efsaneye göre tanrı, adem ve lilith'i aynı çamurdan yaratır. ama lilith sevişirken altta kalmaktan rahatsız olur ve eşitlikten bahseder. adem ise onu bereketli toprağa, kendisini gökyüzüne benzettiğinden buna karşı çıkar. lilith sinirlenir ve tanrının söylenmemesi gereken adını söyleyip cennetten atılır. 30 Ekim 2009 Cuma
misyoner pozisyonu
efsaneye göre tanrı, adem ve lilith'i aynı çamurdan yaratır. ama lilith sevişirken altta kalmaktan rahatsız olur ve eşitlikten bahseder. adem ise onu bereketli toprağa, kendisini gökyüzüne benzettiğinden buna karşı çıkar. lilith sinirlenir ve tanrının söylenmemesi gereken adını söyleyip cennetten atılır. 28 Ekim 2009 Çarşamba
ilişki ablası

kendini kandırmak
insanların bu bloga google ile ulaşmalarını neden olan sorulardan birisi aşık olduğunu söyleyememek ve karşı tarafın sevmeme sebeplerini öğrenmek. bunu da google'a soruyorlar ya, helal olsun. neyse, aklıma maat yasası geldi.maat, eski mısır'da ra'nın kızıdır ve ikiz erkek kardeşi şu ile işbirliği yapar. görevleri ölüleri yargılamaktır. maat yasası ise evrendeki her şeyin birbirini tamamladığına dairdir. yani gece ile gündüz, iyilik ile kötülük, ateş ile su.
bu yüzden tüm firavunlar yaptıkları her işte bu yasaya uymuşlar ve aksi halde dengesizliğin sonları olacağını düşünmüşlerdir. bu yasa sonradan tasavvufa, yani vahdet-i vücut felsefesine kaynaklık etmiştir. yani tüm yaratılanlar aslında yaratanın bir parçasıdır, dolayısıyla kendisidir. yani vücudumuzdaki tüm hücrelerin birleşerek "ben"i oluşturması gibidir.
yani ne kadar severseniz sevin, karşı taraf size "ama ben seni hiç öyle düşünmemiştim" türü cevap verebilir. aşık olsanız bile. işte bu durumda aklınıza maat yasası gelsin! yani sizin bu evrende sağlayacağınız denge bu kişi ile değildir. bu kadar basit işte.
neyse, bir ilişkide karşı tarafa onu sevdiğini söylemek gereksiz. çünkü "seni seviyorum"a, cümleyi kuran kişi, duyan kişiden daha fazla ihtiyaç duyar. içinizdeki boş kalmış sevgi kutucukları böyle dolmaz. çünkü bu cümlenin ardından "beni seviyor musun" cümlesi gelir, ki bu gelişim süreci hiç hayra alamet değildir.
insanlar birilerini sevebilir, sonra vazgeçebilir, ardından tekrar sevebilir, daha sonra aşık olabilir, nefret edebilir ve en sonunda önemsemeyebilir. bunların hiçbiri önemli değildir. çünkü eylemi yapan siz değilsiniz, o'dur. bu eylem size zarar verse bile eylemi yapan diğer kişi olduğu için yapabileceğiniz bir şey yoktur. yine de birinin sizi sevip sevmediğini anlamanın yolu basittir. sizinle görüşmek istemiyorsa, kaçamak cevaplar veriyorsa, bahaneler üretiyorsa sizi artık önemsemiyordur. üstüne gitmenin anlamı yoktur. "neden" diye soru sormanın da bir önemi yoktur. aslında var olan gerçek, sizin onu sevdiğiniz gerçeği değildir. sizin o kişiyle yapmak için can attığınız bazı şeyleri yapamamış olduğunuz gerçeğidir. duyacağınız tek acı, aşk acısı değil, yapamadıklarınızdan oluşan pişmanlıktır. duyduğunuz his mutsuzluktur, ki mutsuzluk amaca, hedefe ulaşamamanın yarattığı bir durumdur. yani;
"oradasın, biliyorum!"
"lan bi siktir git. istemiyorum seni artık."
bu cümleye ihtiyaç duymayın. insan olmanın nasıl bir şey olduğunun farkına varmış olanları takip edin. mesela zeki demirkubuz'un yazgı'sındaki musa;
musa: aslında o çocukları ve kadını öldürmek istedim.
savcı: neden yapmadın?
musa: çünkü bir şey değişmeyecekti!
27 Ekim 2009 Salı
japon dövüş sanatları

bu şiiri ustama armağan ediyorum;
"rüzgarda savrulan saçın, sakalın değil
ruhundur ustam
aduket çek bana
bende senin gibi olam!"

(sinema ile ilgili kısımda kaynak hasibe eren'in kanal 24'te yaptığı bir programdır. dövüş sporlarının adı ise vikipedia'dan...)
26 Ekim 2009 Pazartesi
dexter's laboratory
evinin altında 6 km uzunluğunda bir laboratuara sahip olan, 50 santimlik boyu ile ablası dee dee'nin dizine kadar gelebilen, kocaman gözlükleri, dehşet ayakkabıları ve beyaz önlüğü ile süper şirin bir karakterdir dexter. 3. sınıf öğrencisi bu çocuk bilim insanının maceraları harbiden çok güzel. yani sırf dexter'ı izlemek için prime time'da cartoon network'ü açabilirsiniz. tabii evde yalnızsanız!
ama bu 6 km uzunluğundaki laboratuardan sadece 2 kişinin haberi vardır. dee dee ve dexter'ın en büyük rakibi mandark'ın. mandark hippi anne babası tarafından oldukça doğal ortamlarda ve cinsiyetsiz biri olarak büyütülmüş, doğadan nefret eden, teknoloji ve dee dee aşığı bir tip. zafer kazandığını sandığı zamanlardaki kahkası müthiş. onun gibi zafer kahkahası atasım var, o derece. seslendiren büyük iş yapmış. neyse, dee dee'nin mandark'ın kendisine olan aşkından hala haberi yok. mandark'ın tek amacı dexter'ı ve laboratuarını yok etmek. bu amaçla kendi laboratuarını kuruyor! onunkide 6 km. hippi anne ve babasından hefret ediyor! gerçi dexter'ın anne babası da olur karakterler değil hani. annesi tam bir temizlik hastası. sürekli temizlik yapan, koca kıçlı, elinde bulaşık eldiveni eksik olmayan bir karakter. babası da bilim adamı. dexter'ın en en en büyük korkusu anne ve babasının laboratuarından haberdar olması. bunun için oldukça saf görünüşlü anne ve babasını kandırması gerekiyor. laboratuarının girişi kitaplığının arkası. dee dee savar silahları da var. ama içeri girme ve kırıp dökme konusunda dee dee'yi hiç bir güç engeleyemez.
tabii bu oldukça asosyal dexter'ın da ilginç yönleri var. mesela sevgilisi! dikdörtgen t-3000 bilgisayar dexter'ın gizli laboratuvarının enerji, güç, plan, proje gibi işlerini yöneten bilgisayarıdır. süper zekidir. onu dexter imal etmiştir.

24 Ekim 2009 Cumartesi
rat race

22 Ekim 2009 Perşembe
fermuar
fermuar, fermoir kelimesinden gelir. fransızca bir kelime. anlam olarak kapatıcı demek. kelimenin aslı hint-avrupaca olan dhermo. sağlam, sıkı demekmiş. dher ise sıkıca tutmak anlamına geliyormuş. bu hint-avrupa dilini de bir ara yazmak lazım. avrupalılar dillerinin kökeninin hindistan olduğunu öğrenince bu tamamen ölmüş dili sıkı bir çalışma ile tamamen dirilttiler. artık kelimelerini kökenlerine kadar biliyorlar.
soyun

16 Ekim 2009 Cuma
al bundy

tüm tv tarihinin tek geçeceğim dizisinin kahramanı. belkide evlilikten korkmamın tek nedeni bu adam. ilk önceleri star 1'de gündüzleri oynardı. her gün bir bölüm. yıllar sonra cnbc-e'de gördüm. bu sefer alt yazılı. daha güzeldi. bir ara kanal d türk işi versiyonunu çıkardı. pek tutmayacağı belliydi. ayıp olmasın babından izlediğim bir kaç bölümü vardır. çünkü al bundy'nin felsefesini anlayabilecek zeka ölçeklerine bu millet hala gelmedi!
