heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

30 Haziran 2009 Salı

son halife abdulmecit efendi


son halife abdulmecit efendi gerçekten ilginç bir adamdır. mesela çok güzel resimler yaparmış. hala daha "mecbur kalmadıkça vesikalık hariç fotoğraf çektirmeyin, günah" diye fetva veren insanların arasında yaşadığımız düşünülürse koskoca halifenin portre yapması elbette ilginç olacak. neyse, portre çalışmalarında elleri güzel yapamazmış. sürekli çalışıp çabaladığı halde el resmi çizmeyi bir türlü beceremediği söylenir. dedesi fatih ilk portresini yaptıran padişahtı, kendisi ise ilk ressam hanedan üyesi.

osmanlı padişahlarının son atası ikinci mahmut'tur. abdulmecit efendi onun torunudur. babası ise yaklaşık 60 yıl önce bilekleri kesilerek öldürülen sultan abdulaziz'dir. ikinci mahmut'un iki oğlu vardır. osmanlı hanedanı bu iki oğul, yani abdulmecit ve abdulaziz kolları olarak ikiye bölünmüştür ve birbirlerini pek sevmezler. işte abdulaziz'in öldürülmesinden sonra tahta sırayla hep abdulmecit in oğulları geçmiştir. yani sultan 5. murat, 2.abdulhamit, 5. mehmet reşat ve 6. mehmet vahdettin. abdulaziz kolundan ise hiç sultan çıkmamıştır. ama son halife çıkmıştır. tabi arada abulaziz'in oğlu veliaht şehzade burhanettin efendinin trajik ölümü vardır. 5. mehmet reşat dan sonra tahta çıkması bekleniyordu. ama bir gün köşkünde ölü bulunmuştur. nedeni hala belirsizdir. tahta o geçse vahdettin kadar kişiliksiz olmayabilirdi. kader işte.

neyse, saltanatın ilgasından sonra hindistan müslümanlarıdan ingiliz yanlısı bir gazeteci, gazetesine saltanatın kaldırılmasının ne kadar kötü olduğunu yazmıştır. kurtuluş savaşı sırasında da ingilizleri tutan bu gazetecinin yazdıkları istanbul ve ankara'da infial yaratır. meclis toplanır ve jet bir kararla halifeliği kaldırır. son halife biraz mırın kırın etse bile fazla sesini çıkarmadan paşa paşa yurdu terk eder ve isviçre'ye gider. ama birden fazla karısı olduğu için bir süre sınırda bekletilir. akabinde fransa'ya geçer. yokluk çekince kızları ve oğulları mısır ve hindistan prens ve prensesleri ile evlenirler. kendisi paris'te ölmüştür. çocukkları mezarını türkiye'ye naklini gerçekleştiremeyince cesedi 10 yıl boyunca paris camiisinde kalır. en sonunda medine'de gömülür.

böylece ikinci mahmut'un yeniçeri ocağını kaldırmasından sonra kesin şeklini alan modernleşme hareketi, aradan yüzyıl bile geçmeden kendisini başlatan tüm hanedanı boğar. herhalde böyle bir sonucu hiç kimse beklemiyordu. tabi mustafa kemal paşa hariç.

aslında çok kadınla evmesi hariç bir çok yönden günümüz islamcılarına örnek olması gereken bir kişidir. tutuculuğunu bir yana bırakırsak eğer, resim yapması, modaya göre giyinmesi, başı açık kadınlarla aynı ortamda bulunabilmesi, halifelik de yaptığı için enteresan. hatta bir ara harem ile ilgili bir nü tablosunun bile olduğu söylenmişti.

mustafa kemal'in anadoluya çıkmadan önce kendisine istediği vahdettin'in kızı sabiha sultan, abdulmecit'in oğlu ömer faruk ile evlenmiştir.

29 Haziran 2009 Pazartesi

ayrıntıladım - 3

hey gidi günler hey. sene 205-06. o zamanlar blogcu değildim. sevgilim ile ipimle kuşağım sikimle taşşağım oynuyorduk. ama zalim kader ağlarını örmeye başlamıştı. kiminin sevgilini öldüren bu hain kader, benim de canımı yakmaya ant içmişti ve olan oldu...

kameranın aşağıdan yukarıya doğru hareket edip o ünlü arabadan çıkan bacak sahnesinde oynayabilecek kadar güzel bacaklara sahip olan, gözünde gözlüğü, başında geniş şapkası ve rujlu dudaklarında yanan sigarası bulunan bu eski sevgilim beni brad pitt için terketti! tabi siz onun kim olduğunu artık biliyorsunuz. evet, doğru tahmin ettiniz. angelina jolie'den bahsediyorum.

neyse, o yıkımın altından kalkamayacak olan ben, kendime uğraşacak meşgale ararken ikisini öldürecek binlerce değişik plan yapmıştım. ama sevgi bu, hemen ölmüyor, nedense beni öldürüyor. plan yapmayı bıraktığımda canım sıkılmaya başlamıştı bile. acaba n'apacaktım? günün birinde kendi blogumu oluşturdum. işte o andan sonra canı sıkılan bir blogcu oldum. hala kendi kendime söyleyip dururum; "angelina nın hatırına, hatırasına, o bal dudaklarına..."

kendi evlerinde kravatlı dolaşan tipler vardır. işte bu durumu karı kocanın birbirine "ahmet bey" ve "vesika hanım" diye seslendiği eski türk filmlerinde de görürüz. bu kişiler o kadar resmiler ki o evin çocuklarını nasıl peydahladıklarına vallahi ben anlamıyorum. birbirlerinin tenasül organlarını bile görmemişlerdir. çünkü görseler utançlarından yüzlerini gözerini kaparlar.

eski bir izmirli kız arkadaşım "izmir'in erkeği gündüzleri bey, geceleri gay olur" demişti. benimde şimdi aklıma geldi ve "bunu hemen bloga yazmalıyım, bursalıları bu yaftadan kurtarmalıyım" dedim ve bunu kendime amaç edindim. evet evet, böyle bir amaca ben kurban olayım!

"türkün türkten başka dostu yoktur" derler ama bu önerme geçerliliğini hızla yitiriyor. çünkü zamanında kazak işçiler türk işçilerini dövdü. meğer türkün damarlarındaki asil kandan başka hiçbir dostu yokmuş.

night at the museum filminde sanırım ilgili müzenin ziyaretçi sayısında büyük bir azalma meydana gelmiş ve tekrar ilgiyi artırmak için bu eğlenceli filmi yapmışlar. filmi izledikten sonra benim bile o müzeyi ziyaret edesim geldi.

hakan günday, piç adlı romanında insanların başkaları ile tanışmak için pencere ve kapıyı icat ettiğini söyler. çünkü dört duvardan sıkılmıştır. önce pencereden röntgenler, sonra kapıdan çıkar ve onunla tanışır. pencere günümüzde de hala daha röntgenlemek için kullanılıyor. 'içeriye güneş ışığının girmesi' için icat edildiği yalandan başka bir şey değil. neyse, şimdi sadece bizi sıkı sıkıya çevreleyen dört duvarın değil, netin de pencereleri var. bazı sitelere girmek için 'kapıya vurmak' gibi olan parolalar kullanılıyor. yani ilk insandan beri değişen bir şey yok. kapılar ve pencereler hala daha insanlarla tanışmak için bir araç. üstelik ilk insan avlanmak için kapıdan çıkıyordu. şimdi bu avlanma işini yapanlara 'apaçi' deniliyor!

kırmızı oje, erkeği azdırıcı bir şekilde etkiler. sanki kırmızı pelerin görmüş boğaya çevirir. hatta bazı -benim gibi- zavallılar o ojeyi sürmek için deli divane bile olabilir. gerçi bu kişiler için oje renginin önemi yoktur. kaan tangöze'nin de dediği gibi;

"hangi oje yakışmaz ki kız sana, ver ayağı bana."

aşk insanı aptallaştırır ve kıskançlığı tavan yaptırır. kişi, sevdiğine sürekli soru sorar: "nerdeydin?" "seni aradım, ama ulaşamadım." aşık adam ile aşık kadın arasındaki tek fark sevgilisinden bahsetme durumudur. adam, 'diğer erkekler sevgili ile ilgili hayal kurar' diye kadından bahsetmez. kadın ise 'nasıl mükemmel bir erkek kafaladığını' etrafına göstermek için sürekli adamdan bahseder.

herhangi bir şey hakkında fikir yürütmek aslında o şeyin varlığını onaylamak anlamına gelir. bu yüzden "tanrı kaldıramayacağı ağırlıkta taş yaratabilir mi?" türü soru sormak saçmadır. "tanrı mı, yoksa o yeni bir sigara markası mı?" demek daha mantıklıdır.

