heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

28 Mart 2012 Çarşamba

smoke on the water


deep purple deyince bu şarkı insanın aklına gelmezse gitsin kendisini ona buna şuna versin. grup, 1972'de plakçılarının bastırmasıyla rolling stones'un mobil stüdyosuna atlayıp montrö'ye gelirler. zappa göl kenarında konser verirken yangın çıkar ve grup grand otel'e geri gelir. böylece olayı ölümsüzleştirirler..

we all came out to montreux
on the lake geneva shoreline
to make records with a mobile
we didn't have much time
frank zappa and the mothers
were at the best place around
but some stupid with a flare gun
burned the place to the ground
smoke on the water, fire in the sky
 
(montrö'ye geldik, türklerin boğazlar sözleşmesi yaptığı yere, nehrin kıyısında 
imza atılan masayı görmek için, çok zamanımız yok. zappa ve mothers, çevredeki en iyi yerdeyiz,
ama ateş saçan silahlı biri, yaktı her yeri, suda ateş, gökte duman vardı)

they burned down the gambling house
it died with an awful sound
funky claude was running in and out
pulling kids out the ground
when it all was over
we had to find another place
but swiss time was running out
it seemed that we would lose the race
smoke on the water, fire in the sky

(tam para kazanıyorken kumarhaneyi yaktılar, tüm param kayboldu, insanlar kaçışıyordu, çocukları uzaklaştırıyorlardı, her şey bittiğinde kalacak yer bulmalıydık. saatler ülkesinde zaman hızlı akar, uyuyacak yer bulamayacakken, suda duman, gökte ateş vardı)

we ended up at the grand hotel
it was empty cold and bare
but with the rolling truck stones thing just outside
making our music there
with a few red lights and a few old beds
we make a place to sweat
no matter what we get out of this
i know we'll never forget
smoke on the water, fire in the sky

(en sonunda soğuk ve boş bir otel bulduk, otoparkına rolling stones'un kamyonu çekilmiş, çalıyorlar eğleniyorlar, yanıp duran kırmızı ışıklar ve az biraz yatak ve bunların bir önemi yok, ama unutmayacağız, suyun üstündeki dumanı, gökteki ateşi)

(az biraz salladığımı farketmişsinizidir) 

27 Mart 2012 Salı

charlotte gainsbourg


fotoğraflarına bakınca görüyorsunuz ki bu kadın çirkin, çilli, burnu yamuk, kulakları kepçe, ağız yapısı feci. ama bir karizma abidesi. anası jane birkin, babası serge gainsbourg, ki "tüttürüyorum, içiyorum, beceriyorum. işte size eşkenar üçgen" diyen birisi, tam bir çirkin adam portresi. tip olarak neresinden tutsan elinde kalır. kulaklar kepçe, gözler pörtlek, ama tarzı müthiş. herif bir idol. anası olacak kadın feci. tam bir fransız kadını, şahane bir hatun.


charlotte'un suyu bi defa çok sağlam, aileden gelen karizmatik tavır, hepsi birleşmiş ve bunu kadını yaratmış. sigara içişi babasından, yüz şekli anası ve babası karışımı, babası daha ağır basıyor. ne desem boş, müthiş bir kadın. müzisyen, aktris, galiba modellik de yapmış. eminim resimle de uğraşmıştır. hayranıyım, hastasıyım..

26 Mart 2012 Pazartesi

kuzgun

edgar allen poe'nin harika şiirleri vardır ve the raven(kuzgun) en harikalardan birisidir. şiirdeki lenore, şairin hayalindeki sevgili, ölümden sonra olsa bile kavuşmayı umduğu kişidir. sadece bu şiirinde değil, bir kaç şiirde daha kendisinden bahseder. neyse lafı uzatmayayım.. 