al bundy evrenin en bahtsız adamıdır. çirkef bir kadının, lise amerikan futbol takımı yıldızını kafakola alarak tüm hayatını, doğurduğu biri kendini zeki sanan iki çocukla ve bir köpekle beraber nasıl siktiğini görürsünüz. al bundy artık öyle bir duruma gelmiştir ki, kulağının arkası bile sikilmiştir. basit bir kadın ayakkabı satıcısıdır. tek zevki uzaktan kumanda, tv koltuğu ve biradır. o aile buna bile bulaşır. adeta sülük gibidirler. işte bu yüzden al bundy nirvana'ya ulaşmıştır. hemen hiçbir şey onu etkilememektedir. çünkü cehalet erdemdir., aptallık kaçıştır.
"eğer seks istiyorsan çocukların evden gitmeli. eğer iyi seks istiyorsan karın evden gitmeli."
"peg, bana birazcık değer veriyorsan, beni seninle sevişmeye zorlama."
"hayatımdan nefret ediyorum. uyuyamıyorum, yemek yiyemiyorum, karımı arka bahçeye bile gömemiyorum."
15 Ekim 2009 Perşembe
cennet bahçeleri
ilk cennet bahçeleri sümer mitlerinde edin bahçesi, yani aden bahçesidir. bu yer, adem ile havva'nın ilk günahı işlediği yerdir. sorgulamayı, iyi ile kötüyü bilmeyi öğreten ağacın meyvesinden yemişlerdir. tanrılar da burada yaşar. adem ile havva kovulduktan sonra kapısına kerrubiler yerleştirilmiş ve onların tekrar içeri girmesi önlenmiştir. tevrat ve kur an'da bu bahçe bulunur. çok ilginç ama bu bahçeyi hem tevratda, hem sümer mitlerinde dört nehir sular; fırat, dicle bunlardan ikisidir. diğer ikisinin ibranice adları aklıma gelmiyor.neyse, teologlar aden bahçesinin içinden fırat ile dicle geçince şaşırırlar tabi. yoksa cennet dünya mıdır? dünyanın ilk şehirlerinin de tam bu bölgede olması kafaları iyice karıştırır. o meşhur aden bahçesi dünyada olmasın sakın?
ve ayrıca; diğer iki nehirden birinin tamamen kuruduğu artık bilinir. hicaz dağlarından beslenen ve kuveyt'den denize dökülen bir nehrin tamaman kuruduğu artık anlaşılmıştır. diğer nehir ise hala akar. iran'ın basra körfezi sınırı dağlarla çevrilidir ve bu dağlardan beslenen akarsulardan biri bu 4 nehri birleştirecek şekilde körfeze akar.
tanrıların bizi kullanıp bir kağıt bez gibi bir kenara atarak kovmalarından sonra cennetin kapısında durmadan da yapamadık. adem ölünce havva ne yapacağını şaşırır ve oğlu şit ile beraber adem'in cesedini aden bahçesinin kapısına kadar taşır. orada elohim'e kendisine yol göstermesi için yalvarır. en sonunda elohim cesedi bezle sarmasını ve toprağa gömmesini ister. kapıdan içeri giremezler, çünkü kovulmuşlardır. kerubiler sıkı bir şekilde kapıyı korumaktadırlar. bu hikaye hanok'un kitabında yazar.
işte tanrıların zavallı köpeği durumundan diskoda eğlenerek hayatı sorgulamaya başlar duruma kadar geldik. gerçi diskolar 80'lerde kaldı. artık barlar var!
gençlerimiz 70'lerde evlerinde eğlenir. çünkü terör başa beladır. zenginler, kandırılan ve içkilerine ilaç atılan köylü kızlarına tecavüz ederek bu safhayı geçerler. 80'lerle beraber diskolarda eğlenmeye başlanır. artık büyük şehirlerde terör yoktur. büyük eğlence yerlerinde eğlenilebilir bir duruma gelmek için darbe yapılmıştır. modern talking'in sesi cennet rüzgarı gibidir. diskonun kendisi ise aden bahçesi.
