heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

31 Ocak 2011 Pazartesi

nasa vs bilim kurgu

baylar ve bayanlar, sabah gazetesinde geçen haftalardan birinde okuduğuma göre nasa bilim insanları toplanmışlar ve tüm bilim kurgu filmlerini izlemişler! böylece en saçma ve en iyi bilim kurgu filmlerini listelemişler. kötü filmler genelde dünyanın başına gelenlerden oluşuyor. yani felaket filmlerinin mantıksız olduğunu gözümüze sokmuşlar. üstelik bu tür filmlerde nasa bazen başrolde olur ve dünyayının kurtarılmasına yardım eder. buna rağmen itin götüne sokmuşlar o tür filmleri. iyi filmler ise uzaylılarla temas ağırlıklı. kriterleri belirleyen nasa olduğuna göre uzaylılar ağırlıklı bir liste yapmaları normal. işte size tam liste!


en berbat bilim kurgular:

1- 2012: benim de hakkında bir şeyler çiziktirdiğim, cidden uçmuş bir yapımdır bu film. öyle böyle değildir hemde. israfil suru üflemiştir ve filmimiz başlar. kutuplar kayar, dünyanın ekseni kayar, himalayaların tepesini su basar. en sonunda insanlar kurtulur!

2- the core: bir beyinsiz bilim adamının deneyleri yüzünden dünyanın çekirdeği dönmeyi durdurur ve oluşan tehlike yüzünden amerikan hükümeti devasa bir matkap yapar. sonra arzın merkezine seyahat marianna çukurundan başlar. nükleer bomabaların yardımı ile çekirdek yine döner. seyreden hatırlar, seyretmeyen bence pek bir şey kaçırmamış olur.

3- armageddon: bir beyinsiz manhattan büyüklüğündeki kocaman göktaşı, bizi göktaşlarından koruyan birer kalkan olan jüpüter ve satürn'ü de geçerek üzerimize gelir. aynı anda brucu willis petrol çıkarıyordur. o esnada ruslar uzaydadır ve birden liv tyler'ı kucağama alıp leaving on a jetplane'i söylemeye başlıyorum. gerisini biliyorsunuz. nükleer bir bomba dünyayı kurtarır.

4- volcano: şehri tehdit eden büyük bir volkan patlamasına az kalmıştır! patlar tabii, sonra absürdlerin tavanı delinir. sıkı bir komedi filmidir aslında. bir sahnede otobüs itilecektir ve kadın itmeye başlar. sonra erkek tam kadının arkasa geçer ve kadına dayanarak dayanarak otobüsü iter. film o derece erotik ögelerle de doludur. düşünün, ateş, magma, sıcaklık, yanan mekan, koşturmaca, kan, ter, sevinç, gözyaşı. hepsi porno filmlerde de var.
5- chain reaction: keanu reeves bir bilim adamıdır ve ekibiyle beraber atomu parçalar. sonra bunu amerikan usulü kutlarlar. akabinde herkes evine gittiğinde parçalanan atom patlar ve başlarına bela olur. fbi artık keanu'nun peşindedir. o hem bir bilim adamı, hem de kaçmayı çok iyi bilen bir kaçaktır.
6- the 6th day: kopya koyun dolly hadisesinden sonra holivud hemen kopyalama işine el attı. bu filmde kopyalama yasal olarak yasaktır. ancak bazı kişiler sürekli kopyalanmaktadır. mesela beyin travması geçiren bir amerikan futbol oyuncusu öldürülür ve kopyası oynamaya devam eder. bunun gibi bir şey işte. arnold yanlışlıkla kopyalanır veya öyle bir şey. sonra kendisinin karısıyla sevişmesini izler! çok travmatik bir durum aslında. işin sonunda iki arnold düşmanlardan intikamlarını alırlar ve karıyı ortaklaşa kullanırlar!
7- what the bleep do we know? bu film belgesel tarzında ve ben izlediğimde hoşuma gitmişti. saçma olarak nitelendirilmesi ilginç geldi. izlemenizi de tavsiye ederim aslında. kuantum fiziğinden bahseder.


en iyi bilim kurgular:

1- gattaca: başarma hırsı ile yanıp tutuşanları şahsen sevmem. bu film bilim kurgudan çok bu hırsın değerini gösteriyor insanlara. 97 yapımıymış. neyse, günümüzde genetik hastalıklar gebelikte elemine edilebiliyor. yakında göz renginden başka şeylere kadar her şey belirlenebilecek. filmimizde de buna vurgu yapılıyor. genetik mühendisleri üst insanı üretiyor. bu insanlar, normal doğum mahsülü sıradan insanlara karşı her yönden kusursuzlaşıyor. bir normal doğum insanı ise uzaya çıkmak için yanıp tutuşuyor. oysa gattaca şirketinde ancak hademe olabilecek genetik yeterliliğe sahiptir. zaten kan ölçümlerinden de 30 yaşında öleceği tespit edilmiştir. ama o ölmez. üstelik sakat kalmış bir mühendislik örneği ile işbirliği yaparak şirkete girer ve en sonunda olanaksızı olanıklı hale getirip uzaya çıkar. bu filmde anlatılan her şey gerçekten olacaktır. ben kaderin olduğunu düşünürüm. yani insan özgür değildir, ki bu anlatması uzun sürecek ayrı bir yazı konusudur.
2- contact: judie foster'ı sevmem. çirkin bir kadın. bu filmde de çirkin. ama film güzel. hemen herkes izlemiştir bu filmi. amerikalılar uzaylılardan gelen bir mesaj yardımı ile bir düzenek hazırlarlar ve işin içine hemen dini sokarlar. neyse, dinci bir terörist de var filmimizde. en sonunda düzeneğe amerikan değerlerini temsil etmesi amacıyla inançlı bir insanı koymaya karar verirler. en sonunda ihale judie'ye kalır. aslında bir kaç dünya saniyesi boyunca yol aldığı halde mesajı iletenlere ulaşır falan filan. uzay, insanlar süper, hepimiz kardeşiz temalı bir filmdir.
3- metropolis: akıl ile elin ortasını bulmaya çalışan bir filmdir. şeytani mucidimiz bir robot icat eder ve yerinaltındaki işçileri yönlendiren azize maria'nın yüzünü alıp onları kışkırtır. akıl sahibi patron ise kullanıldığını geç anlar. geri kalan iş akıl ile eli uzlaştıran oğluna kalmıştır. işçi sınıfın ağzına bir parmak bal çalan bir filmdir. ama 1927'de yapıldığı düşünüldüğünde ohalık bir filmdir. fritz lang bilgisayarı, hatta görüntülü telefonu bile düşünmüş. ama şehrin sokaklarında uçaklar gezer. film, vahşi bir kapitalist patron ile ezdiği işçileri yönlendiren barışsever bir rahibenin hikayesidir. firavunun koynundan çıkan musa gibi, patronun evinden bir musa çıkar ve her şey uzlaşmayla halledilir. etkileyici bir hikayesi var.
4- the day the earth stood still: orjinal versiyonunu izlemedim. ama yeni çekilen versiyonu bile oldukça etkiliydi. insanlık dünyayı yok etmek üzeredir ve uzaylılar türleri korumak için insanları yok etmeye karar verirler.
5- woman in the moon: al sana izlemediğim bir film daha. namını da duymamıştım. fritz lang bir türü yaratmış ve devamını da getirmiş.
6- the thing from another world: bu filmi de izlemedim ve hakkında hiçbir şey söyleyemeyeceğim.
7- jurassic park: sevmedim ben bu filmi ve seriyi. yönetmenini de sevmem zaten. konuyu herkes bilir. anlatmama gerek yok. siz de sevmeyin bu filmi. bir bok yok çünkü.

26 Ocak 2011 Çarşamba

erwin rommel

tam adı erwin johannes eugen rommel olan bu deha, 15 kasım 1891'de stuttgart'ta doğdu. kuzey afrika'daki inanılmaz savaşından dolayı wüstenfuchs(çöl tilkisi) lakabı ile anılır. okul yıllarında dersleri pek parlak bir öğrenci değildir. ama elinden her iş gelen pratik bir çocuktur. 14 yaşında bir arkadaşıyla beraber planör yapmasına ve havacılığa olan merakı sonucu zeplin fabrikasında işe girmeyi düşünüp, mühendis olmak istemesine rağmen babasının zoru ile askeri okula kaydolur(gerçek bir askeri okul bitirmediğinden alman subayları kendisini hor görürmüş. yaşı itibariyle okulda askerliğe er statüsünden başlayıp, 3 ayda onbaşı, 6 ayda çavuş olmuştur). birinci dünya savaşı'nda 250 kişiyle, caporetto'da italyan ordusuna son darbeyi vurmuş, 150 subay ve 9.000 askeri esir etmiş, 81 ağır silahı da ele geçirmiştir. böylece pour le merit(en büyük madalya) madalyası kazanan az sayıda kişiden biri olarak herkesin saygı duyduğu bir subay olur. nazi dönemi ile beraber sıkı bir hitler hayranı olur. 1937'de hitler jugend(hitler gençliği)'ın eğitimden sorumlu komutanlığına getirilir. 1938'de albay olmuştur. önce savaş akademisi komutanlığına atanır. burada piyade hücumu'nun devamı olan tank hücumu'nu (panzer greift an) yazmaya başlar. kısa bir süre sonra hitler'in özel koruma taburunun (LSSAH Führer-Begleitbattalion) komutanlığına getirilir.
6 şubat 1941'de graziani'nin komuta ettiği italyan ordusu beda fomm'dan atılır. aynı gün ise fransa'nın işgalinde önemli bir rol oynamış olan, arras'da bir piyade olmasına rağmen ingilizleri püskürten, meuse nehrini ilk geçen, manş denizine ilk ulaşan ve cherbourg limanını ele geçiren, hayalet tümen olarak adlandırılan(alman genelkurmayı bile bazen yerini haritada işaretleyemiyordu) 7 inci alman panzer tümeni komutanı general erwin rommel(bu başarılardan sonra ben mareşalleğe terfi etmek isterdim), italyanların kurtarılması için afrika'ya gönderilecek 2 küçük çaplı birlikten oluşan mekanize birliğin başına atanmak üzere hitler'in yanına çağrılır. ama 5 inci hafif ve 15 inci panzer tümenleri bir kaç ay arayla ancak mayıs ayının sonuna doğru kuzey afrika'ya intikaleri gerçekleştirir(afrika kolordusu/deutsches afrika korps). bu sırada ilerlemek için ingilizlerin önlerinde neredeyse hiç engel yoktur. biraz acele etseler mihver devletlerinin varlığını kuzey afrika'dan silebileceklerdir.
rommel 12 şubatta trablusgarb'a gelir. 2 gün sonra da ilk alman birliği afrika'ya varır. bu ilk birlik keşif ve tanksavar birliğidir. rommel hemen bu birliği cepheye sürer ve bir kaç gün içinde yaptırdığı sahte tank maketleriyle bu birliği destekler. amacı ise ingilizlere karşı güçlü olduğunu göstermektir. maket dediysem hepten küçümsemeyin. vw'ların üzerine monte edilmiştir bu maketler. martın başında da 5 inci hafif tümenin tank alayı trablusgarb'a varır.

ingilizler ise bu safhayı vakit kaybederek geçirirler ve italyanları kuzey afrika'dan atmak için ilerlemezler. rommel elindeki kuvvetlerle hemen hücumu düşünür ve aghelia boğazını almayı hedefler. 31 martta bu emeline ulaşır. çok kolay olduğu için ilerlemeye devam eder. çünkü ingilizler maket tankları yemiştir. bu işte alman hava kuvvetlerin de payı vardır. ingiliz havacılar pek iyi çalışamamışlar ve yanıltıcı raporlar vermişlerdir. rommel'in şansı da vardır. çünkü ingilizler tecrübeli zırhlı tümenlerininin askerlerini dinlendirmek, araçlarını bakıma almak için kahire'ye çekmişlerdi. yerlerine ise tecrübesiz zırhlı tümenleri gelmişti. başka bir tecrübeli tümen ise o sırada yunanistan'a gitmişti. selanik'te yeni bir cephe açma çabasındaydı. üstelik ingiliz komutanlar, alman taarruzlarını haber veren raporları da ciddiye almıyorlardı.

