aziz pavlus, saint paul olarak da bilinen, ilk başlarda adı saul olan, ama şam'a hristiyanlarla mücadele etmek için giderken yüzüne çarpan bir ışık demeti sayesinde hristiyan olup yeni dini yaymaya başlayan, tarsuslu bir yahudidir. ilk başlarda ferisi bir yahudi iken, isa o gün ona görünmüş ve "saul, saul niçin bana zulmediyorsun?" der. akabinde mesih inancını yaymaya kendini adar. adını paul olarak değiştirir. isa yaşarken onu hiç görmemiştir. ama on üçüncü havari olmuştur.
havari petrus kendilerine karşı daha önce savaşan pavlus'un günahlarının kefaleti için incili tebliğ etmesini söyler. böylece pavlus'un gezileri başladı. bu gezilerini anadolu, yunanistan ve en sonunda roma'ya yaptı. anadoluda kurduğu 7 kilise, hristiyanlığın ilk yedi kilisesidir. yani roma'dan önce anadoluda kilise kurulmuştur. bu yedi kilise, tüm kiliselerin temelidir.
hristiyanlığı bir yahudi mezhebi olmaktan kurtarıp evrenselleştiren kişidir. isa ve havarilerin amacı yahudiliği bataktan kurtarmaktır. yani amaçları sadece yahudileri kurtarmaktır. petrus'a rağmen daha geniş düşünmüş ve sept gününü, sünneti ve domuz yasağını kaldırmıştır. baba, oğul ve kutsal ruh üçlemesini icat etmiştir. pagan dini ile yahudiliği bir potaya sokmuş ve ortaya çıkan sentez sonucunda insanın "tanrı suretinde" yaratılmış olduğu yönündeki yahudi inancının karşısına "insan suretinde yaratılmış bir tanrı"yı çıkarır. isa'yı her şeyin merkezi haline getirir. isa varlık öncesi var olan tanrısal bir figürdür. yani tanrı oğludur. isa, insanlığın ilahi kurtarıcısıdır. insanlığın yasa-günah ve ölüm kısırdöngüsünden kurtarmak için bedenleşen, ölen ve tekrar dirilen tanrıdır.
"müjde'yi(incil) sünnetlilere bildirme işi nasıl petrus'a verildiyse, sünnetsizlere bildirme işinin de bana verildiğini gördüler."
kendisi roma vatandaşıdır(şimdinin ab vatandaşlığı, amerikan vatandaşlığı gibi). vaazlarında bu vatandaşlık işine yaramıştır. egede vaaz verirken askerler bileklerine kelepçe vurur ve onu götürürler. roma vatandaşı olduğu için çabuk kurtulur. ama peter ile birlikte roma'da yeni dini yaymaya başlayınca kendini kurtaramaz ve ms 65'de neron'un emri ile başı kesilerek idam edilir. katolik kilisesi onu, saint peter ile birlikte kilisenin kurucusu sayar. zaten mektupları incilin sonuna eklenmiştir.
kadınlarla arası pek iyi değildir.
"bir kadın başını açacağına, saçlarını kazıtsın daha iyi" der. türban taraftarıdır!
her duruma ve şekle göre hareket edilebileceğini gösteren birisidir.
"yahudileri kazanmak için yahudilere yahudi gibi davrandım. kendim kutsal yasa'nın denetimi altında olmadığım halde, yasa altında olanları kazanmak için onlara yasa altındaymışım gibi davrandım. tanrı'nın yasasına sahip olmayan biri değilim, mesih'in yasası altındayım. buna karşın, yasa'ya sahip olmayanları kazanmak için yasa'ya sahip değilmişim gibi davrandım. güçsüzleri kazanmak için onlarla güçsüz oldum. ne yapıp yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum. bunların hepsini, müjde'de payım olsun diye müjde'nin uğruna yapıyorum."
31 Mart 2010 Çarşamba
30 Mart 2010 Salı
22 haziran 1941 naziler sovyetlere saldırır
22 haziran 1941'de nazi almanya'sı uzunca bir süredir planladığı blitzkrieg'i başlatır. üç alman ordusu vardır. kuzey ordusu leningrad yönüne, merkez ordusu moskova ve güney ordusu ise ukrayna'ya dalar. romenlerden de yardım almışlardır. hatta romenlere dinyeper'e kadar olan sovyet toprakları teklif edilmiştir. peki ama naziler sovyetlere neden saldırdı? önlerinde bir kaç değişik alternatif vardı. ispanya'yı işgal edip cebelitarık'ı işgal edebilirler ve ingilizlere gerçek bir kıta ablukası uygulayabilirlerdi. hatta ana ülke ile bağlantısı kesilen mısır'ı ve kıbrıs'ı alabilirlerdi. üstelik mısır'ı alınca hindistan ve avustralya ile bağlantısı bile kesilir, amerikan yardımı olmadan yaşayamaz duruma zaten düşmüş olan ingilizleri dizleri üzerine çökertebilirdi. belki de böylece denizarslan'ı operasyonu başarıya dönüşürdü. ama olmadı. hitler, stalin'e saldırdı.
viktor suvorov, babası ikinci harpte bir kaç ağır yara almasına rağmen yaşayan, kgb ajanı iken taraf değiştirip ingilizlere sığınan bir rus. yazdığı kitabın adı buzkıran. viktor bu kitapta der ki, hitler stalin'e saldırmasaydı stalin hitler'e zaten saldıracaktı. hitler'in saldırısı, kendisine karşı önleyici bir saldırıydı ve kısmen başarılı oldu. ilk hamlede savunma tamamen çökertilebilseydi saldırı kesin olarak başarıya ulaşırdı. ani saldırın da amacı budur zaten. ama sovyetler ilk anda dizleri üstüne çökertilemedi ve yavaş yavaş kontrolü ellerine aldılar. sonra bu savına temel teşkil eden olayları yazar.
öncelikli olarak stalin hattından bahseder. 1930'larda imal edilen, günümüzün parasıyla milyarlarca dolara çıkabilecek olan, baltık denizi'nden karadeniz'e kadar inen bir hattır. oldukça güçlü mevzileri vardır. almanlar maginot hattına direkt saldırmak yerine arkasından dolaşmıştı. stalin hattında ise böyle bir şansları yoktu. onu delip geçmek zorundaydılar. tam bir savunma savaşı için imal edilmişti. hattın içinde askerlere aylarca yetecek silah ve cephane bulunuyordu. ama stalin 1939'dan sonra bu hattaki tüm silah ve askeri çekip toprakla doldurtmuştu. askeri ve silahları ise hattın batısına sürmüş. isyancı gruplar hattı kendisine karşı kullanabilir endişesiyle de doldurtmuş. stalin savunmayı düşünse bu hattı olduğu gibi bırakır ve daha da güçlendirirdi. nazilerin stalingrad'taki savunma hatlarını bir türlü yaramadığı düşünülürse sadece bu hattın var olması durumunda bile daha ilk anda büyük bir bozguna uğrayacakları düşünülebilir. üstelik mayıs 1941'de stalin, sınırdaki tel örgüleri bile kaldırtmış, köprülerin havaya uçurulmasını sağlayacak düzenekleri imha etmiştir. üstelik almanlar saldırdığında sovyet askerleri çoktan nehirlerin batı yakasına çıkmıştı. yani alman saldırısında nehir ile alman askerleri arasına sıkışmışlardı.
akabinde rus ordusunun 1940'lardaki silah envanterine dalar. ruslar avcı uçakları yerine(savunma için) bombardıman uçakları(saldırı) üretmeye başlamışlardır. üstelik yüksek hızda giden, otoyola çıkınca paletlerini atıp tekerlekleri üzerinde bir yarış arabası gibi gidebilen tanklar üretmişlerdir. hatta havadan tank intikali için büyük uçak tasarımcısı antonov, uçan tanklar bile icat etmiştir.
daha sonra ordunun konumundan dem vurur. mesela dinyeper üzerindeki nehir savaş gemileri tuna ağzına indirilmiştir. almanlar saldırınca da ele geçer korkusuyla hepsi kendisini batırır. yazara göre bu gemiler tuna'dan girecek, alman savaş ekonomisinin can damarı romanya petrol bölgelerini bombalayıp tuna üzerinden gidebilecekleri yeri kadar gideceklerdir. bu nehir savaş gemileri naziler saldırdığında rusya'nın nehirlerinde olabilseydi almanların nehirleri geçmek konusunda oldukça zorlanacaklarını tahmin etmek zor olmaz sanırım.
aynı zamanda ruslar dev gibi ordular beslemeye başlar. karpatlara hücum için kafkasyada görev yapmış dağcı tümenler, paraşütçü kolordular üretilerler. iş o raddeye varır ki 22 haziran 1941 tarihinde japon sınırında sadece bir kaç tümen kalmıştır. iç bölgeler ise tamamen boşalmıştır. üstelik sibirya'ya sürgüne gönderilen rus subaylar affedilir ve son bir şans daha verilerek birliklerine dağıtılır. tüm sovyet ordusu batıdadır. ordu beş cepheye ayrılmıştır. kuzey, kuzey batı, batı, güney batı ve güney cepheleri. her cephede onlarca mekanize, dağcı, topçu ve paraşütçü tümenler vardır. üstelik bu yaklaşık 200 tümenlik(1 tümen: 13.000 asker) beş cepheye ayrılmış ordunun arkasında ikinci bir kademe daha vardır ve sibirya'dan ve ülkenin her yanından silah ve malzemeler tren katarları ile yolda gelmektedir. tüm demiryolu sistemi felce uğramış gibi, tamamen askeri malzeme taşır durumdadır. tüm sovyet ordusu bir saldırı savaşı için son sürrat eğitilmektedir. savunma savaşına yönelik tek bir talimat bile yoktur.
işte tam bu sırada hitler saldırır. yazara göre stalin'in saldırı tarihi 6 temmuz 1941'dir. jukov ve stalin pazarları saldırmayı sevdiğinden ve tüm birliklerle birden saldırmak istediklerinden son ana kadar beklemektedirler. sovyet casusları almanların saldırısını öngörememiştir. o sovyet casusları ki almanların tüfeklerini temizlemek için kullandığı bezleri toplayıp(normalde bu bezler imha edilir), sovyet sınırına atıp analiz ettirirlermiş. alman silahlarında kullanılan yağ, rus soğuğuna dayanacak türden değildir çünkü. ve almanlar bu yağları 1941 kışına kadar değiştirmezler. ta ki tüfekleri çalışmamaya başlar, ancak akılları yağı değiştirmek gelir. üstelik sovyet istihbaratçıların tek yaptığı yağ kontrolü değildir elbette. tüm avrupa'nın koyun sayısını bile takip etmektedirler. çünkü almanların bir rus saldırısı öncesi 6 milyon koyun kürküne ihtiyaç duyulacağını hesaplamışlar ve koyun eti ile postunun ani fiyat fırlamalarını sıkı bir şekilde takip etmişlerdir. almanlar saldırdığında bir tane bile koyun kürkü ile korunan tümeni yoktur. her şeye rağmen hitler savaş planını 18 haziranda onaylar. 29 haziran günü tüm plan rusların eline geçer. sadece 11 günde tüm planı ele geçirmişlerdir. eğer hitler seferi biraz daha erteleseydi kendisi de saldırıya hazırlandığından feci şekilde gafil avlanacaktı. çünkü o da stalin gibi savunma siperlerini kapatmış ve sınırdaki tel örgüleri bile kaldırtmış, askerlerini nehirlerin doğu yakasına konuşlandırmıştı. ikisi de saldıracak en uygun anı beklemektedir.