ama bu gençler maalesef uyuşturucu batağına saplanmışlardır! cenneti yanlış yerlerde aramaktadırlar. "eroin, nolur bana eroin verin. herşeyi yaparım, eroin için herşeyi yaparım" diye bağrışmaktadırlar. coşkunların en fecisi ve nurilerin en romdöşambrı ise diskoda eğlenen kalabalık içinde komiserimizin kızının ırzına geçmek için, yalnızlıkla beraber pusu kurmuş, beklemektedirler! çünkü cennet, komiserin kızının bacak arasına inmiştir artık. intikam!!!
ve sonra olanlar olur. gerisini zaten biliyorsunuz.
bu türk filmleri sayesinde türk halkı, diskoda eğlenen kişilerin uyuşturucu müptelası, pezevenk, orospu ve ibne olduğunu düşündüğü için çocuklarını diskolara göndermedi. o cennetten mahrum kaldık. o dönen ışıltılı disko topu altında eğlenme işini sadece düğün salonlarında yapabildik. 80 neslinin büyük bir kısmı eğlenemedi, eğlendirilmedi. cenneti göremedi! fakirler bu sefer yaşarken tanrıların kapısında bekletildi!
ama artık durum değişti. 2000'lerde yeni tanrılar sokakları, diskoları terk ettiler. artık kimsenin ulaşamayacağı yapılarda kalıyorlar, büyük alış veriş merkezlerinde geziyorlar, kenar kenarında, sığıntı köşelerde eğleniyor. sokaklar ve diskolar tamamen yoksullara kaldı. eski cennetler terk edildi, yeni cennetler yaratıldı!
"önemli olan, tanrının bir enstrüman yaratmış olmasıdır. insan denen bir enstrüman. ancak yarattığı bu enstrümanı çalamayan bir usta gibi, tanrı da insandan bu sesi çıkaramamıştır. bu yüzden tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir. ne bakire anneler ne de sami ırkından gelen peygamberler mucizedir. mucize, tanrının elini koparıp dünyaya fırlatması ve sonra da ondan geri gelmesini beklemesidir. ancak elin, önce bir el olduğunu anlaması sonra da tanrıya ait olduğunu fark etmesi gerekir. mucize, elin ait olduğu bedene dönüşüdür." (hakan günday-azil)
14 Ekim 2009 Çarşamba
ben, kendim ve çekicim
olimpiyatlarda çekiç atma dalının hastasıyım! sporcu olsam, çekiç atıcılara göre zayıf olan bünyeme rağmen iyi bir atıcı olurdum. macarlar, ruslar, almanlar da kimmiş! en iyi çekici ben fırlatırım. hemde dopingsiz, hemde en uzağa...çünkü ben geceleri bile yatağıma çekicimle girerim. o beni terk etmeyen tek sevgilimdir! en küçüğünden en büyüğüne kadar çeşit çeşit, renk renk, desen desen çekiçlerim vardır. gece uyurken hepsi bana adeta yalvararak, "beni al, beni al, onu alma" diye diye bakarlar. bu meseleyi yanlış anlayanın kafasını çekicimle parlatırım, ona göre!
elbette west ham united taraftarıyım. upton park'ın hastasıyım. sırf west ham'ı tutuyorlar diye daima iron maiden dinlerim. çekiç bakımlarında ses daima sona gelir. çekicimin demiri onların müziği ile aydınlanır. steve harris'in de hastasıyım. yeter ki çekiç olsun, çekiç canavarı gibi bir şeyim.
