30 Temmuz 2012 Pazartesi
paramount
http://services.vanityfair.com/hollywood/2012/paramount/paramount-namesb.jpg
bugün siz haber sitelerine baktıkça bu fotoğrafı görmüşsünüzdür. olsun, harika bir fotoğraf. paramount için çekilmiş ve zaten şekli kendi dağlarına benziyor..
(fotoğrafın büyük hali için linki tıklamanız yeterli)
Etiketler:
resim/heykel/fotoğraf
26 Temmuz 2012 Perşembe
simon magnus
(benozzo gozzoli)
tarihte acayip insanlar mevcut. bunlardan birisi de simon magnus'tur. yeni ahit'te (elçilerin işleri 8:9-24) de kendisinden bahsedilir. havariler petrus ve yuhanna onunla karşılaşır. simon onların manevi gücünü satın almak ister. petrus onu tersler ve "paran da, sen de yok ol" der. islami kaynaklarda bu satın alma işi şifacılık olarak geçer. amlum, o devirde roma'da memur olmak için öncelikle imparatorluğa para ödüyordun ve o ünvanı satın alıyordun. simon magnus'un yaptığı biraz da budur.
neyse, kimdir bu simon magnus? kendisi bir gnostiktir. gnostik demişken onlardan biraz bahsetmek lazım. gnostiklerin çoğu düalist inanışa sahiptir ve bedenin pisliğinden bahsederler. aç kalmayacak kadar yerler. kelime anlamı bilgidir. bedenimizin ve maddi dünyanın eski ahitin zalim tanrısı tarafından yaratıldığına inanırlar. saf ruhlar ise soyut ve daha yüksek bir tanrı tarafından yaratılmıştır. bu sebeple gnostikler, saf ruhlarının şeytani bedenlerinden kurtarılması gerektiğini savunurlar. bu yüzden üremezler mesela. iki gnostik evlense bile cinsel ilişkiye girmezler.
bunun yanında daha farklı düşünen gnostikler de vardır. "madem ki bu dünyaya yabancıyız, saf ruhların ne yaptığı pek önemli değil" derler. ruh saflığı, beden de kötülüğü temsil ediyorsa eğer, bu iki kavram birbirinden farklıdır ve yaptıklarının sonuçlarını hesap etmeye gerek yoktur. böylece büyük seks partileri yapmaya başladırlar. ophites adlı bu grup, ayinlerini büyük bir yılan eşliğinde yapıyordu. ama içeri boşalmak yasaktı. çünkü o dölleri içmek için topluyorlardı. kazara hamile kalan kadınlara kürtaj uygulandığı ve cenini bir şeyler karıştırıp yedikleri de söylenir(ilk hristiyanlar için de aynı rivayetler vardır. komünyon ayininde de isa'nın eti yenir, kanı içilir). üstelik kadınları ve erkekleri, yeni üyeler edinmek için de kullanıyorlardı.
neyse, simon'a geri dönelim. simon'un görüşüne göre gerçek tanrı, bilgeliğinden dolayı "sophia" adı verilen bir tanrı annelik, yani dişi bir özellik taşıyordu. bu fikir ilk hristiyanları kızdırmışa benziyor. oysa eski ahitte tanrının ruhu, dişi bir kelime olan "ruwach" olarak tanımlanıyordu ve bunu simon biliyordu elbette.
simon, surlu bir fahişe olduğu rivayet edilen, bazılarına göre simon'un eski akıl hocası dositheos'un ayarttığı bir sürtük olan helen'de, tanrının dişiliğini kişiselleştirmişti. simon için helen tam bir cinsel cazibe ögesi haline gelmişti ve tanrının ruhu olmuştu. bir fahişenin tanrının ruhu olduğunun söylenmesi, ilk hristiyanları çıldırtmıştı.
tabi simon'u salt seks manyağı olarak değerlendirmeyin. o bir büyücüydü ve mobilyaları dokunmadan hareket ettirmesi, ateş üzerinde yürümesi yüzünden roma imparatoru neron ona hayrandı.
