heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

28 Ekim 2011 Cuma

ingiliz modeli


yurtsuz john adlı ingiliz kralı çok fazla işkence yapınca ingiliz baronları tarafından sürgüne yollanır. akabinde bir daha işkence yapmayacağını söyleyerek magna carta imzalanır ve ülkesine geri döner. yıl 1215'dir ve tarihteki insan hakları ile ilgili ilk belge böylece ortaya çıkar. gerçi insan haklarından çok baron hakları demek daha doğrudur.

neyse, niccola machiavelli(1469-1527), rönesans dönemi italyan yöneticilerinin neredeyse tamamının ilkesiz ve acımasız olduğunu gördüğünde siyasetin zorunlu olarak ihanet ve hilekarlık oyunu olduğunu söyledi. prens isimli kitabında ahlak ve siyasetin karıştırılmaması gerektiğini belirtti. ona göre başarılı bir yönetici sıkça hile yapmaya, yalan söylemeye, sözünü tutmamaya ve hatta cinayet işlemeye meyilliydi. o, sivil toplumun ilkelerini tespit etmişti. ingiliz thomas hobbes(1588-1679) ise insanların içgüdüsel olarak bencil ve acımasız olduğunu, bu yüzden ahlaki varlıklar haline gelmelerine çalışmanın zaman kaybı olduğunu yazdı. herkes doğal haline bırakıldığında herkes birbirini katledecekti ve yaşam kısa zamanda katlanılmaz bir hale gelecekti. bu yüzden toplumsal sözleşmeler yapılmalıydı. insanların birbirlerini uykularında öldürmemesinin yolu buydu ve bu sözleşmeye uymayanlar ikinci devlet sözleşmesi ile cezalandırılmalıydı. ahlak, kötü adamlar arasındaki kinik bir uzlaşmadan fazlası değildi. ahlak, yasaya itaatti. ardından aydınlanma çağı geldi ve voltaire ve rousseau fransa'da fikirlerini söylediler. ama fransız devrimi sırasında da kafa kesmek oldukça sıradan bir uğraşı haline gelmişti. devrimin bütün önde gelenlerinin bile kafası uçuruldu. hatta devrilen kralın bile.

onsekiz ve ondokuzuncu yüzyılda kant, hegel ve marx sırası ile kıta felsefesini oluştururken britanya adasında daha farklı bir söylem gelişmekteydi. jeremy bentham(1748-1832), tanrı tanımaz ve maddeci bir felsefeyi, yani faydacılığı ortaya atmıştı. gerisini john stuart mill(1806-1873) halledecekti. onlar marx gibi düşünmüyor ve ingiliz kapitalizminin önünde herhangi bir sorun olmadığını söylüyorlardı. kapitalizm kaçınılmazdı ve iyiydi.

bentham aslında bir avukattı ve hukukla arası doğal olarak çok iyiydi. şöyle demiştir;

"ingiliz hukuk sistemi, tarihsel önyargılarla, dinsel boş inançların, bilimsel olmayan bir karmaşaşı üzerine kurulmuş tumturaklı bir saçmalıktır."

böylece insan doğasının bilimsel tanımı üzerine kurulu, kendi yeni ahlak ve siyasal sistemini kurdu. tüm insanlar acı ve haz organizmalarıdır. bu yüzden ahlak ve siyaset felsefesinin hazzı artırmaya, acıyı en aza indirmeye çalışması gerekiyordur ve bu demokratik olmalıdır. böylece seçimle iş başına gelmiş her hükümetin temel görevi, en fazla sayıda insanın en büyük mutluluğu yakalaması sağlanmaya çalışılmalıdır.

bentham mutluluğun bilimsel olarak ölçülebileceğini savunuyordu. böylece ahlaki ve siyasi meseleler kolayca çözümlenebilirdi. mutluluk hesabını icat etti. bunu yapmanın en uygun sistemi de kapitalizmden başkası değildi.