ahmet turani fikret hakan'ın oynadığı, bu gerçek adı hammer adlı bir bizanslı savaş ustasıdır. en büyük rakibi hüseyin gazi'dir. ama hüseyin gazi bizansın yaptığı hile hurda ile öldürülür. ardından oğlu cafer piyasaya sürülür. cafer, hammer ile 2 gün savaşır ama yenişemezler. neyse, bir gün cafer'in yolu kırk bakire kilisesinde alem yapmakta olan hammer ile kesişir. kimin güçlü olduğuna karar vermek için güreş tutuşurlar. kazanan diğerinin dinine geçecektir. cafer, hammer'i tuş eder. akabinde kelime-i şehadet getirir ve cafer ona ahmet turani adını verir. ahmet turani de cafer'e battal gazi adını verir. ikisi bizans orduların telef edeceklerdir. akabinde bizans imparatoru kancık leon'u da öldüreceklerdir.

amerikalılar ikinci dünya savaşında 250 bin, vietnam'da da 60 bin ölü vermişlerdir. bu ordu körfez savaşlarında ise 5 bin ölü bile vermemiştir. bunun nedeni müthiş teknolojik altyapılarıdır. aslında yöntemleri çok basit; önce savaşacağı ülkenin tüm askeri ve sanayi tesislerini yokeder. almanlar bunları yeraltına taşıdığı için savaşı 1 yıl uzatabildiler. ıraklılar bunu başaramadı. akabinde tank desteği ile saldırırlar. tanksız amerikan ordusu düşünülemez. piyadeler tank arkasından hareket eder. göğüs göğüse çarpışmaya girmekten sakınırlar.

damlaya damlaya göl olur derler ama bu söz yalanmış. tema vakfı, damlaya damlaya çöl olur diyerek olaya son noktayı koymuştur.

erzurumlu ibrahim hakkı'nın marifetname adlı eserine şöyle bir göz gezdiren insan küçük dilini bile yutabilir. kendisi yüzlerce penis, vajina, göğüs, kıç görmüş olup, bu organları itinayla incelemiştir. akabinde bu sayede derin kişilik analizleri yapar. büyük bir insandır. takdir etmem lazım!

köprülü mehmet paşa okuma yazma bilmez bir insandır. 70 yaşında veziri azam olup devleti saadete kavuşturmuştur. yani öyle böyle değildir yaptıkları. hazinesi tamtakır, anadolusu kan revan içindeki devleti ihya etmiştir. bunun nedeni birazda çocuk padişah avcı mehmet'in edirne ile atina arasında geyik avlama sevdasıdır. koskoca padişah köprülü'den habersiz istanbul'a bile giremezmiş. kendisi öyle dirayetli bir padişah kuludur! ölümünden sonra oğlu fazıl mustafa paşa, onun da ölümünden sonra damadı merzifonlu kara mustafa paşa sadaret makamına oturmuştur.

ünlü biri demiş ki; "kadınlar ömürleri boyunca sürekli kan kaybettikleri halde ölmeyen varlıklardır."

herif arapça bir kelime olup 'güven vermeyen, aşağı görülen' anlamındadır. kadınların erkeklerden herif diye bahsetmesinin nedeni de budur.

ellerim ve kollarım belirli bir uzunlukta, onlarla yemek yiyebiliyorum ve hatta kapıyı bile açabiliyorum. ama günün birinde kız kardeşim güzel keman çalsın diye hayatımı tamamen ona adarsam, ellerim ve kollarım olmazsa, hatta bir böceğe dönüşürsem nolur? kafka, dönüşüm'de bunun cevabını verir. bakış açısı materyalisttir. işe yaramayan kişilerin kokmak üzere olan cesetleri bir gece vakti sessizce bir sandığa koyulur ve bomboş bir araziye bırakılır.

nil karaibrahimgil'in "bu mudur" adlı şarkısı enteresan. "yanıp sönerken ne güzeldi ne güzeldi ne güzeldi, kayıp giderken ne güzeldi ne güzeldi" diyor sürekli. şarkıda geçen "kayıp gitmek" in manasını yazmama gerek yok sanırım. ne güzeldi ama değil mi nil!

içkisiz, sigarasız, kadın/erkeksiz, bol süt ürünleri ve doğal besinler eşliğinde, doğada yaşarsanız eğer, 100 yıl yaşayabilirsiniz.

et kokarsa kasap amca "ne kokması kardeşim, benim malıma iftira atma. ben de bu etten çoluğuma çocuğuma yediriyorum" der. yani onun malı temizdir. tuz kokarsa "ne kokması kardeşim, malıma iftira atma. bende bu tuzdan yapılan yemekleri çoluğuma çocuğuma yediriyorum" der. yani onun da malı temizdir.

muhtar kent'in adı bence büyük bir tezat içeriyor. adını belediye başkanı kent yapsın. olmuyor böyle!

geçen gün, yan masada gerçekleşen, anne-baba-çocukdan oluşan çekirdek ailenin kendi arasındaki konuşmaları istemeden! dinledim. çocuk şöyle dedi; "anne, ben dünyaya nasıl geldim?" anne hiç istifini bozmadan babaya bakarak şöyle dedi: "önce baban geldi yavrum, ben hiç gelemedim!"

niye ressama ressam diyoruz. madem öyle, yazara da 'yazsam' diyelim!

alttan ve üstten basık, ekvatordan şişmiş bu geoit dünyamıza dışardan bakınca mavi görünüyormuş. itilaflı olsa bile çin seddi de dışardan bakınca görünebiliyormuş. işte böyle bir gezegende yaşayıp, geoit bile olamayan, dünyanın şeklinden bi haber bir şekilde yuvarlık hatlara sahip insanoğlunun bir garip tayfası, sanki erkekleri marsdan, kadınları venüsden gelmiş gibi davranıp kendilerine farklı bir hava vermeye çalışırlar. oysa hava bile aynı hava. içinde bol miktarda azot bulunur. işte bu kişilere sesleniyorum; siktirin gidin lan!!!

23 Haziran 2009 Salı

2012

yakında 2012 diye bir film vizyona girecekmiş. bunu sinemada bir fragramda gördüm. tibetli bir rahip son sürrat en yüksek kuledeki çana gidiyor ve çanı çalıyor. ancak sel suları himalayaları bile aşmış bir şekilde geliyor! akabinde "2012: internette araştırın" diye bir ibare var.

nette en çok bulunan yazılarımdan biri de bu marduk: 2012'de ne olacak? konulu yazım. sevgili okurlar! korkmayın!

2012 de su seviyesi himalayaları yutacak kadar yükseğe çıkmayacak. o sadece bir film. marduk'un gelip gelmeyeceği, ne olup olmayacağı bile belli değil. ama olasılık kuvetli.

interneti siktir edin, kesinlikle burak eldem okuyun.

19 Haziran 2009 Cuma

korku filmleri


korku filmlerinde belirli klişeler vardır. mesela; bisiklet sürerken birden bire karşısınıza çok kötü giyinmiş ikizler çıkarsa korkarsınız. çünkü çok kötü giyinmişlerdir. birden bire karşınıza çıkmaları önemli değildir.

bunun gibi güzellikler barındıran korku filmlerinin gençlik türevlerinde 3 türlü insan ölür;

- bekaretini kaybeden gençler (ki bunlar lise öğrencileri oluyor ama arada sırada üniversiteli bakir/bakirelere de rastlanıyor!!)

- alkolü bol alanlar (ki bunlar yine lise öğrencileridir. ama siz buna üniversitelileri de katın. partilerde bol bol ölürler.)