sonu da böyle bir büyücülük gösteri ile olduğu söylenir. ölümü üzerine iki tür rivayet vardır. birincisine göre isa gibi gömüldükten üç gün sonra mezarından çıkacağını iddia etmiş ve diri diri gömüldükten sonra ölmüştür. başka bir rivayette ise havari petrus ve pavlus'un şahitliğinde göğe yükseleceğini iddia etmiştir ve gerçekten yükselmiştir. ama petrus ve paul dizleri üzerine çökerek onun düşmesi için dualar etmeye başlamışlar ve dua kabul olmuştur. simon düşmüş ve via sacra'nın yanında parçalara ayrılmıştır. dua eden petrus ve paul'un dizlerinin izlerinin roma forumundaki santa francesca romana kilisesindeki mermerlerde olduğu söylenir.
gnostikler insan ve tanrı arasındaki boşluğu dolduran aeron adı verilen varlıklara inanırlardı. onlar bütünlüğü sağlarlar. simon'un helen'i de bu aeron'lardan birisidir. gnostiklere göre insanlar ruhları çarpık ve şeytani bedenlerde tutsak kaldıkları müddetçe sadece varoluşsaldı. biz boşlukta yaşıyorduk.
hristiyanlık büyüdükce gnostiklerin sonu geldi. zaman zaman pavlucçular, bogomiller ve catharlar ile ortaya çıksalar bile kilise tarafından yok edilmişlerdir.
kaynak: john lawrence reynolds - gizli örgütler
Etiketler:
tarihi kişilik
24 Temmuz 2012 Salı
korkularım..
can okurlarım benim, bir süredir sizi ihmal ediyorum, farkındayım. iş güç tatil sıcak vs durumları var. olsun dediğinizi duyar gibiyim. olsun diyorum ben de zaten. neyse, size enteresan korkularımı yazayım, eğlenceli tarafından olsun..
cam üstünde yürümek. hani bazı avm'lerde vardır, zemin camdır, 15 cm altında ise beyaz taşlar döşenmiştir. işte kardeşlerim alt taraf boş göründüğü için düşüyorum hissi yüzünden panikliyorum. isterse o cam zemin yere bitişik olsun, fark etmez. kırılır o cam, kırılır ve ben düşerim böyle uçurumlardan aşağıya doğru.
kaza geçirip kolumun bacağımın kesilmesi ihtimalinden nefret ediyorum. arabamla hız yapmam o yüzden, zaten dandik bir model kendisi. bi de boyun altı felç olduğunu düşünün, bırr. kemerimi her zaman takarım, ne olur, ne olmaz.
bi de yürüyen merdivenlerin iki yanı da boşluksa eğer, yanlardan sıkı sıkıya tutuyorum ve kesinlikle aşağıya bakmıyorum. yukarıya da bakmıyorum elbet. kafam dümdüz ileriye doğru bakıyor. baksam zaten düşeceğim. insan harbi düşer o merdivenlerden, bi ağ germeleri gerekiyor yanlara, ciddiyim bak..
banyo yaparken asla ve asla sırtımı kapıya dönemem. bir sapık çıkar, katil girer evime, beni bıçaklar sonra. ciddiyim bak, gözlerim açık banyo yaparım hem, elimin altında da ne olur ne olmaz diye bir şeyler tutarım.
banyo işine benzer şekilde çekiçle uyurum ben. eve hırsız girerse hazırlıksız yakalanmayayım diye. tedbir amaçlı. uyku lan bu boru değil, girerse eğer, sallarım çekici o ara onun kafasına..
ve evet, biriyle yiyişirken asla ve asla görünmeyi sevmem. perdeleri sıkı sıkıya kaparım. öpüşürken bile kapalı mekanları tercih ederim. mekan açıksa eğer gözlerin açık öpüşürüm. izlenen kişi olmak kadar iğrenç bir başka şey daha yoktur.
