kırmızıyı sevmem isa'dan yüzlerce yıl öncesine dayanıyor. ibadetimi kabul etmeyen tanrıdan intikam almak için elime aldığım bir taşı çok sevdiğim kardeşimin başına geçirdiğimde daha önce hiç fark etmediğim bir özelliği fark ettim. kardeşimin başından akan sıvının rengi çok güzeldi. sonra bu sıvıyı kokladım. kokusu da güzeldi. tattım, tadı da güzeldi. toprakla karışmasını izledim. toprağın kokusu bile güzeldi. içimde biriken dehşet duygusuyla onu daha da çok parçaladım, daha da çok kouyu çektim, daha da çok sevdim ve kaçtım. sadece kaçtım. hemde çok uzaklara ve zamanlara.daha sonra babil'in tapınak fahişlerinin giymek zorunda oldukları bu renk cinsellikle ilişkilendirilmişti ve zaten ben tapınak fahişelerini çok severim. hatta dostum enkidu'nun ölümünün ardından yaptığım uzun seyahat sonucu upnapiştim'in yanına varmış ve ölümsüzlük otunu alıp fahişelerimle yüzlerce yıl mutlu mesut bir hayat sürdürmüştüm. isa'ın doğduğu ve öğretisini yaydığı zamanlarda ise kırmızı artık büyük babil fahişesinin lanetli rengiydi.
tüm babil, incil tarafından benim yüzümden lanetlenmişti.ama bu durum fazla uzun sürmedi. bugomillerle beraber yaşadım, paulisyenlerle beraber çarpıştım ve catharların yaşadığı diyardan sürüldüm ve kendimi ingiltere'de buldum. ingiliz kraliyet ailesinin renginin kırmızı olduğunu herkes bilir. bu kırmızı kimin hediyesi sanıyorsunuz siz. elbette benim. sömürgeciler çağına girildiğinde kırmızı urba giymiş askerlerim düşman kovalarken ben üzümün karasından yapılan şababımı içip onlara komuta ediyordum. tüfeğin makinalısı hala icat edilmemişti ama bir grup türk bu delikli demir yüzünden mertliğin bozulduğunu söylüyordu. oysa bozulan şey mertlik değil, gururdu. askerlerimi üç sıra halinde yürütür, düşmana iyice yaklaştıklarında önce ilk sıranın ateş etmesini emrederdim. ardından ikinci sıra ve ardından üçüncü sıra ateş ederdi. her zaman bu taktiği sevmişimdir. disiplinli bir ordunun ölmeyi önemsemeyen neferlerini öldürmek için birebirdir. ve kırmızı urbaları içinde akan kanlarını seyretmek ise başlı başına bir güzelliktir.
zaten ingilizleri hiç sevmem. ölmelerini o yüzden isterdim. ama piçler çok disiplinli, sürekli kazanıyorlardı. o ilkel savaş tekniğinden de sıkınca makinalı tüfeği icat etmem zor olmadı. siperin önüne koyulan bir tüfeğin binlerce kişiyi aynı anda nasıl öldürdüğü ve akan kanların toprağa yeni düşen yağmur gibi nasıl koktuğunu ise size yazmam saçma olur. ben sadece kokuyu severim.ama bu kırmızı konusunda elbette bir rakibim daha vardı. bu transilvanya'dan çıkan geri zekalı, neredeyse tüm kırmızı sevgimi bok edecekti. dişlerini sivriltmiş bu kont kılıklı kişiyle uzun süre uğraştım ve sonunda yaptığım büyülerin de etkisiyle onu gümüş, haç ve güneş ışığına duyarlı hale getirdim. bu adı anılmayasıca yaratık, artık kırmızıyla değil, gecenin karanlığı ile anılacaktı.
en son dünya üzerine ayak bastığımda küçük bir hata sonucu kendimi leyleklerin taşıdığı bir bebek olarak buldum. beni bursa'nın şirin bir mahallesine bıraktılar. büyümek zorundaydım ve büyüdüm ve kırmızıya aşkım yine depreşti. burnumu ilk kırdığımda akan bir sıvı vardı ve sonunda dilime tadı ulaştığında onun rengini tahmin etmem hiç zor olmadı. kırmızı pelerin görmüş boğa gibi matadora saldırdım ve saldırdım ve saldırdım. sadece saldırdım. şakaklarımdan ter boşaldı, kollarımda derman kalmadı, burnum acı içinde gözlerimden yaş geldi ama ben yine saldırdım. çünkü o renk kırmızıydı ve o benim rengimdi.
hani rambo'nun ilk kanı akıttığı bir film vardır. yüzü gözü, kolu kanadı kanamaktadır ve kaslarından ter fışkırmaktadır. işte o kan ve terin birbirine karıştığı sahne gözümde ibadet gibidir. ilk gecesini yaşayan kadının korkusu ve akan bir kaç damla kanın ibadeti gibidir. bileklerini kesmiş insanın, kesmeden önce halı batmasın diye yere naylon sermesi gibidir. kırmızıyı seyretmek, yol aldığını görmek, kokusunu içine çekmek bana yapılacak ibadetlerin en güzelidir. eğer sizde bana inanıyor ve kırmızıyı seviyorsanız bu dediklerimi yapın. inanın ben sizin yanınızda olacağım ve sizinle beraber o rengin tadını, kokusunu ve yol almasını izleyeceğim.
3 Ağustos 2007 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
...
ilet:
ytravisbickle@hotmail.com
en sevdiğim yazılarım
1- stanley kubrick ve savaş sanatı
2- tanrı, şeytan ve her şey hakkında
3- mesih, deccal ve armageddon savaşı
4- hepimiz öleceğiz!
5- anormal düzeyde ilişki yaşayan insanların bilmediği gerçekler
6- quentin taratino'nun arka koltuk sendromu ve winston wolf
7- new amsterdam'dan new york'a ve saint peter
8- haberin yok, ölüyorum
9- bursa hakkında bilmediğiniz gerçekler
10- çizgilere basarak yürümeye çalışan insan
11- olasılık çiftler, gerçeklik katmanlar halindedir
12- ebedi rekabet
13- kuş sütüyle beslerim seni
14- tembellik hakkımız, söke söke almalıyız
15- tek eşliliğin insan doğasına aykırı olması
16- hazza ulaşmak ne kadar zor ulan!!
17- kafaların güzelliği
18- judith vs holofernes
2- tanrı, şeytan ve her şey hakkında
3- mesih, deccal ve armageddon savaşı
4- hepimiz öleceğiz!
5- anormal düzeyde ilişki yaşayan insanların bilmediği gerçekler
6- quentin taratino'nun arka koltuk sendromu ve winston wolf
7- new amsterdam'dan new york'a ve saint peter
8- haberin yok, ölüyorum
9- bursa hakkında bilmediğiniz gerçekler
10- çizgilere basarak yürümeye çalışan insan
11- olasılık çiftler, gerçeklik katmanlar halindedir
12- ebedi rekabet
13- kuş sütüyle beslerim seni
14- tembellik hakkımız, söke söke almalıyız
15- tek eşliliğin insan doğasına aykırı olması
16- hazza ulaşmak ne kadar zor ulan!!
17- kafaların güzelliği
18- judith vs holofernes
Sayfalar
telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder