer çok mu sıcak, benim yaşadığım yer o an serin ya, hatta yağmur yağıyor,
hemen çekiyorum serin havanın fotoğrafını, yolluyorum, ona klimanın bile yerini
tutmayan serin havalar gönderiyorum.
"güzel kuşum, ben sana vurulmuşum,
beni kütüğüne kaydet!"
"dün bizim yarışmamıza denk geldim,
o eleman yoktu elbette, bir dizinin elemanları yarışıyordu, ahh çektim şöyle
karşı dağlara, şimdi sen msn'de olsa da yarışsak :) hayat seni özlemekle geçecek...."
Yazılmadık yazıların yüzde birini bile daha yazmadık, konuşulmadıkların hiçbirini
konuşmadık, gösterilmedik hedelerin çok az bir kısmını gördük, dinlenilmedik
şarkıların ucundan kıyısından dolaştık, gidilmedik konserlerin provalarını
yapmadık. Yani ne yaparsak yapalım, aslında yapılabileceklerin binde birini
bile yapmadık o üç ayda. Mübarek üç aylarda..
Ama işte, kader ağlarını örünce, ipin ucu farkına varmadan kaçtı gitti, plan
falan kalmadı ortada. İlk plan neydi, sadık kalsana işte, ürkütme kızı! Amaç,
hedef hepsi boşaldı, elimde bunların posası kaldı!
Sevgili Playboy, bu zamana kadar yazdığınız tüm hikâyelerin yalan olduğunu
düşünüyordum. Ta ki başıma gelene kadar.
Her kadın elde edilebilir. Ağzından çıkan "çok güzelsin” veya “seni
seviyorum" türü lafa bakar. Akıllı kadın bu lafı duyunca sahtekârlık
olduğunu anlar. Zaten iş bu lafa kadar geldiği için lafı önemsemez, keyfine
bakar. Avanak kadın ise lafı duyunca kendini bir bok sanır, naz yapmaya başlar.
Onu ilk gördüğümde kayık burnu ve simsiyah saçları beni etkilemişti. Elmacık
kemikleri çok hoştu. Nedense kulak memelerine saldırmak gelmişti içimden. Onun
için sol yanımı bile feda edebilirdim.
Akıllı kadınmış, her şey bir bira ısmarlamak kadar kolaymış. Kollarıma
aldığımda dilim boynunda geziniyordu!
Ama ne demiştim en başta, bu zamana kadar yazdıklarınızın hep fake olduğunu düşünüyordum.
Şimdi yine fake olacak. Demek tüm yazdıklarınız harbiden fakeymiş!
İpin ucunun nasıl kaçtığını gerçekten bilmiyorum. Bildiğim tek şey kendimi
kaptırıp gittiğim. Dedim ya yukarıda, rüya gibi geçen, var olmuş ama olmamış
bir yazdı. Hava sıcak veya soğuk, fark etmiyor, yaşadığınız en iyi içki
muhabbetlerini, tv başında eğlenmeleri, laf sokmalarını, trip atmaları, ayar
vermeleri, gıcık etme çalışmalarını on ile çarpın, bizim muhabbetimizin yanına
bile yaklaşamazsınız. İşte zaten ipin kaçtığı nokta buydu, çok fazla zevk
alınca bu karşılıklısız hallerden, gerçek ile hayal tamamen iç içe geçebiliyor.
Neyin gerçek veya hayal olduğunun pek fazla önemi kalmıyor. Gerçekten yanımda
olsa bu kadar eğlenebilir miydim veya eğlenir miydi, bilemezsin.
Artık öğrenmenin vakti gelip çatmıştı aslında. Israr etmeden ağız
yoklamalarıyla başlayan çalışmalarım neticesinde duyduğum ilk laf "beni tedirgin ediyorsun" oldu. Bu
laftan tırstım hafiften. Gülüp geçesim geldi ama yapamadım. Kafamın bir
noktasına adı gibi kazıdım. Hayır, hayır, olduğumdan farklı olma ihtimali
yüzünden tedirgin olmuyordu sanırım. Kendisini tedirgin hissetmek istiyordu
belki. İnsanların herhangi bir şeyi yapmamak için bahanesi olmalı. Yoksa yapmak
zorunda kalırlar. Zaten bu laftan sonra içimdeki umudu portmantoya astım. Eskiden
sigara içmek gibi olan bu duygu, kapıya baktıkça aklıma gelir oldu. İnsan
başaramayacağını anladığı konularda ısrar etmemeli, çünkü daha çok canı
sıkılır. Eğer ki can sıkıntısının peşinde koşuyorsa, başaramayacağı ne kadar
çok şey varsa onları yapmaya çalışsın. Ben başaramayacağımı sezdim, yüzüme
tokat gibi vurulacağı zaman da gelecekti!