karşıdan gelen kişilerin selam vermesinden hafiften tırsıyorum. herif/kadın daha önce beni tanıyordur, o yüzden selam vermiştir, olabilir, ama ben insanların suratını çok fazla görmezsem eğer hatırlayamam ve "bu niye şimdi selam verdi durup dururken" diyerek elinin ayağının yerinde olup olmadığını kontrol ediyorum. elleri cebindeyse tetikte geçerim yayından. o cepten ne çıkacağı hiç belli olmaz.
ayrıca telefonlarımın dinlenmesi, yazışmalarımın takip edilebilir olma ihtimalinden korkmuyorum elbet, ama ürküyorum. çok pis bir durum o. gizlice izlenebilirlik feci bir durum.
ve ayrıca okurken veya izlerken çok beğendiğim bir yapıtının sonunu göremeden/okuyamadan ölmekten çok tırsıyorum. hayır, öleceksem eğer o film serisi bitsin, o kitap okunsun öyle öleyim. sevdiğim/seveceğim tüm yazarların/yönetmenlerin ölü olması tercihimdir.
yaa, işte böyle sevgili kardeşlerim/blogerlar.. siz de korkularınızı bi yazın bana bakayım, nelerden üsrüküyormuşsunuz bu hayatta öğrenek hep beraber, paylaşalım bunu, korkularım göklere çıksın, uzay istasyonundaki astronot/kozmonotlar saygı ile önümüzde eğilsin..
17 Temmuz 2012 Salı
the amazing spiderman
şimdi arkadaş örümcek adamın birden fazla serisi vardır. geçen üç filmdeki spiderman, ultimate serisini anlatıyordu ve mj fimin başından itibaren birincil kadın rolünü üstleniyordu. bir nevi marvel, örümcek adam için kendi paralel evrenlerini yaratmıştı. ben klasikçiyim. parker, örümcek adamdır benim için. spiderman değildir ve ben büyük bir örümcek adam hayranıyım.
serisini okumadım, ama film olarak the amazing spiderman'i sevdim. gwen stacy var. parker espri üstüne espri yapabiliyor. bu önemli bir ayrıntı. parker eğlenceli bir insandır. neyse, en önemlisi ise ağ atma kapsülleri. ultimate filmlerinde bu durum parker'ı ısıran örümcek yüzündendi. şimdi parker, kendi kapsüllerini kendisi yapıyor.
ama lizard man'i oynayan oyuncu yerine, jim morrison'ı oynayan val kilmer kullanılsa daha mı iyi olurdu ne, filmi izlerken aklıma o geldi.
peter parker'ı oynayan eleman ise.. eh işte, onun tipine sahip türkiye'de binlerce insan var. ama en azından tobey dallaması gibi çocuk tipinde bir herif değil. gwen de çok güzel. amazing serisinde gwen ölecek mi bilmiyorum. ama ikinci filmi onun ölümü üzerine kurarlarsa müthiş bir film olur.
izleyeceklere tavsiyem, 3d izlesinler. örümceğin new york caddelerindeki sahneleri çok güzel görünüyor.
12 Temmuz 2012 Perşembe
geçmiş zaman - 4
hayalet avcıları. dev hayaletin caddeyi birbirine kattığı sahne. geçen zombieland diye film izledim. bill murray orda da vardı ve hayalet avcılarından bahsediliyordu. herifin evi süperdi bu arada..
dallama luke'un babasının vader olduğunu öğrendiği sahne. eli ışın kılıçlarına gelmişti ve birazdan aşağıya düşecek. altta yatak yorgan, süper..
henüz kasları pörsümemiş arnold'ın, şimdi çoktan mezara girmiş iki ihtiyara kaslarını göstermesi. terminator yılları olsa gerek..
mel gibson "freedoooommm" diye bağırıyor! hem oyuncu, hem yönetmen olmak çok zor bir iş olsa gerek. megafonu bırakıp şimdi herkese kıçlarını gösterecekler.
burası gondor'un surları mıydı, pek hatırlayamadım şimdi. ama filmimiz yüzüklerin efendisi..