Bir zamanlar kasvetli bir geceyarısı, unutulmuş eski bilgilerin
Tuhaf ve antika ciltleri üzerine düşünüyordum,
Yorgun ve sıkıntılı-
Uyumak üzereydim, neredeyse başım düşüyordu ki,
Bir tıkırtı geldi birden, sanki kibarca
Oda kapımı çalan-çalan birisi gibi.
'Odamın kapısını tıklatan' diye söylendim 'bir konuk-
Başka bir şey değil, yalnızca bu.'
Ah, iyice anımsıyorum ki o hazin Aralıktı;
Ve zemine vuruyordu sönen her bir közün yansısı.
Sabahı istiyordum şevkle; -Boş yere
Aramıştım
Ödünç bir avuntuyu kederden-
Yitik Lenore'un kederinden-
O eşsiz ve pırıl pırıl kızın, meleklerin Lenore
Diye andığı-
Buralarda, anılmayacak artık adı.

Ve mor perdelerin belirsiz, hüzünlü, ipeksi
Hışırtısı
Önceden hiç duyulmamış tuhaf kokularla dolduruyor-
Tir tir titretiyordu beni:
Öyle ki: çarpıntımı bastırmak için tekrarladım.
'Oda kapımdan girme izni isteyen bir konuk
bu-
Oda kapımdan girme izni isteyen
Geç bir konuk:
Başka bir şey değil, budur bu.'
O sıra cesaretimi toplayıp: daha fazla
Oyalanmadan,
'Sir' dedim, 'ya da Madam, affınızı dilerim
Ama
Gerçek şu ki dalıyordum ve siz öylesine yumuşak
Bir tıkırtıyla geldiniz,
Ve öylesine hafifçe tıklattınız-tıklattınız
Oda kapımı ki,
Duyduğumdan pek emin değilim sizi'-diyerek kapıyı
Açtım burda; -
Karanlıktan başka bir şey yoktu orda.

Orda durdum, korku ve merakla karanlığın içine
Baktım uzun süre,
Kuşkuyla, kurarak hiçbir ölümlünün cüret edemediği
Hayalleri;
Ama sükunet bozulmadı ve sessizlik bir ipucu
Vermedi,
Ve fısıltıyla söylenen tek sözdü orda
'Lenore? '
Buydu fısıldadığım, mırıltılı bir yankıyla geri gelen
O söz 'lenore'
Başka bir şey değil, yalnızca bu.

Odama dönerken alev alev yanarak
Ruhum
Aynı tıkırtıyı işittim yine ilkinden biraz daha
Kuvvetlice.
'Kesinlikle' dedim, 'kesinlikle bir şey var penceremin
Kafesinde;
Öyleyse neymiş bakalım ve bu esrarı
Çözelim; -
Rüzgardır, başka bir şey değil bu.'

Açıverince kepengi, eski devirden kalma
Azametli bir kuzgun
Kanat çırpıp sallanarak adım attı
İçeriye;
Ne bir selam verdi ne bir an durdu ya da
Oturdu;
Ama bir Lady'nin ya da Lord'un edasıyla
Tünedi kapımın üstüne-
Oda kapımın üstünde bir Pallas büstüne kondu-
Konup oturdu hepsi bu.

Derken ciddi ve haşin suratıyla bu abanoz kuş,
Kaderimi gülümsemeye dönüştürdü,
'Sorgucun kırkılmışsa da hiç kuşkusuz' dedim
Korkak değilsin sen,
Gecenin kıyısından gelen
Suratsız ve yaşlı kuzgun-
Gecenin Plutonian kıyısındaki saygı değer adın nedir,
Söyle bana.'
Kuzgun dedi ki 'birdahaasla.'

Çok şaşırmıştım bu çirkin kuşun konuştuğunu duyup
Böylesine açıkça,
Pek alakalı olmasa-yanıtı pek anlamlı olmasa da;
Çünkü kabul etmeliyiz ki yaşayan kimse henüz
Mazhar olmadı oda kapısının üstünde bir
Kuş-
Kuş ya da hayvan görmeye oda kapısının üstündeki
Büstte,
Bir isimle 'birdahaasla' diye.

