hey gidi günler hey. sene 205-06. o zamanlar blogcu değildim. sevgilim ile ipimle kuşağım sikimle taşşağım oynuyorduk. ama zalim kader ağlarını örmeye başlamıştı. kiminin sevgilini öldüren bu hain kader, benim de canımı yakmaya ant içmişti ve olan oldu...
kameranın aşağıdan yukarıya doğru hareket edip o ünlü arabadan çıkan bacak sahnesinde oynayabilecek kadar güzel bacaklara sahip olan, gözünde gözlüğü, başında geniş şapkası ve rujlu dudaklarında yanan sigarası bulunan bu eski sevgilim beni brad pitt için terketti! tabi siz onun kim olduğunu artık biliyorsunuz. evet, doğru tahmin ettiniz. angelina jolie'den bahsediyorum.
neyse, o yıkımın altından kalkamayacak olan ben, kendime uğraşacak meşgale ararken ikisini öldürecek binlerce değişik plan yapmıştım. ama sevgi bu, hemen ölmüyor, nedense beni öldürüyor. plan yapmayı bıraktığımda canım sıkılmaya başlamıştı bile. acaba n'apacaktım? günün birinde kendi blogumu oluşturdum. işte o andan sonra canı sıkılan bir blogcu oldum. hala kendi kendime söyleyip dururum; "angelina nın hatırına, hatırasına, o bal dudaklarına..."
kameranın aşağıdan yukarıya doğru hareket edip o ünlü arabadan çıkan bacak sahnesinde oynayabilecek kadar güzel bacaklara sahip olan, gözünde gözlüğü, başında geniş şapkası ve rujlu dudaklarında yanan sigarası bulunan bu eski sevgilim beni brad pitt için terketti! tabi siz onun kim olduğunu artık biliyorsunuz. evet, doğru tahmin ettiniz. angelina jolie'den bahsediyorum.
neyse, o yıkımın altından kalkamayacak olan ben, kendime uğraşacak meşgale ararken ikisini öldürecek binlerce değişik plan yapmıştım. ama sevgi bu, hemen ölmüyor, nedense beni öldürüyor. plan yapmayı bıraktığımda canım sıkılmaya başlamıştı bile. acaba n'apacaktım? günün birinde kendi blogumu oluşturdum. işte o andan sonra canı sıkılan bir blogcu oldum. hala kendi kendime söyleyip dururum; "angelina nın hatırına, hatırasına, o bal dudaklarına..."
kendi evlerinde kravatlı dolaşan tipler vardır. işte bu durumu karı kocanın birbirine "ahmet bey" ve "vesika hanım" diye seslendiği eski türk filmlerinde de görürüz. bu kişiler o kadar resmiler ki o evin çocuklarını nasıl peydahladıklarına vallahi ben anlamıyorum. birbirlerinin tenasül organlarını bile görmemişlerdir. çünkü görseler utançlarından yüzlerini gözerini kaparlar.
eski bir izmirli kız arkadaşım "izmir'in erkeği gündüzleri bey, geceleri gay olur" demişti. benimde şimdi aklıma geldi ve "bunu hemen bloga yazmalıyım, bursalıları bu yaftadan kurtarmalıyım" dedim ve bunu kendime amaç edindim. evet evet, böyle bir amaca ben kurban olayım!
"türkün türkten başka dostu yoktur" derler ama bu önerme geçerliliğini hızla yitiriyor. çünkü zamanında kazak işçiler türk işçilerini dövdü. meğer türkün damarlarındaki asil kandan başka hiçbir dostu yokmuş.
night at the museum filminde sanırım ilgili müzenin ziyaretçi sayısında büyük bir azalma meydana gelmiş ve tekrar ilgiyi artırmak için bu eğlenceli filmi yapmışlar. filmi izledikten sonra benim bile o müzeyi ziyaret edesim geldi.