matilda ile biricik düşmanı. seyrettiğim en güzel filmlerden bir tanesi. bu herifin oynadığı piskopat polis rolü önünde saygı ile eğilirsiniz..
geleceğe dönüşün üçüncü filmi. doktorla biricik eşi geçmişte kaykayla dolaşıyorlar. hani şu köprü sahnesi..
neo, ajan smithlerle dövüşüyor. çok belirgin şekilde efekt kullanıldığı belli olan bir sahneydi. nerede o ilk filmin müthişliği, nerede diğer iki film..
resident evil 4'de oynayan alice'ler. filmin ilk sahnesinde hepsi toptan geberiyor. bir sürü milla var ve hepsi ölüyor. dünya erkeklerine bir hakaret bu, cık cık, en azından biri bana düşerdi be!
alien'dan bir kamera arkası görüntüsü..
kameranın hem önünde, hem de arkasında. bir rivayete göre porno filmi varmış ve kırbaçlanıyormuş..
jake la motta direktifleri alıyor..
gollum'la boğuşma..
bizim lotr oyuncuları..
bunu da fotoğraf ararken kazara buldum. son :)
Etiketler:
resim/heykel/fotoğraf
7 Temmuz 2012 Cumartesi
frida kahlo
bugün doğum günü. insanları yatakta öldülerse eğer ölüm günlerinde anmak bana saçma geliyor. neyse, kendisi 6 temmuz doğumlu olsa bile meksika devriminin olduğu 7 temmuzu doğum günü olduğunu söylemiş. bu temmuz devrimleri bitmek bilmez tarihte. neyse, selma hayek'in oldukça çirkin bir şekilde resmettiği bir kadın olsa da kendisi bildiğin karizma abidesi. hatta onun yanında diego rivera şebek gibi kalıyor. başından geçen kaza, yatağa bağımlılık, bıyıkları, kaşları, çirkinliği, devrim, komünist, rivera'nın onun kız kardeşi ile aldatması, alkolilk, sigara tiryakisi, aşık, biseksüel, troçki, sanatçı.. bazen derim, marla singer, büyük ihtimal kahlo'nun amerikan versiyonudur. sanırım palahniuk, kahlo'dan etkilenmiştir. marla o yüzden bu kadar ucuzdur. kahlo'ysa büyük bir dehadır.
hangi yaptığı resmine baksam sanki kendisini çevresine anlatamıyormuş gibi bir hisse kapılıyorum. çok feci acılar çekiyor. bazıları kaybının acısını şiirle, bazıları müzikle unutmaya çabalar. aradan yıllar geçer, şiirlerin, müziklerin hikayesi unutulur. oysa kahlo'nun acısı binlerce yıl geçse bile bağıracak. çünkü çok içten..
Etiketler:
kadın,
resim/heykel/fotoğraf
5 Temmuz 2012 Perşembe
en rezil yedi an
üniversite yılları, platonik aşık olduğum kızın masasına oturmak üzereyim ve kız eliyle işaret ederek "oturma" diyene kadar sandalyeye oturdum ve düştüm. tüm kantin bana bakıyor ve dışımdan okkalı bir küfür salladım. kız ve arkadaşları güldü, ben kalktım, kıçımı elimle sildim, surat bi karış, onu gördüm yine, yüzümde gülücükler açtı aynı anda. "naber" dedim, o gülüyor hala, güzel gülüyordu vesselam.
liseye yeni başlamışım. neyse, bizim mahallede basket potası yok, ama lisede var. çift pota maç yapıyorum ilk kez ve nasıl bir eziklikse benimkisi ben sürekli bizim potanın dibinde bekliyorum, savunma yapmak için! lan hatırladıkça hala feci kasılırım, için daralır, ne biçim bir halim varsa işte, aman boşver..
bu kez rüyalarımdayım. arada sırada bu rüyayı fiks görürüm. evden çıkıyorum ve yürürken bi bakıyorum ki pantolon giymeyi unutmuşum. sokaktaki herkes bana gülmeye başlıyor ve nasıl bir utanç çöküyor üzerime inanamazsınız. öyle kalıyorum ve birden bire kan ter içinde uyanıyorum. sanıyorum bunun nedeni daha okula bile başlamadığım zamanlardan birisinde beni pantolonsuz çizgi film kahramanları gibi dışarı salmaları..