çocukluğumda star 1'de yayımlanan mike hammer adlı diziden sonra tüm mike hammer romanlarını okudum. ben de onun gibi dudaklarımla sevişirim, yumruklarımla dövüşürüm. tabiki kemerime takılı olan çekicimle beraber. sırf bu yüzden stacy keach hayranıyım hala. ama mc hammer ile hiçbir alakam olamaz. u cant touch this diyemem, diyebilemem! çünkü onda ne bir fötr şapka, ne bir pardesü, bıyık ve sert bakışlar vardır. şimdiki tipim bile mike hammer'a benzer. benzemek için burun ameliyatı bile oldum!
artık tarih olup gitmiş urrs bayrağını uzun uzun yazmama gerek yok sanırım. işçiyiz, haklıyız, kazanacağız. gerçi bizim eylemciler bu sloganı atarken acayip ruhsuz oluyor. can yok, gırtlağı parçalanırcasına bir söyleyiş yok. gerçi kafaları parçalanıyor coplarla diyebilirsiniz, haklısınız, işçiyiz, çekicimiz var bizim. üretimden gelen gücümüzle, çekicimizle, her tarafa barış ve adalet getireceğiz. ben enternasyoneli sol elim havada değil, çekicim havada söylerim.
ve en önemlisi... benim için çekiç hırsızlara karşı kendimce güvenlik önlemidir. fi tarihinde bir sabah 6 gibi evimin bir odasının bir kapısının açıldığını adete hissettim. benim uykum hafiftir bebek, bir gözüm daima açık uyurum. hemen çekicimi sağ elime alıp baltalı ilah zagor gibi fırlatma pozisyonumu aldım. hırsızın kafasını görmeyi beklemeye başladım ve kafasını görür görmez çekicimi attım. swissss diye ses çıkararak, döne döne giden çekicim maalesef hasmımın kafasını yarmadı. zaten kapıyı açan da hasmım değilmiş. evin anahtarını verdiğim bir biriymiş. çekicim ise gitti mutfak kapısının camını kırdı. bana da açık bir hedefi bile çekiçle vurayan kişi ünvana kaldı. meğer çekicimle bir bütün olamamışım, zagor olmanın yakınından bile geçememişim. baltalı ilahın yavrusu olmaya bile layık değildim. işte o anda, akşamleyin ne yapacağıma karar verdim. balkona yeni diktiğim içi yeşil, dışı sarı türündeki leylandimle beraber şarap içecektim. onu da alkole alıştırmam lazımdı!o günden sonra çekicimi asla fırlatamadım. çünkü eve hala hırsız girmedi...
13 Ekim 2009 Salı
klemens von metternich
1773 yılında dünyaya gelen metternich, aslen almandır. 1790'da avusturya vatandaşı olur. akabinde dışişlerinde hızla yükselmeye başlar. 1806'da paris büyükelçisidir. 1809'da ise avusturya şansolyesi olur. bu görevi 1848'e kafar, aralıksız 39 sene yerine getirecektir. görevinin ilk yıllarında kaybedilen toprakları alır, birliği yeniden sağlar. kurulan germen konfederasyonunun başkanı olur.19.yy'ın ilk yarısının en etkili politikacısıdır. napoleon savaşlarından(6 büyük koalisyon ve savaş neticesinde napoleon mağlup edilmiştir. ilk dördünü napoleon kazanmıştır) sonra yapılan viyana kongresi'ni tertipcisidir. alınan kararlarda çok büyük etkisi vardır. viyana kongeresini ikinci dünya savaşından sonra alınan kararlarla kıyaslayabilirsiniz. dünyaya yeni bir şekil vermiştir. liberal akımların en büyük düşmanı olmuştur. 1815'den sonra kurduğu katı mutlakiyetçi düzenin 1820'de yunan bağımsızlık ayaklanması ile kısmen yıkılmış ve o bu işe çok kızmıştır. onun görüşüne göre çok milletli osmanlının yıkılması demek, avusturya'nın sonu demektir. bu öngörüsü doğru çıkmış, osmanlı ve avusturya imparatorlukları, yanlarına rusya'yı da alarak yıkılmıştır. yunan bağımsızlığını desteklemeyen tek büyük avrpa devlet adamı odur.
bu milliyetçilik, hürriyetçilik, cumhuriyetçilik düşmanı, statükonun devamından yana, katı, disiplinli kişi, mutlakiyetçi düzeni sarsan1830 ihtilallerini bastırabilse de(rusların engin yardımları ile macar ve polonya isyanları bastırılmıştır), akan suyun önünde duramamış ve 1840 ihtilallerini bastıramamış ve 1850'lerden sonra tamamen gözden düşmüştür. sansür ve baskı taraftarıdır. istemediği herşeyi bastırmakta üstüne yoktur. ama ne alman ne de italyan birliğinin kurulmasını engeleyememiştir.