Ama kuzgun, sessiz büstün üstünde tek başına
Yalnızca bu sözü söyledi, sanki bu bir tek sözle
İçini dökmüş gibi.
Sonra başka birşey söylemedi- ne de bir tüyünü
Oynattı-
Ben mırıldanana dek, 'önceden uçtu diğer
Dostları-
Sabahleyin beni terk edecek, umutlarımın
Önceden uçup gittiği gibi.'
O zaman

edgar allen poe

20 Mart 2012 Salı

mart

roma'da martın adı, roma savaş tanrısı martius'du. kendisi juno ve jüpiter'in veya sihirli bir çiçeğin oğludur. mars sözcüğünün latince bir türevi yokmuş ve büyük ihtimal etrüsk ziraat tanrısı maris'in latinceleşmiş haliymiş. ilk zamanlar roma'da da bereket ve bitki, çiftçilik hayvanlarının tanrısıymış. savaşla özdeşlemesi daha sonrayı bulmuş. en sonunda da yunan tanrısı ares'in roma'daki karşılığı haline gelmiş. ayrıca mars, roma'nın kurucusu romulus'un efsanevi babasıymış. bu yüzden romalılar babalarının mars olduğunu düşünürmüş. roma'da tanrılar arasında ikinci sıradadır. neyse, bu ayın savaşa başlamak için şanslı bir zaman olduğu kabul edilirmiş. çünkü ocak ve şubat ayları kış ve roma takviminin ilk ayı da marttır. julius caesar takvimde yaptığı reform ile yılbaşını 1 ocağa almış. ama bu değişikliğe rağmen yılın mart ile başlaması geleneği bir çok ülkede devam etmiş. fransa'da 1564'de, ingiltere ve kolonilerinde ise 1752'de kadar yılbaşının mart olması geleneği sürmüş. mart ayının adı pekçok dilde benzerdir: märz (maerz) (almanca), mars (fransızca), maris (arapça), marzo (ispanyolca), marzo (italyanca), march (ingilzce) ve maart (hollandaca). ha unutmadan, marmara denizi doğumludur bu tanrı.

yunan mitolojisinde ise ares savaş tanrısıdır. zeus ve hera'nın oğlu ve oniki olimposludan birisidir. barışın tanrıçası athena'nın zıttıdır. zaten athena ile sürekli mücadele halindedir. kendisi ünlü savaşçılar yetiştiren sparta'nın ve trakya'nın tanrıdır. sevgilisi ise malumunuz üzerine afrodit'tir. bu afrodit'in sümer versiyonu olan inanna, aşk tanrıçası olması yanında savaşın da tanrıçasıdır. yunanlılar bu aşk ve savaşı iki kişide toplamışlar.

ares ile mars'ın ikisi de savaş tanrısı olsa bile aralarında fark vardır. mars, barış için savaşır. amerikanvari bir yanı yok değil! ares ise bildiğin vahşidir. kan dökmek için savaşır ve bundan zevk alır.

mitolojide mart önemli bir aydır. mart'in 21'i gün dönümü olduğu için inanna ile dumuzi'den başlamak üzere bir çok yeniden doğuşun simgesi haline gelmiştir. dumuzi, her sene yıl dönümünde tekrar yeryüzüne çıkar ve inanna ile çiftleşerek tohumlarını toprağa saçar. onları temsilen sümer kralı ile en büyük baş rahibe de çiftleşir. bahar gelmiştir artık. nevruz/newroz kutlamaları başlar. isa'nın tekrar dirilişi, yani paskalya mart içindedir. 21 mart'ta dolunayın görülmesinden sonraki ilk pazar günü, paskalya günüdür. temelde isa'nın tekrar dirilmesi ile dumuzi'nin yeniden yeryüzüne çıkması arasında bir fark yoktur. neyse, bilinen tüm aşk hikayeleri, yani leyla ile mecnun'dan, tristan ile isolde'ye kadar hepsi inanna ile dumuzi'nin aşk hikayesine dayanır.

diriliş hikayelerine, aşklara konu olan bu ayın ölümlerin tanrıları ile anılması da başka bir tezat.

ayrıca mart ayında çiçek vermeye dönüşen dünya emekçi kadınlar günü, plaza kadınlarının günü değildir. tekstil işçilerinin, hayat kadınlarının, tarım işçilerinin, yani yaşamak için hem ruhunu, hem de bedenini satmak zorunda kalanlarının günüdür.

kaynak: bol miktarda wikipedi, az miktarda ekşi, tat verecek kadar kendim.

konu ile alakalı olarak şubat ve temmuz ayları tarihi.