- "geri döneceğim" diyen kişiler (ki bu ukalalar genellikle lise öğrencileri olur. ama es kaza geri zekalı bir üniversiteli de aynı cümleyi söyleyebilir!)


gördüğünüz üzere scream serisinden aşırmış olduğum bu korku filmi klişilerini alt alta yazınca 60 yaşındakilere bir şey olmuyor. çünkü onların cinsellikle işleri çoktan bitmiştir. en fazla çocuk tacizcisi olabilirler. alkolü azaltmışlardır. bırakın geri dönmeyi, yürümekte bile zorlanmaktadırlar.

işte bu yüzden hepsi üniversiteli olmasa bile gençler hunharca öldürülür. elime bir ak 47 alıp, -sallıyorum- california da faaliyet gösteren homo sapiens üniversitesini basmak istiyorum. bunu yaparsanız korku filmi olmaz elbette. elime bir girebi(bir çeşit balta) alıp, new york'da market işletip, dükkanı soymak isteyenleri parçalamak istiyorum. bu da korku filmi olmaz. elime bir şey(işin sırrı budur) alıp, iowa'da dükkan işletip, yoldan geçenleri öldürmek istiyorum. bu bir korku filmi olabilir, ama yetersizdir. korku filmi için mutlak bir gizem, eğlenen gençler ve bol bol kan lazımdır.

ama yetişkinlere yönelik filmlerde başka kurallar işler. bir defa ilk ölen kişi muhakkak 180 boylarnda, orta yaşlı, herkese yardım etmeye çalışan, siyah bir erkektir. akabinde gözlüklü kişi ölür! daha sonra sıra tüm kampla yatan orospuya gelecektir. esas kişi daima yaşar. çünkü hayatta filmlerdeki gibi yan roller yoktur. size göre hayat adlı filmdeki tek star sizsinizdir. eğer filmlerde esas oyuncu ölürse, siz de ölebilirsiniz!

yetişkin filmlerinin bir diğer ilginç tarafı doğaüstü ile pek alakanın olmamasıdır. insan yaşlandıkca mucizelere inanmıyor. ama psycho'da, annesinden başka bir kadın tanımamış norman bates gibi miyonlarca amerikalı da mucizelere kısmen inanıyor!

ama tüm bu doğaüstüne inanmama eğilimlerine rağmen bir çocuk çıkar ve sizin aklınızı başınızdan alıverir. çünkü yetişkin de olsanız, çocuklar saftır, masumdur, gizemlidir ve en önemlisi eğer vaftiz edimişlerse günahsızdırlar. elbette kısık sesle konuşup garip garip bir şeyler fısıldayan, kiliselerden çıkmayan çocuğun dediğini yapacaksın.

ama bu filmlerin en sinir bozucu tarafı bir adam vardır ve o ne aradığınız adrese yönelik doğru düzgün bilgi verir, ne de o evde geçen kış ne olduğunu söyler. bu embesil kişi genelde filmin sonunda ölür. ölürken adres ve evle ilgili tüm gerçeği açıklar. ulan zaten filmi izlerken öğrendik biz onu, sana gerek kalmadı. öyleyse öl sezar!!!

ha, "ben dini korkutucu bir öğe olarak kullanmak istiyorum" derseniz en azından bir otorup düşünün ve türk insanını hristiyan cemaatin korktuğu öğelerle korkutmayın. en azından beni the exorcist benzerleri ile korkutamazsınız. iyi düşünün, tanrı bile beni daha iyi korkutuyor!!!

ama dikkat edeceğiniz en önemli husus şu ki; korku filmlerinde, her zaman ama her zaman, ölen kişinin nasıl öldürüldüğü ayrıntılı olarak gösterilir. eğer bir ölü gördüyseniz ve onun ölümü anlatılmamışsa eğer, o kişi katildir. mesela;

kahramanımız hariç tüm ev halkı ölüdür ve o kahraman hala deli danalar gibi koşturmakta ve çığlık atmaktadır. tüm arkadaşlarının cesedini görürmüştür. acaba katil kimdir? uşak mı acaba? tabiki hayır lan, kaç defa anlatacağım, öldürülüşü gösterilmeyen kişi katil!

işin ilginci cem yılmaz'ın da dediği gibi mekana bir top girmişse eğer, bilinki o top yüzünden biri ölecektir! o top ile ölmeden oynayabilen kişi kesin katildir. öncesinde bir topu duvara vurup duran, şimdi ise elinde bir balta olan jack nicholson görürseniz eğer, kaçın, hemen kaçın!!!

"all work and no play makes jack a dull boy" (the shining)

18 Haziran 2009 Perşembe

seni sevmiyorum


eski sevgilisine "seni sevmiyorum, sevmiyorum, sevmiyorum!!!" diye bağıran jönü ünlü türk filmlerinde, bu sevmiyorumun anlamı "seni hala çılgınlar gibi seviyorum, gurur yaptım, nasıl düzelteceğim bilmiyorum, yardım et bana, elinin gölgesi, köpeğinin gölgesi olayım, nolur geri dön" dür.

evet sevgili okur, hep düşünür dururum. bir insan birini tanıdığında onu 'sevmemek' gibi bir düşüncesi olabilir mi? sevmek zorunda değildir, tamam, ama sevmemek daha çok nefret ifade ediyor sanki. nefret etmek de aslında sevmenin başka bir versiyonu. gıcık kaparsın, kinlenirsin, kaale almazsın, ama sevmemek, saçma. hemde hala saçma.

ama bu dediğim insan ilişkileri içindir. bir sürü kişi kırmızı et sevmez. okşamaz onu. onunla beraber yatmaz! oysa kırmızı et yiyenler onu hep sever, saygı gösterir. el üstünde tutar!

yani insana karşı sevmeme gibi bir duygunun ilk başlarda olamayacağını yazıyorum. sevmek karşılıksızdır, karşılığı olunca aşk olur. peki sevmemek?

"sevmemek karşılıksızdır."

hadi ya. karşılıklı sevince aşk olur, karşılıklı sevmeyince nefret mi olur? şimdi:

"berke seni seviyorum"

"tülay bende seni seviyorum"

"hadi evlenelim"

öyleyse;

"berke seni sevmiyorum"

"tülay ben de seni sevmiyorum"

"o zaman bi siktir git berke"

"asıl sen bi siktir git tülay"

şimdi berke ve tülay n'apıyor? sevmemek mi, yoksa nefret mi?

ikisi de değil bence, berke ve tülay yukarıdaki diyalogda karşılıklı trip atıyorlar. nefret eden taraflar "ben seni sevmiyorum" gibi insancıl yaklaşımlar sergilemezler. keşke sergilense!!!

sevmemek için ön şart bence sevmektir. seversin ve sevmezsin. sebep sonuç ilişkisi var.

tabi sevmeme haline geçişin daha öncesi olmalı;

"sen iyi bir insansın. ama benim sorunlarım var. seni bunlarla harcamak istemiyorum. ben seni mutlu edemiyorum."

böyle bir sözden sonra, ilk önce sen iyi bir insansın lafına takmak lazım. "acaba bu kadını tokatlasam hala daha iyi bir insan olduğumu düşünür mü?"

(tokatla hadi, tutma kendini, vur şuna, iyi biri olmadığını göster o gerzeğe!!)

daha sonra "beni harcamak istemediği sorunlarına" da girerdim, ama bu laf yetip artıyor. "sen iyi bir insansın" lafı tüm beynimde çınlıyor, çınlıyor, çınlıyor, çınlıyor ve sanki bir uçurumdan düşerken kenarlarına sürekli çarpmış kadar delirtiyor.

ama "ben seni mutlu edemiyorum" mottosuna gelince artık akan sular durma noktasına gelir. "neden" diye sormayın karşınızda bulunan sığıra. lafı çarpıtıp duruyor işte. benim onu artık mutlu edemememi çaktırmadan yüzüme vurduğu yetmiyormuş gibi üstüne kendisini suçlayıp yine beni iyi bir insan yapıyor.

ben iyi bir insan değilim. iyilerden nefret ederim, tüm sakatları tekmeleyeceğim, tüm körleri arabaların önüne iteceğim, tüm sağırların analarına söveceğim!!!

böyle bir durumda "beni teselli etme. her sözün tüm vücuduma giren kancalar gibi acıtıyor bedenimi. bana sadece gerçeği söyle yeter. avutmana gerek yok. ben kendi tesellimi orhan gencebay'da bulurum. o anda da alkol alırken huzur bulurum." denilmelidir!!!

neden değil, sonuç önemlidir.

17 Haziran 2009 Çarşamba

şehrin diğer sakinleri


özellikle hayvan sevmeyip, insanları deli gibi seviyor görünüp, bizleri hayvanlara karşı saldırgan hale getiren kişilere bu yazdıklarım.

köpeklerin ne suçu var? ne suç işlemiş olabilir ki bu hayvanlar. bunlar hayvan yahu. köpeğin kuduz olmasının, birilerine saldırmasının köpeğin suçu olduğunu söyleyebilir misiniz? birini ısırabilir ve hatta saldırabilir. gerçekten, bir köpeği bu yüzden suçlayabilir misiniz?

sen koskoca şehirler yönetiyorsun, daha şehirdeki köpeklerin, senin şehrinin bir parçası olan köpeklerinin yaşabileceği hayvan toplama merkezini bile yapmıyorsun, "hastalanmasınlar, birilerine saldırmasınlar" diye tek tek aşılamayı geçtim, aşılı etleri sokaklara atıp, hiç değilse köpekleri bu şekilde aşılamıyorsun, sonra tüm suç bunlarda. yahu çöplerini bile adam gibi depolayabilsen bu hayvanların sayısı otomatikman, kendilinden düşer. çünkü bu hayvanlar besin miktarına göre popülasyonlarını artırıp azaltabiliyorlar. yani onlar insanlar gibi üremiyor.

ama senin şehirden anladığın sadece insan. geri kalan canlılar önemsiz, insanlığın ilerlemesi önündeki engeller belkide.

hayvan zabıtası kanununa göre kuduz çıkan yerdeki aşısız köpekler(yani başıboş köpekler) toplu şekilde katledilebiliyor. zamanında yapıldığına da şahit oldum. hatta zabıtaların bu işi büyük bir zevkle yaptığını da biliyorum. şöyle bir güzel katliam yapalım diye beklemiyorlarsa eğer, hiçbir şey bilmiyorum. belediye çöpçüleri de leşleri toplayıp çöplüğe atar nasıl olsa.

her sabah küçük bir çocuğun mahallenin köpeklerini beslediği görüyorum. şehirleri yönetenler ise "çocuk işte" diye basitçe geçiştirebilir. ama sizlerde vicdan kalmamış. medyadan korktuğunuz için katliamları azalttınız. artık elinizi kolunuzu sallayarak yapamıyorsunuz böyle şeyleri. ama ilk vakaada tek sığındığınız liman yine katliam. sizde vicdan kalmamış.

hem bu katliamlar barınak yapmaktan daha ucuza gelir değil mi? artan para ile şehrin insanları için yeni kaldırım taşları döşersiniz işte.