üniversiteye yeni başlamışım ve ilk protokolümü yapmışım. geçtim kantine, protokole bakıyorum ve nasıl gidip geleceğimi düşünürken karşı masaya tek başına bir kız oturdu. başladı beni kesmeye. en sonunda dayanamadım ve gittim yanına. havadan sudan konuşuyoruz, ikinci sınıfmış ve dedi ki "ben bu sene okulu donduracağım." bende zaten aynı zamanda çalıştığım için dondurmayı düşünüyordum ve ona "sizde mi çalışıyorsunuz?" dedim. kız "yok ben hamileyim" dedi. başımdan aşağıya kaynar sular döküldü, mahvoldum. hiçbir diyemeden bir süre daha oturdum. sonra "işim var" deyip kalkıp gittim. benim için büyük rezillikti..
lise bitmiş, dayımın yanında matbaada çalışıyorum ve iş çıkışı bir kahvehaneye gidip bi çaya bi dünya gazete okuyorum. bir gün başka bir kahvehaneye girdim. sonra bir çocuk geldi yanıma, benim yaşlarda ama. dedi ki "senin adın ahmet(adı salladım)'ti değil mi?" baktım çocuğa, tanıdık hiç bir yanı yok. "evet, sen nerden tanıyorsun beni" dedim. "seni nasıl unuturum, seninle ilkokul 3'de aynı sınıftaydım. o kadriye öğretmen her gün seni dövüyordu ya" dedi. işte o an bittim arkadaş. insanlar beni yediğim dayaklar yüzünden tanıyor. bu ne rezil bir tanıma biçimidir. eyvah eyvahh be ya..
ortaokul zamanı. beden dersi. üzerimde eşofman yok. basit bir kıyafet var işte. ayakkabı zaten yok. hoca hepimize şöyle bir baktı. bana dönüp "sen geç, arkada otur" dedi. sonra bir kaç kişi daha. arkada üç kişi toplandık. geri kalan spor salonunda spor yapıyor vs. utandım kıyafetsizlikten. biz oturduk durduk o kadar saat. ders bitiminde hoca "eğer eşofman ve spor ayakkabı getirmezseniz sizi bedenden bırakırım" dedi. ertesi hafta aldırdım elbet bir şeyler. ama iki haftada bir elimde yorgan iğnesi, ayakkabı diktim sürekli..
ilkokul üç. işte o kadriye'nin bir dersi. sıfatları mı anlatıyor ne, örnek veriyor, sonra bana döndü. "ahmet(adı salladım) sınıfın en sıskasıdır" dedi. başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. teneffüste tüm sınıf benimle sıska olduğum için dalga geçecekti. sonra bir mucize oldu. hoca durdu durdu ve "hayır, ahmet değil, osman sınıfın en sıskasıdır" dedi. içimde açan gülücükleri tahmin edemezsiniz. sonra osman'a kadar bir yakınlık hissettim. hatta onunla takılır oldum, zor iş dalga geçilmek. zaten rezil olduğunu hissettiğin an, dalga geçileceğini bildiğin andır. gerisi hikaye..
liseye yeni başlamışım. neyse, bizim mahallede basket potası yok, ama lisede var. çift pota maç yapıyorum ilk kez ve nasıl bir eziklikse benimkisi ben sürekli bizim potanın dibinde bekliyorum, savunma yapmak için! lan hatırladıkça hala feci kasılırım, için daralır, ne biçim bir halim varsa işte, aman boşver..
bu kez rüyalarımdayım. arada sırada bu rüyayı fiks görürüm. evden çıkıyorum ve yürürken bi bakıyorum ki pantolon giymeyi unutmuşum. sokaktaki herkes bana gülmeye başlıyor ve nasıl bir utanç çöküyor üzerime inanamazsınız. öyle kalıyorum ve birden bire kan ter içinde uyanıyorum. sanıyorum bunun nedeni daha okula bile başlamadığım zamanlardan birisinde beni pantolonsuz çizgi film kahramanları gibi dışarı salmaları..
üniversiteye yeni başlamışım ve ilk protokolümü yapmışım. geçtim kantine, protokole bakıyorum ve nasıl gidip geleceğimi düşünürken karşı masaya tek başına bir kız oturdu. başladı beni kesmeye. en sonunda dayanamadım ve gittim yanına. havadan sudan konuşuyoruz, ikinci sınıfmış ve dedi ki "ben bu sene okulu donduracağım." bende zaten aynı zamanda çalıştığım için dondurmayı düşünüyordum ve ona "sizde mi çalışıyorsunuz?" dedim. kız "yok ben hamileyim" dedi. başımdan aşağıya kaynar sular döküldü, mahvoldum. hiçbir diyemeden bir süre daha oturdum. sonra "işim var" deyip kalkıp gittim. benim için büyük rezillikti..
lise bitmiş, dayımın yanında matbaada çalışıyorum ve iş çıkışı bir kahvehaneye gidip bi çaya bi dünya gazete okuyorum. bir gün başka bir kahvehaneye girdim. sonra bir çocuk geldi yanıma, benim yaşlarda ama. dedi ki "senin adın ahmet(adı salladım)'ti değil mi?" baktım çocuğa, tanıdık hiç bir yanı yok. "evet, sen nerden tanıyorsun beni" dedim. "seni nasıl unuturum, seninle ilkokul 3'de aynı sınıftaydım. o kadriye öğretmen her gün seni dövüyordu ya" dedi. işte o an bittim arkadaş. insanlar beni yediğim dayaklar yüzünden tanıyor. bu ne rezil bir tanıma biçimidir. eyvah eyvahh be ya..
ortaokul zamanı. beden dersi. üzerimde eşofman yok. basit bir kıyafet var işte. ayakkabı zaten yok. hoca hepimize şöyle bir baktı. bana dönüp "sen geç, arkada otur" dedi. sonra bir kaç kişi daha. arkada üç kişi toplandık. geri kalan spor salonunda spor yapıyor vs. utandım kıyafetsizlikten. biz oturduk durduk o kadar saat. ders bitiminde hoca "eğer eşofman ve spor ayakkabı getirmezseniz sizi bedenden bırakırım" dedi. ertesi hafta aldırdım elbet bir şeyler. ama iki haftada bir elimde yorgan iğnesi, ayakkabı diktim sürekli..
ilkokul üç. işte o kadriye'nin bir dersi. sıfatları mı anlatıyor ne, örnek veriyor, sonra bana döndü. "ahmet(adı salladım) sınıfın en sıskasıdır" dedi. başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. teneffüste tüm sınıf benimle sıska olduğum için dalga geçecekti. sonra bir mucize oldu. hoca durdu durdu ve "hayır, ahmet değil, osman sınıfın en sıskasıdır" dedi. içimde açan gülücükleri tahmin edemezsiniz. sonra osman'a kadar bir yakınlık hissettim. hatta onunla takılır oldum, zor iş dalga geçilmek. zaten rezil olduğunu hissettiğin an, dalga geçileceğini bildiğin andır. gerisi hikaye..
Etiketler:
geçmiş zaman
4 Temmuz 2012 Çarşamba
ev sahibi ve ben
onu ilk gördüğümde aramızda bir şeyler olacağını hemen sezmiştim. o tombul yanakları, kısa boyu ve tıknazlığı, kel kafası ve göbeği ile bildiğin tipik bir ev sahibini andırıyordu. avcıydı kendisi ve beni de avlamıştı(!) evini bana verdi, hem de istanbul şartlarına göre oldukça düşük bir fiyata! artık onun dalmaçyalı av köpekleri karşımda olacak şekilde eve yerleştim!