mayıs ayı sonuna kadar bekleme emrini alan rommel ise 2 nisanda 50 tank ve 2 italyan tümeniyle beraber ilerlemeye başlar. panik olan ingilizlerden 3 nisanda bingazi'yi alır. 6 nisanda ingiliz komutanlar almanlara esir düşer. bir ingiliz zırhlı tugayı tamamen imha edilir. yeni gelen ingiliz birlikleri de kısa sürede etkisiz hale getirilir. rommel'in birliklerinin çıkardığı toz ve duman(tankların arkasına çalı, süpürge bağladığı ve bu sayede toz çıkarttığı söylenir), onları oldukça kuvvetli göstermektedir. böylece tank zafiyetlerini de gizler. tüm savaşın en kötü askerleri olan italyan askerleri ise tüm sefer boyunca daima geriden gelecektir.11 nisan'da ingilizler sirenayka'dan mısır sınırına kadar atılmıştı. ingilizlerin beklemesi onlara pahalıya mal olmuş ve her şeye yeni baştan başlamak gerektiğini anlamışlardı. çünkü ellerinde sadece tobruk'un küçük bir kısmı kalmıştı(alman hattı içinde). şöyle diyeyim, rommel geldikten sonra ingilizler 600 km doğuya geri çekilmek zorunda kalmıştı. üstelik o arada churchill kahire'deydi.

almanların bu hızlı ilerlemesi italyanları korkutmuştur. ama alman kara kuvvetleri komutanı halder'i daha da korkutmuştur. rusya'ya sefere hazırlandıklarından o dönemde yardımcısı paulus'u(stalingard'ta teslim olan alman ordusunun komutanı) afrika'ya rommel'i dize getirmek için yollar. sonuç daha kötü olur. paulus yeni bir saldırıyı da onaylayıp geri döner. paulus'un onayladığı bu saldırı ile tobruk'u tamamen almak isteyen rommel, 70 tankla saldırır. ingilizler inatla direnir ve mayın tarlaların da yardımıyla saldırı püskürtülür. elinde sadece 35 tank kalan rommel tobruk kuşatmasına devam eder. ingilizleri güney batıdan da sarmıştır. abluka yıl sonuna kadar devam eder. ablukayı kırmak için ingilizler 2 kere saldırsa bile sonuç başarısızlık olur. ekim ayında ise general thoma afrika'ya gönderilir. thoma 4 panzer tümeninin kahire'ye gireceğini belirtir. hitler ve halder ise bu işe oldukça gönülsüzdür. böylece sadece mevziileri korumak için gönderilen kuvvetler ingilizleri oldukça geri ittiği halde yeterli kuvvet vermeyerek ingilizleri mısır'dan atmanın önüne geçmiş olurlar.

ingilizler bu arada mısır'daki kuvvetlerini desteklemek için akdeniz'den yardım gönderir. sicilya'da mayına çarpan ve 57 tank taşıyan geminin batması dışında, puslu havanın da yardımıyla gemiler mısır'a ulaşır. 238 tank yardıma gelmiştir. bu ingiliz komutan wavell'in ihtiyaç duyduğunun 4 katıydı.

ama wavell bu yardımın gelmesini beklemeden tam sınırdaki kuvvetlerin saldırmasını istedi. 15 mayıs gecesinde italyanların tuttuğu cepheye saldırdılar. saldırı kısmi başarı kazansa bile almanlar çabuk toparlandı ve saldırının baskın etkisi kayboldu. iki tarafta geri çekilmeye başladıktan sonra almanlar tekrar ilerlemeye başladıklarında bomboş bir muhabere alanı buldular. ama hiç yakıtları kalmamıştı. ingilizlerin geri çekilmesi bununla da sınırlı kalmadı. almanlar halafa geçidini ele geçirdi. ingilizler bu saldırıyı 50 civarı tankla yapmışlar ve bir çok tanklarını da kaybetmişlerdir. rommel ise halafa geçidini kuvvetlendirdi ve ingiliz tankları için hendek kazdırarak 88 mm'lik topçu bataryalarını yerleştirdi. böylece 88 mm'lik topları uçaksavar silahı halinden tanksavar haline çevirmiş oldu. bunu yapmasının nedeni ise almanların ellerindeki 37 mm'lik tanksavarların ingiliz matilda tanklarına karşı bir işe yaramaması, 50 mm'liklerin ise ancak yakın mesafeden matildalara zarar verebiliyor olmasıydı. 88'lik toplar ise matildaları 2 km öteden delebiliyordu. rommel'in elinde bunlardan 12 tane vardı. 88'likleri ingilizlerin taarruz edebileceği yerlere yerleştirmişti.

ingilizler kuvvetlerini yeniden toparlayıp 14 haziranda yürüyüşe geçtiler. ama planları çok ters işledi. topçu bataryaları kuma saplandı. matilda tanklarının 13 tanesi tank tuzağına düştüklerinde 4 tane 88'lik top sadece 1 matilda tankını sağ bıraktı. ingiliz komutan savaşta ölürken "tanklarımın hepsini imha ettiler" diye telsiz mesajı geçiyordu. merkeze saldıran ingiliz tanklarının karşısında ise karşılarında 88'lik top olmadığı için garnizonu ele geçirdiler. ama kanatlarda durum farklı oldu. alman tankları ile ingilizler ağır kayıplar verdiler. geriden gelen kuvvetlerle beraber ingilizler yeniden sınır gerisine püskürtüldü. bu sefer tanklarının yarısını kaybetmişlerdi. almanların ise hiç kaybı yoktu.  savaşın ikinci gününde almanlar karşı saldırıya geçti ve kuşatmaya geçtiler. ama ingilizler iyi mevzilendiklerinden dayandılar. üçüncü gün ise rommel bütün kuvvetlerini bir araya toplayıp tırpan harekatı yaptı ve ingilizlerin geri çekilme yollarını kesmeye çalıştı. ingilizler dağınık bir şekilde geri çekilmeye başladılar. bu geri çekilmede ingiliz tankçıları çok iyi savaşarak piyadelerini kurtarmışlardır. dördüncü günün sonunda ise ingilizler başladıkları noktaya geri dönmüşlerdi. bu harekatta iki tarafta bin civarı ölü yaralı ve kayıp vermişlerdi. ama ingilizler 91, almanlar ise 12 tank kaybetmişti. almanların şansı ise bu tankları onarabilecek olmalarıydı. ingilizlerin en büyük yanılgısı tankları hala daha sabit bir şekilde kullanmaları ve 88'lik topların hareket edebileceğine ihtimal vermemeleriydi. daha ilginç bir durum ise rommel'in 50'lik topları alman tanklarının önüne çok iyi bir şekilde gizleyerek tanklardaymışcasına kullanmasıydı. böylece ingilizler kendi tanklarını avlayanların tanksavar topu mu yoksa tank olduğunu anlayamamışlardır. ama en sonunda tanklarda hüküm kılmışlar, bunun neticesinde ise almanların çok büyük bir kuvvet yığdıklarını düşünmüşlerdir. ingilizlerin bir başka yanlışı ise hala daha tanklarını piyade komutanları emrine vermesidir. böylece tanklar piyadeleri kurmak için yerlerinde sabitlenmiştir. bu durumun yan etkilerinden birisi de ingilizlerin iyice kuzey afrika'ya odaklanması ve güneydoğu asya'yı japonlara bırakmasıdır(singapur düşer).

böylece ingilizler 4 tank birliğini 14 taneye çıkardı. birlikler cruiser tanklarıyla güçlendirilmişti. üstelik 4 tümen de piyade oluşturdular. rommel ise hitler'den yardım alamıyordu. sadece hafif tümenini panzer tümenine çevirdi. motorize olmayan topçu ve piyadeyi ise biri zırhlı, 3 italyan tümenine ekledi. ingilizler harekata tekrar başladığında 200'ü eski model matilda tankı olmak üzere 710 tankı vardı. almanların ise 174 tankı varken italyanların eski model 146 tankı vardı. rommel'in tank ihtiyatı yokken, ingilizlerin 500 adet ihtiyatları da vardı. böylece ingilizlerin kaybettiklerini yerlerine koyma şansı varken almanların yoktu. rommel'in bu üstünlüğe karşı koymasının tek yolu olan tanksavar silahı ise uzun namlulu 50'liklerdir. tanksavar silahların üçte ikisi bunlardandı. bu 50'likler ingiliz tanksavarlarından da üstündü. churchill komutanını da değiştirmişti. wavell yerine hindistan'dan auchinleck gelmişti. yeni komutan ise her şey hazır olmadan kesinlikle saldırmak istemiyordu. böylece kasım ayı geldi. planın temeli bir kolordunun cephe hattını tutan almanları yerlerinde tutarak, zırhlı kolordunun ise kanatlardan dolanıp rommel'in zırhlı birliklerini imha edip, 100 km ötede bulunan tobruk garnizonuna girmesiydi(hala ingilizlerin elinde). bu harekatta ingiliz tankları piyadeleri desteklemekle görevliydi. harekat başladığında ise iki ayrılmış ingiliz kuvvetleri başlangıçta almanları şaşırtsa bile zırhı birliklerini ikiye ayırmalarından dolayı başarısı kısa sürdü. rommel şöyle demiştir, "tanklarınızı birbirinden ayırarak muharebe alanına sürdükten sonra tank sayınızın benden iki kat olması neyi ifade eder? bana böylece tanklarınızı ayrı ayrı imha etme olanağı verdiniz. benim önüme peş peşe üç tugayı sürmüş oluyorsunuz."
böylece hala daha piyade kafası ile düşünen ingilizler, cepheyi de geniş tutarak saldırdılar ve baştan ilerleme kaydetseler bile düzenli bir şekilde geriye giden almanlar sonuçta onları geri püskürtü. ingilizlerin ellerinde ihtiyatlar hariç 70 tank kalmıştı. rommel ise tank kayıplarını ingilizlerden sağlıyordu. ingilizlerin darmadağın olmuş halinden yararlanmak isteyen rommel onları bölgeden tamamen püskürtme yoluna gitti. böylece rommel ingilizleri takip ederek umduğundan da fazlasını buldu. ingiliz komutan cepheden çekilmeyi bile düşündü. harekat öyle bir noktaya varmıştı ki rommel'in aracı motor arızası yaptığında ingilizlerden ele geçirilen başka bir araca bindi. gece yollarını da kaybettiler ve şafağa kadar ingiliz ve hint birlikleri arasında kaldılar(rommel savaşan birliklerinin ortasında pozisyon alır ve savaşı bu şekilde idare ederdi). almanların karşı saldırısı yakıt ikmali ve vb nedenlerden dolayı yavaşladığında ingilizler toparlanma şansı buldu. üstelik almanlar ingilizlere ait iki büyük yakıt ikmal noktasını da görmeyince ingilizlerin direnci arttı. ingiliz telsiz haberleşmesi iflas noktasındaydı. ama almanların hali de aynıydı. ingilizlerin iyice cephe gerisine girmişlerdi. ingiliz yedekleri ise hala oldukları yerdeydi. en sonunda ingilizlere karşı malzeme yönünden oldukça geride olmasına rağmen başlatılan alman karşı saldırısı başarısızlıkla sonuçlandı. taarruzun başarısız olmasının nedenleri ise yetersiz silah ve italyanların gerekli desteği vermemesidir. ingilizler de çabuk toparlanmışlardır. düşmanın derinliklerine yapılan bu saldırının en büyük düşmanı zaman olmuştu. almanlar 60 tank ile tobruk'a döndüğünde de durum değişmedi. 90 tankla batıya yönelen ingilizler 26 kasımda rommel'in hattını yardı. tobruk'taki 70 tankla buluştular(tobruk hala ingilizlerde). bu sayede ingilizlerin tanktaki üstünlüğü bire beş oldu. bir kaç savaştan sonra rommel 4 aralıkta tobruk'tan batıya doğru çekildi. ingilizler oldukça temkinli bi şekilde italyan kuvvetlerine saldırdılar(italyanlar yem oluyor) ve rommel yine geri dönerek bu ingiliz birliğini yine dağıttı(tanklarla hilal taktiği gibi bir şey). ingilizler ancak karanlık çökünce kaçabildi. rommel 7 aralıkta gazala'ya çekildi. çünkü berlin'den kendisine malzeme gelmeyeceği bildirilmişti. ingilizler yeniden ilerlemeye başladığında almanlar savunmada kaldı. 11 aralıkta ise gazala'daki savuma hatlarına çekilmişlerdi. 13 aralıkta ingilizler kuşatmaya başladı ve italyanların kanadı çöktü. panzer birlikleri dengeyi yine sağladı. 14'ünde rommel'i arkadan da kuşatmaya karar verdiler. 15 aralıkta rommel'in elinde 30 tank kalmıştı. ingilizlerin ise 200 tankı vardı. gazala'yı da boşlattı ve trablusgarp sınırındaki mersa brega'ya kadar çekildi. almanlar stalingrad'da da bu şekilde geri çekilebilselerdi rusların berlin'e girmesi oldukça fazla zaman alırdı. neyse, aralıkta derne'yi ingilizler aldı.  almanları oldukça yavaş takip ediyorlardı. biraz daha hızlanabilseler almanları daha o zamanlar imha edebilirlerdi. 27 aralıkta almanlar beklenmedik bir şekilde yine saldırdı ve bu saldırıdan 30 ingiliz tankı kaçabildi. 65 tank kaybolmuştu. rommel bu saldırıyı savaşın başından beri ilk kez yardım olarak 19 aralıkta gelen 30 yeni tankı sayesinde yapmıştı. bu ingilizlerde büyük bir düş kırıklığına neden oldu. 6 hafta sonunda ingilizler oldukça fazla bir bölgeyi ele geçirmişti. almanlar savaş sonunda yirmibini italyan otuzüçbin esir vermişlerdi. ingilizler ise onsekizbin. ama ingilizlerin aldığı esirler çoğunlukla idari personeldir. bu savaştan sonra ingilizler rommel'in çok kötü bir durumda olduğunu sanıyorlardı. ama ocağın üçüncü haftasında rommel geri döndü.