16 Haziran 2009 Salı

metroseksüelliğe doğru evrilen erkek


canlıların erkeğinin güzel, kadının çirkin olmasına inat, insan türünün kadın çeşidi, erkeğine göre daha güzeldir. işte doğaya aykırı bu duruma isyan eden çirkin erkek, hep daha güzel olmak için çabalamıştır. sanki amacı kadınlar gibi, onlar kadar güzel olmaktır. bunun için önce paraya, dolayısıyla güce hükmetmiştir. akabinde aradığı güzelliğe bu sayede ulaşmaya çalışmıştır. siz hiç taş gibi olmayan travesiti resmi gördünüz mü?

bunu 18 ve 19. yy soylu erkekleri arasında görürüz. kadın gibidirler. onlar gibi narin olmak istemektedirler. yüzleri pudradan görünmez olur, gözleri her daim sürmelidir, peruk takarlar, saatlerce süslenirler, daha naif görünürler, hareketlerinde kadınlarda olduğu gibi bir zerafet vardır. ama bu daha çok gururlu bir yumuşaklıktır.

bu erkeğin günümüze ulaşan çeşidine de metroseksüel denir. tamamen bir yumuşama söz konusudur. o nefret ettiği kıl yumağı halinden kurtulmak için epilasyon, el ve ayaklarına maksimum bakım yaptırır, saç ektirir, kıyafetleri bile sert çizgilerden kurtulmuş ve yumuşamıştır. ama bu hareketlerde, o eski zamanların gururlu yumuşaklığı yoktur.

ama bu erkek, eninde sonunda, kendi vücudu yanında oldukça kusurlu, çelimsiz ve güçsüz olan kadın vücudunun çirkinliği keşfedecektir! işte o zaman kadına da ihtiyaç kalmayacaktır!

çağımızın geldiği bu aşamada bir kadınla bir erkek aynı evde yaşadığında "kesin bunlar yiyişiyordur" diyen kişiler, bundan 20 yıl sonra iki erkek aynı evde kaldığında yine "kesin bunlar yiyişiyordur" diyecektir!

gelecek nesil homoseksüel olacak, bu kaçınılmaz bir sondur!!!

tyler durden'ın dediği gibi, bir erkek, asla ve asla böyle görünmemeli...

15 Haziran 2009 Pazartesi

yer yerinden oynayınca!!


(okuyacağınız hikaye bir saçmalıktır.)

türk filmlerinde sıkça görülen bir durum vardır. zengin kızımız, sevgilisi olan şoförü ile sınıf farkından dolayı evlenememekte, ancak gizlice sevişmektedir. zaten şoförün yegane amacı evlenmek değil, evin küçük kızı ile sevişebilmektir. üstelik her sevişmeden sonra olayı aşçı, bahçıvan, garson, balıkçı, ayakkabıcı, dadı(dadıda da gözü vardır bu herifin) gibi evin geri kalan hizmetlilerine anlatmaktadır. laf aramızda, zengin kızın sapık babası, tüm bu konuşmaları gizli kamera ve mikrofon vasıtası ile ikinci kez dinlemektedir. ilkinde ise, şoförşe anlaştığıdan kızının sevişmelerini gizli gizli izlemektedir!

oysa zengin ve masum kızımızın bu olaylardan hiç haberi yoktur. o, fakir ama onurlu sandığı şerefsiz sevgilisi ile mutlu, mesut ve bahtiyar bir hayat sürdürdüğünü zannetmekte, geleceğe dair pembe panjurlu bir ev hayal etmektedir!

olay burada kalsa yine iyi, tam o sırada internet icat olunmuş, mertlik bozulmuştur! şoför 'fırsat bu fırsat' diye düşünüp, elindeki tüm kayıtlarla beraber kızın babasının ofisine gider. onu, bu görüntüleri internette yayınlamakla tehdit eder. zengin baba sinirlenir. kızı yüzünden tüm sosyeteye rezil olacaktır. acaba baba n'apacak?

babadan zengin olmayan, yaptığı akıllı yatırımlarla büyük bir servet kazanan baba, bu işin bir yolunu elbette bulmuştur. ama uzun süredir gözü kızının üstündedir. kızının doğumundan beri planlayıp uygulamaya koyduğu akıllara durgunluk verecek planının son hamlesini yapar. önce şoförü kiralık bir uşağa öldürtür. ama şoför görüntüleri başka birisine daha vermiştir. şoförün muavini olan bu kişi görüntüleri yayımlar.

yer yerinden oynamıştır. tüm sosyete bu olayla çalkalanmaktadır. annesinin fakirhanesine yaptığı ziyaretin tadını çıkartıcakken gazeteleri okuyan zavallı kızımız, kapının önünde birden bire duyduğu siren seslerine anlam veremez. olay yerine adli tıp gelmiştir. birazdan kızın psikoklojisini inceleneceklerdir.

akabinde baba bir basın toplantısı düzenler ve kızı sandığı kişinin aslında kızı olmadığını, fakir ama onurlu yaşantısının bir ürünü olan eski karısının, kendisini türk hava yolları'ndan bir kaptan pilot ile bundan 20 yıl önce aldattığını açıklar.

yer bir kez daha yerinden oynamıştır. tüm sosyete -araya giren diğer olayları saymaksak eğer- bu olayla çalkalanmaktadır. kız, adli tıp muayenesinde görüntüleri görünce şoka girmiştir. annesini bir daha hiçbir zaman affetmeyeceğini söyleyip durmaktadır. baba ise basın toplantısında niyetini açıkça ortaya koyar ve üvey kızını çok sevdiğini, türk hava yolları'na o kaptan ile karısını tanıştırdığı için özellikle teşekkür ettiğini, üvey kızıyla evlenmek istediğini açıklar.

yer yerinden yeniden oynamıştır. sosyete son bir hafta içinde bu olayla üçüncü, toplamda ise kırk yedince kez çalkalanmaktadır. oysa baba yıllardır en ince ayrıntısına kadar planladığı olayın en sonunda gerçek olmasından dolayı son derece mutludur. çünkü muavini yıllar önce o şoförün yanına yerleştirmiş ve sırf bu iş için interneti bilim adamlarına o icat ettirmiştir. şimdi ise yeni karısı ile birlikte denizin tadını çıkarmaktadır.

12 Haziran 2009 Cuma

karşı devrim!!!

atatürk'ün ölümüne yakın partinin, dolayısıyla ülkenin başına geçeceği düşünülen iki kişi vardır. genelkurmay başkanı fevzi çakmak ve içişleri bakanı şükrü kaya .

ismet paşa ise 1937 nin eylülünden beri uzaklardadır. atatürk ün bizzat kendisi onu görevden almış ve celal bayar ı başbakanı yapmıştır. bunun nedeni olarak mussolini italyası ve nazi almanyası örneklerini inceleyen refik saydam ve şükrü saraçoğlu'nun(fenerbahçenin efsane başkanı aynı zamanda) ülkeye dönünce uygulmak istedikleri faşist yapıdır. atatürk'ü führer(bir nevi ulu önder) gibi bir makama oturtup ismet inönü, refik saydam ve şükrü saraçoğlu ülkeyi faşist bir konseyle yönetmek istemiştir. ama plandan haberdar olan atatürk, tabiri caiz ise bunları sopayla kovalamıştır. ama bu üçlünün yaptıkları işler hala daha düzeltilemiyor. çünkü atatürk fazla yaşayamadı.


neyse işte, şükrü kaya içişleri bakanı olarak polise hükmetmektedir. fevzi çakmak ise askere. ikisi rekabet halindeyken şükrü kaya öne çıkmak için ilginç bir hamle yapar.

