heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

1 Eylül 2010 Çarşamba

çekerim!

ilk kopyamı ilkokul beşinci sınıfta çekmiştim. sınıftaki romanlardan(hepsi bizden iki-üç yaş büyüktü) bir kız sıranın altına okul dergisini koyup kopya çekiyordu ve ben de aynı yöntemi denedim. güzeldi. sonra öğretmen sıraların altını kontrol etmeye başlayınca dergiyi yan tarafımda oturan çocuğun sıra altındaki çantasının altına koydum. "adil" dedim sessizce, "dergi senin çantanın altında." çocuk çok şaşırmış bir halde yüzüme baktı. kendisi zaten beyaz yüzlü, daima beyaz mendili önlüğünde olan bir çocuktu. öğretmen sıranın altında bir şey bulamayınca diğer sıralara geçti, ama adil benimle bir daha hiç konuşmadı. valla bak, sınıfın en çalışkan 3-4 kişisinden biriydim o ara. okulun en çalışkanı da zaten bizim sınıftaydı. ilkokulun tarihinde anadolu lisesini ilk kazanan kişi de o kişiydi zaten. öğretmenin karısı da başka bir beşinci sınıfı okutuyordu ve onun sınıfındaki bir çocuk, bursa ili bilgi yarışmasında bursa üçüncüsü olunca(sene 1988) 10.000 lira para ödülü kazanmıştı. ama o bile anadolu lisesini kazanamadı. bursa üçüncüsü çocuk yüzünden bizim öğretmenden feci bir fırça yemiştik, o çocuk becerdi, siz bir şeyi beceremediniz diye. karısı anlaşılan onunla uzun süre dalga geçmiş, herif hıncını bizden çıkarmıştı. bizim öğretmen de sağlam bir eğitimci değildi zaten. yavuz sultan selim mısır'ı aldığında kabe'yi istanbul'a getirmedi diye şimdi büyük bir turizm gelirinden olduğumuzu söylüyordu. böyle bir öğretmen ile son senemi geçirdim. bu şekil cahil eğitimciler var, varın gerisini siz düşünün.

orta birde, belki bu adil yüzünden kopya çekmedim. zaten ihtiyacım yoktu. okula başladığımızda 85 kişilik sınıfta benimle beraber sadece 4 kişi çarpım tablosunu biliyordu. neyse, kopyada kalmıştım değil mi? benden kopya çekmeye çalışan sıra arkadaşıma da kopya vermedim. bu yüzden sınavlarda yer değiştirip çalışkan birinin yanına giderdim. onun yanına da mahalleden arkadaşları gelirdi. en sonunda doğal son geldi, çocuk sınıfta kaldı. bir daha da benimle konuşmadı. ertesi sene onu yine gördüm okulda. birinci sınıflarla beraberdi ve bana küsmüştü. kopya çeksen bir dert, çekmesen başka dert, ne biçim işse bu, boşverdim en sonunda.

orta iki ve üçü o 85-90 kişilik sınıflarda kopya çeke çeke bitirdim. biz almancacılar orta birde üç sınıftık. orta sonda ise tek sınıf kalmıştık. neyse, resimden kopya çekemediğim için ikinci dönem dört gelmişti. ilk dönem de beşti zaten. resimden bütünlemeye kalan tarihteki ilk öğrenci olabilirdim. üçüncü sınıfta iyice coşmuştum. zaten herkes çekerdi, ben de çektim. pişman değilim! sınıftaki kızlar "sen birinci sınıfta harikaydın, şimdi ne oldu sana?" dediklerinde, "siz birinci sınıfta bir boka benzemiyordunuz, şimdi hepiniz harikasınız" dedim elbette! hayatta daima bir şey harikadır. ya derslerin, ya da kızlar! ama sonucu kötü oldu. o zeki çocuk orta üçte 4 tane dersten bütünlemeye kaldı.