stalin neden saldırmak istiyor? çünkü stalin ülkede tüm muhalif sesleri susturduktan sonra devrimi ihraç etmek niyetindedir. bu işin bir dünya savaşı olmadan başarılamayacağını da biliyordur. bunun için almanları tüm avrupa'yı dağıtan ve güçten düşmesini sağlayacak olan ülke olarak görür. savaş öncesi alman orduları ve subayları geniş rus topraklarında yıldırım savaşının tatbikatını boşuna yapmamıştır. en sonunda polonya'nın paylaştırılması konusunda almanlar ve ruslar anlaşır. ülke ele geçirilir. almanlar ruslarla barış yaptıklarından yüzlerini batıya döner ve bir kaç haftada fransa düşer. ruslar tam fransa seferi sırasında romanya'dan zorla şimdiki moldova ve şimdiki ukrayna'nın batısında bulunan kuzey bukovina'yı alır. baltık ülkeleri litvanya, letonya ve estonya'yı işgal eder. hitler'in yürüttüğü savaşın can damarı olan, savaşın kanı romanya petrolleri tehdit altındadır. barış antlaşmasına rağmen hitler, stalin'e kesin olarak güvensizlik duyar. ömrü boyunca komünistlerden nefret etmiştir ve eninde sonunda onunla hesaplaşacağını biliyordur. üstelik iki taraf sürekli birbirlerine saldırmayacağı sözü vermektedir. görüşmeler sürekli devam etmektedir. hatta romanya'nın alman, bulgaristan'ın sovyet kontrolünde olması ve rusların çanakkale boğazında üs kurmaları konularında bile anlaşmaya çabalarlar. hitler, ani bir saldırı ile rusları hazırlıksız yakalamak ister. komutanlarını iki cephede birden savaşa ikna eder. guderian'a göre onları kandırır.
stalin ise gerçek büyük saldırı için almanların ingiltere'yi işgal hareketini beklemektedir. almanlar ise bu kanıyı kuvvetlendirmek için ingilizlere karşı görünecek tatbikatlar yaparken, batıdaki orduların yerlerini değiştirirken, ruslara karşı saldıracak tümenlerini, tıpkı ruslar gibi ormanlarda saklıyor ve tam sınırında dibinde, tıpkı ruslar göstermelik savunma hatları yapıyordur. aynı taktiği jukov japonlara karşı kullanmış ve göstermelik savunma mevzileri yaparken çok çok kısa bir süre içerisinde 300 km yol gelen sovyet ordusu aniden japonlara saldırmış ve onları yenmişti.
22 haziran 1941'de almanlar 3 cepheden birden saldırır. rusların cephelerde 3 milyon kadar askeri bulunmaktaydı ve almanların iki katı uçak ve tanka sahiplerdi. sovyet uçaklarının büyük bir kısmı operasyonun ilk gününde yok edildi. piyade arasında bulunan sovyet tankları almanların sadece tanklardan oluşan birliklerine karşı etkili olmadı. tamamen saldırı düzeni içersinde yetiştirilen ruslar ilk planda hiçbir şey yapamazdı zaten ve yapamadı da. almanların saldıracağına inanmayan stalin ve jukov şaşkınlık içerisindedir. köprüler havaya uçurulamaz. ilk kademe 200 tümenlik orduları imha edilir. almanların birinci amacı sovyet ordusununun içerlere doğru çekilmesine fırsat tanımadan savaşı hemen bitirip moskova'yı ele geçirdikten sonra uralların arkasındaki sanayi bölgelerini ise hava harekatları ile yok etmekti. stalin ise tam olarak almanların istediğini yapıp almanlara karşı durması imkansız olan ordunun geri çekilmesine izin vermeyip sovyetlerin milyonlarca kayıp vermesine neden oldu. çünkü onun da amacı savunma değil, saldırıydı. almanlar saldırdığında bile orduya tek bir emir verildi; hücum edin.
hitler komutanlarına rusların sadece 200 tümen çıkarabileceğini söylemiştir. 115 tümenle(alman tümenleri 8000 askerden oluşur) saldıran almanlar guderian'ın mekanize birlikleri ile moskova kapılarına kadar son sürrat dalarlar. görünüşe göre rusların 1 metre bile savunma hattı yoktur. eğer hitler guderian'a moskova yerine güneye doğru dönmesini emretmeseydi belki her şey başka olabilirdi. ama almanlar, baltıktan karadenize kadar sınırlarda konuşlandırılmış bu sovyet ordusu imha ettikten sonra karşılarına 200 tümenlik bir sovyet ordusu daha çıkar. onu da imha ederler. ama artık güçleri tükenmiştir. stalin almanların karşısına 200 tümen daha çıkarır ve berlin'e, prag'a, viyana'ya girer.
eğer 22 hazirandan önce ilk kez ruslar saldırsaydı stalinizm fransa ve ispanya'ya kadar girecekti. almanlar savaşı daha 1941'de, en fazla 1942'de kaybedecekti. ama hitler'in bu ani saldırısı her şeyi tersine çevirmiş ve avrupa'nın sadece yarısına stalinizm yayılmıştır.
viktor suvorov, babası ikinci harpte bir kaç ağır yara almasına rağmen yaşayan, kgb ajanı iken taraf değiştirip ingilizlere sığınan bir rus. yazdığı kitabın adı buzkıran. viktor bu kitapta der ki, hitler stalin'e saldırmasaydı stalin hitler'e zaten saldıracaktı. hitler'in saldırısı, kendisine karşı önleyici bir saldırıydı ve kısmen başarılı oldu. ilk hamlede savunma tamamen çökertilebilseydi saldırı kesin olarak başarıya ulaşırdı. ani saldırın da amacı budur zaten. ama sovyetler ilk anda dizleri üstüne çökertilemedi ve yavaş yavaş kontrolü ellerine aldılar. sonra bu savına temel teşkil eden olayları yazar.
öncelikli olarak stalin hattından bahseder. 1930'larda imal edilen, günümüzün parasıyla milyarlarca dolara çıkabilecek olan, baltık denizi'nden karadeniz'e kadar inen bir hattır. oldukça güçlü mevzileri vardır. almanlar maginot hattına direkt saldırmak yerine arkasından dolaşmıştı. stalin hattında ise böyle bir şansları yoktu. onu delip geçmek zorundaydılar. tam bir savunma savaşı için imal edilmişti. hattın içinde askerlere aylarca yetecek silah ve cephane bulunuyordu. ama stalin 1939'dan sonra bu hattaki tüm silah ve askeri çekip toprakla doldurtmuştu. askeri ve silahları ise hattın batısına sürmüş. isyancı gruplar hattı kendisine karşı kullanabilir endişesiyle de doldurtmuş. stalin savunmayı düşünse bu hattı olduğu gibi bırakır ve daha da güçlendirirdi. nazilerin stalingrad'taki savunma hatlarını bir türlü yaramadığı düşünülürse sadece bu hattın var olması durumunda bile daha ilk anda büyük bir bozguna uğrayacakları düşünülebilir. üstelik mayıs 1941'de stalin, sınırdaki tel örgüleri bile kaldırtmış, köprülerin havaya uçurulmasını sağlayacak düzenekleri imha etmiştir. üstelik almanlar saldırdığında sovyet askerleri çoktan nehirlerin batı yakasına çıkmıştı. yani alman saldırısında nehir ile alman askerleri arasına sıkışmışlardı.
akabinde rus ordusunun 1940'lardaki silah envanterine dalar. ruslar avcı uçakları yerine(savunma için) bombardıman uçakları(saldırı) üretmeye başlamışlardır. üstelik yüksek hızda giden, otoyola çıkınca paletlerini atıp tekerlekleri üzerinde bir yarış arabası gibi gidebilen tanklar üretmişlerdir. hatta havadan tank intikali için büyük uçak tasarımcısı antonov, uçan tanklar bile icat etmiştir.
daha sonra ordunun konumundan dem vurur. mesela dinyeper üzerindeki nehir savaş gemileri tuna ağzına indirilmiştir. almanlar saldırınca da ele geçer korkusuyla hepsi kendisini batırır. yazara göre bu gemiler tuna'dan girecek, alman savaş ekonomisinin can damarı romanya petrol bölgelerini bombalayıp tuna üzerinden gidebilecekleri yeri kadar gideceklerdir. bu nehir savaş gemileri naziler saldırdığında rusya'nın nehirlerinde olabilseydi almanların nehirleri geçmek konusunda oldukça zorlanacaklarını tahmin etmek zor olmaz sanırım.
aynı zamanda ruslar dev gibi ordular beslemeye başlar. karpatlara hücum için kafkasyada görev yapmış dağcı tümenler, paraşütçü kolordular üretilerler. iş o raddeye varır ki 22 haziran 1941 tarihinde japon sınırında sadece bir kaç tümen kalmıştır. iç bölgeler ise tamamen boşalmıştır. üstelik sibirya'ya sürgüne gönderilen rus subaylar affedilir ve son bir şans daha verilerek birliklerine dağıtılır. tüm sovyet ordusu batıdadır. ordu beş cepheye ayrılmıştır. kuzey, kuzey batı, batı, güney batı ve güney cepheleri. her cephede onlarca mekanize, dağcı, topçu ve paraşütçü tümenler vardır. üstelik bu yaklaşık 200 tümenlik(1 tümen: 13.000 asker) beş cepheye ayrılmış ordunun arkasında ikinci bir kademe daha vardır ve sibirya'dan ve ülkenin her yanından silah ve malzemeler tren katarları ile yolda gelmektedir. tüm demiryolu sistemi felce uğramış gibi, tamamen askeri malzeme taşır durumdadır. tüm sovyet ordusu bir saldırı savaşı için son sürrat eğitilmektedir. savunma savaşına yönelik tek bir talimat bile yoktur.
işte tam bu sırada hitler saldırır. yazara göre stalin'in saldırı tarihi 6 temmuz 1941'dir. jukov ve stalin pazarları saldırmayı sevdiğinden ve tüm birliklerle birden saldırmak istediklerinden son ana kadar beklemektedirler. sovyet casusları almanların saldırısını öngörememiştir. o sovyet casusları ki almanların tüfeklerini temizlemek için kullandığı bezleri toplayıp(normalde bu bezler imha edilir), sovyet sınırına atıp analiz ettirirlermiş. alman silahlarında kullanılan yağ, rus soğuğuna dayanacak türden değildir çünkü. ve almanlar bu yağları 1941 kışına kadar değiştirmezler. ta ki tüfekleri çalışmamaya başlar, ancak akılları yağı değiştirmek gelir. üstelik sovyet istihbaratçıların tek yaptığı yağ kontrolü değildir elbette. tüm avrupa'nın koyun sayısını bile takip etmektedirler. çünkü almanların bir rus saldırısı öncesi 6 milyon koyun kürküne ihtiyaç duyulacağını hesaplamışlar ve koyun eti ile postunun ani fiyat fırlamalarını sıkı bir şekilde takip etmişlerdir. almanlar saldırdığında bir tane bile koyun kürkü ile korunan tümeni yoktur. her şeye rağmen hitler savaş planını 18 haziranda onaylar. 29 haziran günü tüm plan rusların eline geçer. sadece 11 günde tüm planı ele geçirmişlerdir. eğer hitler seferi biraz daha erteleseydi kendisi de saldırıya hazırlandığından feci şekilde gafil avlanacaktı. çünkü o da stalin gibi savunma siperlerini kapatmış ve sınırdaki tel örgüleri bile kaldırtmış, askerlerini nehirlerin doğu yakasına konuşlandırmıştı. ikisi de saldıracak en uygun anı beklemektedir.
stalin neden saldırmak istiyor? çünkü stalin ülkede tüm muhalif sesleri susturduktan sonra devrimi ihraç etmek niyetindedir. bu işin bir dünya savaşı olmadan başarılamayacağını da biliyordur. bunun için almanları tüm avrupa'yı dağıtan ve güçten düşmesini sağlayacak olan ülke olarak görür. savaş öncesi alman orduları ve subayları geniş rus topraklarında yıldırım savaşının tatbikatını boşuna yapmamıştır. en sonunda polonya'nın paylaştırılması konusunda almanlar ve ruslar anlaşır. ülke ele geçirilir. almanlar ruslarla barış yaptıklarından yüzlerini batıya döner ve bir kaç haftada fransa düşer. ruslar tam fransa seferi sırasında romanya'dan zorla şimdiki moldova ve şimdiki ukrayna'nın batısında bulunan kuzey bukovina'yı alır. baltık ülkeleri litvanya, letonya ve estonya'yı işgal eder. hitler'in yürüttüğü savaşın can damarı olan, savaşın kanı romanya petrolleri tehdit altındadır. barış antlaşmasına rağmen hitler, stalin'e kesin olarak güvensizlik duyar. ömrü boyunca komünistlerden nefret etmiştir ve eninde sonunda onunla hesaplaşacağını biliyordur. üstelik iki taraf sürekli birbirlerine saldırmayacağı sözü vermektedir. görüşmeler sürekli devam etmektedir. hatta romanya'nın alman, bulgaristan'ın sovyet kontrolünde olması ve rusların çanakkale boğazında üs kurmaları konularında bile anlaşmaya çabalarlar. hitler, ani bir saldırı ile rusları hazırlıksız yakalamak ister. komutanlarını iki cephede birden savaşa ikna eder. guderian'a göre onları kandırır.
stalin ise gerçek büyük saldırı için almanların ingiltere'yi işgal hareketini beklemektedir. almanlar ise bu kanıyı kuvvetlendirmek için ingilizlere karşı görünecek tatbikatlar yaparken, batıdaki orduların yerlerini değiştirirken, ruslara karşı saldıracak tümenlerini, tıpkı ruslar gibi ormanlarda saklıyor ve tam sınırında dibinde, tıpkı ruslar göstermelik savunma hatları yapıyordur. aynı taktiği jukov japonlara karşı kullanmış ve göstermelik savunma mevzileri yaparken çok çok kısa bir süre içerisinde 300 km yol gelen sovyet ordusu aniden japonlara saldırmış ve onları yenmişti.