Dostlar da olmasa bu cenabet dünya çekilmez. Çünkü önündeki düşmanı veya düşman
sandıklarını görsen bile arkanı kollaman için dostlar gerekir. Onlar, dost sandıkların
arkadan seni vurmasın diye gerekir. Bu yalandan kurtulmak için, gerçek dünyanın
ikiyüzlülüğünü görmemek için, gerçek olmayan dünyaya geçmek kadar eğlenceli bir
iş yoktur. Dörtte üçü su olsa bile dünya cenabettir. Yapmam gereken bu suyla
insanları temizlemek değil, kaçmaktır. Çünkü ben peygamber değilim. Belki de
onunla ilişkimin güzelliği bu noktadaydı. Bukowski'nin dediği gibi, gerçek
ilişkiler karşılıklı söz ve yemine dayanmayanlardı. İşte onunla o mertebeye
kadar geldim. Onu temizlemek zorunda kalmadan onunla ilişki kurdum. Sanal gibi
görünmesi önemli değil. O gerçekti. Ne kadar görünmez olursa olsun, onunla
birlikte olduğum dünya kablolara ve uydulara teslim bile olsa gerçekti. İşte
onu o yüzden daha çok sevdim Güzin Abla...
Ama... Kinyas ve Kayra, Kayra'nın Yolu; “kan kardeşim Kinyas gitti, yok oldu!”
"Sen beni kaçırdın olum. Ben ciddi
ciddi evlenmeyi düşünüyorum çünkü. Şu son günlerden sonra."
Meğer o ve ben Kinyas ve Kayra gibiymişiz! Sağlık olsun...
III
Benimle muhabbeti ilerletirken boş bulundu sanırım. Birini sevseydi o sıralar,
yüzüme bile bakmayacağına kalıbımı basarım! Çünkü bu her zaman böyledir. Tamamen
dolu yüreğe toplu iğne bile giremezken, ben olanca gücümle dalmıştım içeri veya
öyle sanmışım ve girmiştim.
İlk zamanlar bu evlenme olayını normal karşıladım. Zaten olacağı buydu, işim de
başımdan aşkındı. Evden tonlarca çöp çıkıyordu ve ben hepsini sınıflara ayırıp
işe yararları kolileyip ayırıyordum. Yaramazları çöp poşetlerine doldurup atıyordum.
Anlayacağınız bir telaş, bir telaş var bende. Fazla düşünmeyi gerektirecek bir
durum yok. En sonunda mekân değişti, ben de yavaş yavaş değiştim!
Yakamı bırakmadı bir türlü! Yavaş yavaş muhabbet azalır, kıvamı düşer, her şey
olacağına varır derken, muhabbet son hız devam etti. "gerçekten boş olan
kısmı, yani doldurduğum kısmı neresi" diye de düşündüm. ‘Dost başka, aşk
başka’ işi hikâye. Birini evlenecek kadar sevdiysen eğer, gerçekten sevdiğin
tek kişi odur. Geri kalanın üstü çizilmez bile, tamamen silinir. Artık o
kişinin aklındaki tek şey, tüm vaktini onunla geçirmektir. Bu, normal bir insan
davranışıdır. Başka biri kendisine "canım" dediğinde hoşlanmaz, başka
biri sevdiğine "canım" dediğinde de hoşlanmaz. Sahiplenmenin çok
ötesinde bir duygudur bu. Mülk edinmektir, malı garantiye almaktır. Zenginler
harcamayacaklarını bile bile para biriktirir, fakirler bir gün lazım olur diye
her şeyi saklarlar. Böyle bir duygudur. Bir gün ona lazım mı olurdum, yoksa
harcamayacağını bile bile yanında tuttuğu biri miydim acaba!
