heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

11 Mayıs 2009 Pazartesi

dünyayı mahveden virüsler ve filmleri

malum, gribin nedeni virüsler bu aralar sürekli kendilerini geliştirip insanları daha da çaresiz durumlara düşürüyorlar. 10 yıl öncesine kadar ne kuşu vardı bu işin ne domuzu. hatta kırım kongosu bile yoktu. ama küresel ısınma falan derken virüsler ortama daha hızlı adapte olabiliyor, kendilerini sürekli geliştiriyor ve canlıları çaresiz bırakıyor. ama 1917'de meydana gelen büyük ispanyol gribi salgınında 40 milyon kişi ölmüştü. yani büyük salgınlar neticesinde harbiden milyonlarca kişi ölebiliyor.

ama ben her şeyin altında bir pislik arayanlardanım. özellikle domuz gribi konusunda. amerika'da yılda 30.000 kişi gripten zaten ölüyor. ama bunun domuz olması büyük sorun oldu. ilaç şirketleri grip aşısı ve ilacı satışlarını artırmak için mi bu yollara başvuruyor acaba? çünkü hala daha yakın zaman içinde öyle büyük sayılarda ölen yok. bunun bir nedeni de grip aşısı. sana faydası yok, sadece senden başkasına bulaşmayı önlüyor.

kırım kongo ise sanki mangal kültürüne bir tepki! şehirlilere "oturun, oturduğunuz yerde" diye sesleniyor doğa!

kuş gribi göçmen kuşlar ile gelip duruyor. bu da bana köylülere tavuk eti satmak isteyen tavuk firmalarının işi gibi geliyor! ama harbiden artık köylü tavuk yetiştirmiyor. tavuğunu gidip marketten alıyor.

bunun deli dana versiyonu da var elbette. bunun temel nedeni sığırlara sığır eti unundan yapılma yem verilmesi. yani yamyamlık bir nevi. rasyonun besi değeri artsın diye yapılınca böyle şeylerin sonu tam bir felaket oluyor. buna rağmen kan, tırnak, kemik, kıl, tüy, yün unları yedirilmeye devam ediliyor. bakalım bunlar nelere neden olacak. ot yedirin işte birader!

neyse, gerçek virüs salgınlarında dünya yok olacak seviyeye gelmiyor, ama filmlerde bir grup bilim adamı bazı hastalıkları yoketmek için veya kötü niyetli şirket sahipleri süper silahlar elde etmek için akıl almaz virüsler geliştiriyorlar. işte bu noktadan sonra filmlerimiz başlar. insanlar kitleler halinde geberir, bir kısmı yaşamaya devam eder ama zombileşir ve nüfusun neredeyse tamamı yokolur. en sonunda bir kahraman ya doğuştan virüse bağışıklıdır, ya virüse bağışıklılığı geliştirir veya insanları silahları ile korur.

neredeyse hepsi güzel olan bu filmler sürükleyici ve etkileyicidir. ıssız new york sokakları veya çöle dönmüş dünya veya virüsten etkilenen ama ölmeyen, zombi canlılar ile virüsten ari insanların savaşları, mücadeleleri harbiden güzel gidiyor. dünyayı yokeden göktaşı filmlerinden sonra en sevdiğim filmlerdir.

bu filmler içinde ciddi şekilde eğlenceli ve komik filmler var. zombie strippers ve planet terror gibi. izlerken sıkılmıyorsunuz, belki kahkaha da atmıyorsunuz, ama komik bir filmlerdendir. yüzünüzde tebessüm ile filmi bitiriyorsunuz. "güzel saçmalamışlar" deyin geçin. mesela planet terror'de tarantino'nun virüslü hali, kıza tecavüz etmeye çalışırken taşşakları aşağıya doğru sarkıp, vıcık vıcık sümük gibi bir şey oluyor ve vücuttan kopuyor. işte bence o sahne müthiş komikti. adam o halde bile hala tecavüzü düşünüyordu!