16 Mart 2012 Cuma

sinemanın karizmatik kadınları

marla singer: öncelikle seksi, erkeği kişilik bölünmesine uğratacak kadar çekici, bir sözü ile afallatacak kadar sesli düşünen, karizmaya ve felsefeye sahip dişi bir karakter. her erkeğin hayatının bir döneminde istediği kadın.ben ona cep telefonu numaramı vermek istiyorum ve meme kanseri var mı yok mu diye yoklamalıyım.


sarah connor: sıradan bir kadınken geçirdiği evrim neticesinde yepyeni biri olabilen, sağlam, güçlü, yol gösterici, pes etmeyen, kafalardaki anne tanımı. o size çekici gelmez, kanatları altına girmek istersiniz. tabiri caiz ise tam bir osmanlı kadını.


ellen ripley: güzel mi deseniz "değil" derim, ama kıyafetleri, tavrı, bakışları, azmi, kendini feda edebilme özelliği ile neredeyse tipik bir sarah connor. ama bu kadın, az biraz çekici. anne değil, dişi..


trinity: bir çok erkek hayatına girecek kadın sayesinde huzura ve mutluluğa kavuşmak ister. o bir kurtarıcı olacaktır ve boktan hayatını güzel hale getirecektir. işte trinity böyle bir karakterdir. neo'ya hayat verir, onu o pornocu hayattan çekip alır ve bir lider haline getirir.


sidney prescott: başı belada bir kıza yardım etmek mi istersiniz? alın size sidney! elinde bıçakları ile onu kovalarlar, öldürmek isterler, o ise çığlıklar atarak kaçar, saklanır ve ona yardım etmek isteyen bir sürü erkek ortaya çıkar. ver elini kurtarayım seni bu hayattan bacım diyebilecek tipler, kendisini ona feda eder, göçer giderler bu yaşantıdan. film gibi bir hayatı vardır ve filmin sonunda herkes ölmüş ama sağdır ve bir ağaç gibi tek başına ve özgürdür.


mallory knox: onun kalça izini o kaportaya bırakışından beri hastasıyım. o bir ateş parçası, elinizde tutabilirseniz bir efsane olursunuz, tutamazsanız ölü. ipini fazla gevşetmeyin ve her zaman psikopata bağlayın.


alice: resident evil'in mükemmel kadını, meleği, dünyanın kurtarıcısı, düşmanlarının düşmanı, hastalıklarımın yegane çaresi. güzellik müthiş, ne giyse yakışıyor, eline ne alsa büyüleyici bir hale geliyor, zeki, çevik, her kadın gibi duygusal, ama çöplük değil. onu elde etmek için tüm dünyanın t virüsü ile yok olmasına rıza gösterirdim.

beatrix kido: namı diğer black mamba. has intikam alıcı, her boku yapabilir, herkesi kendine hayran bırakabilir, en zalim düşmanları ile mücadele edebilir, herkesten ve her şeyden daha güçlü, daha yetenekli, daha dirençli. o taraklı ayak parmakları ile hayallerinizin kadını olmayabilir, ama korumanız olsa hiç fena olmaz. ona nazik davranmanız ve güvenini kazanmanız yeter. çünkü büyük bir güven problemi vardır ve bu konuda haklıdır.


leeloo: tam adı leeloo minai lekarariba laminai tchai ekbat de sebat olan mükemmel kadın. kendisi beşinci element olup, aşkın vücut bulmuş halidir. görevi 5000 yılda bir dünyayı kurtarmaktır. leloo mükemmeldir, müthiştir, muhteşemdir. tanrı kadını yaratmıştır ve adını milla jovovich koymuştur. o bir turuncu saçlı tanrıçadır.