ben, çok az iyi hocaya denk gelmişimdir. onların da orta üç performansımla kalbini kırmışımdır. hem tarihçi, hem orta bir matematikçi beni bütünlemede görünce küçük çaplı şok geçirmişlerdir. neyse, çok psikopat öğretmene denk geldim. türkçeci takıktı bana. nedeni de 15 tatil öncesi bir kitap okuyup özetini çıkarmamızı istemesi ve benim de malaparte'nin volga kızıl akarken adlı romanının özetini çıkarmam. beni yanına çağırdı ve sağlam bir tokat atıp "türk yazarlar" dedi. o andan sonra uzun süre bir türk yazarının romanını okumadım. oğuz atay, kemal tahir ve hakan günday'ı tanımak uzun zamanımı aldı. çünkü hepsinden bir çırıpıda nefret ediyorsun. sonra kini devam eden o türkçeci 85 kişilik sınıfta gürültü yapan, kızlarla laflayan bir tek benmişim gibi(ön sıradaki birbirinden güzel üç kız kavga ettiklerinde biri bizim sıraya gelirdi) kendi kendimi disipline vermemi istedi. gittim müdür yardımcısına, dedim böyle böyle, kendimi disipline veriyorum(kendimi içkiye veriyorum gibi oldu!). allahtan müdür yardımcısı akıllı adammış. git hocandan özür dile, konu kapansın dedi ve konu kapandı. özür bile diledim anasını satayım. neyse işte, bütünlemeleri elbette verdim ve hatta girdiğim iki lise sınavı da kazandım. ilk kazandığım ve kaydımı yaptırdığım bölüm yapı makinaları bölümüydü. sağlam bir greyder, kepçe, dozer, vinç, vs operatörü olacaktım aslında. böyle kaslı kollar, sarı bir baret, uff, manyak bir tipim olurdu!

ama yatılı okula gitmek zorunda kaldım. o yatılı okul sınavına(sınava kazara girdim) sınıftan biriyle girmiştim ve yavuz kazanamadı. sonra bursa'daki cumhuriyet caddesinde üstümde ilk kazandığım okulun forması ile birşeyler yaparken onu gördüm. üstünde yamalı bir pantolon, ceket ve kara lastik, sırtında küfe, önünde yaşlı bir adam vardı. inanın bana hayatım boyunca hiç bu kadar çok utanmamıştım. okul kıyafetleri içinde kendimi feci şekilde suçlu hissettim. bir daha görmedim yavuz'u. üstelik yavuz'a o sınavda kopya vermiştim. ama büyük ihtimal gitti benim soru kitapçığına bakacağına cevap anahtarını bire bir geçirdi. o yüzden kazanamadı ve kazanmak istemedi. bazen rüyama girer o an, yine feci şekilde utanırım.

yatılı okuldaki kopya macerasında başka öğrenciler yok elbette. hocalar var. 90 kişilik sınıflardan 90 kişilik bir okula gelmiştim. en kalabalık sınıf yine bizimkisi. ama hocalar felaket kötü. fizik ilk dönem 6 ve ikinci dönem 3 düşürmem gerekiyor geçmem için. fizikçi aslında fizikçi değil. tuhafiye dükkanı var. aynı zamanda kimya, matematik ve biyolojiye de giriyor. elindeki kağıttan tahtaya bir şeyler karalayıp zil çalınca gidiyor. böyle bir tip işte. neyse, ilk sınavda 2 almışım. ikinci sınavda da sadece 1 soru yapabildim ve 2 garanti. sonra cevap 3 yazıp bir şeyler karaladım. sildim. üzerinde "hocam bu soruyu kopya çektiğim için siliyorum" diye yazdım. sınav sonuçlarını okurken hoca benim adımı söyledi ve 3 dedi. geçmiştim :) sonuçları okuma işi bittiğinde ise "aranızda çok dürüst bir arkadaşınız var, dürüstlüğü yüzünden ona 1 puan fazla verdim" dedi. yedirmiştim :)

lise ikide aynı taktiği oldukça gereksiz bir biçimde, sırf fazla not uğruna şarapçılık(evet, öyle bir ders aldım ben) sınavında uyguladım. yine bir not fazla aldım. şarapçılığın hocası sonra peşimi bırakmadı. bacakları güzel bir kadındı kendisi. ama yüzü o kadar güzel değildi. ama bacakları güzeldi. hatta bir keresinde ingilizceci ile yan yana oturuyordı ve beni çağırmıştı. gözüm ister istemez bacaklarına kaydı ve ikisi de fark edince güldüler. napayım a q. güzel bacakları vardı işte. sergilemeyi de severdi. neyse işte bacakları güzel olan o kadın, ne işi olsa beni yollardı. çocuğunun tahlil sonuçlarından taze çileğe, kendi özel işlerinden hemen her şeye beni yollardı. iyi olurdu aslında. gezmiş olurdum.

