toplum olarak kendimizle gururlandığımız konulardan birisi kölelik mevzudur. sanırızki osmanlı köle ticareti hiç yapmamıştır. oysa durum hiç de öyle değil. kafkasya ve habeşistan'dan köleler bol bol gelirmiş. özellikle anapa kalesi, sırf bu iş ile ilgilenmiştir zamanında. tabii durum dışarıdan gelen kölelerle sınırlı değil. kendi içimizde de köle gibi kullandığımız insanlar mevcut. mesela madenciler.
mayıs ayıydı sanırım, tam da bu grizu patlaması ve kader sözlerinin edildiği zamanlar işte. hürriyet gazetesinde bir kitap tanıtımı vardı. kitabın adı
mükellefiyet. metin köse yazmış. kendisi de bir madenci çocuğuymuş zaten. kitabı da germinal'den esinlenerek yazmış. neyse...
metin köse'nin o tanıtım yazısında anlattığına göre zondukdak'ta son 60 yılda neredeyse 4000 madenci hayatını madenlerde kaybetmiş. 400 bin de yaralı var. 143 yıldır zonguldak'ta maden çıkarılıyor ve bu kişilerin kaderi feci şekilde acılarla dolu.
bizim kömür tarihimiz de ilginçmiş. 1867'de padişah buharlı gemi ile silivri'ye giderken geminin odunu biter. dalgalar yoğunlaşır ve padişahın saltanat kayığını, içinde çok sevdiği bir elması olduğu halde batar. padişah duruma çok içerler ve kömür arama çalışmaları başlar. o sıralar gemiler ingiltere'den geliyor. elbette kömür de. ilk maden ekibi de ingiltere'den gelir.
zongulgak'da kömür çıkartılmaya karar verildiğinde ilk denemeler verimli olmaz. çünkü madenciler sırbistan, dalmaçya ve karadağ'dan gelen taş ocağı işçileridir. en sonunda padişah kaptan-ı derya'yı yanına çağırır ve kömürü kendilerinin kullandığını, çıkartmakla da kendilerinin görevlendirildiğini söyler. kaptan paşa birini ereğli sancağına maden bakanı olarak atar. paşa gelir gelmez hemen bir yüz maddelik nizamname hazırlar. buna göre ereğli sancağı 14 kariyesi köylerinde yaşları 13 ile 50 arasında olan erkelerin sağlam olanları kazmacı, kürekçi, katırcı olacaktır. muhtarlar köylüleri ocaklara taşımakla sorumludurlar. kozlu madeni 60 km olduğundan ve insanlar yürüme gittiklerinden 12 günlük vardiyeler halinde çalışmaya başlarlar. mesailer gün doğumundan gün batımına kadardır. başlarında jandarma vardır ve kaçmak suçtur.
nizamnamenin bir başka maddesinde de ancak çalışamaz duruma gelenlerin köylerine temelli döneceği belirtilmiştir. işçiler dayanamadıkları noktada kaçmak için el ve ayaklarını kesmeye başlarlar. kaçanlar ve yataklık edenler ise ibret için iki kat fazla çalıştırılacaktır. madencilerin kölelerden hiçbir farkı yok anlayacağınız. elbette para veriliyor. günde iki kuruş. kazma, kürekleri kırılırsa bu paradan kesiliyor. ama paralar zamanında verilmiyor. verildiğinde de köylerine dönerken yolda eşkiyalar önlerini kesip paralarına el koyuyor. madenlerden gelen paranın bir kısmı ise mekke ve medine'de yanan kandillerin yağ parası olarak değerlendiriliyor. işçi ellerini keserken elde edilen para ile yağ alınıp mekke'de kandil yakılması büyük iş tabii! bununla övünmek de cabası.
zonduldak'ın adı ise ingilizce-türkçe kırma bir kelimeden geliyor. ingilizler o bölgeye zone-göldağ derlermiş. zamanla şehrin adı da zonguldaklaşıyor. tabii iğrençlikler sadece bununla sınırlı değil.
1957'de dedeoğlu köyü bir grizu patlamasında yokolmuş. tüm erkekleri ölmüş. madenin sahibi şirketin yaptığı ilk iş ise köye cami yapmak olmuş. ecevit'i çok sevmelerinin nedeni de sendikaya ecevit'in onay vermesi. hem de chp'lilere rağmen.
tabi bilgiler bununla sınırlı değil. bir ara zonguldak'taki insanların ortalama ömürlerinin 50 küsür yıl olduğunu okumuştum. büyük çoğunluğu akciğer kanserinden gidiyormuş. zaten bu yüden yıpranma payları var. 12 ay çalışıp 18 ay emeklilik primi ödüyorlardı. hala öyle mi, bilemeyeceğim.
birinci savaşta ise zonguldak ile istanbul arasında karayolu bağlantısı olmadığından kömür istanbul'la gemilerle taşınırmış ve bu gemiler de ruslar tarafından batırıldığından istanbul ahalisi soğuktan donmuş. çünkü doğu karadeniz'den odun da getirilemiyordur. üstelik yiyecek de yoktur. zaten bu yüzden millet erkek çocuklarını laleli'de para için pazarlanmasına göz yummuştur. açlık ve sefalet o dereceye varmıştı çünkü.
türkiye'de 19.yy'da durum buyken avrupa'da farklı değil elbet. vahşi kapitalizmin en fazla vurduğu işçilerdendir madenciler. çoluk çocuk çalıştırılırlar. zamanında seyrettiğim bir filmde de ingiliz madencilerinin hali yansıtılıyordu. şirket onlara evler yapmış. oralarda kalıyorlar ve kraliçelerine son derece bağlılar. her pazar kiliseye gidiyorlar. propaganda filmi gibi bir şeydi. sanırım madencilerin olması istenen kaderi böyle bir şey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder