dilimizde fransız terminolojisine ait bir çok cümle var. bunların türkçesini veya fransızcasını kullanabiliyoruz. mesela fransız öpücüğü veya fransız manikürü, femme fatale, sır ağda, sadizme adını veren marquis de sade(apayrı bir yazı konusu) gibi. voulez vous coucher avec moi (vulevu kuse avek mua) bile diyebiliyoruz.
neyse, bu cümlede bahsi geçen fransız kadını diyeceğim kadın(erkekleri hakkında konuşmam saçma olur) hafif kısık gözlü, beyaz tenli, uzun boylu, her on tanesinden dokuzu güzel, biri ise yaşlı(bir arkadaşıma ait tanım) olan, fazla makyaj yapmasa bile muhakkak dudaklarına yakışan ruju süren, sallapati giyineceğine üzerine yakışan kıyafetleri giymekten imtina etmeyen, inci kolyeleri, zarif yürüyüşleri, endamları, sigara içişleri, pda'nın(uluorta sevişmek) bokunu çıkarmayı bilen, frou frou, fular, etek, jartiyer, file çorap, dantel iç çamaşırları ile gerçekten kadına benzeyen, konuşması bile ateşli, seksi, mesafeli, sıcak, kadınsı, yani parisien diye tarif edilen varlıklardır. bu kadınların gülüşlerinde çaresizlik yoktur, keyif, hayattan zevk almak ve neşe vardır. isabelle huppert, patricia kaas, catherine deneuve, juliette binoche, sophie marceau, isabelle adjani, brigitte bardot, audrey tautou, laetitia casta, emmanuelle beart, segolene royal aklıma ilk gelenler.
neyse, bir fransız ile sevişmediysen sevişmiş sayılmazsın atasözünü ilk kez bir filmde duymuştum. filmin adına dair bir şey hatırlamıyorum. yerli mi, yabancı mı, onu bile anımsayamıyorum. ama bu cümlenin içinin boş olmadığını, fransızların bu ünvanı layıkı ile hakettiğini biliyorum! eğer dünyada seks konusunda aşmış bir millet varsa, bu fransızlardır. üstelik fransızlar bu işte aşırıya da kaçmaz! ikinci dünya savaşından sonra bir japon geleneği haline gelen çocuklara yönelik eylemler fransızlarda duyulmamıştır mesela. gerçi baleye yaptıkları inanılmaz katkılardan da daha önce bahsetmiştim!
sarte şöyle der; "aşk, iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. boşuna bir çaba, çünkü insan kendi bilincine mahkumdur."
sanırım varoluşçuluğun sokak aralarında gezerken bile tartışıldığı fransa'da, elbette işi bu boyuta da vardırmak gerekiyordu. çünkü kadın, kadın doğduğu için kadın olmamıştır. kadın olduğunu düşündüğü için kadındır. ve kadın olduğunu bildiği halde madame currie gibi biri de çıkmıştır. o devirde bir tane daha bilim kadını gösterebilir misiniz siz?
benim ilk bilgilerim fransız ihtilaline kadar gider. ihtilal sırasında hapishanelere kapatılan soylu kesim, vakit geçsin diye birbirini becerirmiş. vakit öldürecek hiçbir uğraş yokmuş. bir fransız atasözü "cumartesi günleri sevişmeyiniz, çünkü pazar günü yağmur yağarsa, ne yapacağınızı bilemezsiniz" der. kastedilen eylem sanırım seksin sadece vakit geçirmek bir uğraş olduğu yönünde. belkide bu atasözünün temeli bu aristokratlara dayanıyor! ama şu bir gerçek, adlarının bu kadar duyulmasının nedeni, sekste insiyatifi sadece erkeğe bırakmamalarıdır. erkekler kadar etkinleşmişlerdir.
ihtilalden sonra ise kiliseye yönelik eylemler neticesinde fransız dünyası başlar. gerçi 18. yy da fransızların yüzyılıdır. güneş kral loui zamanı. herkesin paris'i düşlediği vakitler. bir alman prensi ömrünün yarısınında paris'e gitmeyi hayal ettiğini, gittiğinde de geri kalan yarısında neden bu kadar geç gittiğini düşünmekle geçirdiğini söyler. ayrıca dünyanın her yerine, dolayısıyla osmanlı'ya da gelen fransız mürebbiyelerinin yediği naneleri herkes okumuştur. fransa 1000 yıllık bir bilincin ürünüdür. bu işin içinde efsane haline gelen, tüm fransız erkeklerinden daha cesur olan bir kadın da vardır. jeanne d'arc. fransız kadınının özgürlük tutkusu bu kadından daha iyi hiçkimse tarafından ifade edilemez bence. sonuçta fransız erkeklerinin ihanetine uğrayıp yakılmıştır.
fransız kadını bir ikondur. adaleti temsil eden o kadın heykeli yunan kökenli olsa bile fransızdır. herkese eşit mesafede olduğunu gösteren kör gözleri, bir elinde adalet dağıtan terazisi, diğer elinde cezayı temsil eden kılıcı ile bağımsızlığını gösterir şekilde tam bir kadındır. üstelik fransız devrimini temsil eden tabloda bir göğsü açık o kadın, arkasında kendsini takip eden erkeklerle beraber özgürlüğü simgeler. çünkü kadın özgür olduğunun bilincindedir.