ırazca: kara bayram'ın annesi. yılanların öcü. ilk çevrilen versiyonunda türk filmlerinin en karizmatik kadını aliye rona, ikincisinde ise fatma girik oynar. ikisi de birbirinden muhteşemdir. düşmanın karısını dölletir sana, laf sokarda herkese kimse sesini çıkaramaz, abidedir.

13 Mart 2012 Salı

ikinci dünya savaşı - bir kaç anektod 2

atlantik savaşı, alman u-botları ile müttefik konvoy ve refakatçileri arasında geçen öldürücü bir yıpratma savaşıdır. u-botlar, denizaltılara karşı önlemlerin alındığı, hava örtüsünün etkili bir şekilde kullanılmaya başladığı, 1941 yılının ortalarına kadar ingiltere'nin savaş kaabiliyetini felç etmiştir. batırdıkları miktar 3 milyon ton tutarında gemidir. amerika'nın savaşa girmesinden sonra, u-botlar yine refakat gemilerinin yetersizliği yüzünden 1942 yılının ilk dört ayında 500 bin ton tutarında gemi batırmıştı. şifrelerin çözülmesi, radar, sualtı tespit cihazları ve hava örtüsündeki gelişmeler sayesinde son bulmuştur. 1943'ün kara mayısından sonra amiral donitz, u-botlarını eski gücüne kavuşturamadı. bu dönemlerde müttefikler her ay 1 milyon tonluk gemiyi hizmete sokarken, u-botlar ancak kayıplarını telafi edebiliyordu. bir süre sonra alman u-botlarının kayıp oranı % 68'e ulaşmıştır. bu oran, muhaberelere katılan ülkelerin hiçbir birliğinde gerçekleşmemiştir. bu olaydan ayrı olarak değerlendireceğimiz kutup konvoyları ise ingiltere'den hareket eden ödünç verme ve kiralama yasası çerçevesinde oluşturulmuş olup, 1941-44 yıllarının yaz aylarında izlanda'nın batısındaki rotayı izleyerek spitsbergen, murmanssk ve arhangelsk'e seferler düzenlemişlerdir. bu konvoylar kış aylarında buzullar nedeniyle doğuya ve güneye sürüklendiklerinden norveç'ten kalkan alman uçaklarına hedef olmuşlar ve ağır zaiyatlar vermişlerdir.
stalin, 1937-38 yıllarında beş mareşalinden üçünü, 15 ordu komutanından 13'ünü, 195 tümen komutanından 110'unu, 406 tugay komutanından 220'sini ve sayısız subayını öldürttü. buna kızıl ordu temizliği denir ve bu yüzden ordu geleneksel rus topçusu ve t-34 tankları dışında çok yetersizdi ve komutansız kalmışlardı.

1941'in mart ayında hitler şöyle demiştir; "ruslara karşı yürüteceğimiz savaş bir ideoloji ve ırk ayrımı savaşıdır. bu nedenle bu savaş görülmemiş bir vahşet ve zulümle icra edilecektir." bunun sonucunda ruslardan esir edilen 5,7 milyon kişiden 3.3 milyonu hayatını kaybetmiştir. savaşın sonunda ise ruslar 8 milyon asker ve 7 milyon sivili kaybetmiştir. polonya'nın nüfusunun beşte biri öldürülmüştü. yani altı milyon kişi ve yarısı yahudi nüfusudur. almanlarda ise asker, sivil 6 milyon kişi ölmüştür. havadan yapılan bombardımanlardan 13-15 şubat 1945'deki ingiliz ve amerikan bombardımanları sonucu dresden'de 60 bin sivil öldürülmüştür. 30 mayıs 1942'de ise 1000 adet müttefik bombardıman uçağı köln'ün üçte birini yerle bir etmiştir.