1942'nin 5 ocağında 6 gemi rommel'e 100 tank hediye etti. zırhları kalın bu panzer III tankları ve taarruzda kullandıkları tanksavarlarıyla beraber 150 tanklık ingiliz ordusuna 21 ocakta, aniden ve ingilizlerin beklemediği bir şekilde saldırdı. italyanlar almanları takip etmeyi reddettiler(genelde yem olarak kullanıldıkları için) ve bu gecikmeye rağmen rommel saldırıya devam etti. ingilizler paniklediler, bingazi'yi terk ettiler. savunma hatlarını derne'de kurdular. rommel batı yerine bingazi'ye girip ingilizleri şaşırttı. çünkü önce doğuya, el mekili'ye saldırıyor gibi yapıp, ingilizlerin takviyeleri oraya çevirmesini sağladı. akabinde birden bingazi'ye saldırıp ingilizlerin bütün malzemeleriyle beraber şehri terk etmesini sağladı(panzerleri bu kadar hızlı bir şekilde kullanabilmesi takdire şayandır). böylece doğuya yöneldi ve ingilizleri gazala'nın savunma mevzilerine gönderdi. ingilizler bekleme taraftarıydı ve beklerlerken 26 mayısta rommel yeniden saldırdı. saldırı öncesi ingilizlerin 850 tankı vardı. almanların ise 230'u eski model italyan olmak üzere(almanlarla yeniden anlaşmışlardı) 550 tanka sahipti. üstelik ingilizlerin 420 tankı ihtiyattaydı. almanların ise 30 tank yedeği vardı(20 tane de onarımda). topçu sayısında da 2 alman topuna karşı 3 ingiliz topu bulunuyordu. havada ise durum eşit sayılabilirdi. 600 ingiliz uçağına karşılık 530 alman uçağı. böylece 26 mayısta almanlar ingilizlerin kanat birliklerinin etrafından dolaştı. ingilizler saldırı merkezden bekliyordu. rommel yine baskın verse bile gazala hattındaki tümenlerin bağlantılarını kesemedi. kıyıya ulaşamadılar. bunun bir nedeni de amerikan tanklarıydı. rommel günlüğüne amerikan tanklarının muharebeye katılması nedeniyle bir günde tanklarının üçte birini kaybettiğini belirtmiştir. rommel yine saldırmasına rağmen başarılı olamadı. hatta durum öyle bir noktaya vardı ki ingilizler artık rommel'in teslim olacağını bile düşünüyordu. ingiliz gazeteleri rommel'in kuşatıldığını yazıyordu. ama 13 haziranda durum değişti. 14 haziranda ingiliz sekizinci ordusu gazala hattını terk etti. böylece tobruk'la irtibatları kesildi. rommel 35.000 esir ve bir çok ikmal maddesi ele geçirdi. ingiliz sekizinci ordusunun kalanı doğuya çekildi. bu birden bire olan ingiliz mağlubiyetinin nedeni ise ingiliz komutanın tanklarını parça parça savaş alanına sürmesidir. böylece almanlar bu savunma hattını mahvetmiştir. almanlar ingilizleri son sürrat takibe devam etti. bu takibi yapabilmelerinin nedeni ise tobruk'taki büyük ingiliz yığınağını ele geçirmeleriydi(en sonunda tabruk düşer). 23 haziranda sınıra doğru giderken elinde 44 alman, 14 italyan tankı vardı. ama alman genelkurmayı tobruk düştükten sonra daha fazla ilerlemeye karşı çıktı ve uçakları malta taarruzu için kullanmaya karar verdi. 22 haziran'da rommel'e dur emri verildi. 24 haziranda roma'dan izin çıktı ve rommel ilerlemeye devam etti. bu esnada suriye'deki ingilizler takviyeye geldi. ingilizlerin 160 tankına karşılık rommel'in 60 tankı vardı. 26 haziranda saldırı başladı. ingilizleri mayınlı tarlalar koruyordu. minqar qaim'deki savaşta ingilizler yine yenildi. rommel savaş sonunda 6000 esir almıştı ki bu sayı toplam alman askeri kadardı. üstelik bütün techizatlar almanlara kalmıştı. rommel o kadar hızlı ilerlediki fuka'daki geçici mevziiler bile ele geçirildi. 30 haziranda rommel eşine büyük bir gururla "iskenderiye'ye 150 km kaldı" diye telgraf çekiyordu. mısır'in bir çok önemli noktası elindeydi ve bu sadece hız yüzünden olmuştu. ingilizler toparlanmaya çabalarken darbe üstüne darbe yiyordu.
rommel 30 haziranda kısa bir duraklama verip italyanları beklemeye başladı. işte tam bu arada kuşatıldıklarının bile farkında olmayan ingiliz tank birliği kendilerini el alameyn hattına attı. rommel 1 temmuzda tekrar saldırıya geçtiğindeyse ne savunma mevziilerinden ne de kuşatılan ingiliz zırhlı birliğinin el amaneyn'e döndüğünden haberi vardı. önce bilinmeyen deir el shein mevziisi ile karşılaştı(ellerindeki haritalar yetersiz). burayı ancak akşam ele geçirdi. ama artık gecikmişti. ay ışında ilerlemeye devam ederken ingiliz uçakları bunları bombaladı. o dinlenme anında ise ingilizler donanmalarını kızıldenize çekti. tüm arşivlerini yakmaya başladı. halk kahire'den kaçmak için akın akın istasyonlara toplanıyordu. 2 temmuzda rommel'in elinde 40 tank kalmıştı. birlikleri ise yorgunluktan ölü gibiydi. 2 temmuzda karşısında 2 ingiliz tank birliği görünce durdu. çünkü oldukça güçsüzdü. 3 temmuzda tekrar saldırdığında elinde 26 tank kalmıştı. saldırsı püskürtüldü. 4 temmuzda evine çektiği telgrafda direnişin çok güçlü olduğunu ve gücünün tükendiğini yazıyordu. artık güçleri yeni bir taaruza bile kalkamayacak durumdaydı ve ingilizler takviyeyi aldılar. buna rağmen, ellerinde yeterli bir kuvvet bulunsa da almanları yok edecek saldırı başarısız oldu. 99 tanka karşılık almanların elinde 30 tank vardı. hem ingilizler hem de almanların sinirleri oldukça gerilmişti. bu yüzden olsa gerek ingiliz komutanın emirleri artık yerine getirilemiyordu. 5 temmuzda almanlar zaferden çok uzak ve hezimetin dibindeydi. 8 temmuzda almanların 50 tank 2000 asker, italyanların 44 tank, 4000 askeri vardı. ingilizlere 200 tanklık yeni bir ilave daha geldi. savaş devam ederken italyan birlikleri teslim oldu. yeni katılımlarla beraber ingilizlerin 400 tankı oldu. almanların tank sayısı ise 30'a düşmüştü. o ana kadar sekizinci ingiliz ordusu 13.000 kayıp vermiş, bini alman yedibin esir almıştı. ingilizlerin almanları bir türlü dize getirememe nedeni ise astların emirleri yerine getirememesiydi. bu duraklama devresinde ingilizler komutanlarını değiştirmeyi tasarlıyordu ve ağustosun dördünde churchill kahire'ye geldi. bu sırada rommel iskenderiye'den 100 km uzaktaydı. montgomery ingilizlerin başına geçti.


bu savaşılmayan devrede rommel'e bir alman ve italyan paraşütçü tümeni geldi. ama bu birlikler teçhizattan yoksun olduğu için piyade olarak kullanıldı. geri kalan takviyelerle beraber elinde 200 top monteli tank ve 240 italyan tankı vardı. ingilizlerin ise 160'ı amerikan grant modeli olmak üzere 700 tankı vardı. 20 ağustosta rommel, alam halfa tepelerini almak için tekrar saldırıya geçti ve güneyden yaptığı taarruzda mayın tarlasının beklediğinden de derin olduğunu gördü(bu saldırıdaki haritaların ingiliz işi olduğu, bilerek bıraktıkları ve geçilebilecek en kötü noktaları en kolay noktalar gibi gösterdikleri bilinir. rommel ingilizlerden ele geçirilen bu haritalara fazla güvenmese bile komutanlarının ısrarı ile o haritalar üzerinden saldırıyı gerçekleştirmiştir). bu arada ingiliz uçakları bombardımana geçtiğinden saldırının baskın etkisi kayboldu. yakıt sıkıntısın da tavan yapması sebebiyle ve ingilizlerin güçlü bir savunma ve sürekli takviye alması sonucu ve en sonunda elinde sadece 1 günlük yakıt kalmasından dolayı rommel saldırıyı durdurdu ve yavaş yavaş geri çekilmeye başladı. montgomery almanları takip etmek istemedi. çünkü her takip ettiklerinde almanlara bir sürü malzeme ve tank bıraktıklarını biliyordu. çekilme 3 eylülde başladı. 6 eylülde ilk taarruz çıkış noktalarına güçlü bir şekilde yerleşmek için geldiler. alam halfa muhaberesi de bitmişti. bundan sonrası ise rommel'in deyimi ile umutsuz muharebedir. ingilizler kontrolü ele almışlardır.
23 ekime gelindiğinde ingiliz sekizinci ordusu 230.000 kişiye ulaştı. buna karşılık rommel 27.000'i alman, 80.000 askeri vardı. ingilizlerin 1440 tankına karşılık(1000 tane de onarımda) almanların 20'si onarımda 260, italyanların ise 280 tankı vardı. üstelik amerikan shelman tankları da gelmeye başlamıştı. ingilizlerin 500 tane shelman ve grant tankı vardı. tanksavarda da üstünlük ingilizlere geçmişti. almanların klasik 50'likleri yeni amerikan tanklarının zırhını delemiyordu. üstelik değişik milletlerden oluşan(fransız, yunan, yugoslav, amerikan, güney afrika, rodezya, avustralya) 1500 uçağı da cabası. filistin'de de 1200 uçak daha hazırda bekliyordu. almanların elinde ise 350 uçak kalmıştı. almanlara gelen takviyelerin üçte biri akdenizde batırılmıştı.  ekimde bu oran yarıya yükselmişti. daha kötüsü yakıttı. ingilizler saldıra geçtiğinde akdenizden kendisine gram yakıt gelmemişti. ellerindeki yakıt miktarı 3 günlüktü. daha da kötüsü gıda ve temizlikti. rezalet durumdaydılar. ingilizler ele geçirdikleri italyan mevziilerini pislikten dolayı terk etmek zorunda kalmışlardı. salgın hastalıklar da allmanları vurmaya başlamıştı. rommel bile tedavi olmak için almanya'ya geri döndü(geri geldi elbet). o sırada ordunun başıma von thoma(ispanya iç savaşındaki alman tankçılarının komutanı) gelmiştir.