22 haziran 1941'de almanlar 3 cepheden birden saldırır. rusların cephelerde 3 milyon kadar askeri bulunmaktaydı ve almanların iki katı uçak ve tanka sahiplerdi. sovyet uçaklarının büyük bir kısmı operasyonun ilk gününde yok edildi. piyade arasında bulunan sovyet tankları almanların sadece tanklardan oluşan birliklerine karşı etkili olmadı. tamamen saldırı düzeni içersinde yetiştirilen ruslar ilk planda hiçbir şey yapamazdı zaten ve yapamadı da. almanların saldıracağına inanmayan stalin ve jukov şaşkınlık içerisindedir. köprüler havaya uçurulamaz. ilk kademe 200 tümenlik orduları imha edilir. almanların birinci amacı sovyet ordusununun içerlere doğru çekilmesine fırsat tanımadan savaşı hemen bitirip moskova'yı ele geçirdikten sonra uralların arkasındaki sanayi bölgelerini ise hava harekatları ile yok etmekti. stalin ise tam olarak almanların istediğini yapıp almanlara karşı durması imkansız olan ordunun geri çekilmesine izin vermeyip sovyetlerin milyonlarca kayıp vermesine neden oldu. çünkü onun da amacı savunma değil, saldırıydı. almanlar saldırdığında bile orduya tek bir emir verildi; hücum edin.
hitler komutanlarına rusların sadece 200 tümen çıkarabileceğini söylemiştir. 115 tümenle(alman tümenleri 8000 askerden oluşur) saldıran almanlar guderian'ın mekanize birlikleri ile moskova kapılarına kadar son sürrat dalarlar. görünüşe göre rusların 1 metre bile savunma hattı yoktur. eğer hitler guderian'a moskova yerine güneye doğru dönmesini emretmeseydi belki her şey başka olabilirdi. ama almanlar, baltıktan karadenize kadar sınırlarda konuşlandırılmış bu sovyet ordusu imha ettikten sonra karşılarına 200 tümenlik bir sovyet ordusu daha çıkar. onu da imha ederler. ama artık güçleri tükenmiştir. stalin almanların karşısına 200 tümen daha çıkarır ve berlin'e, prag'a, viyana'ya girer.
eğer 22 hazirandan önce ilk kez ruslar saldırsaydı stalinizm fransa ve ispanya'ya kadar girecekti. almanlar savaşı daha 1941'de, en fazla 1942'de kaybedecekti. ama hitler'in bu ani saldırısı her şeyi tersine çevirmiş ve avrupa'nın sadece yarısına stalinizm yayılmıştır.
29 Mart 2010 Pazartesi
ikinci abdülhamid
bir kısım insanın ısrarla, büyük büyük yalanlar söyleyerek savundukları, hatta evliya haline getirdikleri bir padişahtır. derler ki;
abdülhamid zamanında bir karış vatan toprağı yabancılara geçmemiştir. ısrarla, üzerine basa basa söylerler hem de bu söylemi.
93 harbi onun devrinde başlasa bile başlatan o değil. o savaşta kaybedilenleri saymıyorum, ama onun mutlak hükümdarlığı zamanında mısır ve kıbrıs tek bir mermi bile atmadan ingilizlere resmen peşkeş çekilmiştir. kıbrıs'ı ingilizler doğu anadoludan yayılacak bir rus istilasına karşı bir ingiliz ileri karakolu olması için kiralamışlardır. 1914'de ilhak etmişlerdir. mısır'ın elden gitmesi ise başlı başına bir güldürü programı gibidir. şöyle diyeyim, ingilizler mısır'ı istemeye istemeye işgal etmişlerdir. ayrıca girit onun yüzünden yunanistan'a geçmiştir. koskoca teselya yunanistan'ı yendiğimiz halde masa başında kaybedilmiştir. bosna hersek yine onun zamanında avusturya macaristan'a peşkeş çekilmiştir. berlin antlaşmasına göre osmanlıya bağlı olan doğu rumeli(şimdiki güney bulgaristan), yine tek bir kurşun bile atılmadan bulgaristan prensliğine geçmiştir. bunların tek nedeni ise savaşmak istememesidir.
derler ki orduyu çok güçlendirmiştir.
93 harbinde rusları istanbul sahillerden uzak tutan donanmayı, kendisine karşı yapılabilecek olası bir darbeye karşı çürümeye terk etmiştir. çünkü amcası abdulaziz'i bu donanma devirmiştir. balkan harbide ise o donanmasızlık yüzünden başımıza neler geldiği belli. tüm ege adaları birer birer elimizden çıkmıştır. anadolunun kıçındaki adaları bile yunanlılar almıştır. sadece 1 gemimiz, yani rauf bey'in hamidiye zırhlısının atina sahillerini bombaladığını düşünürseniz, yunanlıların 1 gemi yüzünden paniklediğini bilirseniz az biraz anlaşılabilirim belki. haliç'te çürümeye terkedilen o gemilerde, gemiciler tavuk yetiştirip para kazanmaya çalışmıştır.
yine kendisine karşı darbe yapılır diye askeri okul öğrencilerine gerçek silah verilmemiş ve askeri manevralar tahtadan silahlarla yapılmıştır. ordudaki alaylı subaylar yüzünden her şey içinden çıkılmaz hale gelmiştir. okuma yazma bilmeyen alaylı paşalar ordu içindedir.
ama esaslı yenili kara ordusunda yapıldı elbette. baron von der goltz komutasında bir alman askeri heyeti istanbul'a gelir. goltz paşa, askeri okullarda reformlar gerçekleştirir ve genç subayların yetiştirilmesi için önkoşulları oluşturur. böylece türk generallerinin günümüze kadar dayanan, herkesten daha modern yöntemlerle eğitilmiş olma ve en yeni askeri teknolojileri takip etme bilincinin temel taşını döşer. prusya geleniğini başlatır.
yine kendisi için içki içmezdi derler. benim okuduğum kaynaklarda rom içtiği yazılıyor. rom, şeker kamışından imal ediliği için günahı yoktur diye içermiş. bu osmanlı padişahlarının tamamını evliya gibi gören, ağızlarına içki koymadığını sanan çok kişi var ve böyle bir şeye ciddi ciddi inanıyorlar.
abdülhamit'i neden bu kadar çok severler?
cevab: halifeliği etkin bir şekilde kullanması yüzünden islamcı tayfa bunu çok sever. onun zamanında endonezya müslümanları, osmanlı pasaportu ile avrupa'da rahat rahat gezebilmektedir. hindistan müslümanları ingilizlere karşı karşı halifeyi kullanıp, işlerine gelmeyen konularda rahat etmektedir. rusya müslümanları da aynen hindistan müslümanları gibi hareket edip işlerine gelmeyen konularda halifelik makamını kullanmıştır. yani sömürgelerde yaşayan müslümanlar halifelik gücü altına girerek kendilerini savunabilmişlerdir. günümüz müslümanları dünyadan artık doğrudan sömürünün olmadığının farkındadırlar sanırım.
bir başka neden de hicaz demiryoludur. bu konuda abdulhamid'in gerçekten vefakar bir tutumu vardır. ama demiryolu asla mekke'ye ulaşamamıştır. üstelik ara bağlantıları tamamlanamadığı için istanbul'dan medine'ye direkt sefer de yoktur.
ayrıca ülkenin kalkınması için bir çok sultani ve idadi (lise) kurmuştur. bir diğer neden yahudilere filistin'de toprak satmaması onu kahraman pozisyonuna getirmiştir. ama ingilizlere peşkeş çektiği koskoca mısır'ı düşününce 'keşke satsaymış' demekten de kendimi alamıyorum. çünkü yahudilerin teklifi oldukça güzeldir. osmanlının tüm dış borçlarını kapatacaklardır, üstüne o dış borçların yaklaşık 1,5 misli para verilecek ve sıfır gemilerden müteşekkil bir donanmayı osmanlıya hediye edeceklerdir. abdülhamit teklifi kabul etmez, ama filistinliler, yahudilere çok çok daha ucuza topraklarını satmıştır.
şahsen abdulhamid'in toptan 'kötü bir hükümdar' olduğunu iddia etmiyorum. hatta kendisi cumhurirete miras kalan bir çok kurumun ve fabrikanın kurucusudur. ama genel olarak yaptıkları affedilir şeyler değildir. hatta derim ki abdülhamit koskoca bir balondur. dışarıdan oldukça güçlü görünmesine rağmen içeriden hiç de güçlü değildir. o üzerine methiyeler düzülen istihbarat teşkilatı adam gibi olsaydı bu kadar büyük çaplarda toprak kaybedilmezdi.
neyse, kendisinin ileri görüşlülüğünü göstermek için dünyanın ilk denizaltısını aldığı da iddia edilir. oysa ilk denizaltıyı yunanistan aldığı için ikinci denizaltıyı osmanlı almıştır. o da 1 tanedir. yine çanakkale'deki topların onun tarafından yerleştirildiği iddia edilir. çanakkale'deki toplarının büyük çoğunluğunu abdulhamid değil, balkan savaşından sonra alman baskısı ile ittihat ve terakki yerleştirmiştir. toplar, krupp toplarıdır. yine günümüz savunucuları onun 5000 km karayolu yaptığını söyler! ilk duble yolcu kişi bu padişah sanırım! bu yol varsa eğer, ilk yağmurda tamamen çamurlaşan bildiğin köy/toprak yoludur. savaş zamanı almanlar anadoluyu gezerken istanbul'un dışında 1 tane bile doğru düzgün karayolu olmadığını ısrarlar belirtir. başka bir bilgi daha verirsem eğer zonguldak kömürünü getirtecek karayolu olmadığı için kömür yüklü gemiler karadeniz'e açılıyor ve ruslar tarafından batırılıyordu. bir ara istanbul ahalisi yiyecek ve ısınma sorunu yaşamıştır. çünkü istanbul'a karayolu olmadığı için erzak ulaşamamaktadır. telgraf ve otomobili ülkeye getirtiği söyleniyor. telgrafı amcası getirtmiştir. ayrıca darbe korkusu yüzünden istanbul'a telefon santrali kurdurmamıştır.