popülizm icat edilmişti. insanlara ne istiyorlarsa onu verin. daha doğrusu devlet onların mutluluğu için neyin iyi olduğunu düşünüyorsa o verilmelidir. bu kanalizasyon olabilir, kaldırım döşemek, okul, hastane yaptırmak şarttır. devir victoria dönemiydi. köşe başlarında pıtırak gibi kiliseler yapılmaya başlanmıştı. artık mutluluk üretiliyordu. bentham'ın düşünceleri bunlarla sınırlı değildi. tembeller için yoksul evleri, hükümlüler için de her mahkumun bir kuleden gözetlendiği panoptikon hapishanlerinin gerekliliğine inanıyordu.
john stuart mill ise bu faydacılıkta değişikler yapmaya çalıştı. o, faydacılık yüzünden çoğunluk tiranlığının oluşacağını düşünüyordu. eğer çoğunluk çingeneler ve hippilere karşı sert davrandığında mutlu oluyorsa, o zaman iktidar bunu yapmalıydı. faydacılığın bireysel insan hakları ile bağdaştığı düşünülemezdi. ayrıca bir mutluluk üreten kurum olması gerektiğinden merkezi hükümet ve bürokrasi oldukça güçlenebilirdi. o, böylece başkalarına zarar vermedikleri sürece farklı fikirleri ve azınlıkların yaşam biçimlerini destekledi. çoğulcu toplum, sağlıklı bir toplumdu. bunun bir sebebi de hakikatın eninde sonunda galip geleceği bir ortamın yaratılmasıdır. ahlaklılık, çoğunluğun iktidarından daha fazlasını gerektiriyordu. zamanla faydacılığa şüphe ile yaklaşmaya başladı. eğer bireyler kendi mutlulukları peşinde koşmaları yönünde biyolojik olarak programlandırılmışlarsa, başkalarının mutluluğunu temin etme konusunda sistem ne tür teşvikler sunmaktadır?

sistem amerika'da bambaşka bir şekil aldı.

amerikalıların çoğu ilk başlarda demokratik hükümetlere şüphe ile yaklaşmışlardı. ama benjamin franklin ve thomas jfferson'ın etkisi ile demokratik hükümetlere geçtiler. john locke'un(1632-1704) fikirlerinden etkilenmişlerdi. locke, hükümetlerin elindeki yetkilerin her zaman geçici olduğunun bilmesi gerektiğini söylemişti. hükümetlerin, onlar için oy verenlerle karşılıklı bir sözleşmesi olmalıydı. bu yüzden hükümet sadece vatandaşların yaşam, özgürlük ve mutluluk arayışları gibi haklarını garanti etmek için var olduğunu söylediler.

henry david thoreau(1817-1862), iki yıl, iki ay ve iki gün boyunca toplumdan uzak yaşadı ve "hayatımızı ayrıntılarla boşu boşuna harcıyoruz, basitlik basitlik" dedi. ayakkabısını tamir ettirmek için kulubesinden çıkıp kasabaya geldiğinde şehrin yüksek memuru onu fark etti ve kişisel vergisini vermesi gerektiğini söyledi. ödeyeceği verginin meksika savaşında ve köleliğin desteklenmesinde kullanılacağıı düşünen thoreau ödemeyi reddetti ve bir gece hapis yattı(bu arada kendisi zengin birisidir). sonunda romantik ve anarşist sivil itaatsizlik metnini kaleme aldı. metinde pasif direnişi tavsiye ediyordu. pasif direnişi kullanan en ünlü kişi gandhi'dir ve ingilizleri hindistan'dan bu sayede kovmuştur(ama kendisi birinci dünya savaşında ingiliz ordusuna askere alma konusunda yardım da etmiştir). itaatsizlik geleneği beatnikler ve hippiler ile günümüze kadar gelmiştir.
tabi thoreau bu fikirleri yalnız başına geliştirmedi. transandantalizmden etkilenmişti ve onlara göre bilgiye, duygu ve sezgiyle ulaşılabilirdi. waldo emerson(1803-1882) bu düşünceyi daha da geliştirdi ve devlet otoritesi ve örgütlü din karşında sezgi ve kişisel vicdanın önemini vurguladı. artık iyice kentsel ve endüstriyel olan amerika, eleştiriliyordu. köleliğe karşıydılar ve "insan olmak isteyen, aykırı olmalı" diyorlardı.

ama amerikan felsefesini transdantalizm şekillendirmedi. charles sanders peirce(1839-1914) ve william james(1842-1910) pragmatizmi icat etti! transdantalizme düşmandılar. kısaca şunu dediler;

"bir fikir şiddetli bir biçimde savunulabilir. ama eğer gündelik hayatta bir fark yaratmıyorsa, o zaman önemli ya da doğru değildlir. beşeri teoriler sadece yararlı olmak yoluyla bir nakit değeri taşıyorsa anlam ifade ederler."

sonuç hala geçerlidir. bugün amerikalı filozoflar hala seçtikleri konuların pratik bir faydası olması gerektiğini düşünüyorlar.
kaynak: ntv yayınları - felsefe

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.