23 ekimde 1000 topçu, 15 dakika boyunca alman mevziilerini bombaladı. ingilizler mayınlı arazide bir koridor açıp bu yerden zırhlı tümenlerini geçirip alman zırhlılarıı yok etmeyi planlıyordu. ama akşam olduğu halde ingilizler mayınlı bölgeyi geçememişti. çünkü rommel, mayınlar zor bulunsun diye konserve kutularını gömdürmüş ve mayın dedektörlerini işlemez hale getirmiştir. çünkü ingilizler sürekli konserve kutularını buluyorlardı. 2 gün sonra gerçek saldırı başlamış oldu. ilk saldırıda açılan gediği almanlar çabuk kapattı. 28 ekimde yeni bir gedik açmak için saldırı başladı. rommel'in kuvvetlerini seri şekilde kaydırması ve mayınlı araziler saldırıyı durdurdu. bu saldırı sonucu almanların 90 tankı kalmış oldu. ingilizlerin 800 tankı vardı. bir alman tankına karşılık 4 ingiliz tankını imha etmişlerdi. ingilizlerin yavaş hareket etmesi nedeniyle ilk saldırı noktasına yeniden saldıramamaları almanların şansıydı. 2 kasımda tekrar saldırdıklarında yine mayın tarlaları ve rommel ile karşılaştılar ve 200 tank kaybettiler. almanların ise 30 tankı kalmıştı. ingilizlerin elinde hala 600'den fazla tank vardı. italyanlar ise ya tanklarını kaybetmişler, ya da batıya kaçmışlardı. böylece rommel fuka mevziilerinden çekilmeye karar verdi. ama çekirlerken hitler'in dur emri çoktan gelmişti. oldukları yerde kalınca monty fırsatı değerlendirip boş alandan geçip saldırdı. bu saldırıda tüm tanklarını kaybeden alman afrika kolordusu komutanı von thoma da esir edildi. hitler'in geri çekilme izni bir gün sonra geldi. son hızla geri çekildiler. ingilizler ise ihtiyattan oldukça yavaş hareket ettiler. bu yüzden olsa gerek genelde yakıtı bitmiş alman tankı veya italyan tankı buluyorlardı. 4 kasımda alman-italyan hatları yarılmış oldu. ama rommel kaçmıştı(ikinci el alameyn savaşı).
6 kasım günü yağan yağmur ingilizleri iyice yavaşlattı ve yine rommel kaçtı. 7 kasımda sidi barrani'de mevzilendi. ama kuvveti neredeyse yok gibiydi. elinde 5000 alman, 2500 italyan asker, 10 italyan, 11 alman tankı, 25 tanksavar, 65 sahra topu olmak üzere 15.000 mihver gücü geri çekilmeyi başarmıştır. almanların üçte ikisi muharebe techizatını kaybetmiş, italyanlar ise arkada bırakmıştır.  sekizinci ordu ise bir kaç bin asker öldürmüş, 10 bin alman, 20 bin italyan, 450 tank ve 1000 top ele geçirmişti. ama 13.500 askerini kaybetmişti. rommel'den o kadar çok çekinmişlerdi ki çok fazla ihtiyatlı ilerliyorlardı. rommel 12 aralık gecesi yine oldukça başarılı bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldı ve mersa brega'nın 400 km batısındaki buerat mevzisine ulaştı. yıl sonunda rommel hala ordaydı. ingilizler ise takip edebilmek için 1 ay daha bekleyecekti. bu sırada amerikalılar cezayir ve tunus'tan ilerlemeye başlamıştı. hitler ve mussolini ise inatla birliklerin saldırmasını istiyordu! rommel bu sebeple doğu prusya'ya hitler'in karargahına uçtu. afrika'nın tahliyesini istediğinde hitler küplere bindi. bunun imkansız olduğunu söyledi. rommel'in o konuşmadan sonra hitler'e olan inancı ilk kez sarsılmıştır. böylece roma'ya gitmiş ve mussolini'yi daha akılcı bulmuştur. ondan geri çekilme konusunda izin almıştır. rommel birliklerini herhangi bir ingiliz saldırısında hemen geri çekilmeye göre ayarlamıştı. bu sebeple montgomey'nin kendisini imha etmemesi için ne buerat'ta ne de afrika'da ilk çıktığı yer olan trablusgarp'ta kalmıştır. tunus'a, kabis boğazına kadar çekilmiştir. kolayca kuşatılamayacağı ve yardım alabileceği bu bölgeden taarruza geçebileceğini de düşünüyordu.

müttefikler aralık 1942'de tunus şehrini alamazlar. rommel'i takip eden sekizinci ordusu amerikan birinci ordusu böylece rommel'i kuşatamazlar. bu yüzden trablusgarp ve arnim'de bulunan rommel'in ordularına karşı ayrı ayrı savaşmak zorunda kaldılar. montgomery ilk önce 15 ocakta bueat'ta kalan almanlara saldırdı. ama rommel yine kaçtı. oysa rommel'e bueat'ı kesinlikle bırakmaması söylenmişti. ama elindeki 36 panzer ve 57 italyan tankı varken 450 tanklık montgomery'nin karşısına çıkmadı. birliklerinin ezilmesini istemiyordu. bu yüzden ingilizlerin saldıracağını telsizden tespit edince hemen geri çekildi. böylece 17 ocakta terguna el hums mevzisine çekilirken italyanları trablusgarp'a gönderdi. ama savunma mevzileri yerli olmadığından 19 ocakta yine geri çekildi. oysa mussolini geri çekilmeye şiddetle karşı çıkıyordu. bu yüzden rommel italyan komutan cavallero'ya "ya trablusgarp'ta bir kaç gün daha tutunmaya çalışır ve bir kaç gün sonra kaybedersiniz, ya da bir kaç gün kaybedip ordunuzu tunus için kurtarmış olursunuz, kararınızı verin" der. oysa italyanlar hem trablusgarp'ın korunmasını, hem de ordunun sağ olmasını istiyordu. ama rommel 22 ocak gecesi bulunduğu hattan 170 km geriye, tunus sınırına, oradan da mareth hattına çekti. ingilizler mayınlarla ve artçılarla uğraşa uğraşa 23 ocakta trablusgarp'a girdi. 2000 km'lik takip sonucunda 1941'in başından beri hedefleri olan şehre girmişlerdi. bu yüzden rommel aldığı bir telgarfda sağlığı kötüleşirse eğer hattı takviye ettikten sonra komutanlıktan affedilebileceği bildirildi! zaten italyan komutanlar görevden alınmıştı. bu rağmen şubatta rommel yine kendini gösterdi.
rommel, sekizinci ordu gelmeden amerikalıları halletmek istedi. hattı tahkim ederken gelen takviyelerle beraber el alameyn saldırısı öncesi gücüne kavuştu. artık ordusunda 30.000 alman, 48.000 italyan asker vardı. elindeki tanklar yetersizdi. 130 tankın yarısı muharebeye elverişliyidi. monty ise trablusgarp limanını hala kullanamıyordu. ama taktiği çok iyiydi. merkezde bulunmanın avantajıyla birbirine yardım edemeyecek durumda olan ingiliz ve amerikan ordularına teker teker saldıracaktı. arkasında bulunan amerikan ordusu çökertilirse eğer, oldukça geniş bir alana yayılan sekizinci orduyu da yenebilirdi. ama artık kontrol kendisinde değildi. bir birlik de general arnim komutasındaydı. ocak sonunda oldukça tecrübelenmiş 21 inci panzer tümeni amerikalıların içinde bulunan faid geçidinde fransız birliklerine saldırdı. amerikan yardımı geç geldi. müttefiklerin aklı karışmıştı. şubay başında 74.000'i alman 100.000 kişilik ordu oluşmuştu. tank sayısı 280'e gelmişti. ama asıl saldırı 14 şubatta başladı. rommel amerikalaıların tecrübesizliğinden faydalanmak istiyordu. ama alman ordusunda da komuta konusunda zaaflar çıkmıştı. müttefikler de paniklemişti. amerikan, fransız ve ingiliz orduları ortak hareket edemiyorlardı.  geri çekildiler. çekilirlerken tüm ikmal depolarını ateşe veriyorlardı. rommel bu yüzden tüm panzerleri bir araya toplayıp saldırmayı düşündü. ama arnim'in ordusunun bu işe pek hevesli olmadığını sezince roma'dan durumu onaylatmaya çalıştı. ama harekatın yönü değiştirilmişti. rommel tebessa'ya saldırıya niyetliyken roma'dan gelen emir thala ve kef'e yönelmesi emredildi. bu ise rommel'in hiç istemediği bir durumdu. buralara saldırılırsa müttefiklerin çok kuvvetli ihtiyatlarıyla da çarpışacaktı(parça parça gelen düşmanı yok edemeyecek). mussolini'nin hatası müttefiklere yaradı. 19 şubatta başlayan saldırıda arnim'in tümeni de kuzeye çağrıldığı için durduruldu. arnim saldırıya kuvvetlerini parça parça sokunca durum daha da kötüleşti. 20 şubatta arnim'in kuvvetleri hala gelmeye devam ediyordu. akşam saatlerinde rommel piyadeleri de cepheye sürdü ve hatları yardılar. ama karşılarına yeni yeni hatlar çıkıyordu. bu sırada müttefiklerin diğer unsurları da yardıma koşuyordu. 21 şubatta mütefikleri almanların çok güçlü bir orduyla saldırdıklarını düşündüklerinden yerlerinden kımıldamadılar. rommel bu fırsattan yararlanıp 30 tankla beraber thala'ya saldırdı. müttefik tugay yavaş yavaş geri çekilip, kanatlardan kuşatıp, yan ateşe maruz kalana kadar devam etti. tankları önceden hazırlanan mevziilerine girdiklerinde büyük bir süprizle karşılaştılar. almanlar bir valantine tankını ele geçirmişlerdi ve fark edilemeyince müttefik piyadeleri ve araçları kıyıma uğradı. bu kargaşa sırasında savaş 3 saat sürmüştü ve almanlar geri çekilmek zorunda kaldıklarında 700 esir almışlardı. rommel şimdi büyük bir saldırı bekliyordu ve saldırıya saldırıyla cevap vermeye hazırlannıyordu. 22 şubattaki saldırı da püskürtülünce rommel ve onu görmeye gelen kesselring batı saldırısına son vermeyi uygun gördüler. saldırı doğudaki sekizinci ingiliz ordusu üzerinde yoğunlaştırılacaktı. mihver güçleri el kasreyn geçidine çekildi. çekilirken saldıran amerikalılar bu çekilmeyi engelleyemedi. rommel güçsüzlükten dolayı çekilmişti. ama müttefikler bunu hala farkedememişlerdi. üstelik rommel'den korkuyorlardı ve birliklerinin yerleri değişti. thala'nın 15 kmm kuzeyine çekildiler.tebessa'nın tahliyesi gündemdeydi. 25 şubatta tekrar saldırıyı düşündüklerinde ise mayın tarlalarıyla uğraştılar. batıya yapılan bu saldırıda rommel 1000 civarı kayıp vermişti. müttefiklerin kaybı ise 4000 esir ve 200 tanktı. almanların tank kaybı hiç yok gibiydi. ama rommel hedefine ulaşamamıştı. müttefikler hala tunus'taydı. başından beri rommel'in planı icra edilseydi eğer, amerikan üsleri ve havaalanları işgal edilecek ve bir sürü malzemeye kavuşacaklardı. 23 şubatta tunus'taki tüm mihver kuvvetleri rommel'in emrine verildiğinden iş işten geçmişti. artık afrika ordu grubu komutanıydı. ama bu esnada rommel'in canını sıkan bir alman saldırısı yapıldı ve sekizinci orduya saldırmak isteyen rommel gecikmek zorunda kaldı. ilk saldırmak istediği tarih ile saldırdığı tarih arasında ingilizler 4 kat kuvvet topladı. 6 martta 400 tank, 350 top ve 470 tanksavarı bulunan ingilizlere saldırdı. rommel'in 160 tankı, 200 topu ve 10.000 piyadesi vardı. üstelik monty'nin uçakları saldırıyı 2 gün önce tespit etmişti ve baskın ihtimali de kalmamıştı. saldırıya başladığında almanlar ilerleyemedi ve akşam saatlerinde rommel saldırıyı durdurdu. asker kaybı fazla olmasa bile 40 küsür tank kaybetmişti. böylece bu büyük planı başarısızlığa uğradı. iki müttefik ordusunun birleşmesini engelleyemeyeceğini anladı. dar bir alana sıkışan mihver kuvvetlerinin, derinlik olmadan, 2 kat fazla asker ve 6 fazla tanka karşı savunmasının da yetersiz olduğunu bildirdi. hitler bu durumu kabul etmedi. artık afrika'da kalmanın anlamsız olduğunu biliyordu ve orduyu arnim'e devredip hastalık iznini alarak avrupa'ya geçti. durumu tüm açıklığıyla üstlerine anlatmak ve onları ikna etmek istiyordu. mussolini ile görüşmesi umutsuzluğunu arttırdı. hitler'i de ikna edemedi ve hitler rommel'in afrika'ya dönmesini engelledi. mussolini ve hitler hala daha müttefiklerin afrika'dan atılabileceğini düşünüyordu. sürekli takviye edilen mihver ordusu bir miktar direnebilse bile birleşen müttefik ordularına 13 mayısta teslim oldu. müttefikler180.000 civarı askeri esir aldı. bu sayede müttefikler sicilya'yı kolayca işgal edip italya'ya çıktı. eğer takviyeler zamanında yapılabilseydi rommel kahire'yi ele geçirebilirdi. ama savaşın sonucu yine de değişmezdi.
akabinde kuzey italya'da denetlediği savunma hattının yetersiz olduğunu söylemiş, ama söylediği doğru çıkmamıştır. sanayi bölgesi kuzey italya'yı elinde tutmak isteyen almanlar bu bölgede çok iyi direnmiştir. daha sonra fransa sahilini korumak üzere ordu grubu b'nin başına getirdi. böylece onun direktifleriyle kısa sürede milyonlarca mayın ve binlerce tank tuzağı ve engeli sahil boyunca döşendi. afrika'daki savaşlarından sonra ezici müttefik hava üstünlüğü nedeniyle herhangi bir saldırı planının işe yaramayacağı sonucuna vardı. tank birliklerinin küçük gruplar halinde sahile yakın iyi korunaklı yerlerde konuşlandırılarak çıkartma anında hızla çatışma bölgesine gelmeleri gerektiğini, işgalin daha sahildeyken durdurulması gerektiğini savunuyordu.  komutanı von rundstedt(yaşlı kurt) hava kuvvetleri kadar üstün ateş gücüne sahip kraliyet donanması nedeniyle işgalin sahilde durdurulmasının imkânsız olduğunu düşünüyordu. ona göre tank birlikleri büyük gruplar halinde oldukça içeride, paris yakınlarında bulunmalı, müttefiklerin içlere doğru yayılmasına izin verip arkaları sarılarak ikmal yolları kesilmeliydi. iki plan da hitler'e sunulunca tanklar ne paris'te ne de sahilde kaldı. ortaya bir yere konuldu. böylece hem rommel'in hem de rundstedt'in planı işlevsşz hale geldi.  çıkartma günü onikinci ss panzer tümeni hitlerjugend sahile yakın olduğunun ciddi zorluk çıkardılar. ancak müttefiklerin ezici sayısal üstünlüğü ve hitler'in yedek birlikleri zamanında serbest bırakmaması sonucu köprübaşı elde edildi. 

17 haziran 1944'de rommel'in makam aracı bir spitfire tarafından saldırıya uğradı ve rommel başından ciddi yaralar aldı. 20 hazirandaki başarısız hitler suikastı sonrasında wehrmacht (alman ordusu) içinde sıkı bir soruşturma başlatılmıştı. soruşturmalar, rommel'in en yakın yardımcılarının komployla direkt bağlantısı olduğu yolunda sonuçlar gösteriyordu. aynı anda yerel nazi görevlileri de rommel'in hastanedeyken nazi liderliğini aşırı bir şekilde eleştirdiğini rapor ediyordu. bormann, rommel'in harekete dahil olduğundan emindi, goebbels emin olamıyordu. en sonunda hitler, kendi yetiştirmesi olan ve elinden tuttuğu rommel'e, siyanür içerek intihar etmek veya halk mahkemesi önünde yargılanmak arasında seçim yapmasını söyledi. 4 ekim 1944'te generalfeldmarschall rommel intihar etti. böylece onurlu bir şekilde askeri törenle gömülmesine izin verildi. montgomey'ye göre rommel tarihin büyük iskender ve napoleon'dan sonra gördüğü üçüncü büyük komutandır.

fikirleri genelde hitler'den onay görmüştür. görmediği zaman ise hediye ve terfilerle bizzat hitler tarafından gönlü alınmıştır. çünkü nazi propagandalarında kullanılmıştır ve alman halkının büyük sevgi duyduğu bir kişi haline gelmiştir.eduard dietl ve erwin rommel, iki alman kahraman, biri çölde, biri kar üstünde savaşmaktadır. dietl'in şansı pek yaver gitmemiştir. neyse, kendisi de hitler'e açık açık diklenebilen bir insan değildir. onun kararlarını çok itiraz etmeden uygulamıştır.suikastla alakası hala daha muammadır. siyanürle intihar etmeden önce yapılan son sorgusunda gestapo kayıtlarına geçen şu sözü söylemiştir: "führeri hep sevdim, hala da seviyorum. suikastle bağlantım yok ve masumum."

einsatzgruppen(reinhard heydrich komutasındaki sovyetlerin işgalinden önce kurulan özel katliam birlikleridir. düzenli orduyu takip edip, ele geçirilen şehirlerde belirlenen yahudi, çingene ve komünist parti üyelerini infaz ederlerdi. kendi tuttukları kayıtlara göre 1 milyon insanı öldürmüşlerdir. üyeleri ss ve sd-sicherheitsdienst - ss'in istihbarat birimi- personelidir)'in mısır'ın işgalinde yapılacaklar için ayrı bir birim oluşturduğu ve bu birimin tunus'tan yahudi topladığı bilinir. rommel'in yahudi katliamına uzak kalsa bile duymadığı söylenemez. 
 (kuzey afrika savaşı ile ilgili bilgiler liddle hart'tan. kuzey afrika'nın öncesi ve sonrası ise viki'den ve oldukça güzel bir blog olan www.koltukgenerali.blogspot.com'dan)

19 Ocak 2011 Çarşamba

hayde


sizin için kazım koyuncu'nun enfes şarkısı hayde'yi türkçeye çevirdim! dikkatli dinlersiniz sözleri anlayabileceğiniz gibi(hopalılar anlar, onlara demiyorum) belki şirinleri bile görebilirsiniz! şarkının teması sanki yeniyetme bir delikanlının sevdasından kendisini kaybetmesi gibi. gerçek bir hikayesi varsa yorumlara yazabilirsiniz.

karadeniz kültürünün, hemen her şeyi ile anadolu kültüründen ayrılan bir yapısı var. trakya bile anadolu kültürünün bir parçasıdır. ama karadeniz kültürü bambaşkadır. bir defa türküsünde saz yoktur. doğuda da, güneydoğuda da, trakyada da saz ve türevleri egemenken karadenizde kemençe ve daha da doğusunda zurnaya karşılık gelebilecek tulum vardır. bu yüzden kemençesi olmayan il karadenizden değildir. üstelik bu fark salt müzikle de alakalı değil. yemekte de fark vardır. tüm anadolu ve trakya buğday ekip, biçip, yerken, karadeniz mısır yer. bu bile başlı başına büyük bir farktır. ha, son yıllarda buğday girmiştir elbet karadenize, artık mısır ekmeği nostajisi vardır, ama bu baskın geleneği değiştirmez. bu iki temel ayrımdan dolayı ben karadenizi anadolu kültürünün bir parçası saymam. daha başkadır karadeniz. öyle ki, anadolunun sıkıcı ve yavaş folklorü yanında kadenizin dansı hızlıdır, ateş gibidir. işte kazım koyuncu, neredeyse kimsenin bilmediği ve bilse bile kendisine yabancı geldiği için sevmediği karadeniz müziğini bir çok kişiye sevdirdi. anadolunun bir parçası yaptı. neyse, şarkıya geçemedim hala, geçeyim artık.

hayde gidelum hayde (haydi gidelim haydi)
dağa k'arayemişa (dağa, karayemişe)
elun nişanlisina (elin nişanlısına)
ben nasil deyim hayde (ben nasıl derim, haydi)

ilk mısralarda "hayde" dediği kişi biziz. "dağa, karayemiş toplamaya gidelim" diyor. çünkü içinde patlamaya hazır bir enerji var. gürül gürül dereler gibi coşkun. üçüncü mısrada ise dert yanma var. bize diyor ki, "ben nasıl derim elin nişanlısına haydi gidelim." gururuna yediremiyor.

çiktum çami budadum (çıktım çamı budadım)
endurdum yarisina (indirdim yarısına)
boyle sevda mi olur (böyle sevda mı olur)
girsun yerun dibina (girsin yerin dibine)

içindeki enerjiyi boşaltması lazım geliyor ve çıkıp çamı buduyor. aklını başka şeylere vermek istiyor. o halde ki çamı yarısına kadar indiriyor. saçmalık üstüne saçmalık yapıyor, hiç çam budanır mı, kafası o kadar karışık işte, sevdadan ne yaptığını bile bilmiyor. en sonunda sevdasına kızıyor ve "girsin yerin dibine de kurtulayım" diye çırpıyor. burada kastı ise kendisi. yerin dibine geçip o kahreden acıdan kurtulmak istiyor.

kizilağaç fidani (kızılağaç fidanı)
tepeden budanur mi (tepeden budanır mı)
insan sevduği yardan (insan sevdiği yardan)
bu k'adar utanur mi (bu kadar utanır mı)

tabii saçmalıklar burada da bitmiyor. dik büyümesi gerektiği için tepeden budanmaması gereken kızılağaç fidanını bile(şekil budaması) tepeden buduyor. o kadar sarsılmış durumda. üstelik utancı da büyük. çok seviyor, ama sevdiği kız başkası ile nişanlı. gururu ile sevdası sürekli çarpışma halinde.

endum dere duzina (indim dere düzüne)
aşlamayi aşladum (burasını ben de alamadım. ama "yemeğimi yedim" olabilir)
sevdaluk eyi şeydur (sevdalık iyi şeydir)
ben da yeni başladum (ben daha yeni başladım)

sevdasını yerin dibine sokmaya çalıştığını sanırken, yaptıklarıdann şaşkın bir halde dere yatağına iniyor. yani mecazi de olsa yerin dibine iniyor. elini yüzünü yıkayacak ve kendine gelmeye çalışacak. "aşlamayi aşladum" ise "yemeğimi yedim" olabilir. aslen karadenizli olsam bile hopalı(kazım koyuncu hopalı'dır) değilim. neyse, en sonunda sevdalanmanın güzel bir şey olduğunu anlıyor. çünkü sevdalanmak, insana yaşadığını hissettiren güzel bir duygudur. ilk kez yaşadığını hissettiği için de "ben da yeni başladum" diye şarkıyı noktalamaya hazırlanıyor.

sevdaluk eyi şeydur (sevdalanmak iyi bir şeydir)
ben da yeni başladum (ben daha yeni başladım)

elun nişanlisina, (elin nişanlısına)
ben nasil deyim hayde? (ben nasıl derim, hayde)

kıza açılamamanın hırsı olsa gerek, gururunu da bir tarafa atamadan, sevdiğine "hayde gidelim" diyemiyor.

17 Ocak 2011 Pazartesi

islamiyette kölelik

şu 'muhteşem yüzyıl' başlayınca islam dünyasının köleliğini yazasım geldi bak. bu yazı bernard lewis'in oryantalist bir bakış açısıyla yazdığı ortadoğu adlı eserinin kölelerle ilgili kısmının özeti gibi bir şeydir aslında. sonlarda ve aralarda bazı küçük eklemelerim vardır sadece.

islam dünyasında çok uzun süreler boyunca kölelik devam etmiştir. hatta yasaklanması bile batı etkisi olmuştur. islamiyetin ilk yıllarında araplar, aldıkları ülkelerde haraç, fetih ve satın alma yoluyla köle sayısında hızlı artışlara neden olmuşlardır. üstelik sanılanın aksine kölelerin durumları öyle aman aman da değildi. bazı makamlara giremezler, tanıklık edemezlerdi. aynı suçun cezası köleye karşı özgür insana göre 2 kat fazlaydı. ama az da olsa miras, mülkiyet ve tedavi gibi hakları vardı. köleler yaşlandıklarında sahipleri tarafından bakılması zorunluydu ve şartlar yerine getirilmediğinde kadı tarafından azad edilebiliyordu. sahibin izni olmadan da evlenemezlerdi. teorik olarak özgür bir kadınla evlenebilirlerdi. ama bilindiği kadarı ile bu çok nadirdir(padişah kızlarının, padişahın köleleri olan vezirleriyle evlenmesi gibi). köle sahibi ise kölesini azad etmeden onunla evlenemezdi(hürrem ile süleyman gibi). yani bu kölelerin çalışma şartları, brezilya dizilerinde kahve çiftliklerinde çalışan köleler gibi de değildir.