kardak meselesini bilirsiniz. bu kime ait olduğu bilinmeyen kayalıklar meselesini ilk düşünen şükrü kaya'dır. lozan'da adı geçmeyen bu kayalıkların hemen işgal edilmesi için atatürk'e teklif sunar. buna fevzi çakmak şiddetle karşı çıkar. "savaş riskini alamayacağını" söyler. şükrü kaya atılır ve "ver gemilerini, ben alırım" der. dediğini de gerçekten yapar. kayalıkları alır. lozan'dan sonra devlete ilk defa toprak kazandıran kişi olarak haklı! bir üne kavuşan kaya'nın artık önünde kimse duramayacaktır.

ama iş öyle bitmez tabi. fevzi çakmak yenilgiyi hazmedemez. işi gücü kaya'yı engellemektir. bu esnada aklına ismet paşa gelir ve onu başa getirmek için elinden gelen herşeyi yapar ve başarır.

işte chp'nin yazgısını değiştiren olay, ismet paşa'nın başa geçmesidir. atatürk'ün ölmeden hemen önce öldürülme emrini bile verdiği söylenen(ki büyük ihtimal yalan) ismet paşa iktidarı ele geçirir ve gerçek manada karşı devrim başlar. paradan ve puldan atatürk'ün resimlerini kaldırır, kendisinin resimlerini koyar. atatürk'ü ulu önder, kendisini milli şef ilan eder. ülkeyi refik saydam, şükrü saraçoğlu ikilisine emanet eder. ikisi beraber ülkeyi savaşın sonuna kadar koyu bir faşizme götürür. varlık vergisi ortaya çıkar. aşkale'de toplama kampları kurulur. zaten 1930 lardan beri ekonomisi göbekten faşist almanya ya bağlı ülkeyi iyice almanlara bağımlı hale getirirler.

refik saydam 1940 ların hemen başında aniden ölünce yerine saraçoğlu geçer. hatta şükrü saraçoğlu hakkında ilginç bir anektod vardır. yunan iç savaşında savaşmış mihri belli, sultanahmet camii minareleri arasında saraçoğlu faşisttir diye mahya bile asmıştır.

tüm bu ahval şerait içinde dahi savaşı almanlar kaybedince rus korkusu yüzünden bir hışımla kendilerini amerikanın kucağına atarlar. demokrasiye geçiş yaparlar. 1946'da dp'nin meclise girmesinden sonra islam ihaliyatı fakültesi ve ilk imam hatipler açılır. hatta 1950 seçimlerinden önce, bu ülke tarihinde ilk ve son olmak üzere bir imam(atatürk'ün cenaze namazını kılan) şemsettin günaltay başbakan olur.

kendisini sevmem ama can dündar'ın mustafa filminde güzel bir tepit vardır. m.kemal'i yalnız olarak niteler. bu gerçekten doğrudur. onu anlayabilecek çapta insan çevresinde yoktur. ülke idaresini ismet paşa'ya bıraktıktan sonra o sadece devrimlerle ilgilenmiştir.

aslında celal bayar'ı başbakan yapınca aralarınca ilginç bir konuşma olur. bayar'a şöyle der;

"polis müdürlerini, valileri ve büyükelçileri ben atayacağım. gerisi ile sen ilgilen."

celal bayar'ın da dediği gibi aslında geride ekonomi hariç bir şey kalmamıştır.

(saraçoğlu ile inönü time dergisine kapak olmuşlardır. hatta menderes bile kapak olmuştur. yani olay atatürk ve naim süleymanoğlu ile sınırlı değildir. saraçoğlu'ndaki hitler bıyığını farketmişsinizdir.)

11 Haziran 2009 Perşembe

serdar ile hep beraber

büyük! şarkıcı, söz yazarı, bestekar, oyuncu, magazinci, sporcu bir insan olan serdar ortaç, birbirinden ilginç şarkılara, sözlere ve kliplere imza atıyor. bazen attığı imzaları görünce şaşıp kalıyorum.

mesela; oldukça abuk bir dansöz şarkısı ve onun klibi var. küçücük kızlar bir spor salonunda dans edip şarkının girişini söylüyorlar ve o da ne! birden bire o kızlar 20 li yaşlarındaki genç kadınlara dönüşüveriyorlar. sanki serdar ortaç bu şarkıyı 15 yıl önce yazmış, küçük kızları ayarlamış, girişini çekmiş ve 15 yıl sonra kızlar büyüyünce geri kalanını da çekmiş. "vayy be!" dedim kendi kendime, herife bak, ne azimliymiş! taa o yaştaki kızlardaki cevheri keşfetmiş mübarek. buradan onu kınıyorum, ama şanslı sayılır, yoksa onu 'küçücük kızlarla şirinlik yapmaya çalışan' biri olarak da nitelerdim. ne lan bu çocuk istismarı, mide bulandırıcı bir hal almaya başladı, çocuk reklam yıldızı, dizi oyuncusu, klip güzeli! istemiyorum.


tabii kendisinin en büyük vukuatı bu değil, daha kötüsü de var. ahmet kaya, kürtçe bir klip çekmek istediğini söylediğinde ona çatal bıçak fırlatmışlığı da var. zaten bu yüzden sporcu gözüyle bakıyorum ona! mübarek, sanki dart antremanı yapıyordu. o gün, yanında biricik ekürisi ebru gündeş de vardı. ah ahh, ne günlerdi, utanmadılar, hala utanmıyorlar, biri bunları bir güzel dövse diyordum hep içimden, dövmüşler serdar'ı. hahahaha...

ama yaptıkları içinde söylediği şu sözü tek geçerim. "8 tane nota var, kaç değişik şarkı yapılabilir ki?" demişti zamanında. müzisyen olduğunu iddia ediyor bu kişi. serdarcığım, bir tane torna tezgahı var, ama bak, kaç değişik parça çıkıyor!

"hayattt, beni neden yoruyorsun" şeklinde bir söz öbeği de mevcut bu bilge kişinin! "hayat! serdar ortaç'ı neden yoruyosun" ha, üzme serdar ı bakayım!

ama ben durur muyum yerimde hiç. serdar'ın yerine sordum bu soruyu hayata, beni serdar yerine koydu ve cevap verdi;

1- hem kumarda hem aşkta kaybediyorsun serdar'ım. o yüzden yoruluyorsun.
2- ulan ünlü bir şarkıcısın. karı, para her şey var. seni yoran ben değilim. git kendine başka şikayet edecek bir şey bul.
3- bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil, padişah değil be serdar'ım.
4- artık kliplerinde seksi siyahları oynatma serdar. onları tatmin etmeye çalışırken yoruluyorsun.

ama bunlar bile son yapıtı karşısında küçük dilimi yutmama neden olamadı. sanki bu sözleri kendisi için yazmış, o derece hoş ve güzel. elbette o sözlerde küçük değişiklikler yapacağım ve öyle yazacağım;

"sana verdiğim son hediye
bizi bir daha görme diye
gezegendeki son gemiye binip çek git
"

bengü ile beraber çekip gidebilirsin, "ya sev ya terk et" değil bu, kızma bize! ben senin gezegenden gitmeni istiyorum. yoksa kktc'de yaşayabileceğini ben de biliyorum!

9 Haziran 2009 Salı

güneşin batıdan doğması

eski metinlerde anlatıldığına göre bir gün boyunca güneşin doğmadığı bir zaman vardır. mesela inkalar böyle bir olayı kayıt altına almışlardır. o gece güneş doğmak bilmemiştir. çok büyük bir korku duyarlar.

aynı şekilde dünyanın tam tersi yönde ise, tevratda kayıt altına alınan, bir gün boyunca güneşin batmadığı günden bahsedilir. ilginç, doğuda güneş batmıyor, batıda ise güneş doğmuyor. bu olayın sebebi elbette bilinmiyor. ama iki toplum da böyle bir olayı kayıt altına aldığına göre, bu ilginç gün yaşanmış olabilir.

başka yerlere bakarsak eğer, bu şekilde dünyanın dönüş hızının yavaşladığına dair bir kanıt olabilecek bir bilgi ortada yok. ama mesela mö 1650 lerde mısır da 1 hafta süren karanlık zaman diliminden bahsedilir. gerçi onun nedeni büyük ihtimal minos uygarlığını yok eden, o çok büyük yanardağ patlamasıdır. kül ve duman o kadar fazladır ki tüm doğu akdenizi kaplar. insanlar güneşi görmez olur, ekinler kurur, hayvanlar ölür. belkide musa nın bahsettiği, gökten kurbağa yağan, çekirgelerin istila ettiği, suların kan olduğu, mısır ın tüm ilk doğan erkek çocukların birden bire öldüğü gün olsa gerek. zavallı masum mısırlılar...