tabii birde resident evil serisi var. hastası olduğum milla jovovich, zaten normal hayatta hiper, mega, süper bir kişidir. üstüne bu seride dünyayı kurtarışını da izliyorsunuz. serinin devam filmleri apocalypse ve extinction. bilgisayar oyunundan filme aktarıldığını seriyi takip edenler bilir. ilk film, umbrella'nın yeraltındaki laboratuarında geçerken, ikinci film umbrella'nın şehrinde geçer. üçüncü filmde ise virüs tüm dünyayı vurmuştur. artık insanlar sürekli göç halinde yaşamaya başlar. belkide tek güvenli yer alaska'dır(ama orada da vampirler yaşar!) bu filmde t virüsü sakat insanların tekrar yürümeye, basketbol oynamaya, hoplayıp zıplamaya başlaması için üretildiğini görüyoruz. virüs, vücudun ilgili parçalarını vücuttan bağımsız hareket ettiriyor. ama vücudu ele geçirince her şey bitiyor. (dördüncü filmde alaska'nın da hikaye olduğu anlaşılır. japonya'daki tesisi yok eden alice alaska'dan geçer. oradan ver elini los angeles)


son zamanlarda çıkan i am legend var. manyağın biri "kanseri yok edicem, nobeli ben alıcam, paraya para demicem" diye bir virüs geliştirir ve insanlığın neredeyse sonunu getirir. başka bir manyak ise new york'da tek başına, köpeği ile beraber dolaşmaktadır. kendisine cebrail görünen bir başka manyak ise çocuğu ile beraber new york'a gelir. ben "artık bunlar çiftleşirler, filme heyecan gelir" diyordum, ama öyle şeyler yapmadılar. yahu dünya üzerinde sadece siz kalmışsınız, virüsten etkilenmeyen sağlam genleriniz var, çiftleşinde insanlığın sonu gelmesin değil mi ama! ama yok, bilim adamı olacak densiz herif "ille bilim" diyor, başka bir şey demiyor. kadınımız zaten rahibe gibi, sevişmeye hiç niyeti yok. hem isa ona seslenmiş, kendini meryem sanıyor! bu sahnelerden sonra zaten filmin tadı kalmadı. "öff bi bitse de gitsem" modunda kıvranırken film bitti. sonra hıncal uluç yazdı, filmin çekilmesini kilise sağlamış. sevişme sahnesi o yüzden yokmuş!

ama benim için virüs filmi 28 days later ile 28 weeks later'dır. öncelikle dünya üzerinde ingiliz soykırımı yapıldığı için seviyorum bu seriyi. üçüncüsünü büyük bir heyecanla bekliyorum. konusu elbette orjinal değil, ama ilk filmde çocuğun hastaneden koşarak çıkıp bomboş londra sokaklarında deli gibi koşması, ardından olanlar, ikinci filmde dünyada yaşayan geri kalan yavşak ingilizlerin adalarına dönmesi ve onların da ölmesi hoştu, etkileyiciydi, müthişti! çok büyük bir haz aldım! ikinci filmin sonunda virüsün fransa içlerine girdiğini görüyoruz. hah ha, dallama fransızlar da yok olacak!
twelve monkeys'de ise geçmiş ve gelecek birbirine girmiş bir haldedir. kendi geleceklerini kendileri örgütler. bir grup çılgın bilim adamı gelecekte yeraltında yaşıyor, dünya bir virüs yüzünden yokolmanın eşiğindedir, zaman makinası ile sürekli geçmişe birilerini yolluyorlar. bruce ağbi de bunlardan birisi. virüsün nasıl yayıldığını aslında bilen tek kişi. filmde anlatılan casandra sendromu için bile izlenebilir. ben pitt'e ilk kez bu filmde gıcık olmuştum. kötü bir oyunculuğu vardı, nasıl desem, rol yaptığı çok belliydi.