650 civarında mısır'daki araplar sudan'ın güneyindeki nubyalılarla anlaştılar. böylece birbirlerine baskın vermemeye söz verdiler. nubyalılar da müslümanlara yılda 360 köle vermeyi, müslümanlar ise mercimek ve et vermeyi taahhüt etti. köle teslimatı ise assam vadisinde yapılıyordu ve hadım edilme gibi fiziksel işlemler müslüman topraklarında yasak olduğundan ülke sınırları dışında yapılıyordu. çok para ettiği için değerli olan bu hadım köleleri hadım etme işini müslümanlar da yapmaz, kıptiler yapardı.

müslüman dünyası, roma dünyasının tersine kölelik düzenine dayanmaz. köleler tarımda değil, ilk zamanlarda genelde madenlerde çalıştırılmıştır. tarım ise islamda özgür insanın işidir. arapların yayılmasıyla beraber köleler güney ırak'ta ve sahra'da tuz, yukarı mısır'da altın çıkarmışlardır. pek insani şartlarda çalıştırılmadıklarından olsa gerek, çalışma koşullarının sertliğinden dolayı güney ırak'ta yıllarca sürecek olan bir köle isyanı da olmuştur. bu isyan, bir nevi müslüman dünyasının spartaküs isyanıdır.

ama kölelerin esas kullanım alanı ev işleri ve askerliktir. siyah köleler ev, saray ve camilerde hizmer ederken, beyaz köleler orduda kullanılmıştır.

islam dünyasının harem kültüründe de her ırktan çok sayıda köle kadın bulunmuştur. bunların yaptığı cariyelik ve hizmetçilik arasında fark yoktur. köle kızların bir kısmı eğitilmiştir. şarkıcı, dansöz, müzisyen olmuşlar, bazıları ise padişah annesi bile olmuştur. bu kölelerin durumlarının çok iyi olduğu iddia edilse bile topkapı sarayının harem dairesinin duvarlarına yazdıkları yazılarda isa'dan bir önce ölmeyi dileyenleri de vardı.

islamiyetin kölelere bu kadar çok değer verdiği söylense bile akdeniz havzasındaki uzun mesafeli ve geniş boyuttaki insan ticaretinin temeli yine islamiyete dayanır. batıda köleler genelde yerel kaynaklardan sağlanırdı. borçlu ve suçlu olanlar ile aileleri tarafından terk edilenler ve kendileri ile çocuklarını köle olarak satanlar köle ihtiyacını karşılamak için yeterliydi. islamiyetin akdeniz havzasına yerleşmesi ile bu durum değişmiştir. çünkü islam devletinde özgür olarak doğanlar, isyan işlerine karışmadıkları sürece köle yapılamazdı. köle çocuklarının sayısı azalmaya başlayınca köle gereksinimi karşılanamamaya başlanmış, böylece ticareti de gelişmiştir.

islam dünyasının üç köle bölgesi vardı. avrupa, avrasya bozkırları ve afrika. çin ve hindistan'dan da köle gelmiştir. ama sınırlı sayılardadır. kuzey afrika ve endülüs, doğu ve orta avrupa'daki slavlardan(slave sözcüğün ingilizce kökeni de slavlardır) beslenirdi. bu ticareti başlangıçta batı avrupa'lı köle tüccarları yapardı. osmanlılar balkanlara girdiğinde kaynağa ulaştıklarından bu ticareti ellerine almışlartır. batı avrupalı köleleri ise cezayirli korsanlar sağlardı. bu korsanlar izlanda ve irlanda'yı bile basarak köle edinmişlerdir. izlanda'da o baskın hadisesi hiçbir zaman unutulmamış olmalı ki yakın bir süreye kadar türk öldürmek bile suç değilmiş. bu cezayirli korsanların sağladığı köleler padişah annesi de olmuştur. akdeniz'de baskına uğrayan bir gemideki fransız kadın istanbul'da satılmış, sonucunda ikinci mahmut'un annesi olmuştur.


aynı yıllarda doğu avrupa'daki tatarlar, polonya, rus ve ukrayna köylerini basarak köle edinirlerdi. bu 'bozkırların hasadı' olarak adlandırılan köleler istanbul pazarlarında satılırdı(hürrem gibi). slavların köle olarak değerlendirilme işlemi ancak 1783'de rusların kırım'ı alması ile sonlandırılabilmiştir. gördüğünüz gibi her işte bir hayır vardır.

neyse, yine başa dönelim. islamiyetin ilk yıllarında biz, yani türkler ise ikinci büyük köle grubuyduk. ortaçağda doğu islam dünyasının en önemli köle grubu bizdik. bizi ise asker olarak kullanırlardı. müslüman olarak o zamanki islam dünyasının bu köle kaynağını kuruttuk. bu seferki yeni kaynak kafkaslar oldu. gürcü ve çerkezler, ruslar kafkaslara inene kadar köleleştirildi. yine savaşçı olarak kullanılan çerkezler mısır'da kendi devletlerini bile kurmuşlardır.

kölelerin asker olarak kullanılması eski yunana kadar dayanır. onlar da atina'yı bir süre iskitli kölelere korutmuşlardı. roma ileri gelenlerin bazıları kölelerini muhafız olarak kullanmış. araplar da roma, pers ve hatta çinlilerin yaptığı bu işleme devam etmişlerdir. bir süre sonra islam dünyasının askeri tarihi, bu köle generaller, askerler tarafından yazılacaktır. hatta sonunda köle krallar bile iş başına geçmiştir. osmanlı da bu sistemi seçmiştir. padişahlar kendi güçlerine mani olacak sınıfların oluşmasına izin vermemiş ve devşirmeleri alıp, yetiştirip kendilerine sadakatle bağlı bir grup oluşturmuşlardır. islam dünyasında bu sistem ilk zamanlar olağanüstü başarılı olmuştur. haçlı ordularını bu köle ordular ortadoğudan söküp atmıştır. bu kişiler kısa zamanda eyaletlerin ve şehirlerin yönetimlerini le geçirmişlerdir. bu köle ordularını ilk kuran halife ise abbasi halifesi mutasım'dır. ordusunu türk kölelerden oluşturmuştur. kuzey afrika ve endülüs ise slav askerlerini kullanmıştır. biz ise ordularımızı kafkas ve balkan kölelerinden oluşturduk. savaş şeklinin değişmesi ve ateşli silahlar çağında ise bu köle orduların bir anlamı kalmamıştır. devşirme işlemi 17. yy'da bitmişti. artık yeniçeriler çocuk sahibi olabildiğinden ordular bu çocuklardan oluşuyordu. zaten 1826'tıda da yeniçeriler imha edilmiştir.

son kaynak ise yukarıda bahsettiğim sahranın güneyindeki afrikalı kölelerdir. roma ve mısır medeniyetleri de bu insanları kısmen köle olarak kullansa bile esas patlama müslümanların mısır'a girmesi ile olmuştur. deniz yoluyla doğu afrika'dan, kara ve nil yoluyla sudan'dan, fas vasıtasıylada batı afrika'dan köleler getirilirdi. bu siyah köleler islam devletlerinin her yanına dağılıyordu. bu kaynak ise avrupalıların afrika'yı sömürgeleştirmesi ve kaynakları kendilerine ayırmaları yüzünden bir süre sonra kurumuştur. ama ilginç sonuçları da olmuştur. yüzlerce yıl sudanlı araplar tarafından köleleştirilen şimdiki sudanlı siyahlar, avrupalıları kurtarıcı gibi karşılamışlardır. çocukları araplar tarafından kaçırılmasın diye yüzleri dağıtılan ve çirkinleştirilen bu insanlar, hristiyan misyonlar sayesinde kısa sürede hristiyanlaştırılmışlardır. şimdi ise bağımsızlık oylaması yapıyorlar ve sudan'dan ayrılmaya hazırlanıyorlar.

istanbul'daki bilinen en büyük köle pazarı çamlıca'dır. şimdi tv antenleri ile dolu olan bu yer, o zamanlar prangalara vurulmuş kölelerle doluydu ve bu insanlar haraç mezat satılıyordu. osmanlıda köle ticareti ancak kırım savaşı yıllarında resmi olarak yasaklanmıştır. o da ingilizlerin bastırması ile. yoksa kaldıracağımız yoktu. bu yüzden el altından ikinci meşrutiyete kadar köle ticareti devam etmiştir. ikinci meşrutiyet ile de kesin olarak bitmiştir.

avrupalıların müslüman dünyasından hala daha nefret etmesinin nedenlerinden birisi de bu kölelelik mevzudur. çünkü o insanları uzun süre köle olarak kullandık. sadece köle(slave) olarak adlandırılan slavların bile bizden bu kadar çok nefret etmesini daha rahat anlayabilirsiniz sanırım.

14 Ocak 2011 Cuma

kaybolmak, benim işim!

şunu iddia edebilirim ki dünyada benim kadar büyük yol özürlü insan bulunamaz. sırf bu yüzden otobüslerde hamilelere, sakatlara, gazilere yer vermiyorum! çünkü ben ciddi bir şekilde özürlüyüm. bir gittiğim yeri, iki gittiğim yeri, hatta üç kez gittiğim yeri bulamam, imkansızdır. o gittiğim yerlere bir daha gitmem için kroki çizmem lazım. ceplerim bir ara bu krokilerle doluydu, yok, başka türlü bulamıyordum çünkü. size şöyle tarif edeyim, beynimde o yolların haritasını çıkaramıyorum. çıkaramayınca doğal olarak sürekli kayboluyorum. beni hastanelerden, karakollardan mı toplamadılar, konsolosluklara kadar aradılar vs vs!

oysa kuzeyi bilirim. küçük ayıyı, dolayısıyla kutup yıldızını bildiğim için kuzeyi bilirim. o da geceyse ve yıldızlar ve ay görnüyorsa bilirim! deniz kıyısında yaşarken kıyının yönünü öğrendiğimden dolayı geri kalan yönleri de öğrenmiştim. sağ kolum doğu, sol kolum batı, önüm kuzey, arkam güney, o la la la, süperim ben!

başka şeyler de bilirim elbet. yosunlar kuzeyde tutmuştur mesela. ama bu bilgi şehirde hiç bir işe yaramaz. karınca yuvası da yoktur şehirlerde. istanbul'da, kendimi lost adasına düşmüş, yön nedir bilmez, on sawyer gücünde hissederim! sanırım pusula taşımam lazım! yani demem o ki, özellikle şehir içinde gittiğim yönü bile bilmiyorum. karşıya geçeceksem eğer doğuya gitmem gerektiğini biliyorum. zaten o yüzden sabahları karşıya geçmem. güneş gözümü alır çünkü! en feci halim ne biliyor musunuz? sağımı solumu karıştırırım. valla bak. sağımı solumu bilirim tamam, ama karıştırırım. birisi bana araba kullanırken "sağa dön" derse, önce 'sağım neresi' kontrol ederim, sonra kendi kendime "sağ burası, burası" diye telkinde bulunurum ve öyle dönerim. yoksa sola döndüğüm oluyor.

şimdi size en feci 5 kaybolmamı anlatacağım.

5- bu kaybolma işine sanırım ilk kez ilkokul 2'de girdim. okul çıkışı bir arkadaşın evine gittikten sonra dönüşü kaybettim. ama evler arası biraz uzak. yani 6 yaşındaki bir çocuğun bursa'nın o biçimsiz sokaklarında ve yollarında kaybolması normal. biraz sokaklarda gezdim sanırım ve artık nerede olduğumu bile bilmediğim bir anda ağlaya zırlaya yürürken biri bana acıyıp arabasına aldı ve bildiğim polis karakolunun kapısına bıraktı. iyi bir adammış. düşünsenize, sezerciğin düştüğü duruma falan düşsem veya gözlerime erimiş demir dökseler ve dilendirseler, pehh...

4- erzurum'da yeni bir ev tutmuştum ve evi tekrar bulabilmek için adresi de bir kağıda yazdım. o zamanlar kroki çizmek aklıma gelmemişti. neyse, sabah çıktım, akşam oldu eve gideceğim ama ev yok. basbayağı yok, bulamıyorum çünkü. dört dönüyorum etrafta, ama yok, bulamıyorum. en sonunda taksi tuttum. adresi verdim. o da bulamadı. it herife iyice sinirlendim, dünyanın taksi parasını verdim(istanbul dışında taksi pahalıdır). üstelik tipi de başlamıştı ve uzaklardan apartmanın yazısını en sonunda okuyabildim. evreka, bulmuştum!! bu kaybetmemin nedeni sanırım her tarafın bembeyaz olması. doğal olarak belirli bir işaret olmayınca kayboluyorsun.her taraf inşaat olunca, her taraf birbirine benzeyince kayboluyorsun işte!