bu ilk doğan erkek çocuğun ölümü hadisesi de ilginç aslında. şimdiki lübnan ve suriye de ilk doğan tüm erkek çocuklar tanrı el'e kurban edilirmiş. kurban edilen yerin adı ge hinnom. yani cehennem. göz yaşı vadisi demek. yahudilerin cehennemi burası sanması doğal aslında. işin ilginci ibrahim in neden ishak ı(islam a göre ismail derler ama ne kur an da, ne hadiste olay ismail in üstüne kalmamıştır. sonradan ishak, ismailleşmiştir) kurban etmek istediğini veya hangi tanrının bu kurban olayını istediği belli.

konu nereye geldi, neyse, bence asıl ilginç olacak olan olay güneşin doğudan batıp, batıdan doğması söylencesi. yani dönüşünün ters hale gelmesi. güneş sisteminde harbiden böyle dönüşü ters olan bir gezegen var. biz ona venüs diyoruz. venüs bildiğiniz gibi kadındır. iştar, inanna, astarte, anat, afrodit ve en sonunda lucifer ile anılan gezegen. evet, lucifer adlı şeytan erkek değil, kadındır. incil de, yuhanna nın kitabında bahsi geçen büyük fahişedir. yani rengi mor ve kırmızı olan büyük babil fahişesidir. bu fahişe, bildiğiniz gibi sümer'de hem savaşın, hem fahişelerin tanrıçasıdır. tevrat'da tanrı bu kişi ile evlendiğini, çocukları olduğunu, ama tanrıçanın bunları diri diri yediği yazılır. tevratın tanrısı ona çok sinirlenmiştir. işin ilginci kur an da bile vardır bu kişi. harut ile marut un hikayesinde geçer.

venüs'ün şimdiki konumunda olmadığı, şimdiki astreoid kuşağında olan konumunu bir büyük çarpışma neticesinde kaybettiğini söyleyenler var. çarpışma neticesinde dağılan parçalarından bir kısmı astreoid kuşağını oluşturmuş. kalan büyük kısım ise yalpalaya yalpalaya dünyayı da geçerek şimdiki konumuna geldiği ve dönüşünün değiştiğini söylüyorlar. evet, tüm gezegenler kendi çevrelerinde sağdan sola dönerken venüs, soldan sağa döner. yani tam tersi. dünyada böyle bir şey olması durumunda herhalde sadece bir defa o güne şahit olabiliriz. çünkü böyle bir çarpmada tüm dünya venüse döner. sürekli volkanların patladığı, bu yüzden atmosferinin kalınlaştı, okyanusların buharlaştığı, sıcaklığın kaybolmayıp binlerce dereceye ulaştığı bir gezegen olur dünya. üstelik hiçbir yaşam belirtisi de kalmaz gezegenimizde.

ve son soru. harbiden böyle bir şey olabilir mi? yaklaşık 5-6 sene önce dünya ile ay arasından çok büyük meteor kayıp gitti. üstelik o meteor filmlerdeki gibi yıllar önce değil, son anda farkedildi. ya dünyaya çarpsaydı! işte kıyamet o zaman kopardı!!!

8 Haziran 2009 Pazartesi

hidayet türkoğlu vs rüya


dün gece biri almış başımı, sıktıkça sıkıyor, öleceğim lan, öyle böyle değil. "imdat, (yani help, help me!!)" diye bağırıyorum, hatta evin içinde birileri yerlerde yatıyor. duyan yok sesimi. "sesim çıkmıyor, niye" diye düşünürken kavradım herifi belinden, vurdum kafasını duvara, vurdum duvara. sonra bir "imdat" diye daha bağırdım ve uyandım. karabasanmış a q.

şu karabasan illeti eskiden çok uğrardı yanıma, alışkanlık işte, geceleri yastağımın altında kılıç, yatağın hemen yanında zagor dan taklit çekiç ile uyurum o yüzden. hatta kutsal kitapları her zaman belimin üstünde taşımışımdır, her zaman abdestli gezmişimdir, toprak benden davacı olamaz mahşer günü, kolaymı lan, ayağım cünüp olarak toprağa basmasın diye, daima banyoda sevişmişimdir. o kadar dikkat ederim bu işlere! ama alışmıştım şerefsize, geldiğinde "siktir git lan!" diye bağırıp yollardım. bu sefer farkına varamazdım. herhalde beni boğazladığı için olsa gerek.

karabasan denilen şey vücut ile beyinin farklı zamanda uyanması. yani önce beyin uyanıyor, vücut uyanamıyor, öyle kaskatı kalıyorsunuz, sesiniz bile çıkmıyor, felçli gibisiniz anlayacağınız. en sonunda vücut da uyanınca, her şey normale dönüyor. sanıldığı gibi cinler sırtınıza binmiyor, sizi taciz etmiyor, boğmaya çalışmıyor. nas suresini okumak ise size sadece psikolojik bir rahatlama olarak geri döner. yani etkisi açısından, benim söylediğim ile okunan dua arasında temelde bir fark yok.

ama feci oldum, "açayım" dedim tv yi, açtım, bir de ne göreyim? orlando-lakers maçı. hidayet in maçı. sesi gelsin, "siktir et, uyu yavrum" dedim tekrar kendi kendime. ne uykusu, hepsi çekip gitmiş, beni terk etmiş. bende başladım maça.

ilk devre orlando felaket. bir tel lewis oynuyor. hidayet varla yok arası bir şey. polonyalı bir gülyabani var takımda, gördüm onu tekrar, "uyuma lan, rüyana girer bu şerefsiz" dedim kendi kendime.

nihayet üçüncü çeyrek başladı ve hidayet de başladı. ikilik, üçlük, asist derken maçın sonu geldi ve kobe'yi bir blokladı şerefsiz, öyle böyle değil. harbi bak, ben öyle blok görmedim ömrü hayatımda. mvp nin başına geçirdi topu, tv defalarca gösterdi hareketi, oha, harbiden oha, "o neydi lan öyle" dedim kendi kendime. yuh aq.

maç bitti ve orlando magic kaybetti. lewis ile hidayet oraya kadar getirebildi takımı. howard biraz daha etkili olabilse rahat kazanırlardı. 40 sayıdan sonra kobe nin canı çıkmış, belli. 2 gün sonra seri orlando'da. 30 un altında kalabilirse kobe, 3 maçı da alabilir orlando. hadi hayırlısı...

saat oldu 06:00. bir daha uyku tutmadı doğal olarak. enfes bir blok kaldı aklımda, hemde güzelinden...

gelecek öngörüleri



ey okuyucu, soyum nostradamus'a dayanır! elbet bana da bulaştı bir şeyler. sizin için dün gece geleceğe yattım ve gördüklerimi aşağıda yazdım. muhakkak okuyun, cahil kalmayın! hem sonra, içki muhabbetlerinde hava bile atabilirsiniz, izin veriyorum!

"beş tane at gördüm önce, bir kadın binmiş sırtına, beşinin de, tüm kadınları kılıçtan geçiriyordu. 50 tane insan gördüm sonra, bir taşın önünde saygıyla eğiliyorlardı. 500 tane maymun gördüm, buzulların arasında yaşamaya çalışan. 5000 tane taş düştü dünyaya, 50.000 karınca birbirleriyle savaşıyordu ve 500.000 eşşek vardı bir yerde, iyi iş çıkarmadıkları için yargılanıyorlardı."

ey okuyucu, rüyam budur, yorumu da koyayım buraya, boy boylayın, soy soylayın, ululandırın bunu yazanı!!!

5 yıl sonra...

ey marduk! geldin değil mi lan, severim seni, hadi gel artık, gebert şu insanları. ey güzeller güzeli inanna, ben senin sadık bir kulunum, vaadini hatırlatmaya geldim. bir daha dünyaya geldiğinde tüm kadınları öldüreceğini söylemiştin. sözün budur, öldür onları!!!

50 yıl sonra...

muhtemelen mezarlık! ama gömüleceğim yeri önceden kontrol ettim, toprak numunesi aldım, çökmelerine karşı mezarı sağlamlaştırdım. haşere ve böceklere karşı her bir tarafını beton yaptım. soğuk havalarda üşümemek yazın terlememek için klima taktırdım. kokmaması için vicks oda spreyi tedarik ettim. kıçıma pamuk sokulmaması için dinden, imandan çıktım. böylece gömüleceğim yer, ne cehennem çukurlarından bir çukura, ne cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüşecek. ayrıca altın dişimin çalınmaması için bu dişi torunuma vermedim. gittim 20 yaşında bir kadın buldum. zaten tam o kadınla günümü gün ederken öldüm!