hakan günday, piç adlı romanında insanların başkaları ile tanışmak için pencere ve kapıyı icat ettiğini söyler. çünkü dört duvardan sıkılmıştır. önce pencereden röntgenler, sonra kapıdan çıkar ve onunla tanışır. pencere günümüzde de hala daha röntgenlemek için kullanılıyor. 'içeriye güneş ışığının girmesi' için icat edildiği yalandan başka bir şey değil. neyse, şimdi sadece bizi sıkı sıkıya çevreleyen dört duvarın değil, netin de pencereleri var. bazı sitelere girmek için 'kapıya vurmak' gibi olan parolalar kullanılıyor. yani ilk insandan beri değişen bir şey yok. kapılar ve pencereler hala daha insanlarla tanışmak için bir araç. üstelik ilk insan avlanmak için kapıdan çıkıyordu. şimdi bu avlanma işini yapanlara 'apaçi' deniliyor!
kırmızı oje, erkeği azdırıcı bir şekilde etkiler. sanki kırmızı pelerin görmüş boğaya çevirir. hatta bazı -benim gibi- zavallılar o ojeyi sürmek için deli divane bile olabilir. gerçi bu kişiler için oje renginin önemi yoktur. kaan tangöze'nin de dediği gibi;
"hangi oje yakışmaz ki kız sana, ver ayağı bana."
aşk insanı aptallaştırır ve kıskançlığı tavan yaptırır. kişi, sevdiğine sürekli soru sorar: "nerdeydin?" "seni aradım, ama ulaşamadım." aşık adam ile aşık kadın arasındaki tek fark sevgilisinden bahsetme durumudur. adam, 'diğer erkekler sevgili ile ilgili hayal kurar' diye kadından bahsetmez. kadın ise 'nasıl mükemmel bir erkek kafaladığını' etrafına göstermek için sürekli adamdan bahseder."hangi oje yakışmaz ki kız sana, ver ayağı bana."
herhangi bir şey hakkında fikir yürütmek aslında o şeyin varlığını onaylamak anlamına gelir. bu yüzden "tanrı kaldıramayacağı ağırlıkta taş yaratabilir mi?" türü soru sormak saçmadır. "tanrı mı, yoksa o yeni bir sigara markası mı?" demek daha mantıklıdır.
ahmet turani fikret hakan'ın oynadığı, bu gerçek adı hammer adlı bir bizanslı savaş ustasıdır. en büyük rakibi hüseyin gazi'dir. ama hüseyin gazi bizansın yaptığı hile hurda ile öldürülür. ardından oğlu cafer piyasaya sürülür. cafer, hammer ile 2 gün savaşır ama yenişemezler. neyse, bir gün cafer'in yolu kırk bakire kilisesinde alem yapmakta olan hammer ile kesişir. kimin güçlü olduğuna karar vermek için güreş tutuşurlar. kazanan diğerinin dinine geçecektir. cafer, hammer'i tuş eder. akabinde kelime-i şehadet getirir ve cafer ona ahmet turani adını verir. ahmet turani de cafer'e battal gazi adını verir. ikisi bizans orduların telef edeceklerdir. akabinde bizans imparatoru kancık leon'u da öldüreceklerdir.
amerikalılar ikinci dünya savaşında 250 bin, vietnam'da da 60 bin ölü vermişlerdir. bu ordu körfez savaşlarında ise 5 bin ölü bile vermemiştir. bunun nedeni müthiş teknolojik altyapılarıdır. aslında yöntemleri çok basit; önce savaşacağı ülkenin tüm askeri ve sanayi tesislerini yokeder. almanlar bunları yeraltına taşıdığı için savaşı 1 yıl uzatabildiler. ıraklılar bunu başaramadı. akabinde tank desteği ile saldırırlar. tanksız amerikan ordusu düşünülemez. piyadeler tank arkasından hareket eder. göğüs göğüse çarpışmaya girmekten sakınırlar.
damlaya damlaya göl olur derler ama bu söz yalanmış. tema vakfı, damlaya damlaya çöl olur diyerek olaya son noktayı koymuştur.
erzurumlu ibrahim hakkı'nın marifetname adlı eserine şöyle bir göz gezdiren insan küçük dilini bile yutabilir. kendisi yüzlerce penis, vajina, göğüs, kıç görmüş olup, bu organları itinayla incelemiştir. akabinde bu sayede derin kişilik analizleri yapar. büyük bir insandır. takdir etmem lazım!