abdulhamid derin korkuları olan bir padişahtır. bu yüzden çevresini mükemmel bir şekilde düzenlediği sarayından çok az çıkmış ve adete kendi kendini hapsetmiştir. temel politikası büyük devletlerin birbiriyle rekabetinden istifade edip devleti ayakta tutmaktır. bunu bir derece başarmıştır. iktidarını sağlamlaştırmak için devletin içindeki unsurları da birbiriyle kırdırmakla meşguldür. o yüzden makedonya devlete bağlı kalmaya devam etmiştir. zaten aralarındaki sorun çözülür çözülmez balkan savaşında devleti resmen mahvetmişlerdir. güvenmediği kişilerin çoğunu sürgüne yollamıştır. doğuda kurduğu hamidiye alaylarının müslüman olmayan unsurlara yaptıklarını yazasım gelmiyor. kendi şahsi serveti ise faizciliktendir. galata bankeri ile yaptığı antlaşmalar servetine servet katmıştır.
abdülhamid devrinde üretim artmıştır. bunun inkar edilecek bir yanı yok elbette. bunun nedeni uzun süreli barış ve demiryollarıdır. ama o demiryolları yüzünden ülke yarı sömürge haline gelmiştir. ege'de ingilizler, çukurova'da fransızlar ve istanbul-bağdat demiryolu ile almanlar ülkeyi sömürge haline getirmişlerdir. kendi demiryollarının geçtiği yerleri sömürmüşlerdir. doğu anadoluda demiryolu imtiyazı ruslara verildiği halde ruslar elbette buraya ray döşememiştir. avusturya macaristan'a ise selanik'e kadar demiryolu imtiyazı verilmiştir. ülkenin elindeki tek demiryolu hatta hicaz demiryoludur. bu hat sahipleri devlerler, üretilen hammadeyi ve madenleri ülkelerine götürmüşlerdir. ittihat ve terakki fırkası'nın doğuş nedenlerinden birisi de o'nun devrinde türklerin ayakçılığa kadar düşmesi, gayri müslümlerin ise efendi pozisyonuna iyice yerleşmeleridir. o dönemin aydınları, 50 yıl sonrasını tamamen karanlık görüyor, müslüman ahalinin tamamen fakirleşeceğini, gayri müsim ahalinin ise ülkeyi tamamen sahipleneceğini öngörüyorlardı.
ayrıca koltuğuna o kadar çok yapışmıştır ki saltanatının sonlanacağı korkusu ile küçük bir grubun(enver, resneli niyazi, eyüp sabri) dağa çıkması ve onları yenmesi için gönderdiği şemsi paşa'nın öldürülmesi üzerine hemen meşrutiyeti ilan etmiştir. akıllı, cesur ve kararlı bir insan olsa ittihat ve terakki'nin onun karşısında hiçbir şansı olmazdı. oysa ne şekilde olursa olsun koltuğunda kalma hırsı yüzünden bu küçücük grubun her dediğine boyun eğmek zorunda kalmıştır.
abdülhamid zamanında bir karış vatan toprağı yabancılara geçmemiştir. ısrarla, üzerine basa basa söylerler hem de bu söylemi.
93 harbi onun devrinde başlasa bile başlatan o değil. o savaşta kaybedilenleri saymıyorum, ama onun mutlak hükümdarlığı zamanında mısır ve kıbrıs tek bir mermi bile atmadan ingilizlere resmen peşkeş çekilmiştir. kıbrıs'ı ingilizler doğu anadoludan yayılacak bir rus istilasına karşı bir ingiliz ileri karakolu olması için kiralamışlardır. 1914'de ilhak etmişlerdir. mısır'ın elden gitmesi ise başlı başına bir güldürü programı gibidir. şöyle diyeyim, ingilizler mısır'ı istemeye istemeye işgal etmişlerdir. ayrıca girit onun yüzünden yunanistan'a geçmiştir. koskoca teselya yunanistan'ı yendiğimiz halde masa başında kaybedilmiştir. bosna hersek yine onun zamanında avusturya macaristan'a peşkeş çekilmiştir. berlin antlaşmasına göre osmanlıya bağlı olan doğu rumeli(şimdiki güney bulgaristan), yine tek bir kurşun bile atılmadan bulgaristan prensliğine geçmiştir. bunların tek nedeni ise savaşmak istememesidir.
derler ki orduyu çok güçlendirmiştir.
93 harbinde rusları istanbul sahillerden uzak tutan donanmayı, kendisine karşı yapılabilecek olası bir darbeye karşı çürümeye terk etmiştir. çünkü amcası abdulaziz'i bu donanma devirmiştir. balkan harbide ise o donanmasızlık yüzünden başımıza neler geldiği belli. tüm ege adaları birer birer elimizden çıkmıştır. anadolunun kıçındaki adaları bile yunanlılar almıştır. sadece 1 gemimiz, yani rauf bey'in hamidiye zırhlısının atina sahillerini bombaladığını düşünürseniz, yunanlıların 1 gemi yüzünden paniklediğini bilirseniz az biraz anlaşılabilirim belki. haliç'te çürümeye terkedilen o gemilerde, gemiciler tavuk yetiştirip para kazanmaya çalışmıştır.
yine kendisine karşı darbe yapılır diye askeri okul öğrencilerine gerçek silah verilmemiş ve askeri manevralar tahtadan silahlarla yapılmıştır. ordudaki alaylı subaylar yüzünden her şey içinden çıkılmaz hale gelmiştir. okuma yazma bilmeyen alaylı paşalar ordu içindedir.
ama esaslı yenili kara ordusunda yapıldı elbette. baron von der goltz komutasında bir alman askeri heyeti istanbul'a gelir. goltz paşa, askeri okullarda reformlar gerçekleştirir ve genç subayların yetiştirilmesi için önkoşulları oluşturur. böylece türk generallerinin günümüze kadar dayanan, herkesten daha modern yöntemlerle eğitilmiş olma ve en yeni askeri teknolojileri takip etme bilincinin temel taşını döşer. prusya geleniğini başlatır.
yine kendisi için içki içmezdi derler. benim okuduğum kaynaklarda rom içtiği yazılıyor. rom, şeker kamışından imal ediliği için günahı yoktur diye içermiş. bu osmanlı padişahlarının tamamını evliya gibi gören, ağızlarına içki koymadığını sanan çok kişi var ve böyle bir şeye ciddi ciddi inanıyorlar.
abdülhamit'i neden bu kadar çok severler?
cevab: halifeliği etkin bir şekilde kullanması yüzünden islamcı tayfa bunu çok sever. onun zamanında endonezya müslümanları, osmanlı pasaportu ile avrupa'da rahat rahat gezebilmektedir. hindistan müslümanları ingilizlere karşı karşı halifeyi kullanıp, işlerine gelmeyen konularda rahat etmektedir. rusya müslümanları da aynen hindistan müslümanları gibi hareket edip işlerine gelmeyen konularda halifelik makamını kullanmıştır. yani sömürgelerde yaşayan müslümanlar halifelik gücü altına girerek kendilerini savunabilmişlerdir. günümüz müslümanları dünyadan artık doğrudan sömürünün olmadığının farkındadırlar sanırım.
bir başka neden de hicaz demiryoludur. bu konuda abdulhamid'in gerçekten vefakar bir tutumu vardır. ama demiryolu asla mekke'ye ulaşamamıştır. üstelik ara bağlantıları tamamlanamadığı için istanbul'dan medine'ye direkt sefer de yoktur.
ayrıca ülkenin kalkınması için bir çok sultani ve idadi (lise) kurmuştur. bir diğer neden yahudilere filistin'de toprak satmaması onu kahraman pozisyonuna getirmiştir. ama ingilizlere peşkeş çektiği koskoca mısır'ı düşününce 'keşke satsaymış' demekten de kendimi alamıyorum. çünkü yahudilerin teklifi oldukça güzeldir. osmanlının tüm dış borçlarını kapatacaklardır, üstüne o dış borçların yaklaşık 1,5 misli para verilecek ve sıfır gemilerden müteşekkil bir donanmayı osmanlıya hediye edeceklerdir. abdülhamit teklifi kabul etmez, ama filistinliler, yahudilere çok çok daha ucuza topraklarını satmıştır.
şahsen abdulhamid'in toptan 'kötü bir hükümdar' olduğunu iddia etmiyorum. hatta kendisi cumhurirete miras kalan bir çok kurumun ve fabrikanın kurucusudur. ama genel olarak yaptıkları affedilir şeyler değildir. hatta derim ki abdülhamit koskoca bir balondur. dışarıdan oldukça güçlü görünmesine rağmen içeriden hiç de güçlü değildir. o üzerine methiyeler düzülen istihbarat teşkilatı adam gibi olsaydı bu kadar büyük çaplarda toprak kaybedilmezdi.
neyse, kendisinin ileri görüşlülüğünü göstermek için dünyanın ilk denizaltısını aldığı da iddia edilir. oysa ilk denizaltıyı yunanistan aldığı için ikinci denizaltıyı osmanlı almıştır. o da 1 tanedir. yine çanakkale'deki topların onun tarafından yerleştirildiği iddia edilir. çanakkale'deki toplarının büyük çoğunluğunu abdulhamid değil, balkan savaşından sonra alman baskısı ile ittihat ve terakki yerleştirmiştir. toplar, krupp toplarıdır. yine günümüz savunucuları onun 5000 km karayolu yaptığını söyler! ilk duble yolcu kişi bu padişah sanırım! bu yol varsa eğer, ilk yağmurda tamamen çamurlaşan bildiğin köy/toprak yoludur. savaş zamanı almanlar anadoluyu gezerken istanbul'un dışında 1 tane bile doğru düzgün karayolu olmadığını ısrarlar belirtir. başka bir bilgi daha verirsem eğer zonguldak kömürünü getirtecek karayolu olmadığı için kömür yüklü gemiler karadeniz'e açılıyor ve ruslar tarafından batırılıyordu. bir ara istanbul ahalisi yiyecek ve ısınma sorunu yaşamıştır. çünkü istanbul'a karayolu olmadığı için erzak ulaşamamaktadır. telgraf ve otomobili ülkeye getirtiği söyleniyor. telgrafı amcası getirtmiştir. ayrıca darbe korkusu yüzünden istanbul'a telefon santrali kurdurmamıştır.
abdulhamid derin korkuları olan bir padişahtır. bu yüzden çevresini mükemmel bir şekilde düzenlediği sarayından çok az çıkmış ve adete kendi kendini hapsetmiştir. temel politikası büyük devletlerin birbiriyle rekabetinden istifade edip devleti ayakta tutmaktır. bunu bir derece başarmıştır. iktidarını sağlamlaştırmak için devletin içindeki unsurları da birbiriyle kırdırmakla meşguldür. o yüzden makedonya devlete bağlı kalmaya devam etmiştir. zaten aralarındaki sorun çözülür çözülmez balkan savaşında devleti resmen mahvetmişlerdir. güvenmediği kişilerin çoğunu sürgüne yollamıştır. doğuda kurduğu hamidiye alaylarının müslüman olmayan unsurlara yaptıklarını yazasım gelmiyor. kendi şahsi serveti ise faizciliktendir. galata bankeri ile yaptığı antlaşmalar servetine servet katmıştır.
abdülhamid devrinde üretim artmıştır. bunun inkar edilecek bir yanı yok elbette. bunun nedeni uzun süreli barış ve demiryollarıdır. ama o demiryolları yüzünden ülke yarı sömürge haline gelmiştir. ege'de ingilizler, çukurova'da fransızlar ve istanbul-bağdat demiryolu ile almanlar ülkeyi sömürge haline getirmişlerdir. kendi demiryollarının geçtiği yerleri sömürmüşlerdir. doğu anadoluda demiryolu imtiyazı ruslara verildiği halde ruslar elbette buraya ray döşememiştir. avusturya macaristan'a ise selanik'e kadar demiryolu imtiyazı verilmiştir. ülkenin elindeki tek demiryolu hatta hicaz demiryoludur. bu hat sahipleri devlerler, üretilen hammadeyi ve madenleri ülkelerine götürmüşlerdir. ittihat ve terakki fırkası'nın doğuş nedenlerinden birisi de o'nun devrinde türklerin ayakçılığa kadar düşmesi, gayri müslümlerin ise efendi pozisyonuna iyice yerleşmeleridir. o dönemin aydınları, 50 yıl sonrasını tamamen karanlık görüyor, müslüman ahalinin tamamen fakirleşeceğini, gayri müsim ahalinin ise ülkeyi tamamen sahipleneceğini öngörüyorlardı.
ayrıca koltuğuna o kadar çok yapışmıştır ki saltanatının sonlanacağı korkusu ile küçük bir grubun(enver, resneli niyazi, eyüp sabri) dağa çıkması ve onları yenmesi için gönderdiği şemsi paşa'nın öldürülmesi üzerine hemen meşrutiyeti ilan etmiştir. akıllı, cesur ve kararlı bir insan olsa ittihat ve terakki'nin onun karşısında hiçbir şansı olmazdı. oysa ne şekilde olursa olsun koltuğunda kalma hırsı yüzünden bu küçücük grubun her dediğine boyun eğmek zorunda kalmıştır.