ev sahibimle aramda kiracı-ev sahibi ilişkisinden daha garip bir ilişki var. istanbul'a ilk geldiğimde "önce ev sahibinin kızı/kız kardeşi, sonra bakkalın" gibisinden bir geyik amaçla faaliyetlere giriştiğimden olsa gerek, bana sürekli kız buluyor! kızlarını benden uzak tutuyor(!)
neyse, ilk bulduğu kız 40 yaşlarında bir öğretmen. buluştum tabi, ama sonuç fecaat. kadın çökmüş. "saçları sarı ama" dedi bana ve ben şaşırdım. ben sarışınlardan hoşlanmam ki. belki o sarışınlardan hoşlanıyordur. kızla konuşurken eski türk filmlerinin köy sahnelerinin çekildiği mekanlarda çocukluğunun geçtiğini söyledi. arazileri varmış oralarda. ben de biliyorum elbet oraları. ilgimi çekmedi. ev sahibim "neden beğenmediği" sordu, ben de ona "yaşım 35 olabilir, ama o kadar da değil be ya" dedim. harbiden değil, yaşım göçmüş olabilir, kendim çökmüş değilim!
ikinci bulduğu kız bir hemşire. bir hafta sonu onunla da görüştüm. "hayat güzel" derken aldım götürdüm avm'den birisine, gez dolaş, sonra tiramisu ye derken işi çıktı kızın. gitti. 1 hafta sonu "gel bi daha görüşelim" dedim. "benden sana hayır yok, bırak peşimi pis sapık" dedi. demedi ama demeye getirdi. sonra kadınlar diyor ki "nerede bu düzgün erkekler, hepsi kapılmış". yalan tabi, kapılmamışını da beğenmiyorlar. hem sonra bu otuza yaklaşmış kadınların genel problemi bu. şimdi seni beni beğenmiyorlar, ama yaşları otuzu geçince "o da olur" derler. otuz beş olunca inanın bana "bir çocuğu olsa da olur" diyecekler! kırk olunca gidip elliliklere takılacaklar!
üçüncüsünü görmek için düğüne gittim. trakya düğünü elbet, oynaya oynaya kızın yanına kadar sızdım ve görür görmez "aman tanrım, bu karı bergüzer korel'den bile daha cazgır duruyor" diye haykırasım geldi. görmez olaydım o bakışı. eskiden annemin bulduğu bir kızda "şimdi işin bitti, s.kicem seni" bakışı görmüştüm ve onu görmemle kızdan vazgeçmem bir olmuştu. işte bu kızda onun bile ileri versiyonu vardı ve resmen level atlama söz konusuydu.
hayat böyle işte, yirmilerin başlarında annemin bulduğu başka bi kızla cd satıcısının önüne gitmiştim ve "erotik cd var mı?" diye sormuştum. kız benden beş dakika sonra ayrıldı. o zamanlar genciz tabi, evlilik falan ooo..
ev sahibi neşeli biri. bana artık kız bulmasın diye geçen gün torbadai bira şişelerini şangır şungur sallayarak yanından geçtim. yine ısrar ederse kirayı bir ay unutmayı düşünüyorum..
ev sahibimle aramda kiracı-ev sahibi ilişkisinden daha garip bir ilişki var. istanbul'a ilk geldiğimde "önce ev sahibinin kızı/kız kardeşi, sonra bakkalın" gibisinden bir geyik amaçla faaliyetlere giriştiğimden olsa gerek, bana sürekli kız buluyor! kızlarını benden uzak tutuyor(!)
neyse, ilk bulduğu kız 40 yaşlarında bir öğretmen. buluştum tabi, ama sonuç fecaat. kadın çökmüş. "saçları sarı ama" dedi bana ve ben şaşırdım. ben sarışınlardan hoşlanmam ki. belki o sarışınlardan hoşlanıyordur. kızla konuşurken eski türk filmlerinin köy sahnelerinin çekildiği mekanlarda çocukluğunun geçtiğini söyledi. arazileri varmış oralarda. ben de biliyorum elbet oraları. ilgimi çekmedi. ev sahibim "neden beğenmediği" sordu, ben de ona "yaşım 35 olabilir, ama o kadar da değil be ya" dedim. harbiden değil, yaşım göçmüş olabilir, kendim çökmüş değilim!