köprülü mehmet paşa okuma yazma bilmez bir insandır. 70 yaşında veziri azam olup devleti saadete kavuşturmuştur. yani öyle böyle değildir yaptıkları. hazinesi tamtakır, anadolusu kan revan içindeki devleti ihya etmiştir. bunun nedeni birazda çocuk padişah avcı mehmet'in edirne ile atina arasında geyik avlama sevdasıdır. koskoca padişah köprülü'den habersiz istanbul'a bile giremezmiş. kendisi öyle dirayetli bir padişah kuludur! ölümünden sonra oğlu fazıl mustafa paşa, onun da ölümünden sonra damadı merzifonlu kara mustafa paşa sadaret makamına oturmuştur.ünlü biri demiş ki; "kadınlar ömürleri boyunca sürekli kan kaybettikleri halde ölmeyen varlıklardır."
herif arapça bir kelime olup 'güven vermeyen, aşağı görülen' anlamındadır. kadınların erkeklerden herif diye bahsetmesinin nedeni de budur.
ellerim ve kollarım belirli bir uzunlukta, onlarla yemek yiyebiliyorum ve hatta kapıyı bile açabiliyorum. ama günün birinde kız kardeşim güzel keman çalsın diye hayatımı tamamen ona adarsam, ellerim ve kollarım olmazsa, hatta bir böceğe dönüşürsem nolur? kafka, dönüşüm'de bunun cevabını verir. bakış açısı materyalisttir. işe yaramayan kişilerin kokmak üzere olan cesetleri bir gece vakti sessizce bir sandığa koyulur ve bomboş bir araziye bırakılır.
nil karaibrahimgil'in "bu mudur" adlı şarkısı enteresan. "yanıp sönerken ne güzeldi ne güzeldi ne güzeldi, kayıp giderken ne güzeldi ne güzeldi" diyor sürekli. şarkıda geçen "kayıp gitmek" in manasını yazmama gerek yok sanırım. ne güzeldi ama değil mi nil!
içkisiz, sigarasız, kadın/erkeksiz, bol süt ürünleri ve doğal besinler eşliğinde, doğada yaşarsanız eğer, 100 yıl yaşayabilirsiniz.
et kokarsa kasap amca "ne kokması kardeşim, benim malıma iftira atma. ben de bu etten çoluğuma çocuğuma yediriyorum" der. yani onun malı temizdir. tuz kokarsa "ne kokması kardeşim, malıma iftira atma. bende bu tuzdan yapılan yemekleri çoluğuma çocuğuma yediriyorum" der. yani onun da malı temizdir.
geçen gün, yan masada gerçekleşen, anne-baba-çocukdan oluşan çekirdek ailenin kendi arasındaki konuşmaları istemeden! dinledim. çocuk şöyle dedi; "anne, ben dünyaya nasıl geldim?" anne hiç istifini bozmadan babaya bakarak şöyle dedi: "önce baban geldi yavrum, ben hiç gelemedim!"
niye ressama ressam diyoruz. madem öyle, yazara da 'yazsam' diyelim!
alttan ve üstten basık, ekvatordan şişmiş bu geoit dünyamıza dışardan bakınca mavi görünüyormuş. itilaflı olsa bile çin seddi de dışardan bakınca görünebiliyormuş. işte böyle bir gezegende yaşayıp, geoit bile olamayan, dünyanın şeklinden bi haber bir şekilde yuvarlık hatlara sahip insanoğlunun bir garip tayfası, sanki erkekleri marsdan, kadınları venüsden gelmiş gibi davranıp kendilerine farklı bir hava vermeye çalışırlar. oysa hava bile aynı hava. içinde bol miktarda azot bulunur. işte bu kişilere sesleniyorum; siktirin gidin lan!!!
6 yorum:
kayıp gıtmegı hıc dusnmemıstım ne yalan soyleyeyım..:D
ne güzeldi ama değil mi :)
walla orasını nılın sarkıyı yazdıgı adama solıcen.:D
kim acaba?!
izmirli kız arkadaşı göndersene, iddiası üzerine fikir teatisi yapalım yarın akşam.
artık amerikada. oradakilerle fikir teatisinde bulunuyor!!
Yorum Gönder