Etiketler:
tarihi kişilik
26 Mart 2010 Cuma
ab aeterno
arkadaş adanın bir tıpa olduğunu anladık. flocke dışarı çıkmak istiyor. ama 4. sezonda çıkmıştı zaten. jack hastanede babasını(cristian) görmüştü. hatta sonra ilaca ve alkole geri dönmüştü. ve hatta duman dedektörü bile ötmüştü. üstelik bs'u gemide de gördük. yine cristian kimliğinde. yani bs/mib/flocke aslında her yere gidebiliyor, ama kötülük yapmasına engel olan şey sadece jacob mı?
ekşi'de bir entryde güzelce açıkladı bir suser. jacob şişe, bs şarap, tıpası ise ada. şişe şaraba, şarap şişeye zarar veremez. ama şişe kırıldı. yeni bir şişe hala yok. kötülük yapması için tek engel tıpadan mı çıkmak? adayı batırmak mı? yani şişe ve tıpa aynı zamanda mı yok edilmeli? bu durumda cristian kimliği ile jack'in hastanesine gidebilse bile tıpa ve ada durduğu için kötülüğü yayamıyor mu? la'deki adanın batmış hali ile jacob'ın şimdiki ölmüş halinin buluşması mı flocke'ı özgür kılacak?
flocke'ın gerçek adı damien!! omen serisini hatırlayın. tek bir bıçakla ölmüyor. bilmemnenin bıçakları vardı hani omen'da. hepsi birden batırılmalı. o zaman yok olacak(mı)? yani sayyid'deki bıçaktan bir kaç tane daha olmalı. yani dogen intihar etti. bu durumda tüm adayların(6) aynı anda bıçaklaması lazım gibi(uçuk mu oldu). ama amaç bs'u öldürmek değil, adada tutmak.
adaylık meselesine gelince; anlaşılan 1867'ye kadar jacob adadan hiç çıkmamış. richard'ın kendisine verdiği akıl ile adaylarla temas kurmaya başlamış. böylece onları ölmeden adaya getirmiş. bs'da o zamana kadar herkesi öldürüp insanlara olan nefretini körüklerken artık onları kullanması gerektiğini fark etmiş. bu bir kısır döngü aslında. jacob adaya hiçkimseyi getirmese bs onu asla öldüremezdi. bunu başaramazdı. demek jacob kendisi kaşınmış. veya dogen gibi verilen görevden bıkmış ve kendi ölümünü planlayıp her şeyden sıyrılmayı seçmiş. nasıl olsa adaylar mevcut, biri seçilir değil mi?
bs'un jacob'ı öldürmesi için öldüren kişiye hiç yalan söylememesi şart galiba. richard'a yalan söyledi. doğru yoldan gitmedi. kullandığı yalanlarla dolu yol jacob'a işlemedi. ama benjamin'i manipüle ederken yalan söylemedi. olayları çarpıttı. doğru yolda gitti. bu sayede benjamin başına bir şey gelmeden jacob'ı öldürebildi.
bs'un neden pilotu öldürdüğü de belli aslında. herif adaya düşen gereksiz herkesi temizliyor. adaylara ise dokunamıyor veya manipüle etmek istediklerini bırakıyor. benjamin gibi. manipüle edemeyeceklerini de öldürüyor. eko gibi. işine yaracaklarada dokunmuyor. richard gibi. çünkü onun da insana ihtiyacı var.
dharma'yı da jacob getirmiş anlaşılan. şu goodspeed miydi neydi, onun da bilgisi dahilinde bir operasyon bu. jacob'dan haberden. yani the others ile dharma aynı takımın elemanları. hatta widmore'un şilebi de jacob'ın işi. hepsi aynı takımda. olay jacob'ın bs'a bir şeyler ispatlama çabası. insanların bir şeyler yapabileceğini göstermek istemiş. kendi tezini kanıtlamak istemiş. herkes herkesi öldürse bile gelişimi göstermek istemiş.
yani jacob ile bs kardeş. çok özel yeteneklere sahip kişiler. jacob ve bs doğduklarından beri yeteneklerinin farkındalar. ve birisi kendisini denetleyemeyip insanlara kötülük etmek istiyor. insanlarla bir alıp veremediği olmayan jacob ise uğraşacak başka bir şey olmadığından kardeşini denetliyor. gibi...
magnus hanso ölmüş kazada, tamam, hatta mezarı da black rock'ın yakınında olduğu söylenmişti. ama bir sorun var. tanrının bile göremediği bir adadan alvar hanso haberdar oldu? geminin o seyir defteri açık artırmaya nasıl çıktı? the others parasal yönden güçlenmek için geminin eşyalarını mı sattı?
adadaki ilk insan(yaşayabilen) bizim richard. ilk insan aynı zamanda ilk peygamberdir. richard adanın peygamberi. yahudi/hristiyan inanışında peygamber ve kral farklı kişilerdir. ikisi aynı makamı alamaz. yani davut kraldır, işaya peygamber. benjamin liderdir, richard ise peygamber. islamdaki gibi davut hem kral hem peygamber değildir. richard en sevdiğinden fedakarlık ederek(karısının haçı) jacobgile katılıyor. yani adada yaşabilmek için tüm geçmişinizden kalıntısı bile kalmayacak şekilde feragat/yok ediyorsunuz. ben ve locke babasını, sawyer intikamını öldürerek yoketti. jack ise saplantılarından hala kurtulamadı. hugo ailesinden, kwonlar birbirlerinden vazgeçemeyeceğine göre, tek bir jacob ihtimali kaldı gibi. sayid. son akşam yemeği tablosunu yeniden hatırlatayım. o resmin lost uyarlamasında judas'ın yerinde sayid vardı. sayid'in artık kaybedecek hiçbir şeyi yok. üstelik tamamen arınmış durumda. kalbinde iyiliğe dair bir nebze bir şey kalmadı(kate'e claire saldırdığında kılını bile kıpırdatmadı). bir robottan farksız durumda. tam bir jacob profiline sahip. bir tek bir amaca ihtiyacı var. o amaçda jacob olmaksa eğer bunu elde eder. tüm adayları öldürür.
jack'in hala her şeye karışma huyu, merakı devam ettiği sürece ondan bir bok olmaz.sawyer'ım aslanım kaçacaktır. jacoblık müessesesi var, ama flockelık müessesesi yok. diyorlar ya sawyer bs olacak, imkansız, sawyer bs olamaz.
ekşi'de bir entryde güzelce açıkladı bir suser. jacob şişe, bs şarap, tıpası ise ada. şişe şaraba, şarap şişeye zarar veremez. ama şişe kırıldı. yeni bir şişe hala yok. kötülük yapması için tek engel tıpadan mı çıkmak? adayı batırmak mı? yani şişe ve tıpa aynı zamanda mı yok edilmeli? bu durumda cristian kimliği ile jack'in hastanesine gidebilse bile tıpa ve ada durduğu için kötülüğü yayamıyor mu? la'deki adanın batmış hali ile jacob'ın şimdiki ölmüş halinin buluşması mı flocke'ı özgür kılacak?
flocke'ın gerçek adı damien!! omen serisini hatırlayın. tek bir bıçakla ölmüyor. bilmemnenin bıçakları vardı hani omen'da. hepsi birden batırılmalı. o zaman yok olacak(mı)? yani sayyid'deki bıçaktan bir kaç tane daha olmalı. yani dogen intihar etti. bu durumda tüm adayların(6) aynı anda bıçaklaması lazım gibi(uçuk mu oldu). ama amaç bs'u öldürmek değil, adada tutmak.
adaylık meselesine gelince; anlaşılan 1867'ye kadar jacob adadan hiç çıkmamış. richard'ın kendisine verdiği akıl ile adaylarla temas kurmaya başlamış. böylece onları ölmeden adaya getirmiş. bs'da o zamana kadar herkesi öldürüp insanlara olan nefretini körüklerken artık onları kullanması gerektiğini fark etmiş. bu bir kısır döngü aslında. jacob adaya hiçkimseyi getirmese bs onu asla öldüremezdi. bunu başaramazdı. demek jacob kendisi kaşınmış. veya dogen gibi verilen görevden bıkmış ve kendi ölümünü planlayıp her şeyden sıyrılmayı seçmiş. nasıl olsa adaylar mevcut, biri seçilir değil mi?
bs'un jacob'ı öldürmesi için öldüren kişiye hiç yalan söylememesi şart galiba. richard'a yalan söyledi. doğru yoldan gitmedi. kullandığı yalanlarla dolu yol jacob'a işlemedi. ama benjamin'i manipüle ederken yalan söylemedi. olayları çarpıttı. doğru yolda gitti. bu sayede benjamin başına bir şey gelmeden jacob'ı öldürebildi.
bs'un neden pilotu öldürdüğü de belli aslında. herif adaya düşen gereksiz herkesi temizliyor. adaylara ise dokunamıyor veya manipüle etmek istediklerini bırakıyor. benjamin gibi. manipüle edemeyeceklerini de öldürüyor. eko gibi. işine yaracaklarada dokunmuyor. richard gibi. çünkü onun da insana ihtiyacı var.
dharma'yı da jacob getirmiş anlaşılan. şu goodspeed miydi neydi, onun da bilgisi dahilinde bir operasyon bu. jacob'dan haberden. yani the others ile dharma aynı takımın elemanları. hatta widmore'un şilebi de jacob'ın işi. hepsi aynı takımda. olay jacob'ın bs'a bir şeyler ispatlama çabası. insanların bir şeyler yapabileceğini göstermek istemiş. kendi tezini kanıtlamak istemiş. herkes herkesi öldürse bile gelişimi göstermek istemiş.
yani jacob ile bs kardeş. çok özel yeteneklere sahip kişiler. jacob ve bs doğduklarından beri yeteneklerinin farkındalar. ve birisi kendisini denetleyemeyip insanlara kötülük etmek istiyor. insanlarla bir alıp veremediği olmayan jacob ise uğraşacak başka bir şey olmadığından kardeşini denetliyor. gibi...
magnus hanso ölmüş kazada, tamam, hatta mezarı da black rock'ın yakınında olduğu söylenmişti. ama bir sorun var. tanrının bile göremediği bir adadan alvar hanso haberdar oldu? geminin o seyir defteri açık artırmaya nasıl çıktı? the others parasal yönden güçlenmek için geminin eşyalarını mı sattı?
adadaki ilk insan(yaşayabilen) bizim richard. ilk insan aynı zamanda ilk peygamberdir. richard adanın peygamberi. yahudi/hristiyan inanışında peygamber ve kral farklı kişilerdir. ikisi aynı makamı alamaz. yani davut kraldır, işaya peygamber. benjamin liderdir, richard ise peygamber. islamdaki gibi davut hem kral hem peygamber değildir. richard en sevdiğinden fedakarlık ederek(karısının haçı) jacobgile katılıyor. yani adada yaşabilmek için tüm geçmişinizden kalıntısı bile kalmayacak şekilde feragat/yok ediyorsunuz. ben ve locke babasını, sawyer intikamını öldürerek yoketti. jack ise saplantılarından hala kurtulamadı. hugo ailesinden, kwonlar birbirlerinden vazgeçemeyeceğine göre, tek bir jacob ihtimali kaldı gibi. sayid. son akşam yemeği tablosunu yeniden hatırlatayım. o resmin lost uyarlamasında judas'ın yerinde sayid vardı. sayid'in artık kaybedecek hiçbir şeyi yok. üstelik tamamen arınmış durumda. kalbinde iyiliğe dair bir nebze bir şey kalmadı(kate'e claire saldırdığında kılını bile kıpırdatmadı). bir robottan farksız durumda. tam bir jacob profiline sahip. bir tek bir amaca ihtiyacı var. o amaçda jacob olmaksa eğer bunu elde eder. tüm adayları öldürür.
jack'in hala her şeye karışma huyu, merakı devam ettiği sürece ondan bir bok olmaz.sawyer'ım aslanım kaçacaktır. jacoblık müessesesi var, ama flockelık müessesesi yok. diyorlar ya sawyer bs olacak, imkansız, sawyer bs olamaz.