1859'da 75 yaşında ölen bu kişi, devletlerin hanedanlar yüzünden var olduğunu, aksi halde anarşinin tüm kıtayı yutacağını belirtmiştir. ama roma'dan beri devam eden bu düzen, sanayi devrimi ve fransız ihtilali ile birlikte 50 yıl daha yaşamıştır.
not: bir kısım bilgi vikipedia'dan...
6 Ekim 2009 Salı
çizgilere basarak yürümeye çalışan insan
aslında garip takıntılarım olduğunu epey geç fark ettim. mesela teoman'ın zamparanın ölümü adlı parçasında geçen "çizgilere basmadan yürümeye çalışan insanlar" lafına kadar herkesin, benim gibi çizgilere basarak yürümeye çalıştığını sanıyordum. ama fark ettim ki ben hiç kimseye benzemiyorum!asla çizgilere basmadan yürümem, yürüyemem, imkansızdır. sırf bu yüzden, büyük karo taşlarına sahip kaldırımlarda yürürken garip hareketler çizerim, yan çizgilere dalarım, adımları büyütürüm, sokak kalabalıksa insanlara çarparım. taşlar küçükse belirli bir sıra ile basarım, üç sonraki, beş sonraki diye, ama yine çizgilere basarım. sıralarda otururken kesinlikle ayaklarım sıranın alt demirlerindedir. bir kadının sırt çizgi güzelse o çizgi için ölürüm arkadaş! çizgi yoksa, gider çizgi çizerim, hatta bu çizgi hayali bile olabilir. yeter ki çizgi olsun, çizerim, belirli bir tempo ile, gerekirse izmir marşı ile yürürüm.
bu yüzden ömrüm boyunca sek sek oynayamadım! o çizgilere nasıl basılmaz, ihtimali var mı hiç!!
meğer bu durum ciddi bir psikolojik sorunmuş. eğer hayatı etkileyecek sıklıkta yapılıyorsa, tedavi olunması şartmış. anlayacağınız hiçbir şey hayatımı etkilemeyeceği için ben yırtım. çizgilere basmamın nedeni ise, o çizgileri demir bir çubuk gibi düşünmek ve basılmadığı takdirde düşebileceğime dair inancımmış. bilinçaltında bir problemden kaynaklanıyormuş. yani benim çocukluğumdan beri oynadığım bu oyun, meğer obsesif kompulsif bir bozuklukmuş!
eyvah eyvah!!hayırr, durun! o çizgiler demir bir çubuk değil, asla olmadı, ben hep sirk cambazı olmak isterdim. o olmazsa helikopter pilotu olacaktım. ama hiç biri olmadı. neden yüksekten korkuyorum lan ben! evet evet, belkide bu yükseklik korkum yüzünden bir ip üzerinde yürüdüğümü düşünüyorum. içimdeki cambazı ancak böyle tatmin edebiliyorum. ben bir cambazım, valla bak!!!
...
ilet:
en sevdiğim yazılarım
2- tanrı, şeytan ve her şey hakkında
3- mesih, deccal ve armageddon savaşı
4- hepimiz öleceğiz!
5- anormal düzeyde ilişki yaşayan insanların bilmediği gerçekler
6- quentin taratino'nun arka koltuk sendromu ve winston wolf
7- new amsterdam'dan new york'a ve saint peter
8- haberin yok, ölüyorum
9- bursa hakkında bilmediğiniz gerçekler
10- çizgilere basarak yürümeye çalışan insan
11- olasılık çiftler, gerçeklik katmanlar halindedir
12- ebedi rekabet
13- kuş sütüyle beslerim seni
14- tembellik hakkımız, söke söke almalıyız
15- tek eşliliğin insan doğasına aykırı olması
16- hazza ulaşmak ne kadar zor ulan!!
17- kafaların güzelliği
18- judith vs holofernes