almanlar 15 eylül 1941'de leningrad'ı kuşatma altına alınmıştır. tek ikmal yolu buz tutan ladoga gölü olan kent, kuşatmanın bittiği ocak 1944'de kadar açlıktan 500 bin evladını kaybetmiştir. almanlar şehrin bu kuşatma ile düşeceğini sanmışlardır. 10 ekim 1941'de ise general jukov moskova savunmasının başına geçti. şehri savunmak için tank siperleri kazdırmaya başladı ve % 75'i kadın olan 250 bin moskovalı'yı silah altına aldı. almanlar şehri o kadar çok yaklaşmıştı ki kremlin'in burçlarını görmüşlerdi ve şehre girmeye çalışan küçük bir alman birliğini sovyet işçileri durmuştu. hem de ellerinde çekiçlerle. 19 ağustos 1942 ile 2 şubat 1943 arasındaki stalingrad kuşatması sonucunda alman altıncı ordusunun teslim olması ile almanların yenileceği fikri kuvvet kazanmıştır. ardından 5 temmuz 1943'deki citadel harekatıyla kursk çevresinde bulunaan sovyet birliklerine karşı taarruzuna geçmişlerdir. bu tarihin gördüğü en büyük tank savaşı ve son büyük alman saldırısı neticesinde ruslar yenilse bile aslında kazanmışlardır. çünkü rus fabrikaları oluk oluk tank çıkarırken, alman fabrikaları o kadar tankı bir daha bir araya getirememiştir. sovyetler, almanlar hızla ilerlerken savaş endüstrisinin beşte dördünü, almanlara kaptırmamak için 1942'nin ocak ayına kadar demiryolu ile doğuya kaydırmıştır.
(bulge muharebesi - ikinci ardenler saldırısı)

normandiya çıkartmasına 155 bin amerikan, ingiliz ve kanada askeri katılmıştır. bu harekat, tarihin gördüğü en karmaşık çıkartmalardan birisidir. çıkartma tarihi 6 haziran 1944'dür. 25 temmuz 1944'de st. lo çevresindeki alman mevzilerine müttefiklere ait 1000 adet bombardıman uçağının saldırması sonucu başlayan kobra harekatında, general omar bradley komutasındaki 12. ordu grubunun tümenleri paris ile ren nehrine doğru ilerlemişlerdir. 16 aralık 1944 ile 16 ocak 1945 arasında ise amerika'nın karşılaştığı en büyük kara muharebesi olan bulge muhareberi yapılmıştır. doğuda kaybetmiş almanlar, ardenlerden bir daha saldırdı, ama benzinleri yetmedi. almanlar biraz akılılıca davransa, paris'e inmek yerine müttefik birliklerine odaklansa, batı cephesinde savaş uzayabilirdi.
(polonya askerleri varşova'da - 1945)

avrupa savaşının destansı olaylarından birisi de 19 nisan 1943'de varşova gettosunda savaşayan yahudilerin almanlara başkaldırmalardır. bunun neticesinde 60 bin yahudi öldürülmüştür. 1 ağustos 1944'de ise polonya daimi ordusu, varşova'daki alman birliklerine karşı saldırıya geçer. ancak vistül nehrine kadar kadar gelen ruslar durur ve ileride kendilerine dert olabilecek polonya birliklerin, ss'ler tarafından imha edilmesini seyrederler. polonya birliklerinin bir diğer faaliyeti de sicilya'dadır. 22 ocak 1944'de amerika ve ingiliz birlikleri anzio'ya ayak basar. çok çetin geçen saldırılar sonucunda da 2. polonya kolordusu 17 mayısta monte cassino'yu ele geçirir.
almanlar teslim olduğunda bile hala daha şimdiki çek cumhuriyetini, viyana hariç avusturya'yı, slovenya'nın iç kesimlerini ve hırvatistan'ın bir kısmını, italya'nın kuzeyindeki bir takım bölgeleri, riga'nın batısındaki topraklar ile danimarka ve norveç'in tamamını, girit'in batısını ve rodos'un tamamını savunuyorlardı.