3- askerdeyken kışla içinde kayboldum. acemiyken ziyaretçim gelmişti ve gittim. dönüşünü ne siz sorun ne ben yazayım!sadece kışlada 6-7 tane birlik olduğunu bilin. yani oldukça büyük bir kışlaydı. daha fazlasını yazmaya gönlüm elvermiyor.


2- bu sefer istanbul'da araba kullanırken kayboldum. yarım saatlik yolu 4 saatte gittim(ciddiyim). tabelaları takip ederek gitmeme rağmen kendimi bir anda yenibosna'da, sonra nükleer araştırmaların orada, akabinde kuş kuçmaz kervan geçmez bir yerde(hala adını bilmiyorum o mıntıkanın), akabinde bir sanayinin ortasında, daha sonra halkalı'nın ortasında, daha sonra da bilmediğim bir kaç yerde buldum. neredeyse istanbul'un avrupa yakasını tamamen dolaştım! sora sora bağdat bulunur ya hani, bir benzin istasyonuna girdim ve herife gideceğim yerde bilinen bir alış merkezine gidilen yolun krokisini çizdirdim. bu sayede buldum. bu olaydan sonra navigasyon aleti olmadan evden çıkmıyorum(onda da yol haritaları nasıl yükleniyor, çözemedim. eğer bilen biri varsa bana mail ile ulaşsın ve ayrıntılı bir şekilde tarif etsin). gittiğim yer o kadar karmaşıktı ki daha sonra navigasyonla bile kayboldum! ama en azından bir kaç on dakikada yeri buldun. saatlerce dolaşmadım. neyse, 3. ayın sonlarına doğru yeri tam olarak beynime nakşettim. artık o yere gözüm kapalı gidebiliyorum.

1 numaram kendi çapımda efsanedir. adapazarı'nda arabayı sanayide bir oto tamirciye götürdüm. usta "5 gibi gel al" dedi. çevreye biraz baktım, önemli binaları kafama not ettim ve şehir merkezine geldim. saat 4 gibi arabayı almak için yola çıktım. şehir merkezine geldiğim dolmuşa tekrar bindiğimde uğradığım sonuç tam bir felaketti. nerede olduğumu bile bilmiyordum. biraz yürüdüm falan, ama tanıdık hiçbir şey yok. bir taksi durdurdum ve sanayiye dedim. beni götürdüğü sanayide tanıdık hiçbir şey yok. sağa bakıyorum boş, sola bakıyorum boş. "ulan herhalde sanayiyi benim arabamı çalmak için toplayıp götürmüş olamazlar" diye de düşüyorum bir yandan! tekrar taksiye binip, şehir merkezine gittim. kendime çok sinirlenmiştim ve terlemeye başlamıştım. şehir merkezinden taksiye bindim ve "sanayide oto tamircilerin olduğu kısma çek usta" dedim. taksici "hangi sanayi" dedi. o anda başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. "kaç tane sanayi var" dedim. üç tane varmış. bu arada saat 6 olmuştu. heriften kartvizitini almadığıma küfrederek ne yapacağımı düşünürken aklıma gördüğüm yemek şirketlerinin tabelaları geldi. tarif ettim taksiciye. herif sanırım anladı. gitmeye başladık. o anda daha önce geçtiğim üst geçiti gördüm. sonra yemek şirketi tabelalarını. akabinde sanayiye girdik. gerisi kolay oldu. saat 7'ydi ve tamirci beni bekliyordu! bir araba tamir parası kadar parayı taksicilere vermiştim.

artık şunu biliyorum ki aç kalmamak için tuvalet temizleme işi de dahil yapamayacağım iş yoktur. ama taksi kullanamam. çünkü kapasitem buna müsait değil!

13 Ocak 2011 Perşembe

mim

rory rumuzlu kişinin 'mim'ine istinaden...  

Dindarsiniz ya da degilsiniz,inanciniz var ya yok,dinlerini yasadigini söyleyen insanlarda en cok sizi iten seyler ne ve neden?
yüzlerinde sürekli duran hınç ve hırs. hırs insanı çirkinleştirir.
*Sizi siz yapan özelliklerinizden en belirgin olani ne?
çoğu kişi ukala olduğumu belirtir.
*Etrafinizdaki kisilere saygili misiniz?Neyiniz insanlardan farkli ve ne konuda daha cok saygi bekliyorsunuz?
başkalarına kendimce saygılıyımdır. birinin ifadesine göre yüzümün ortası yokmuş. yani ya gülüyormuşum, ya da somurtuyormuşum. ikisinin arası yokmuş. sanırım bu durum diğer insanlardan farklı olabilir. insanlardan saygı beklemiyorum.
*Insan'in sizdeki tanimi ne?Karsinizdaki kisi de olmazsa olmaz dediginiz özellikler neler ve neden sizin icin önemli bunlar?
insan pis bir mahlukattır. lisede bir hocam "kendi pisliğini vücudunda bir süre taşıyan tek canlı insandır" demişti.karşımdaki kişide olmazsa olmaz diyebileceğim şey bağırıp çağırmadan konuşabilmesi. diğer türlü sinirlerim zıplıyor.
*Hayata bakisinizi paylasir misiniz?Sürekli birseyler icin hayati sucluyor musunuz yoksa hayatta olmasi gerekenler bunlar ve olmasi gerekenler yasaniyor mu diyorsunuz?
"dünya sikime minare götüme" diyeceğim ama yaptığım pek söylenemez. yinede kısmen başarabildiğimi düşünüyorum. herhangi bir şey için hayatı veya başkalarını suçlamamaya çabalarım. bazen kendimi çok kaybettiğimde suçladığım oluyor, ki o an aslında o kişiyle tanışıklığın bitiş anı oluyor. "kader" demeyi severim. kaderi suçlamak kolay.
*Savaslarin asil nedeni ne sizce?Insanoglu kendinde neyi yok etti ki zulüm denen illet yakasini birakmiyor dünyanin?
savaşların nedeni güç kazanma isteği. insanoğlu, kendisindeki özgürlük tutkusunu yok etti. o yüzden bu haldeyiz.
*Sizi en cok huzursuz eden eksikliginiz ne?Sunu da düzeltseydim daha huzurlu olurdum dediginiz,gerceginiz,bosvermisliginiz,gamsizliginiz?
yakışıklı olsam sanırım daha farklı bir insan olurdum. diğer yönlerden bir eksikliğim olduğunu düşünmüyorum. insanlarla daha da az ilişkiye girebilseydim daha da huzurlu olurdum.
*Kalbinizin sesi mi mantiginizin sesi mi?Neden?
kalp kelimesini sevmem. fazla duygusal bir terim. mantık ise resmen bir saçmalık. başka bir seçenek yok.
*Biri size bir kötülük yapti ve biliyorsunuz ki yapilan sey bilincliydi,tepkiniz nasil olurdu?Susar misiniz yoksa ayni anda yüzüne vurur musunuz yapilanlar?
o kişiden uzaklaşırım. yüzüne vurmam, çünkü bu fazlasıyla çiğlik olur. yüzüne vursam bile değişen bir şey olmayacak nasıl olsa.
*Sizce,sabretmek nedir ve üzerinizde otorite kurmaya calisan,sizin hakkinizi yiyen insanlara sabretmeli miyiz yoksa karsilik vermelimiyiz?Tepkimiz nasil olmali?
kaçacak bir yer yoksa kıstırılmış kedi gibi saldırılır elbet. kaçacak yer varsa kaçarsın ve önemsemezsin.
*Bir konusma gecti ben böyle bir cümle kurdum:"Karsimdaki insan benim icin degerli degilse söyledigi cümlelerde degerli degildir,isterse hakkimda zanlarla kötü konussun hic farketmez"Bunu söylememin nedeni de su; biliyorum ki bu dünyada en zor seylerden biri sizi anlamaya kapali insanlara kendinizi ifade etmeye calismak ve birilerini memnun etmeye calismak.Peki siz nasil düsünüyorsunuz bu konuda?
böyle cümle kurmak zorunda kalacağım bir toplulukta bulunmam.
*Hangi söz sizi rahatsiz eder ve neden?
neden sorusunun kendisi.
*Baskasinda kinayipta sonra sizinde yaptiginiz birsey var mi? [istege bagli paylasmak]
birisini kınamak fazlasıyla kınanacak bir davranış zaten.

12 Ocak 2011 Çarşamba

sami yen hatırası

sami yen'de ilk gittiğim maç çanakkale dardanel ile oynadığımız türkiye kupası maçıydı. istanbul'a ablamın yanına gelmiştim ve bağcılar'dan başlayarak sora sora bir kaç saatte stada geldim. stadı ilk görüşüm de o maçtır. yeni açıkta seyrettim maçı. erdal keser'in iki golüyle almıştık maçı. hatta golleri bizim kale arkasına atmıştı. sonra tribünde fotoğraf çektirmek gibi rutinleri de yerine getirdikten sonra geri döndüm. ilk aldığım bilet stad kapısındandır. veya öyle hatırlıyorum. sonra karaborsacılarla da tanıştım.


daha sonra istanbul'a gelişlerimi maç tarihlerine göre de ayarladım. hazırlık maçlarını bile zaman zaman takip etmişliğim vardır. feyenoord'un soyunma odalarında cüzdanlarını çaldırdığı maçı izlemişimdir bak. 2-2 bitmişti. ilk yarı 2-0 bizimdi. cüzdanlarını çaldırdıkları anlaşılınca ikinci yarı asılıp beraberliği kopardılar. sami yen'de izleyip galatasarayımın kazanamadığı tek maçtır bu. aklımda kalan başka bir maç ise adanaspor maçıydı. hakan şükür'ün juventus işi olmayınca oynadığı ilk maç. o da bir türkiye kupası maçıydı sanırım. o maçta yeni açığa asılan pankartı onun astırdığı söyleniyordu. ne yazdığını şimdi hatırlamıyorum.


hagi'yi sami yen'de ilk seyrettiğim maç ise bir bursaspor maçıydı. o zamanlar oldukça uzaklardaydım. hagi erzurum'a hiç gelmedi sanırım. hatırlamıyorum çünkü. ama o bursa maçında izledim onu. ama maçta sergen şov vardı. 5-0 almıştık bak. yeni açıkta gördüğüm en kalabalık seyirci o maçtaydı sanırım. çünkü hiç oturamamıştım ve sürekli tezerruhat vardı. golleri bile net hatırlamıyorum aslında.

ertesi sene ise iki şampiyonlar ligi maçına gittim. saatlerce(gün hatta) yol çekerek hemde. ilkinde milan'ı 2-0 yenmiştik. davala ön libero oynamıştı. hani şu okan-emre'nin maç öncesi inter tarafından sağlık kontrolünden geçirildiği maç. maçtan önce ısınmada jardel birine çalım atmış ve onun görüp görebileceğim tek çalımının bu olacağını düşünürken, ikinci golü çalım atarak atmıştı milan filelerine. eski açıktaydım o maçta. 5-6 saat öncesinden stada girmiştim. fotoğraf makinamı ve bozuk paralarımı aramada almasınlar şapkamın içine koymuş, aramada da şapkayı elime almıştım. kollarım açık bir vaziyette gövdede ve cepte arama yapınca polis, hepsini soktum içeri. eski açıktaki ilk maçım da o maçtı hani. kaşkolu boynuma dolayamadığımı hatırlarım o maçta. ilk yarı hagi ile 1-0, ikinci yarı jardel ile 2-0.