karizma dediğimiz şeyin kelime anlamı cinsel çekiciliktir. biri size karizmatik geliyorsa, bilin ki cinsel çekiciliği olduğu içindir. bu cinsel çekiciliğinin bir nedeni şöhret ise, diğeri de özgür olduğunu ilan eden yüz ifadesidir. iki üç hafta fransa'da kalan bir türk ile hep türkiye'de kalmış bir türkün arasında dağlar kadar fark olması bence kaçınılmazdır. yani demem o ki, bu devrim ruhu kadınlara kadın olduğunu öğretip kendilerini bambaşka şekillere bürüyebiliyorlar. ingiliz ve alman kadınları arasındaki farkları bu. bu kadınlar kendi devletlerinin çıkarları için çalışmaktan başka bir şey yapmazlarken, fransızlar kendi gelecekleri için çarpışmışlardır. amerikalı kadınlarla kıyaslamaya bile girmeyeceğim. çünkü amerikalı kadınlar yoz bir kültüre sahip ve tarihi neredeyse olmayan bir milletin fertleri olarak bu zamanki güzelliklerinden daha fazlasına sahip olamazlardı. marilyn monroe bile ancak 30'larında "keyfinize bakın" mottosuna sığınırken fransız kadınları bu işi 18. yy'da halletmişti. günde 18 saat çalışmaktan hiç goyunmayan, devletini çok seven insanlara sahip bir devlettir amerika.
tabii olay bunlarla sınırlı kalmamıştır. yine bir yerde okumuştum. fransızların % 40'ı ömürleri boyunca vücutlarından kıl, tüy, yün kesmezmiş. bu yüzden, parfüm sanayisinin bu kadar gelişmiş olmasına da şaşmamak lazım. derler ki, fransız parfümleri, fransız fahişeleri gibi kokar. tabii iş fahişelikten açılınca durum değişir. bu lafın türemesinin nedeni fransız fahişeleridir. "o la la" diyen fransız fahişelerinin üstüne 19. yy boyunca fahişe tanınmaz. sırf bu fahişelerle birlikte olmak için akın akın fransa'ya burjuva yığınları gelmiştir. hatta mısırlı çok zengin bir müslüman, o devrin en meşhur fahişesini bizzat fransa kralı üçüncü napoleon'dan istemiştir. gerçi imparator bu olayı yanlış anlamış ve aynı isimli bakanını yollamıştır!
elbette bu durum evlilik hayatına da yansıyacaktır. 19. yy boyunca sadece fransız erkeklerinin metresi yoktur. evli kadınlarının da jigoloları vardır. hatta bir fransız bakan, karısının iyice azdığını, sevgililerini bile takip edemediğini söylediğinde yanındaki arkadaşı "metresim hakkında böyle konuşamazsınız" bile demiştir! günümüzde bile bu durum devam eder. mitterand'ların hem kadın, hem de erkek olanının sevgilileri vardı. hatta cumhurbaşkanı mitterand'ın sevgilisinden çocuğu bile vardı. gerçi bu mitterand'ın sevgililik hadisesi ise bambaşka bir yazı konusu. çok satan bir gazete yöneticisi yeni mezun olmuş afet denilebilecek güzellikte üç fransız kadını üç siyasetçinin metresi olması için ikna eder. karşılığında her türlü bilgiyi alacaktır. ama bu üç kadın da bu erkeklere aşık olur ve onlarla birlikte yaşamaya başlar. bilgi falan da vermezler. bildiğiniz gibi hayat kısa! kadınlar, erkeklerini satmamışlardır.
keza üçüncü napoleon'un yeğenlerinden birisi, bir bakanın karısı ile yatakta basılınca bakan tarafından öldürülür. bu yeğeni çok seven fransızlar onun mezar heykelini tam vurulma anını resmedecek şekilde, sırt üstü vaziyette, kemeri açık ve penisi pantolonu zorlar durumda resmetmişler. çocuk sahibi olmak isteyen fransızlar, mendillerini pantolonun bu kabarık yerine sürmeyi çok severlermiş! ee, insan her yerde insan sonuçta, fransız da olsa değişmiyor!
19. yy fransız kadınını anlatan madame bovary de vardır elbette. tatmin olamayan bir kadındır bovary. ihtiraslıdır, cesareti aptallığından gelir ve tehlikelidir, vurdumduymazdır, bencildir. bu roman, o zamanki iki yüzlü ahlak anlayışını da yıkmıştır. fransız kadını, biraz da edebiyat sayesinde kadın olabilmiştir.
işin sanat kısmına girince orjinal adı l'origine du monde, yani "hayatın başladığı yer" tablosunu es geçmemek lazım. gustave courbert, bu tablosunda arzın merkezine gerekli yolculuğu yapar! model ise elbette bir fransız. joanna hiffernan. yani skandalların kadını.
bu tablo monet'nin olympia adlı eseri. 19.yy fransız fahişelerinin genelevlerinden bir odada bir fahişe yatağa uzanmıştır. kadın görüldüğü üzere utanmazca bakmaktadır. o devirlerde fransızlar sokaklarda fahişelik yapmıyorlardı. eve dikkat ederseniz eğer burjuva evleri gibidir. odanın aksesuarları ve hizmetçiden bu durum anlaşılır. fahişelerin müşterileri burjuva olduğu için, evler dışarıdan saygın görünsün diye o şekilde döşemişlerdir. amaç müşteriyi kendi evinde hissettirmektir.
ve tanrı kadını yarattı, ama fransız kadınını!
"sadece dans ederek yaşanabilecek bir yer var mı?"