bu filmler yanında the invasion'da kötü bir film sayılmaz. ama nicole kidman çok sırıtıyor. kendisi bu tür filmlere gitmiyor. çünkü çok sarışın. neyse, yeni bir tür grip salgını neticesinde insanlar hırs duygusundan uzaklaşır ve tüm dünyaya barış gelir. yani savaşlar biter. anlayacağınız bu virüs, güzel bir virüstür. bu filmde, virüs filmlerinden ayrı olarak toplu şekilde insan ölümleri yok. sadece insanları mallaştıran bir virüs var. bu virüsün çaresi ise küçükken çocuk felci geçirmiş kişilerdir ve kidman'ın çocuğunun kanı bu yüzden çok değerlidir. kidman ise virüs bulaşmış bir şekilde(uykuya geçip uyandıktan sonra virüs aktif hale geliyor), çocuğunu virüsü yapan eski kocasından kurtarmaya çalışır. oyunculuk iyi değil. daniel craig adlı james bond dallaması harbi çok itici bir herif. bilim adamı rolünde, ama filmde onu gören oduncu sanır.

the andromeda strain eski bir film. uzaydan bir uydu her zaman olduğu gibi yine amerika'ya düşer ve düştüğü yerdeki herkes ölür. alınan tüm parçalar acilen bir yeraltı laboratuarına gönderilir. kısa sürede virüsün çaresi bulunur. the crazies, outbreak, güzeller güzeli zooey deschanel'in oynadığı the happening'de virüs filmleri içindedir. gerçi happening'de direkt doğa intikamını alır. outbreak'de ise amerikan ordusunun bilim adamları çareyi bulur.


devam:

autumn. bir sonbahar vakti ingilizler güzel bir hafta sonuna hazırlanırken virüs ingiltere'yi vurur. insanların büyük bir çoğunluğu ölür. az bir kısmı yaşar. küçük bir kasabada hala yaşayan kişiler yiyeceği bol bir yere girerek yaşamaya başlar. bir süre sonra ölüler ayaklanır. yaşayan kişilerden bazıları sığınak gbi yerden ayrılır. artık kendi başlarınadırlar. filmde bilindik zombi saldırmaları, zombileştrmeler yok. sıkıcı bir ingilizin başından geçenleri anlatması gibi bir şey. seyredilmeye değer.


ayrıca seyrettiğim en berbat zombi filmi olan fido'dan bahsetmeden geçemeyeceğim. carrie ann moss var diye almıştım ama aşırı derecede berbat. hatta ötesi. bu filmde durup dururken ölüler ayaklanır ve onlara çip takılarak beleş iş gücü olarak çalıştırılır. film sıkıcı amerikan aile kasabaarından birinde geçiyor. işte zombiler çim biçiyor, çöp topluyor ve vs. fido adlı zombi ise moss'un çocuğu ile arkadaş oluyor. arkadaş arayan zavallı amerikan çocuğunun düştüğü iğrenç durumlar ve vs...


shaun of the dead vardır birde. olay yine ingiltere'de geçiyor. eğlenceli bir filmdir. sinemakafe adlı siteden yazayım geri kalanını;

Shaun’un hayatı artık tıkanma noktasına gelmiştir. Bütün vaktini en iyi arkadaşı Ed’le birlikte Winchester adlı bir barda annesi ve kız arkadaşının yarattığı problemleri çözmeye çalışmakla geçirmektedir. Liz’in kendisini terketmesiyle Shaun sonunda hayatını bir düzene sokmaya karar verir. Kız arkadaşının kalbini tekrar kazanıp annesiyle olan sorunlarını telafi etmeye karar verir. Artık yetişkin bir erkek olmanın sorumluluklarını yerine getirmesi gerekmektedir. Ancak bu arada zombiler dirilir ve yaşayanları yemek üzere harekete geçerler. Ancak aldığı kararlara göre zombilerin dirilmesi Shaun için basit bir sorundur. Zombi saldırısından ailesini ve sevdiklerini kurtarabilmek için arkadaşı Ed ile birlikte gidebilecekleri en sakin yeri bulurlar: Winchester.