25 Mart 2010 Perşembe
lena olin
milan kundera'nın romanından çekilen the unbearable lightness of being'i seyreden kişiler bu isveçli oyuncunun uzun mu uzun bacaklarına, kalçalarına, göğüslerine, bakışlarına ve bu arada fırsat bulabilirlerse oyunculuğuna hayran olabileceklerdir. en azından ben o filmi izlerken bu tür duygularla dolup taşmıştm. melon şapka kadına yakışır, ama hiç bir kadına lena olin'e yakıştığı kadar yakışmaz. dünyanın en güzel kadınlarından biri değildir elbet, ama kesinlikle çok karizmatik.
filmde dünyanın tüm klişelerinden kurtulduğunu sanan sabina'yı oynar. ama kendi bir klişedir zaten. ahhh sabina ahh, seninle sevişmek mi, yoksa tereza ile uyumak mı? tomas'ın işi harbiden zor!
filmde dünyanın tüm klişelerinden kurtulduğunu sanan sabina'yı oynar. ama kendi bir klişedir zaten. ahhh sabina ahh, seninle sevişmek mi, yoksa tereza ile uyumak mı? tomas'ın işi harbiden zor!
24 Mart 2010 Çarşamba
belçika
napoleon savaşları sonrasında fransa'dan alınan bir kısım toprak 1815'de hollanda'ya bağlanır. ancak hollanda'da kalan bu topraklarda bulunan fransızlar ayaklanır ve tekrar fransa'ya bağlanmak için büyük mücadele içine girince ingiltere yine olaya el koyar. hollanda'nın tüm itirazlarına rağmen bir kısım hollanda toprağıyla beraber 1831'de belçika oluşturulur. belçika adını da bir zamanlar orada yaşayan bir kelt topluluk olan belgarlardan alırlar. yeni kurulan bu ülkeye zaire sömürge olarak verilir. gerçi morton stanley adlı şerefsizin kongolulara(zaire) yaptığı oyunlar ve kral ikinci leopold'ün işleri, işlemleri ve en sonunda avrupa devletlerine sömürge olarak kabul ettirmeleri hikayesi de var.
neyse, krallığın başına da ingiliz kraliyet ailesinden birinci leopod geçirilir. fransa ile ingiltere arasında bir tampon bölge olması amacıyla kurulmuştur. ingilizler, uzun süre fransa'nın burayı ele geçirme isteklerine karşı koymuştur. devletin kuruluş amacı tarafsız bir bölge isteğidir. bu tarafsız bölgeye önce fransa ve hollanda, akabinde almanya razı gelir. yani belçika bir nevi ingilizlerin kıta avrupa'sındaki toprağıdır. ülke wallonlar, flamanlar ve kimsenin umursamadığı almanlar'dan oluşuyor.
neyse, birinci harbin gerçekten dünya savaşı olmasını sağlayan ülke de belçika'dır. almanlar planları gereği belçika üzerinden fransa'ya saldırınca, yani tampon bölge işgal edilince ingilizler almanya'ya savaş ilan eder. almanlar bir kağıt parçası yüzünden(belçika'nın tarafsızlık antlaşması) ingilizlerin kendilerine savaş açacağına inanmamıştır.
yalnız öyle bir gerçek vardır ki en vahşi avrupa devletini belçika yapmamızı engelleyemez. 1900'lerin başına kadar sömürgesi olan kongo'da(zaire) kralları ikinci leopold'ün emri ile milyonlarca köle çalıştırmışlar ve maden yataklarında veya isyanlarda nüfus 30 milyondan 9 milyona düşmüştür. ülkenin tüm madenleri sömürülmüş, kauçuk tarlalarında siyahlar zorla çalıştırılmıştır ve fildişleri çalınmıştır. bu sömürü 1960'lara kadar devam etmiştir. en son isyanda belçika artık orayı kontrol edemez hale gelmiş ve kongo'nun milli kahramanı lumumba özgürlüğü ilan etmiştir. belçika bundan sonra sadece mülklerini korumaya çalışmış(lumumba'nın kamulaştırma yapmasından korkmuşlar) en sonunda amerika ile ortak hareket ederek bm çatısı altında kongo'ya barış gücü gönderilmiştir. lumumba ise katakuliye getirilerek asit havuzlarında katledilmiştir.
neyse, krallığın başına da ingiliz kraliyet ailesinden birinci leopod geçirilir. fransa ile ingiltere arasında bir tampon bölge olması amacıyla kurulmuştur. ingilizler, uzun süre fransa'nın burayı ele geçirme isteklerine karşı koymuştur. devletin kuruluş amacı tarafsız bir bölge isteğidir. bu tarafsız bölgeye önce fransa ve hollanda, akabinde almanya razı gelir. yani belçika bir nevi ingilizlerin kıta avrupa'sındaki toprağıdır. ülke wallonlar, flamanlar ve kimsenin umursamadığı almanlar'dan oluşuyor.
neyse, birinci harbin gerçekten dünya savaşı olmasını sağlayan ülke de belçika'dır. almanlar planları gereği belçika üzerinden fransa'ya saldırınca, yani tampon bölge işgal edilince ingilizler almanya'ya savaş ilan eder. almanlar bir kağıt parçası yüzünden(belçika'nın tarafsızlık antlaşması) ingilizlerin kendilerine savaş açacağına inanmamıştır.
yalnız öyle bir gerçek vardır ki en vahşi avrupa devletini belçika yapmamızı engelleyemez. 1900'lerin başına kadar sömürgesi olan kongo'da(zaire) kralları ikinci leopold'ün emri ile milyonlarca köle çalıştırmışlar ve maden yataklarında veya isyanlarda nüfus 30 milyondan 9 milyona düşmüştür. ülkenin tüm madenleri sömürülmüş, kauçuk tarlalarında siyahlar zorla çalıştırılmıştır ve fildişleri çalınmıştır. bu sömürü 1960'lara kadar devam etmiştir. en son isyanda belçika artık orayı kontrol edemez hale gelmiş ve kongo'nun milli kahramanı lumumba özgürlüğü ilan etmiştir. belçika bundan sonra sadece mülklerini korumaya çalışmış(lumumba'nın kamulaştırma yapmasından korkmuşlar) en sonunda amerika ile ortak hareket ederek bm çatısı altında kongo'ya barış gücü gönderilmiştir. lumumba ise katakuliye getirilerek asit havuzlarında katledilmiştir.
23 Mart 2010 Salı
panda
çinliler yaşadıkları ekosisteme müthiş uyum sağlayan bir halktır. bu insanlar zaman zaman açlıktan, doğal afetlerden ve vs nedenlerden dolayı nüfuslarının önemli miktarlarını kaybetmelerine rağmen(moğol istilası zamanı 45 milyonluk nüfusun 8 milyonu açlıktan ölmüştür mesela) üremeye büyük önem verirler.
bu durum sadece insanlara özgü değil elbette. çinde her şey ve herkes sürekli ürer. çin'de yaşayan hayvanlar ve bitkiler de müthiş bir şekilde, benzeri görülmemiş oranlarda ürer. hatta avrupa'ya gerek meraktan, gerekse gemiler vasıtasıyla gelen çin orjinli bitki ve böcekler, avrupa ekosistemini tehdit eder hale gelmiştir. o kadar hızlı ürerler ki avrupalı bitkiler ve hayvanlar onların hızına yetişemediğinden yok olup gidiyorlar yavaş yavaş.
böyle bir çevrede yaşadıkları halde pandalar neden üremek için çabalamıyor, deliler gibi sevişip nüfusunu artırmıyor merak ediyorum. böceklere baksalar yeter, kuşlara baksalar yeter, bambulara baksalar yeter, insanlara baksalar yeter yahu. ortamda her şey yeterince fazla ürüyorken bunlarda tık yok. zorla seviştiriliyorlar. üstelik gaza gelsinler diye çinliler pandalara panda pornosu seyrettiriyormuş(sonuç başarılı, dişi panda hamile kalmış). inanabiliyor musunuz yahu, yuhh! dertsizlik, tasasızlık öyle bir hale getirmişki bu hayvanları iyice tembelleştirmiş. sevişmeye bile üşeniyorlar. üremek falan umurlarında değil. 'bir doğal denge var, yok olup gideceğiz, kalmamız lazım' falan bile demiyorlar. bir ağaç bile ölüm korkusunu en fazla yaşadığı yıl(sert bir budama mesela) en fazla çiçek verir. neslim devam etsin diye.
peki neden üreyemiyorlar? bir defa ne avcı ne de av. yaşadığı doğayla uyumsuzluk içinde, son derece mutlu ve huzurlu yaşamaya gayret ediyorlar. aslında bir ara kürkleri yüzünden insanlar onları avlamış. belkide bu yüzden arkalarından gelen ani ve şiddetli sesler yüzünden strese girip ölebiliyorlarmış. başka bir neden olarak yedikleri bambu gösteriliyor. çünkü yedikleri bambu uyuşturucu içeriyormuş. yani ne zaman yemek yeseler kafaları güzel. başka hiçbir şey yemeye ihtiyaç duymuyorlar. belki de bu yüzden çok çocuk yapıp bu bambuları yavruları ile paylaşmak istemiyorlardır!
"elime bi pompalı tüfek alıp, neslini kurtarmak için çiftleşmeyen bütün pandaları vurmak istiyorum." (fight club)
(çok aradım, ama bir tane bile sevişen panda resmi bulamadım. üzgünüm!)
bu durum sadece insanlara özgü değil elbette. çinde her şey ve herkes sürekli ürer. çin'de yaşayan hayvanlar ve bitkiler de müthiş bir şekilde, benzeri görülmemiş oranlarda ürer. hatta avrupa'ya gerek meraktan, gerekse gemiler vasıtasıyla gelen çin orjinli bitki ve böcekler, avrupa ekosistemini tehdit eder hale gelmiştir. o kadar hızlı ürerler ki avrupalı bitkiler ve hayvanlar onların hızına yetişemediğinden yok olup gidiyorlar yavaş yavaş.
böyle bir çevrede yaşadıkları halde pandalar neden üremek için çabalamıyor, deliler gibi sevişip nüfusunu artırmıyor merak ediyorum. böceklere baksalar yeter, kuşlara baksalar yeter, bambulara baksalar yeter, insanlara baksalar yeter yahu. ortamda her şey yeterince fazla ürüyorken bunlarda tık yok. zorla seviştiriliyorlar. üstelik gaza gelsinler diye çinliler pandalara panda pornosu seyrettiriyormuş(sonuç başarılı, dişi panda hamile kalmış). inanabiliyor musunuz yahu, yuhh! dertsizlik, tasasızlık öyle bir hale getirmişki bu hayvanları iyice tembelleştirmiş. sevişmeye bile üşeniyorlar. üremek falan umurlarında değil. 'bir doğal denge var, yok olup gideceğiz, kalmamız lazım' falan bile demiyorlar. bir ağaç bile ölüm korkusunu en fazla yaşadığı yıl(sert bir budama mesela) en fazla çiçek verir. neslim devam etsin diye.
peki neden üreyemiyorlar? bir defa ne avcı ne de av. yaşadığı doğayla uyumsuzluk içinde, son derece mutlu ve huzurlu yaşamaya gayret ediyorlar. aslında bir ara kürkleri yüzünden insanlar onları avlamış. belkide bu yüzden arkalarından gelen ani ve şiddetli sesler yüzünden strese girip ölebiliyorlarmış. başka bir neden olarak yedikleri bambu gösteriliyor. çünkü yedikleri bambu uyuşturucu içeriyormuş. yani ne zaman yemek yeseler kafaları güzel. başka hiçbir şey yemeye ihtiyaç duymuyorlar. belki de bu yüzden çok çocuk yapıp bu bambuları yavruları ile paylaşmak istemiyorlardır!