kaynak: sir basil henry liddell hart - ikinci dünya savaşı tarihi

12 Mart 2012 Pazartesi

fetih 1453

bu filmin başından itibaren olmamışlarını yazayım bi;

- sultan murat vefat ediyor ve şehzade mehmet son sürrat edirne'ye varıyor. o kadar hızlı ki manisa'dan edirne'ye sanırım 1 haftada alacağı yolu babası daha gömülmeden alıyor. maşallah bre, o ceset kokardı vre o süre içinde. sanırım uçakla gitti!

- sonra ağbi bi baktık ki bu filmde cüneyt arkın filmlerindeki gibi karı memesi görmeyeceğiz. erkek kömüşleri gördük bol bol. fatih'in, ulubatlı'nın ve eski sevgilinin kömüşlerini bol bol sergilediler. bir ara korktum ben ve bizans imparatorunun da kömüşlerini gösterecekler diye, allah'tan olmadı!

- bizans imparatoru olacak denyo herif kuşatma sırasında incir, üzüm ne bulsa götürüyordu be ya, o ne lan nisan ayında incir, demek soğuk hava deposu çok iyi bu imparatorun. bir an için patates falan yiyecekler sandım, ama o kadar ileri gitmediler.

- ulubatlının sevdiceği orduya erkek kılığında girdi ya, ağbi herif karıyı sürekli öpüyor ordu içinde, hemde erkek kılığındayken bile. lan hemşerim diyorum içimden(bursalıyım ben), adımızı çıkaracaksın, yapma, etme. sonra diyorlar ki bik bik de vik vik, hade lan demek istiyorum bir anda, haykırarak!

- eskiden bir mum ışığında kaybolan sevişme sahneleri şimdi ateşte balık pişirilirken gösteriliyor.

- fatih ne domuz avladı be, breh breh. oğlu beyazıt ile olan sahnelerini ise yazmaya içim elvermez. durum fecaat. fatih tam bir imparatordur. tek başına yemek yiyen bir imparatordan bahsediyorum bak, çocuk sevme falan, abartmayın lan!

- o ayasofya içindeki çocuğu kucağa alma ve sakalını okşatma sahnesi ise rezillik. resmen clinton'ın burnunu okşayan o çocuktan ilham almışlar. ayıp.

- kara murat'ı gözlerim göremedi. bari adı kara murat olan basit bir karekter koysaydınız, iyi olurdu. hem fatih'i oynayan adam çok tıfıl kalmış. gerçeğe daha yakın olan odur ama kara murat'ın fatih'i bu herifi çiğner.

- bazır kısımları çok anlaşılmaz olmuş. birden bire ekranda savaş sahneleri gösteriliyor ve bir sonraki sahnede mora'ya yapılan akıncı baskınından bahsediliyor. sanırım o savaş sahnesi o baskını temsil ediyordu ama sonucu gösterip akabinde sebebi anlatmak çok anlamsızlaştırdı o sahneyi.

- teknoloji iyi hoş güzel vs. ama urban usta, şahi topu ilk ateşlendiğinde ölmüştü benim bildiğim.

2 Mart 2012 Cuma

öykü serter'e açık mektup


koray candemir ile dilara gönder birlikteliğini okuyunca gazetelerde sevinçten haykırdım, "oleyy, öykü serter boşa çıktı!"

işte böyle öykücüğüm, ta 90'ların ikinci yarısında show tv'de sunduğun 5 de 5 programından beri sana hastayım. yüzücü olduğunu hemen gösteren omuzların, tam bir kendine güven, ses tonun, karizman falan filan oooo, saymakla bitmez. tamam, bir kokoş yanın da yok değil hani, ama sen gel, ben ona bile razıyım.

ismini google'da arattığında bu küçük yazıya ulaşırsın bence, zaten o yüzden yazıyorum bu yazıyı, bak aşağıda mail adresim de var. gel bana, ciddiyim bak...
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.