500 yıl sonra...

küresel ısınmadan dolayı şimdiki sahil şeridi tamamen sular altında kalmış ve binbir emekle hazırladığım mezarım yok olmuştur. insanlar yaşamak için son çare olarak kanada ve sibirya ya sığınmıştır. çünkü küre ısınmış ve buraların binlerce yıldır buzul altında kalan toprakları çoktan tarıma açılmıştır. bu avrupalı denyolar yeni bir kavimler göçü icat ederek, bu sefer batıdan doğuya doğru, arkalarında hunlar olmadan göç etmeye çalışmışlar, ama rusların nükleer silahları yüzünden hepsi telef olmuşlardır. nüfus planlaması sonucu dünyada sadece çinliler ve hintliler kalmıştır!

5000 yıl sonra...

artık ortada din ve ırk diye bir şey kalmamıştır. ırk olmadığı için dolayısıyla türk de kalmamış ve bazı denyo kahinlerin "herkes uzaya yerleşek, dünya türk olacak" şeklindeki tahminleri tutmayacak. onlara boşuna para vermeyin, bana gelin, ben sizi kazıklarım! ha, nerede kalmıştık, yani devlet kavramı tamamen bitecektir. tüm dünyaya anarşizm hükmedecek ve herkes mutlu bir şekilde yaşayacaktır. uzaya çıkan yiğit insanlar, gagarin den aldıkları ilhamlarla mars ın havasını yaşanabilir duruma getirdikleri gibi besin üretmeye de başlayacaklardır. uzak bir yıldız sisteminde ise anakin skywalker adlı biri, gücün karanlık tarafına geçip, darth vader adını alacaktır.

50.000 yıl sonra...

artık kıyamet kopmuş ve ragnarok günü gelmiştir. binlerce yıldan beri viking savaşçılarının odin'in adını söylerek balta ve kılıçlarıyla gömülmesine neden olan savaş, yani iyilerin ve kötülerin son kapışması başlayacaktır. aslında savaşın sonucunu herkes bilir. kötüler kazanacak ve iyiler kaybedecektir. elimde kalkan ve kılıçla, kaybedeceğimi bile bile katılacağım bu son muhaberede kan ve ölümden başka bir şey görmeyeceğim. skoll güneşi ve hati'yi yuttuğunda, gullinkambi tanrılara doğru bağıracak ve ejderhaları savaş alanına çağıracak. jormungand ve fenris serbest kaldığında thor'un ölümü yakın bir zaman alacak. thor öldüğünde de vidar fenris'i öldürecek. tyr ve garm birbirlerini öldürdüğünde ise dünya tamamen ateşler içerisinde kalacak. böylece bu son savaşta, tüm savaşçılar, kaybedeceklerini bile bile ölecekler, evren son bulmuş olacak...

500.000 yıl sonra...

mahşer günü nihayet bitmiş, herkes yargılanmış ve saflar belli olmuştur. cennette bir erkeğe 4000 huri düşmesi için erkeklerin neredeyse tamamı cehenneme yollanırken kadınların neredeyse tamamı cennete düşmüştür. böylece erkeklerin cenneti kadınların cehennemi olurken, kadınların cenneti erkeklerin cehennemi olmuştur. çünkü cehennemde de bir kadına 4000 erkek düşmüştür. işte bu yüzden, 4000 erkek yüzünden, cehennem, gerçekten cehennemdir!

5 Haziran 2009 Cuma

küresel ısınmanın gerçek nedeni!!!


canlar! sizin için kuzeyin eriyen buzullarında gezdim durdum ve böylece küresel ısınmanın nedenini buldum. evet, milyonlarca bilim insanı bu sebebi arıyordu, hatta sera gazları gibi abuk sabuk teoriler ortaya atmışlardı. hepsi yalan, işte gerçek!

ejderha mitlerini bilirsiniz. hemen tüm pagan mitlerinde bulunur. işte kuzeyin buzullarında yaşayan, paganist mavi gözlü beyaz bir ejderha, kuzeyin karlı dağlarını ateşi ile eriterek küresel ısınmaya neden olmuştur. amacı ise elbette küresel ısınma değil. o, bu sayede, buzulların altında kalan müthiş pagan tapınaklarını ortaya çıkarmaya çalışmaktadır.

ejderha ile konuştum, onu uyardım. yaptığının çok kötü olduğunu, bir sürü insanın 'buzullar erimesin' diye yakında intihar edeceğini söyledim. ama o, bu erimeler sonucunda bir sürü tapınağın, dolayısıyla tanrıların tekrar ortaya çıkacağını, insanların bu sayede hakyolunu bulacağını söyledi. böylece büyük tanrılar tarafından mükafatlandırılacakmış ve bu büyük tanrılara inanmayan tek tanrılı din mensuplarına cehennemi, bu dünyada tattıracakmış.

işte canlar, meğer küresel ısınma ile amaç bize cehennemi bu dünyada yaşatmakmış! roma'yı, kudüs'ü, istanbul'u ve hatta hicaz'ı ateş içinde bırakacakmış. ben ise ona halihazırda kudüs'ün çatışmalardan, hicaz'ın ise sıcaktan dolayı ateşler içerisinde olduğunu, bu yaptığının hiç iyi bir davranış olmadığını belirttim! o ise bana "madem öyle bende roma'yı yakarım!" dedi. bu işin de neron tarafından yapıldığını söylediğimde bana bakarak kıs kıs güldü ve "istanbul ne güne duruyor" diye cevap verdi.

bilim dünyası bu keşfime çok şaşıracak. şaşırsınlar, bana ne! benim amacım gerçeği, sadece ve sadece gerçeği yazmak!!!

(fotoğrafa izin vermediğinden temsili resmini çizdim!!!)

ahmet ile nejla'nın büyük aşkı!


ahmet, nejla'yı ikna ederse, onunla evlenip yuva kurmak için yanıp tutuşmaktadır. bu sebeple nejla'yı evine götürmek için ikna eder, ki nejla zaten hemen ikna olmuştur! çünkü şirketin muhasebecisi olan bu ahmet'den uzun süredir para tırtıklamanın yollarını aramaktadır. işte şimdi bir fırsat eline geçer. hemen küçük çantasına kamerayı yerleştirir ve ahmet ile beraber yola koyulur.

ama ahmet'in niyeti, ana babasının elini öptürmektir. nejla'nın ise öpmek için düşündüğü başka yerler vardır!

neyse işte, nejla apartmanın kapısına geldiğinde çok şaşırmıştı! "aaa" dedi nejla, "ben bu apartmanda daha önce gelmiştim!"

katları çıkarken de konuşmaya devam eder; "evet, bu daireye büyük bir ayı olan orhan'la gelmiştim. bak bak, bu daireye de küçük bir ayı kerimcan ile gelmiştim. şurada bu ayıların kadını olan melda ayısı ile birlikte olmuştum. hepsinin yataklarında yattım, hepsinin çorbalarını içtim. burada ise orhan, kerimcan ve melda ile. daha bunun üst katları da var hi hi, acaba sen hangi dairede oturuyorsun? çünkü bir keresinde gözüm kapalı sevişmiştim! anılarım canlandı birden gözümde."

ahmet çok utanmıştır! anasının elini öptüreceği kız kevaşenin teki çıkmıştır! ama mecburen yürümeye devam eder ve dairesinin önünde durur. kız tekrar konuşmaya başlar. bir makinalı tüfek gibi olan çenesi hiç durmamaktadır; "aaa, melda bu dairede hınbılın birinin kaldığını söylemişti. herhalde o sen değilsindir. bana daha önce bu dairede hiç kimse girmemişti. ilk sen gireceksin. bu dairenin kıymetini bil!"

ahmet sessizce kapıyı açar. babası kahveye gitmiştir, annesinin ise yan odada namaz kıldığını görür. annesinin kapısını kilitler ve kendi odasına nejla ile birlikte dalar. artık dalması gereken üç yer daha vardır!