"elime bi pompalı tüfek alıp, neslini kurtarmak için çiftleşmeyen bütün pandaları vurmak istiyorum." (fight club)
(çok aradım, ama bir tane bile sevişen panda resmi bulamadım. üzgünüm!)
22 Mart 2010 Pazartesi
babil balığı
otostopçunun galaksi rehberi'nde herkes herkesin dilinden anlar. kuşların dilini bile çözebilirsiniz. bunun nedeni ise kulağınıza soktuğunuz babil balığıdır. rehberde bu olay şöyle anlatılır;
"babil balığı, küçük ve sarı renkli olup sülüğü andırır ve büyük olasılıkla evrendeki en garip şeydir. taşıyıcısından değil, onun çevresindekilerden aldığı beyin dalgası enerjisiyle beslenir. besinini sağlamak için bu beyin dalgası enerjisindeki bütün bilinçaltı zihinsel frekansları emer. sonra taşıyıcısının zihnine, bilinçli düşünce frekanslarıyla, beynin onları üreten konuşma merkezlerinden alınan sinir sinyallerinin karışımından oluşan telepatik bir matriks atar. bütün bunların pratik sonucu şudur: kulağınıza bir babil balığı soktuğunuzda herhangi bir dilde söylenen herşeyi anında anlarsınız. aslında duyduğunuz konuşma şablonları, babil balığınız tarafından beyninize aktarılan beyin-dalgası matriksini çözümler."
büyük insan douglas adams kitabında balığın adını sanırım babil'deki dillerin ayrışması olayından dolayı vermiştir. rivayete göre nuh tufanı'ndan sonra insanlar babil'e toplanır ve tanrıya ulaşmak için büyük bir kule yapmaya başlarlar(şemler diker. sitchin'e göre bahsedilen şemler günümüzde uzaya çıkmak için kullandığımız füzelerdir. insanlar tanrı olmak istemektedir) ama tanrı bu duruma sinirlenir ve tanrılar kurulunu toplar. karar alınır ve babil'de yaşayan her aileye ayrı bir dil veririlir. bu aileler de, babil de artık yaşam çekilmez bir hale gelince tası tarağı toplayıp dünyanın başka bölgelerine göçerler. işte dünyanın ortak dili, aslında babillilerin kullandığı o dildir. ama tanrı olma hırsımıza yenik düşmüşüzdür.
"ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. ve vaki oldu ki, şarkta göç ettikleri zaman, şinar(sümer) diyarında bir ova buldular: ve orada oturdular. ve birbirlerine dediler: gelin, kerpiç yapalım, ve onları iyice pişirelim. ve onların taş yerine kerpiçleri, ve harç yerine ziftleri vardı. ve dediler: bütün yeryüzüne dağılmayalım diye, gelin, kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule bina edelim, ve kendimize bir nam(sitchin'in bahsettiği şey işte bu, nam değil, şem der) yapalım. ve adem oğullarının yapmakta oldukları şehri ve kuleyi görmek için rab indi. ve rab dedi: işte, bir kavmdırlar, ve onların hepsinin bir dili var; ve yapmaya çalıştıkları şey budur; ve şimdi yapmaya niyet ettiklerinden hiç bir şey onlara men edilmeyecektir. gelin, inelim, ve birbirinin dilini anlamasınlar diye, onların dilini orada karıştıralım(tanrı diğer tanrılara sesleniyor). ve rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı; ve şehri bina etmeği bıraktılar. bundan dolayı onun adına babil denildi; çünkü rab bütün dünyanın dilini orada karıştırdı; ve rab onları bütün yeryüzüne oradan dağıttı."
tanrı otostopçunun galaksi rehberi'nde şöyle der;
"var olduğumu kanıtlamayı reddediyorum. çünkü ispat, inancı inkar eder. ve inanç olmazsa ben bir hiçim."
kişi de cevap verir;
"babil balığı tamamen bedavadan, öyle değil mi? şans eseri evrimleşmiş olamaz. o senin var olduğunun kanıtıdır. öyleyse senin kendi savınla senin var olmadığın kanıtlanıyor."
bunun üzerine tanrı "vay canına, bunu hiç düşünmemiştim" der ve puff diye bir mantık dumanı içinde kaybolur.
(parantez içleri benim yazım.)
"babil balığı, küçük ve sarı renkli olup sülüğü andırır ve büyük olasılıkla evrendeki en garip şeydir. taşıyıcısından değil, onun çevresindekilerden aldığı beyin dalgası enerjisiyle beslenir. besinini sağlamak için bu beyin dalgası enerjisindeki bütün bilinçaltı zihinsel frekansları emer. sonra taşıyıcısının zihnine, bilinçli düşünce frekanslarıyla, beynin onları üreten konuşma merkezlerinden alınan sinir sinyallerinin karışımından oluşan telepatik bir matriks atar. bütün bunların pratik sonucu şudur: kulağınıza bir babil balığı soktuğunuzda herhangi bir dilde söylenen herşeyi anında anlarsınız. aslında duyduğunuz konuşma şablonları, babil balığınız tarafından beyninize aktarılan beyin-dalgası matriksini çözümler."
büyük insan douglas adams kitabında balığın adını sanırım babil'deki dillerin ayrışması olayından dolayı vermiştir. rivayete göre nuh tufanı'ndan sonra insanlar babil'e toplanır ve tanrıya ulaşmak için büyük bir kule yapmaya başlarlar(şemler diker. sitchin'e göre bahsedilen şemler günümüzde uzaya çıkmak için kullandığımız füzelerdir. insanlar tanrı olmak istemektedir) ama tanrı bu duruma sinirlenir ve tanrılar kurulunu toplar. karar alınır ve babil'de yaşayan her aileye ayrı bir dil veririlir. bu aileler de, babil de artık yaşam çekilmez bir hale gelince tası tarağı toplayıp dünyanın başka bölgelerine göçerler. işte dünyanın ortak dili, aslında babillilerin kullandığı o dildir. ama tanrı olma hırsımıza yenik düşmüşüzdür.
"ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. ve vaki oldu ki, şarkta göç ettikleri zaman, şinar(sümer) diyarında bir ova buldular: ve orada oturdular. ve birbirlerine dediler: gelin, kerpiç yapalım, ve onları iyice pişirelim. ve onların taş yerine kerpiçleri, ve harç yerine ziftleri vardı. ve dediler: bütün yeryüzüne dağılmayalım diye, gelin, kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule bina edelim, ve kendimize bir nam(sitchin'in bahsettiği şey işte bu, nam değil, şem der) yapalım. ve adem oğullarının yapmakta oldukları şehri ve kuleyi görmek için rab indi. ve rab dedi: işte, bir kavmdırlar, ve onların hepsinin bir dili var; ve yapmaya çalıştıkları şey budur; ve şimdi yapmaya niyet ettiklerinden hiç bir şey onlara men edilmeyecektir. gelin, inelim, ve birbirinin dilini anlamasınlar diye, onların dilini orada karıştıralım(tanrı diğer tanrılara sesleniyor). ve rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı; ve şehri bina etmeği bıraktılar. bundan dolayı onun adına babil denildi; çünkü rab bütün dünyanın dilini orada karıştırdı; ve rab onları bütün yeryüzüne oradan dağıttı."
tanrı otostopçunun galaksi rehberi'nde şöyle der;
"var olduğumu kanıtlamayı reddediyorum. çünkü ispat, inancı inkar eder. ve inanç olmazsa ben bir hiçim."
kişi de cevap verir;
"babil balığı tamamen bedavadan, öyle değil mi? şans eseri evrimleşmiş olamaz. o senin var olduğunun kanıtıdır. öyleyse senin kendi savınla senin var olmadığın kanıtlanıyor."
bunun üzerine tanrı "vay canına, bunu hiç düşünmemiştim" der ve puff diye bir mantık dumanı içinde kaybolur.
(parantez içleri benim yazım.)
12 Mart 2010 Cuma
waterloo savaşı
ingilizlere karşı kıta ablukası başlatan napoleon, ablukayı delen rusya'ya karşı saldırıya geçer ve rus general kutuzov'un sürekli geri çekilme taktiği yüzünden en sonunda büyük bir mağlubiyet alır. kutuzov beserabya'da da aynı taktiği uygulamış ve osmanlı askerlerine atlarını yedirmiş bir generaldir.
napoleon, bu mağlubiyetten sonra kurulan altıncı koalisyon ordularına da yenilir. rus askeri paris sokaklarında dolaşmaktır. en sonunda elba'ya sürgüne yollanır. galip devletler ise viyana kongresi'ni toplamış ve avrupa'ya yeni bir şekil vermek üzeredirler. konferans devam ederken napoleon'un elba'dan kaçtığı haberi viyana'da bomba etkisi yaratır.
napoleon'un kaçmasından sonra fransızlar da garip davranırlar. mesela marsilya'ya çıktığında bir gazete "cani marsilya'da" diye başlık atar. ertesi gün aynı gazete "marsilya'da ki askerleri ele geçirdi" diye yazar. çünkü eski askerleri akın akın onun peşine düşmüş ve parise doğru yola çıkmışlardır. malum gazete napoleon'un paris'e girdiği gün ise "kahramanımız nihayet paris'e vardı" diye büyük puntolarla olayı fransızlara duyuyor.
neyse, ingiliz general wellington, ordusuyla beraber fransa'nın kuzeydoğusuna doğru saldırmayı düşünürken napoleon onlara belçika'da bir engelleyici saldırıda bulunmuş, sonrasında bu waterloo savaşı'na dönüşmüştür. yedinci koalisyon kurulmuştur ve prusyalılar da blucher komutasında ingilizlere yardım için yola çıkmıştır. ama hala daha waterloo'ya varamamışlardır. napoleon'un kendilerini daha önceki koalisyon savaşları sırasında madara etmesini gururlarına yedirememişler ve intikam için yola çıkmışlardır. prusyalıları geri püskürtmek içinse grouchy hazır beklemektedir.