bu film ise yeni vizyone girdi. hoş bir filmdi. büyük bir virüs salgını nedeniyle dünya ıssızlaşır. yaşayan kişilerin bazıları virüsün çaresinin peşinden koşarken bazıları güzel geçmişlerine dönmek isterler ve çocukluklarının geçtiği yere gitmek için yola koyulurlar. filmde zombiler yok. virüs bedene girince bir süre sonra kişiyi öldürüyor. film bir yol hikayesi. yola çıkan 4 kahramanımızın ikisi yolda ölür. kalan 2 sevgilisi ise varmak istedikleri yere varır. divxplanet'dan:

"
Kurallar basit. Bir; ne pahasına olursa olsun yerleşim yerlerinden uzak durun. İki; diğer insanlarla temas kurduğunuzda, onlardan biri olursunuz. Üç; müdahale edilmezse, virüs 24 saatte sizi esir alacaktır. Dezenfekte etmeden hiçbir şeye dokunmayın! Ve son kural; ihtiyacınız olanı alın, ve arkanıza bakmayın! Kuralları çiğnerseniz ölürsünüz; fakat uyarsanız hayatta kalırsınız... bir ihtimal!"
global efect'de ise bir grup terörist bir virüsü ele geçirir ve anti-virüsü bulan doktoru da kaçırır. amerikalı kahramanlarımız bu teröristleri kurtaracaktır! ama teröristler virüsü güney afrika'da yaymaya başlarlar. virüs tüm insan ırkını tehdit edecek iken amerikalılar dünyayı kurtarır. kadın grubun liderine kalır.



zombieland bir komedi filmi. 4 kişi artı bill murray var. iyi bir gece için izlenebilir ve gerçekten zombiler dünyayı istila ederse eğer neler yapmanız gerektiği güzel bir şekilde anlatılıyor. ama saçma..


(nocnoy dozor virüs filmi değil, vampir filmi)

virüs filmi olarak değerlendirebileceğimiz rise of planet of apes ile ilgili yazı için linki tıklamanız yeterli.

6 yorum:

Adsız dedi ki...

-epidemic- var bir de, l.v.trier'in.
ama sürükleyici, heyecanlı, gülümsetici ve örneklerdeki filmler kadar eğlendirici değil.

gerisi önemli değil... dedi ki...

hiç duymamıştım onu. trier in olduğuna göre bulunabilir filmdir herhalde. onu da izleyeceğim :m

aşkın dedi ki...

Nocnoy Dozor kaçmaz, hatırlatalım.
12 Monkeys bi sahne vardı hayvanat bahçesinden kaçan hayvanlar otoyolda orta yerde.En etkileyici sahne.Öylesine zıt öğelerdi ki

gerisi önemli değil... dedi ki...

onu da ilk senden duymuştum. yine duymuş oldum, onu da bir köşeye yazıyorum, arayacaklarım listesine girsin ;)

Adsız dedi ki...

planet terrorde zombi filmleri klişelerine yapılan göndermeler süperdi kimyager panzehiri mutlaka son dakikada laboratuardan getirirdi benim bildigim.ordaysa okadar çabuk öldüki, hiç bişeye inancım kalmadı o saniyede.
im a legend ta da zombiler nefisti, bildigimiz hımbıl agır zombiler duvara bile örümcek adam misali tırmanacak kadar kıpır kıpır tiplere dönüşmüştü.
*nymphetamine*

gerisi önemli değil... dedi ki...

en güzel komedi filmleri son derece ciddi bir ifade ile oynanmış olanlardır bence. ciddi olmak çok komik, harbiden bak!!

Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.