ikinci bulduğu kız bir hemşire. bir hafta sonu onunla da görüştüm. "hayat güzel" derken aldım götürdüm avm'den birisine, gez dolaş, sonra tiramisu ye derken işi çıktı kızın. gitti. 1 hafta sonu "gel bi daha görüşelim" dedim. "benden sana hayır yok, bırak peşimi pis sapık" dedi. demedi ama demeye getirdi. sonra kadınlar diyor ki "nerede bu düzgün erkekler, hepsi kapılmış". yalan tabi, kapılmamışını da beğenmiyorlar. hem sonra bu otuza yaklaşmış kadınların genel problemi bu. şimdi seni beni beğenmiyorlar, ama yaşları otuzu geçince "o da olur" derler. otuz beş olunca inanın bana "bir çocuğu olsa da olur" diyecekler! kırk olunca gidip elliliklere takılacaklar!
üçüncüsünü görmek için düğüne gittim. trakya düğünü elbet, oynaya oynaya kızın yanına kadar sızdım ve görür görmez "aman tanrım, bu karı bergüzer korel'den bile daha cazgır duruyor" diye haykırasım geldi. görmez olaydım o bakışı. eskiden annemin bulduğu bir kızda "şimdi işin bitti, s.kicem seni" bakışı görmüştüm ve onu görmemle kızdan vazgeçmem bir olmuştu. işte bu kızda onun bile ileri versiyonu vardı ve resmen level atlama söz konusuydu.
hayat böyle işte, yirmilerin başlarında annemin bulduğu başka bi kızla cd satıcısının önüne gitmiştim ve "erotik cd var mı?" diye sormuştum. kız benden beş dakika sonra ayrıldı. o zamanlar genciz tabi, evlilik falan ooo..
ev sahibi neşeli biri. bana artık kız bulmasın diye geçen gün torbadai bira şişelerini şangır şungur sallayarak yanından geçtim. yine ısrar ederse kirayı bir ay unutmayı düşünüyorum..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
...
ilet:
ytravisbickle@hotmail.com
en sevdiğim yazılarım
1- stanley kubrick ve savaş sanatı
2- tanrı, şeytan ve her şey hakkında
3- mesih, deccal ve armageddon savaşı
4- hepimiz öleceğiz!
5- anormal düzeyde ilişki yaşayan insanların bilmediği gerçekler
6- quentin taratino'nun arka koltuk sendromu ve winston wolf
7- new amsterdam'dan new york'a ve saint peter
8- haberin yok, ölüyorum
9- bursa hakkında bilmediğiniz gerçekler
10- çizgilere basarak yürümeye çalışan insan
11- olasılık çiftler, gerçeklik katmanlar halindedir
12- ebedi rekabet
13- kuş sütüyle beslerim seni
14- tembellik hakkımız, söke söke almalıyız
15- tek eşliliğin insan doğasına aykırı olması
16- hazza ulaşmak ne kadar zor ulan!!
17- kafaların güzelliği
18- judith vs holofernes
2- tanrı, şeytan ve her şey hakkında
3- mesih, deccal ve armageddon savaşı
4- hepimiz öleceğiz!
5- anormal düzeyde ilişki yaşayan insanların bilmediği gerçekler
6- quentin taratino'nun arka koltuk sendromu ve winston wolf
7- new amsterdam'dan new york'a ve saint peter
8- haberin yok, ölüyorum
9- bursa hakkında bilmediğiniz gerçekler
10- çizgilere basarak yürümeye çalışan insan
11- olasılık çiftler, gerçeklik katmanlar halindedir
12- ebedi rekabet
13- kuş sütüyle beslerim seni
14- tembellik hakkımız, söke söke almalıyız
15- tek eşliliğin insan doğasına aykırı olması
16- hazza ulaşmak ne kadar zor ulan!!
17- kafaların güzelliği
18- judith vs holofernes
Sayfalar
telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.