o sene ingilizce dersinde sınavı ertelemediği için tüm sınıf boş kağıt verdi. kesin bütünleme vardı yine. ama bir mucize oldu. özal öldü. valla bak. benim liseyi özal kapatıp üniversiteye verecekti. okulu da burdur'a taşıyacaklardı. ama özal öldü ve kurtulduk. devleti yönetenler değişti ve okul kapanmadı. ama okul kapanacak diye tüm öğrencilere teşekkür belgesi de vererek geçirdiler. tabii bu kapanmama işinde bizim imza kampanyamız da etkili oldu! binlerce imza toplatık.

lise sonda beni her yere yollayan o hoca 5 dersimize birden giriyordu. bir sınavda yanıma gelip "hala o sınav kağıdını saklıyorum" dedi. anladım olayı. sesimi çıkarmadım. "hala öyle dürüst müsün?" dediğinde dürüstlüğüm tuttu anasını satayım ve "hocam artık çekiyorum, yapabileceğim bir şey yok" dedim. demez olaydım. yanımdaki çocukla kağıtlarımız neredeyse aynı olduğu halde ondan hep bir not az aldım. işte dürüstlük böyle bir beladır arkadaşlar. dürüst davranmayın, yalana devam edin!

lisede babasına söz verdiği için asla kopya çekmeyen bir çocuk da vardı bak. gözleri ciddi manada görmeyen bir hocanın sınavlarında bile çekmezdi. tüm sınıf on numara kağıt verdiği halde 5-6 alırdık. o çocuk 7-8. komedi gibi lan, ciddiyim bak! uzun süredir görüşmüyorum onunla. özlemişim onu.

üniversitede çekmedim ama, korktum açıkçası. bir yakalanırsan uzaklaştırma var. ama bazı bölüm dışı derslerde gözetmenlerin yardımını gördüm. gelip cevapları söylüyorlardı. ama unutamadığım bir çocuk var. anfilerde sınava girdiğimizde bu çocuk kitabı ayaklarının dibine atardı ve sınavda ayakkabısını çıkarıp, ayaklarıyla sayfaları çevirip kopya çekerdi. yuhh derdim ona. ben neredeyse elimle zor çeviriyorum sayfaları, herif ayağı ile çeviriyor ve ben o zamanlar önümü göremiyorum, herif ayak dibindeki yazıları okuyabiliyor.

tüm bu ahval ve şerait içinde dahi yaptığım hiçbir şeyden pişman olmadığım gibi bunlardan da pişman değilim elbette. hatta keşke orhan'a kopya verseydim ve sınıfı geçseydi, keşke yavuz'a doğru düzgün yardım edebilseydim, keşke şarapçılık hocasına dürüst davranmasaydım! ama keşkelerden bir şey olmaz. her şey olup bitmiştir ve akıllı bir adamın dediği gibi "tarihte her şey, öyle olması gerektiği için öyle olmuştur, başka türlüsü olamazdı." benim hayatımda da aynı kural geçerli.

geriye dönüp baktığımda ilkokuldan hiçbir arkadaşımla görüşmediğimi fark etmem zor olmuyor. çünkü neredeyse hepsi orta birde çaktı. ortaokuldan da hiçbir arkadaşımı görmüyorum. çünkü büyük çoğunluğu ortaokulu bitiremedi veya liseye gitmedi. lisedeki arkadaşlarımla da pek görüşmek istemiyorum!

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu yazıları yazarken ne içtiysen aynısından bende istiyorum!!!...

gerisi önemli değil... dedi ki...

bildiğin şeyler, kahve hariç...

Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.