Ne yani, o başka, ben başka mı, güldürmeyin beni!
"Sen masum görüntünün altına
saklanmış tanıdığım en acayip adamsın."
Odasının kanepesi altında unutulmuş, süpürülmemiş bir böcek gibiyim. Yavaş
yavaş diğer böcekler tarafından kemiriliyorum ve bu hiç umrumda değil. Önemli
olan, onun yattığı kanepenin altında kalmaktı.
Bütün saplantılarım tek oldu, bu yöne kaydı. Saplantılar ise korkudan beslenir.
Deli değilsek, elbet korkarız, elbette saplantı batağına saplanırız. Benim
saplantım ise onunla gerçek bir an geçirememe hali. Yani onunla hiçbir zaman
gerçek bir an geçiremeyeceğimi bilmenin korkusu. Oysa onun benimle son dokuz
aydır geçirdiği zamanı, başka hiç kimseyle geçirdiğini de düşünmüyorum. Hatta
annesiyle bile. Ama bu bana yetmiyordu. Yetmediği noktada ise ondan tamamen
kopmanın korkusunu/saplantısını yaşadım. Çünkü bana hiç ihtiyacı
kalmayabilirdi, "hem zaten neden ihtiyaç duysun ki" diye
düşünüyordum.
"Hiçbir şey değişmeyecek. Hayatıma
bir şekilde girdin ve bu şekilde kaldın sen. Benim için anlamsızlaşmayı bırak,
günden güne daha önem arz eder oldun. Anladın mı cicim."
Bana ihtiyacı olup olmamasının önemi yoktu aslında. Sadece, 'beni de' yanında
görmek istiyordu. Ona sımsıkı sarılırsam eğer, göğüs kafesinden içeriye doğru
girerken saydamlaşırım. Noel baba olsam, kızağıma atladığım gibi, sakalımın
tanelerini tek tek dizerek, yol yaparak, ona ulaşırım. Evinin bir odasında hala
daha baca varsa eğer, dalarım sessizce içeri. Hediye olarak kendimi sunamam
elbette. İkimizin birbirimize hediyesi olabilecek tek şey, devam etmek. Hediyeyi
verip ondan kurtulmak anlamında değil elbette.
Onun içinde görünmez bir vaziyette bekleyip, canı istediği zaman beni görmesini
sağlayıp, ellerimle tuşlara basarak, onun ellerinin yorulmasını da istemeyerek,
düşüncelerimi parmaklarımla kafasının içine yollarım. Onun düşüncelerini de kafasından
alırım. Gecenin karanlığında simsiyah saçlarının bir parçası yanağına düşmüş,
ay ışığı gözlerini ve saçlarını parlatırken, yüzünü yumuşatmış, dudaklarının
kırmızılığı aleve dönmüş bir halde, gözlerini kısıp o dudaklarıyla bana
kelimelerini yolladığında, boynunun gövdesi ile birleştiği noktadan, ameliyatlı
yerlerine hissettirmeden dokunup, sessizce seyrederim. Güneşin batışını
seyrediyorsa eğer, aynı güneşe bakmak için çırpınırım.
Sonuçta ben naptım? Bana sunulanı kabul etmeye karar verdim. Evinin bir
penceresinde kendisine ısmarlanacak kocasını gözleyen, her gün o kocası için
bir yemek daha yapmayı öğrenen, sabahları o kocasını giydirir gibi babasını
giydiren, "aferin kızım" lafını duyan, gündüz vakti tv seyrederken el
işi yapan, dizileri takip eden, en sonunda evlerine gelen komşu kadının bir
yakınına gelin olması karar verilen, çocukla çıkılan bir kaç park gezintisi
sonucu bakire olduğuna kanaat getirilip bozulması için büyük bir eğlence
tertiplenen, evimin kadını, çocuklarımın anası olacak olan, yeni annesinin ve
akrabalarının evlerine sık sık giden, onların takdirlerini kazanan bir kadın
hayal ettim. Çünkü en mükemmele ancak bu kadar yaklaşabildikten sonra, onun
özelliklerine yakın birisi sadece onu hatırlatırdı. Onun tam aksi ise hiçbir
şeyi. Çünkü hiçbir şeyi düşünmek istemiyordum. Çalışmak zorunda kalmasam evden
dışarı çıkmaya bile üşenirdim.
Fark ettiniz değil mi, uzun süredir onunla konuşmalarımdan bahsetmiyorum. Aslında
hikâyenin bu noktasında olayın tamamen bana döndüğünün farkındayım. Çok
romantik bir insanım sanırım. Romantik insan bencildir, kendisi için üzülür. Gerçekçi
olmak lazım. O zaman gerçekten onun için sevinebilirsin. Yani üzülmene gerek
yok. Çünkü kendi kararını vermiş, sana ne, sevineceksin elbette. Hatta
gerekirse gidip altın bile takacaksın!
İşin esasında ben inanmaya meyilli bir insanım. O kadar konuşma, muhabbet ve
vs... kendi kendimi inandırmıştım. Belki işime öyle geliyordu ve hoşuma
gidiyordu. Yani kimse kimseyi aldatmaz, herkes bilerek aldanır. Evet, plan
yaptım, işleme koydum, çünkü bu vakit kaybı değildir. Biraz eğlence, biraz da
yine kendimi kandırma meselesi işte. En kestirmeden amaca varmak sadece çok
hırslı kişilerin işidir. Hırs ise insanı çirkinleştirir. İnsan vardır, sevdiği
kişiyi kendi yönüne doğru ikna etmeye çalışarak, kendi iyisine çekmeye çalışır.
Kendi işini kendi yapan kişilerden de hoşlanmazlar. İnsan vardır, kendi
kişiliği olan, bundan taviz vermeyen, otoriter değil ama sağlam karakterde
insanlardan hoşlanır. Bilir ki, bu sayede kendisi de bir şeyler kapabilecektir.
Ondan esinlenebilecektir, bu sentez neticesinde yepyeni bir kişi olarak
çıkabilecektir. İşte ben, onun sayesinde yepyeni bir ben olarak ortaya çıktım.
Gerçekte, yeni bir ben ortada olsa bile, eski ben de olduğu gibi duruyordu. Bir
noktadan sonra çok direndim, hem de çok. Kendim bitirmeye çalıştım, ama kendi
kendime kızdım. İçimdekileri döküp illa birine anlatmam gerekiyordu. Normalde
öyle bir derdim olamaz aslında. İnsanın kendisini birine anlatmaya çalışması
kötü değil mi Güzin Abla. Aslında böyle abuklukları sevmem Haydar Ağbi. Hele
size herşeyi anlatacağımı mı sandınız playboycular, hah ha! Ama eğlence devam
ediyor bebek. "Reytingimi daha da artırabilir miyim" diye
düşünüyordum başlarda, onun gözünde. Olağan olmamalıyım, ilgisini çekebilecek
garip davranışlar sergilemeliyim, kendimi kasmadan, onun damarından içeriye
girmeliydim. Bir kült film gibi onun beni keşfetmesini bekleyerek onun ilgisini
çekemezdim. Bizzat onun gözünde o filmi oynatmalıydım. Senaryo kendiliğinden
gelişmeliydi, yazmamalıydım, plan hariç tabii. En sonunda suskunluğumu bozdum
ve on yıllardır yapmak istediğimi yaptım. Onunla tanıştım, konuştum, yazıştım,
koklaştım, paylaştım, anlaştım, darlandım, sabahladım, koştum, yoruldum,
düştüm, kalktım, kustum, içtim, kaçtım, yüzdüm, güneşlendim, çektim, yolladım,
seyrettim, yaptırdım, izledim, okudum, dondum, ısındım, titredim, bilemedim,
ayaklandım, yavşadım, değiştim, geliştim, dönüştüm. Çünkü ihtiyacım var...
“şaka
bir yana da, aklına takılan şeyler varsa çözeriz :)”
İşte
şimdi çözüldüm…
2 yorum:
Aga çok fena ağlattın beni burda, lanet ettim.
Baron Anubis: lanet etme be ya..
MetaLL: hikayenin konusu böyle, karmaşık olmalı ki, kendi karmaşıklığım ortaya çıksın..
Yorum Gönder