4 Haziran 2009 Perşembe

içki içerken fotoğraf çektirmek!

daha internet bile yokken, hatta fotoğraf makinası bile icat olunmamışken bir grup insan, bazen nehirlerin kenarında, bazen de taş bir binada bir masanın etrafında toplanarak içip dururmuş. maksatları öyle içip içip felsefi sohbetlere dalmak değil elbette. sadece eğlence. işte bu eğlencelerden biri tarihe malolmuştur.


bu dünyanın en meşhur içki masasını siz de bilirsiniz. yani l'ultima cena. adamlar coşmuş ağbi. öyle bir eğlence tertiplemişlerki masanın üstünde kadehler, kutsal kase, mezeler gırla. "yarın kimin evinde toplanılacak, babası isa ya bugün ne demiş" tek konu bu!

elbette masanın mutsuz bir kişisi, masaya göre haini de var! bu yahuda iskaryot. tüm gece süren geyik muhabbetinden bıkmış, organizasyonu terpitleyen isa adlı herife feci şekilde gıcık kapmış. tüm gecesi rezil olmuş, "napsam da bu herif beni bir daha böyle rezil ortamlara çağırmasa" diye düşünüyor. üstelik herife 3 kadehten fazla da vermemişler. önünde içki kadehi yok. ama o birazdan eğlenceyi terkedecek. çünlü isa nın sağındaki magdelena az sonra göbek dansı yapmaya başladığında iş iyice çığrından çıkacak. mekanı romalı polisler bastığında orada olmak istemiyor. üstelik sevgilisi onu terketmiş ve canı sıkılıyor!

ve evet, en sonunda iyice sarhoş olan isa "bu benim kanımdır, içiniz! bu benim etimdir, yiyiniz!" diyerek iyice gaza gelecek ve içki ile ekmek üzerinden laflar söylecek ve polis baskını ile beraber eğlenceye katılan markos adlı kişi isa yı tanımadığını belirtecek. eğlence o kadar çok popüler olur ki yuhanna, matta, luka ve markos adlı kişiler, isa ile beraber yaptıklarını kitap haline getirirler. paraya para demezler!

o bir köşede kalan garibim yahuda iskaryot ise sabah olunca intikam hırsı ile polise koşar ve "gerçek 'sayın muhbir vatandaş' benim" diyerek herifi ispiyonlar. akabinde sırf bir içkili eğlence yüzünden isa çarmığa gerilir. çünkü roma valisi ve kudüs hahamı, bu eğlenceye çağrılmadıkları için ona çok bozulmuşlardır!

o içkili, yemekli eğlence o kadar eğlenceli olur ki masa dağıldığında ortaya koskoca bir din çıkmış ve milyonlarca kişi o din peşinde savrulup gitmiştir! üstelik eğlencenin etkisi aradan 1500 yıl geçmiş olmasına rağmen ve hala daha devam etmiş ve leonardo da vinci adlı ressam tarafından resmedilmiştir. üstelik resim bir tabloda değil, duvardadır. duvar da milano'dadır!

siz siz olun, içerseniz işte böyle için! gördüğünüz gibi böyle içerseniz değil takımınızı, değil ülkenizi, dünyayı bile kurtarabilirsiniz!

(tabii o gecede neler olduğunu çizen bir sürü sanatçı vardır, üstelik bunların değişik versiyonları da vardır. da vinci hariç gerisi bence yalandır.)

3 Haziran 2009 Çarşamba

kenelerden korkmayın, işte çaresi!!!


dikkat dikkat! "pikniğe brigitte bardot gibi gitmek istiyorum" diyen kadınlar, piknikte pantolonlarını çoraplarının içine sokup, amele gibi görünüp, tavlayacağı kızı bu görünüş yüzünden tavlayamayan erkekler! gerisi önemli değil'den dev bir hizmet daha! pikniğiniz rezil olmasın diye katil keneden korunma yolları!

(özellikle kene resmi koymuyorum, şimdi canınız sıkılmasın, bardot yeter size!)

- pikniğe gittiğiniz yere 3-5 tane tavuk götürün. tavuklar keneleri çıtır çtır yer. akabinde tavukları kesip mangal yaparsınız.

- çekirgesi bol alanlarda kene olmaz. hem aç kalırsanız çekirgeleri kavurup yersiniz.

- zirai mücadele ilaçları kısa bir süre için kesin sonuç getirir. yalnız rüzgara karşı işeme ve ilaçlama yapmayın. bir de ne olu ne olmaz, yüzünüzü gözünüzü koruyun!

- tüm bunları yaptınız ve kene gitti yine vücudunuza yapıştı mı? sizi gidi sahtekarlar, yapmadınız değil mi? neyse, önemli değil, doktorunuz sizin için yanıt veriyor:

"kadınsanız yanınızda cımbız vardır. erkekseniz en yakın kadının cımbızını isteyin. böylece tanışmış da olursunuz. kene sadece kafasını sokar ve kan emer. kan emerken acı vermez ama hafif bir kaşıntı olur. cımbızla keneyi tam olarak vücuda en yakın noktadan kavrayın. bu nokta kenenin ağız parçalarına karşılık gelir. keneyi 5-10 saniyede ve 2 harekette çekin. çekerken keneyi parçalamayın. keneyi vücudunuzdan uzaklaştıktan sonra hala kesmediyseniz tavuğunuza yedirin. kestiyseniz mangala atın. yansın şerefsiz!"

- yapışan keneyi vücuttan atmak için parfüm, kolonya, oje, aseton, gaz, mazot, benzin, oto gaz, rakı, viski, tekila, bira, şarap, yani alkol kullanmayın. çünkü bu şerefsiz kene refleks sahibidir ve ani bir harekette tükürüğünü ve dolayısıyla virüsü vücudunuza bırakabilir. kene tamamen çıktıktan sonra sabunlu suyla yarayı temizleyin. ağzının bir kaç parçası kalsa bile önemli değildir. çünkü o parçalar sıvı içermez.

- istanbul ve izmir'de, daha doğrusu sahilde kırım kongo kanamalı ateşinin görüldüğünü hatırlamıyorum. demek oluyor ki buraların kenelerinin virüsleri hala daha evrim geçirmemiş. yine de kene yapıştıysa en yakın sağlık kuruluşuna koşar adım gidiniz.

- kene kuru ot ve hayvan pisliğinin çok olduğu yerlerde daha rahat ürer. fantazi yapıp sevgilinizle ağırda veya kuru otun bol olduğu ağaçlık alanlarda sevişmeyiniz. veya sevişin bana ne!

işte bir gününüzü daha kurtaran, süper kahraman, gerisi önemli değil!!!

1 Haziran 2009 Pazartesi

dışavurumcu alman sineması!!!

benim anlatacağım dışavurumcu! alman sineması elbette porno sektörü. alman sinemasının bu versiyonuna bayılıyorum! hem zaten bu ekspresyonizm'i de almanlar bulmamış mıdır a canlar! adamlar düşünmüşler ve taşınmışlar ve "biz niye bunu pornoda uygulamayalım" diye kendi kendilerine soru sormuşlardır. işte gerçek üstücülük ilk kez pornoda kullanılmış ve günümüz seks kültürüne almanlar önemli hizmetlerde bulunmuşlarrdır! ama en sonunda, yazları kısa almanya'nın porno filmlerinin çoğunun kapalı mekanlarda geçtiğini de fark edip, baharın gelişini de kutlamak için kendilerini sokaklara, barlara, samanlıklara, nehir kenarlarına ve hatta evlerinin balkonlarına atmışlar. filmlerini bu mekanlarda çekip, porno sitelerine yollarlar. böylece tüm kış boyunca içlerinde kalmış teşhircilik duygularını bu sayede bastırabilmişler! bana inanmıyorsanız izleyin, hak vereceksiniz!!

işin ilginci bu almanlar olayı daha da abartıp "porno toplum için midir yoksa, toplum porno için midir" şeklindeki derin tartışmalara girmişler, en sonunda hitler, tüm "toplum porno içindir" diyenleri öldürterek "porno toplum içindir" diyenlerin kazanmasını sağlamıştır!

ama savaş sonunda almanya'da erkek kalmadığı yönündeki vaadlere inanıp almanya'ya göç eden insanlarımız, dışavurumcu alman sinemasını hiçbir zaman benimsememiştir! bu yüzden, bu sinemanın ilk büyük eserleri sayesinde almanlar arasında nüfus patlaması sağlanmıştır ve pornonun toplum için olduğunu dosta düşmana ispat etmişler. ikinci dünya savaşı'ndan beri büyük bir başarıya hasret olan almanlar, bu zaferi yıllarca abidik gubudik porno filmler çekerek kutlamışlar, ama hiç bir zaman dışavurumcu ekollerinin seviyesine gelememişlerdir!

her neyse işte, çok ilginç, hatta bana inanmazsınız ama bu filmler konuludur! mesela clara çiçeklerini sulamak için balkona çıkmıştır. ama o da ne? aynı zamanda çıplak olarak güneşlenme isteğiyle de yanıp tutuşmaktadır. soyunmaya başlar ve tam o anda karşı penceresinde oturan helbert onu görür. bir kaç göz işareti sonucunda helbert kendini clara'nın balkonuna atar. artık evde sulanmayacak çiçek kalmayacaktır! tüm çiçeklerin başına sırayla gidilecektir. üstelik sesleri duyan clara'nın ev arkadaşı helga, melga, megan, andreas, ulrich, lothar da olaya dahil olacaktır. tam bu sırada yan dairede oturan sibel isimli bir türk kızı kulağını duvara dayamış ve çıkan sesleri dinlemektedir. bir gün sıranın kendisine geleceğini umut etmektedir!!!

hem zaten balkon dediğimiz şey, başlıbaşına bir erotik simge değil midir a okurlar!!!

not: resim bir ispanyol olan bardem'e aittir. alman pornosu ile hiçbir ilgisi yoktur!
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.