hangi mevsimdi bilmiyorum, hatırlamıyorum. köylüler yol kenarında ezelteri, diken ucu ve kaldirik topluyorlardı. ayem alamuk, ocaklar kavrulmuş, fındık çeş olmuştu. köpekler afkuruyor, insanlar baccelerin badına aykuru gene yürüyorlardı. andır görsün yüzünü dedi ortama yabancı kişiye akrabası. dediklerini çözmek için bıldır çok uğraşmıştı yabancı. çevreyi hala daha annaklıyordu.
caranak başlamıştı ve ben caydak halde kalmış gibiydim. yol kenarındaki insanlar arabalarının içinden ayemin dinmesini beklediler. yolları cılga bürümüş, cilim bir çok kişinin çarukuna yapışmıştı. yollar topraktı ve her şey böyle başlamıştı.
haçak kızlar etrafta görünmüyorlardı ve dadduk bebeler arabaların içinde ağlaşıyorlarken, ben dışarda tarana denk geldim ve üstüm başım leş gibi çamur, etrafımda uluk kadınlar var sanki, hepsi fene zollu. ağzıma ne geliyorsa söyledim o an. haböle dediler bana, nihayet karadenizli oldun..
kendimi şöyle bir ırgaladım, ımımak için içinde kaloriferi açılmış arabaya daldım. allahtan içerisi ımıklıtı. ben buraya geldiğimden beri her şeyden irketiyordum. yol mühkemdi, bize sadece gaza basmak kaldı. ve gittik, yol boyunca gittik. vardığımızda günlerce uyuyacağımı sanıyordum. oysa her tarafım divildiyordu.
istanbul'da sıcak bir ağustos akşamıydı. burada ise aylardan çürüktü ve her tarafı duman basmıştı. fösük ağızlı keyfanılar ellerinde deyneklerle ıslak çimenlerde yürüyor, tüm bacalardan sobaların dumanı tütüyordu. ben sadece bir sigara daha yaktım gizlice. o dumanın içinde zaten görünmezdim, ama işi garantiye aldım. zele pezüğü de yedikten sonra.. ah birde pool olsaydı ne güzel olurdu. şöyle datlısından birde misiri bol bir salata.. elimde bir akıllı telefon, akşam sekizde yatağıma uzandım. allahtan buralarda hat çekiyordu..
"şekerim, mesaj at bana bol bol.."