3-2'lik real madrid maçını yazmaya ise gönlüm elvermez. hasan şaş benim gözüme ilk kez milan'a san siro'da attığı kafa golü ile girmişti. eskiden sevmezdim onu. her şeye çalım atardı çünkü. sevgimin iyice depreştiği, tavana vurduğu maç, bu real madrid maçıdır. ölene kadar kalabilirdi bu takımda. hiçbir şekilde gocunmazdım. türklerden bir tanju çolak'ı sevmişimdir bu kadar, birde hasan şaş'ı. ama tanju çolak fenere giderek beni hüngür hüngür ağlatmıştır.


sonra yine uzun aralar verdim. aklımda net bir şekilde kalan bir maç yok. o sami yen'de kazanılan efsanevi şampiyonluk maçına gitmeyi çok istediğim halde gidemedim. her boku da ayarlamaya ramak kalmıştı. olmadı, gidemedim. gidemediğim için radyodan bile dinlemedim. yanımda bir fenerli ile araba yolculuğu esnasında dinlenmezdi zaten. neyse, benzin istasyonunda mola verdik, "maç kaç kaç" diye sorunca 20 dakika civarı istasyonda fener maçını dinledim. yanımdaki arkadaş şampiyonluklarından çok emindi, maçtan sonra kalan yolu küfrederek gitti. sami yen'de izlemeyip hatırası olan bir maç daha vardır aklımda. 2-1 yendiğimiz barcelona maçı. halam daha yeni ölmüş. salonda millet oturmuş, ben sessizce odaya geçtip tv'yi açtım. sesini kısıp izliyorum. son dakikalarda arif çoşup golü atınca "gooolll" diye bağırıyorsun elbet. salondaki bir kısım insan geldi hemen odaya ve 10 kişi toplanıp maçı izlemeye başladık. arif penaltı da yaptırınca hobaaa!!! halamın cenazesinden bir kaç gün sonra galibiyeti kutluyoruz odada. iyi bir gündü. ilk şampiyonluğumu da unutmam hani. köydeydim ve amcam bana maçı dinletmemişti.

izlediğim en berbat topçuyu da sami yen'de izledim. rize'de oynayan mısırlı bashir(beşir). stoper oynayan bu herifte top kontrolü diye bir şey zaten yoktu, gelen topa son gücü vurup uzaklaştırıyor. benden bile daha kötü bir tekniği vardı adamın. kalıplı diye oynatıyorlardı sanırım.


metallica konserini de unutmam pek mümkün değil :) bu sene inönü stadında da metalica dinledim. ama sami yen'de uzakta olmama rağmen mükemmel gelen ses, inönü'de yakında olmama rağmen gelmedi. sami yen'in akustiği kesinlikle çok iyiydi.

sevinerek ayrılamadık sanırım. çünkü bu kadro ve yönetim ile yeni stad üzerinde bir şey kazanamayacağımızı biliyoruz. o yüzden sami yen'den ayrılmak daha hüzün verici oldu.

10 Ocak 2011 Pazartesi

akıl vs içgüdü

bir insan aklını vicdani duyarlılığını geliştirmekte kullandıktan sonra, bilim insanı da değilse, geri kalan hayatında kullanmasa da olur. çünkü kalan işi zeka da halleder. gelişmiş bir zeka, içgüdülerimizi destekler. zeka, içgüdüleri eyleme dönüştürme becerisidir ve hazzın girintili çıkıntılı yollarında bize yol gösterir, onu keşfetmemimizi sağlar.

vicdani duyarlılık geliştikten sonra hayatı tamamen içgüdüsel yaşasak eminim ki daha çok eğleneceğiz. oysa işin içine akıl girince olacak olan şey planlı yaşamdır. içgüdü ile hareket etmek ise belirsizlik demektir ve bu durum bence akıllıca hareket etmekten çok daha eğlencelidir. akıl, bir süre sonra sadece yönetici sınıfa gerekiyor. bu yüzden her şeyde aklı kullanmaya, düşünmeye hiç gerek yok. yani size lazım olduğu alan iş yaşamıdır. 8 saat aklınızı kullandıktan sonra hala daha onu kullanmaya devam etmek mantıksızlıktır! ama u akıl kullanma becerisi ilkokuldan beri öğretilen bir kavramdır. ders dinleyen çocuk ile kendini derse veremeyen çocuk arasındaki bariz fark, ders dinleyen çocuğun aklını kullanmasıdır. o sürekli geleceğine yatırım yapar. ders dinleyemeyen çocuk ise içgüdülerinin peşinden gitmiş ve kendisine sıkıntı veren, katlanamadığı şeylere ilgi duymamaktadır. içgüdülerimizin engellenmesi ve bastırılması hadisesinin bir noktası da okulun kendisidir. akıl, toplumu köleleştirir.

aklın bir çok konuda beş para etmediğini söyleyebilirim. akıl, sonuçları öngörebilir, içgüdü ise bunu yapamaz akıl dediğimiz şey eninde sonunda bizi aynı sokağa götürür. içgüdüyle beraber gideceğiniz sokakların haddi hesabı yoktur.

hayatınızın devamı için akıllı bir şekilde hareket edeseniz eğer sigarayı bırakmalısınız, düzenli bir hayata geçmelisiniz, daha çok kazanacağınız işlerde çalışmalısınız, akşamları erken yatıp, sabahları erken kalkmalı, spor yapmalı, paranızı boş yere harcamamalı, gece yarısı ıssız sokaklardan eve dönmemeli, kavgaya karışmamalısınız. akıl, sizi geleceğinizi garanti altına almanız konusunda sürekli uyarır. akıllıca hareket ederek 100 yaşınızı görebilirsiniz. dostoyevski şöyle der;

"19. yüzyıl insanı baştan iradesiz olmalıdır, böyle olmak onun boynunun borcudur; iş beceren iradeli adam aptal, dar kafalıdır. işte benim kırk yıllık yaşamımda vardığım sonuç!... kırk yaşındayım artık; şaka değil, kırk yıllık koca bir ömür yaşlılığın ta kendisi! kırkından fazla yaşamak ayıptır, aşağılıktır, ahlaksızlıktır. kim yaşar kırkından fazla?... isterseniz size ben açıklayayım: aptallar, namussuzlar yaşar kırkından sonra"

siz 19. yy'lı 21 yapın. değişen bir şey olmadığını fark edeceksiniz. bu cümlede anlatılmak istenen durum kısaca şudur; "akıllıca hareket ettiğini sananlar aslında aptaldırlar. çünkü iradesini başkasına teslim etmiştir."

40'dan sonra yaşamak fazlasıyla anlamsız, ki kendisi bu lafı dediğinde 43 yaşındadır. 60'ınızdan sonra içgüdüleriniz ölmüştür, irademiz artık yok olmuştur ve birilerine muhtaç bir hayat geçirmek zorundayızdır. bu şekilde yaşamak ise bencilliktir. düşünsenize, siz aslında o yaşlarda doğal bir artıksınız.


neyse, konuya devam edeyim. akıl esasında ikiyüzlüdür. hoşunuza giden kadına binbir türlü alavere çevirip onu elde etmenize yarar. içgüdü ise bu konuda biraz öküzdür ve direkt ister. bu yönü ile içgüdü bana göre kesin bir şekilde daha dürüsttür. akıl denilen nane hile yapmaktan başka bir işe yaramaz. hatta çok hilekar, kurnaz, saman altından su yürüten kişiler, akıllı olmakla övünürler.

vicdani duyarlılığınızı ise size öğretilen şekilde değil, sizin kendi tecrübelerinize ve isteklerinize göre şekillendirmelisiniz. aklını kullandığını söyleyen kişilerde bu duyarlılık hiçbir zaman gelişmemiştir ve gelişmeyecektir. çünkü bu kişilerin tek bir içgüdüsü harekete geçmiştir. o da para kazanmak. yani hayatta kalma güdüsü. akıllarını bu güdü çevresinde kullanırlar ve çürütürler. işin doğrusu hepimiz zaten öleceğiz.

akıllı kişilerin akıllıca hareket edip hayatlarını garanti altına aldıktan sonra yaptıkları ilk iş içgüdülerine göre davranmak olmuştur. parayı bulan kişiler daima eşlerini değiştirmiştir. çünkü içgüdüleri bunu emreder. yani insanoğlu aslında içgüdülerini bir süre için bastırıp akıllıca hareket eder. ama sonra içgüdülerine yine esir düşür.

mantık güzel bir şeydir. ama insanın düşünmeni gereksinimini karşılamaktan başka bir işe yaramaz. oysa içgüdü yaşamanın ta kendisidir. isteklerini bastırmış insanların yaşamı deli zırvasından başka bir şey değildir. ama bu yine de yaşamdır. oysa insana gerçekten gerekli olan tek şey sonunun nereye varacağını bilmediği delice istekleridir.

tüm bunların sonucunu size şöyle özetleyebilirim;

"her şeyi anlayan benim gibi bir adam, kendine nasıl saygı duyar!"

(kısmen dostoyevski'nin yeraltından notlar'ından istifade edilmiştir)

4 Ocak 2011 Salı

no woman no cry

muhabbeti çok yapılmıştır bu şarkının. "no woman no cry" derken çevirisinin "kadın yok ağlamak yok" şeklinde mi, yoksa "ağlama kadın" şeklinde mi olacağı yönünde. ruh halinize göre çevirebilirsiniz aslında. neyse, bob marley kendi dini müziğini yapar. yani bir jameikalı için bob marley dinlemek, bizim için ahmet özhan dinlemek gibi bir şey işte. ama adamların dini müziği güzel ya hu. hem müzik evrenseldir. türkü, ilahi ise yerel!

kendisi rastafaridir. rastafariler nasıl desem, siyah mesihi bekleyen bir grup. yani seçilmiş ırk siyahlardır aslında ve prens tafari de mesihdir. ot kullanımı da, rasta adı verilen saç da ibadetlerinden birisidir. neyse, kendi çapımda açıklayayım şarkıyı;

ayrıca bu şarkıyı acayip güzel yorumluyan boney m grubundan bobby farrel bir kaç gün önce öldü. adını anmadan geçemedim...

say, say say
i remember, when we used to say,
we a gotta a venus in brooklyn.
aba aba sufferin' the crookedness,
as we mingle with the good people we meet.
good friends we've had oh, good friends we've lost,
along, the way.
in this grim future you can't forget your past,
so dry your tears i say, to my pe'p's who've past away.

(hatırlıyor musun şekerim, hani devlet hastanesinin yataklarında yatıyorduk, doktorlarımız bizi muayene ediyorlardı, o hastanede eski dostlarımızı kaybetmiştik, belirsiz geleceğimizde geçmişimizin de bir anlamı yoktu. bu yüzden söylüyorum işte, sil gözyaşlarını)

no woman no cry.
no woman no cry, (say say say).
hey little sister, don't shed no tears.
no woman no cry, say say say.

(kadınım, artık ağlama, yeter artık, ah küçük sevgilim, gözyaşını dökme, ağlama bebeğim, yeter)

i remember, when we used to rock, oh
on a project yard in jersey.
and little georgie, would make the fire live,
as stolen cars pass through the night.
and then we'd hit the corner store,
for roots paper and ro, oooo
my dreams, my only remedy
for pain of losing family.
oh while i'm gone shorty.

(hatırlıyor musun şekerim, hani oturmuştuk bakırköy hükümet konağı bahçesinde, yeşilkartlarımızın onaylanmasını bekliyorduk, bir sürü memur geçerdi önümüzden ve onların amirleri de. bir kısmı para istemişti hani bizden, bu kişileri unutma bebeğim, hepsini şikayet edeceğiz. kazandığımız üç beş kuruşu elimizden alan ibneleri!)

everything is gonna be alright,
everythings gonna be alright.
..... come to the dance tonight
everythings gonna be alright.etc.
the gun mans in the house tonight etc.
oh ah oh ah oh ah etc.

(her şey daha iyi olacak diyorlar bebeğim, yalan söylüyorlar a q)

i remember, when we used to say.
all among the grit yard in trench town.
aba aba sufferin' the hypocrites,
as they mingle with the good people we meet.
good frinds we've had, oh, good frinds we've lost.
along the way, hey.
in this great future you can't forget your past,
so dry your tears i say,

(söyle hadi söyle hatırlıyor musun güzelim, fatih camiisinin bahçesinde oturuyorduk hani, ısınmak için ateş yakmaya çalıştığımızda bizi ateşperest diye ateşe atmışlardı hani, zaten o yüzden hastanelere düştük, yanık tedavimiz için. oysa biz seninle sıcaklıklarımızı paylaşırdık, vücut sıcaklıklarımızı, organlarımızı pişirirdik. sonrada paylaşırdık. yüzüm tanınmaz hale geldi bebeğim, artık gitmem lazım buralardan, ama ne olursa olsun bebeğim unutma)


to my pe'p's who've past away.
oh ah, oh ah, oh ah

(kadınım söyle sen mutlu oldun mu, bu deli adamı unuttun mu, ağlama artık, gözyaşların bu pis toprağı sulamasın!)
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.