18 haziran 1815'de savaş başlar ve hızla devam ederken artık iki tarafta önemli kayıplar verir duruma gelir. fransız topçusunu çamur, süvarisini ise ingilizlerin kare savunması perişan etmiştir. ancak ingilizler de berbat haldedir ve çok ağır kayıplar vermişlerdir. savaşı kaybetmek üzeredirler. wellington o ünlü lafını söyler;
"ya gece gelmeli, ya da blucher."
gelen blucher komutasındaki prusya süvarileridir. fransız hatlarına şimşek gibi dalarlar onları iki parçaya ayırırlar. kıyasıya bir savaş başlar. yorgun fransızlar kaybeder. napoleon kaçar.
prusyalıların yolunu kesmesi beklenen grouchy savaşa dahil olamaz. çünkü napoleon'dan emir beklemektedir. oysa napoleon, waterloo'ya gelmesi için emri ulakla yollamış, ancak emir ona ulaşamamıştır.
bu savaş dünyanın kaderini 1. dünya savaşına kadar belirleyen, sonucu derin etkilere yol açan bir savaştır. victor hugo'nun da dediği gibi "waterloo bir savaş değildir. dünyanın yüzünün değişmesidir."
tarihte sezar'dan, hannibal'den, büyük iskender'den daha fazla savaş kazanmış olan napoleon, son savaşında mağlup olur.
savaştan sonra napoleon amerika'ya kaçmayı düşünürken kararsız kalır ve o sırada yakalanır. artık yolu st. helena'ya düşer. fransızların sonu ise belirsizdir.
napoleon ölürken şu ünlü lafını da söyler;
"ordunun canı cehenneme."
napoleon, bu mağlubiyetten sonra kurulan altıncı koalisyon ordularına da yenilir. rus askeri paris sokaklarında dolaşmaktır. en sonunda elba'ya sürgüne yollanır. galip devletler ise viyana kongresi'ni toplamış ve avrupa'ya yeni bir şekil vermek üzeredirler. konferans devam ederken napoleon'un elba'dan kaçtığı haberi viyana'da bomba etkisi yaratır.
napoleon'un kaçmasından sonra fransızlar da garip davranırlar. mesela marsilya'ya çıktığında bir gazete "cani marsilya'da" diye başlık atar. ertesi gün aynı gazete "marsilya'da ki askerleri ele geçirdi" diye yazar. çünkü eski askerleri akın akın onun peşine düşmüş ve parise doğru yola çıkmışlardır. malum gazete napoleon'un paris'e girdiği gün ise "kahramanımız nihayet paris'e vardı" diye büyük puntolarla olayı fransızlara duyuyor.
neyse, ingiliz general wellington, ordusuyla beraber fransa'nın kuzeydoğusuna doğru saldırmayı düşünürken napoleon onlara belçika'da bir engelleyici saldırıda bulunmuş, sonrasında bu waterloo savaşı'na dönüşmüştür. yedinci koalisyon kurulmuştur ve prusyalılar da blucher komutasında ingilizlere yardım için yola çıkmıştır. ama hala daha waterloo'ya varamamışlardır. napoleon'un kendilerini daha önceki koalisyon savaşları sırasında madara etmesini gururlarına yedirememişler ve intikam için yola çıkmışlardır. prusyalıları geri püskürtmek içinse grouchy hazır beklemektedir.
18 haziran 1815'de savaş başlar ve hızla devam ederken artık iki tarafta önemli kayıplar verir duruma gelir. fransız topçusunu çamur, süvarisini ise ingilizlerin kare savunması perişan etmiştir. ancak ingilizler de berbat haldedir ve çok ağır kayıplar vermişlerdir. savaşı kaybetmek üzeredirler. wellington o ünlü lafını söyler;
"ya gece gelmeli, ya da blucher."
gelen blucher komutasındaki prusya süvarileridir. fransız hatlarına şimşek gibi dalarlar onları iki parçaya ayırırlar. kıyasıya bir savaş başlar. yorgun fransızlar kaybeder. napoleon kaçar.
prusyalıların yolunu kesmesi beklenen grouchy savaşa dahil olamaz. çünkü napoleon'dan emir beklemektedir. oysa napoleon, waterloo'ya gelmesi için emri ulakla yollamış, ancak emir ona ulaşamamıştır.
bu savaş dünyanın kaderini 1. dünya savaşına kadar belirleyen, sonucu derin etkilere yol açan bir savaştır. victor hugo'nun da dediği gibi "waterloo bir savaş değildir. dünyanın yüzünün değişmesidir."
tarihte sezar'dan, hannibal'den, büyük iskender'den daha fazla savaş kazanmış olan napoleon, son savaşında mağlup olur.
savaştan sonra napoleon amerika'ya kaçmayı düşünürken kararsız kalır ve o sırada yakalanır. artık yolu st. helena'ya düşer. fransızların sonu ise belirsizdir.
napoleon ölürken şu ünlü lafını da söyler;
"ordunun canı cehenneme."
11 Mart 2010 Perşembe
ayrıntıladım - 11
genrih yagoda, kgb adıyla bildiğiniz ünlü nkdv örgütünün eski müdürlerindendir. bu adam, devrim sonrası manastırlardan toplanan ve ortaçağdan kalma paha biçilmez ikonaları karşısına dizer, nagant tabancasıyla birer birer ateş eder, parçalarmış.
craig schwartz, being john malkovich filminde john cusack tarafından canlandırılan kuklacıdır. lotte schwartz'ın kocasıdır. ancak ikisi de aynı kadına aşıktır. yani maxin'e. şöyle der; "bilinç, korkunç bir lanettir. düşünürsün, hissedersin, acı çekersin."
yılmaz güney'in sürü filmini üç bölümde incelemek gerekir. birinci kısımda göçer hayatı anlatılır. ikinci kısımda tren yolculuğu ile gerçek hayata geçilir. hayatın pisliklikleri ve zalimlikleri görürüz. üçüncü kısımda ise hayallerin şehri, her bahtı karanın görmak istediği şehir olan ankara'ya varılır. aslında ankara her şeyden daha zalimdir. iyi yoktur ankara'da. sadece para vardır.
mavi duvar şarkısı, kadına bağımlılık üzerine enfes bir eserdir. beklenilen kişinin asla gelmeyeceği acı acı insana hatırlatılır ve rüzgar kırbaç gibi yüzüne çarpar. acı gerçek budur.
haşhaşin örgütüne batılılar assassin der.
avrupa'daki gizli tarikatların yapılanması, bu örgütün yapılanmasını öğrenen ve bir kaç ufak değişiklikle uygulayan kudüs ve urfa gibi yerlerdeki hristiyan şövalyeler sayesinde olmuştur.
alex de large, mahkum numarası 655321 olan, sevimli, kocaman gözleri ile ailelerin neşe kaynağı bir karakterdir. polisler tarafından öldürülesiye dövülmesi ve zavallı bir dilenci tarafından tartaklanması, gönlümdeki yerini sağlamlaştırmıştır.
sarah ile musa ikilisinden erkek olanı, daha sonra maraş genelevi patroniçesinin kızı ile evlenerek milli damatlığa layık bir davranışta bulunmuş ve takdirimi kazanmıştır!
per un pugno di dollari adlı filmde, meksika sınırında bir kasaba olan san miguel ve kasabadaki iki düşman aileyi anlatır. yani rojolar ve baxterlar. kasabaya aniden gelen bir amerikalı vardır. amerikalı para için sürekli taraf değiştir ve birgün marisol'u görür ve ona acır, yardım eder. çocuğu ile onu buluşturur. rojolardan ramon bunu kabullenemez. amerikalı çetin cevizdir. film, seyredebileceğiniz en mükemmel western filmi olacağına bire on bahse girerim. aynı zamanda the good the bad and the ugly'deki 3'lü düello sahnesinden sonra seyredebileceğiniz en güzel düello sahnesi bu filmdedir. winchester'lı ramon'a karşı çelik yelekli bir amerikalı. "birini öldürmek istiyorsan daima kalbine ateş etmelisin." ve sonra; "bir 45'likle winchester'ı karşılaştırırsan 45'likli adam, ölü adamdır."
stanley kubrick'in lolita filminde herkes birbirine aşıktır ve herkes birinin aşk intikamını alır. filmin güzel yanı gerçek hayatta karşılıklı aşkın olmadığını haykırmasıdır. romantik komedilerle kafa bulur. anlatılan olayın özü ise küçük kızlarla cinsel fantazi yaşamak değildir. ilk sahnedeki lolita'nın sol ayak parmaklarına oje surme sahnesi ise olağanüstü güzel. benim gibilerin bir numaralı sahnesi, o oje sahnesidir.
vandallar kavimler göçü'nden önce şimdiki macaristan civarında yaşayan, ancak hunların gotları yerlerinden etmesi ile beraber ispanya'ya ve kuzey afrika'ya kadar sürülen ve sürülürken önlerine çıkan her şeyi yakan bir halktır. ispanya'da yerli halkın içinde eriyip gitmişlerdir.
kilgore trout'un sözü ile anlatırsam eğer, "ölünceye kadar yaşamaktır hayatın anlamı". olmadı, aynanın içine girip gençleşmektir.
tolerans, latince tolare kelimesinden gelir. hoşgörü anlamında değildir."tahammül etmek, acıya katlanmak" manasındadır.
christopher lambert, geçmiş on yıllarda çevrilmiş ne kadar uçuk-kaçık, fantezi, bilim kurgu filmi varsa hemen hepsinde görebileceğimiz iskoçya asıllı bir aktördür!
rosa parks, amerika'nın güney eyaletlerinde 1950'lere kadar devam eden ırk ayrımcılığını sonlandırılmasında büyük katkıları olan siyah bir kadın. bir çok insana ilham kaynağı olmuştur. yaptığı ise otobüste ön koltukta oturmak.
otobüslerin camlarının koskocaman olmasının nedeni, onlara kimlerin bindiğini herkese göstermek ve sınıf atlama heyecanını devam ettirmektir.
eski sevgilinizi/sevdiğinizi unutamıyorsanız intihar edin. kesin çözüm.
izmir'e ilk giren türk kuvvetlerinin komutanı sakallı nurettin paşa'dır. izmit'te ali kemal'i linç ettirdikten sonra izmir'de de başka bir olaya imza atmış ve metropolitin'i mahkemesiz astırmıştır.
atatürk liberal bir insan değildi ve liberalizmden nefret ediyordu. çünkü osmanlı kapitülasyonlar nedeniyle tamamen liberal bir ekonomiye sahipti. ittihatçılar zamanında bile liberal ekonomiden vazgeçilmedi. mustafa kemal kendi devri boyunca direndi. ama inönü, almanlar savaşta zaferden zafere koşarken biten rus-türk saldırmazlık anlaşmasını onaylamayınca ve savaş biter bitmez ruslarla bu anlaşmanın devamı için yaptığımız görüşmelerde rusların boğazlarda üs istemesi sonucu kendimizi amerika'nın ve vahşi kapitalizmin kucağında bulduk.
bir zamanlar mekap giyenlerin tutuklanması acayip bir hadise. çok dayanıklı bir ayakkabı olduğu için dağda, bayırda dolaşanların tercihi olmuş. 90'ların ortasında diyarbakır'da ayağında mekap olanlar içeri alınırmış.
sultan üçüncü murad'ın annesi nur banu sultan yahudi asıllıdır. kendisi tahta çıkar çıkmaz beş kardeşini hemen boğdurarak işi sağlama almıştır. "kontrolsüz seks, seks değildir" sözü onun zamanında söylenmiştir. yüzden fazla çocuğu olduğu söylenir. öldüğü zaman bile ne kadar cariyesinin hamile olduğu belirsizdir. en sevdiği cariyesi ise safiye sultan adlı bir vedeniklidir. halka oturduğu yerden gümüş para dağıtmasıyla meşhurdur. oğlu mehmet için yaptığı düğün tam 53 gün sürmüştür. geberdiğinde hazineyi tam takır bırakmıştır.
toledo, endülüs ispanya'sının başkentidir. tercümeleri ile ünlüdür. dünyanın tüm bilinen eski yazmaları burdaki tercümanlar tarafından arapçaya, ispanyolcaya ve latinceye çevrilmiştir. avrupa'nın her yerinden bilim adamları bu tercümleri okumak için buraya gelmiştir. ispanyolların alınca katliam yapmadıkları tek şehirdir.
dabbetul arz, kıyamete yakın bir zamanda mısır civarında ortaya çıkacağı düşünülen ve elindeki mühür ile insanları kafir ve mümin diye alnından mühürlüyen garip bir yaratıktır. deve gibi birşey olacağı rivayet ediliyor.
jeanne d arc, orleans bakiresi olarak bilinir. dallama fransızların, tüm kahramanlarını ingilizlere satma veya giyotine gönderme alışkanlıkları o'nunla başlar.
emrah'ın anası orospuysa eğer, amcası nuri alço olmayabilir. teknoloji o zamanlar o kadar gelişmemişti!
ayastefanos'taki rus abidesi'nin yıkımı gizlice olmuştur. teşkilatı mahsusa'nın parmağı olduğu söylenir. yani çekilen ilk film, abidenin yıkılışı değildir. ilk filmimiz sultan reşat'ın makedonya ziyaretinde arnavut kardeşler tarafından çekilmiştir. ancak bu filmin de orjinali veya kopyası bulunamamıştır.
manderlay, üçlemenin ikinci filmidir. grace, hayatına bir anlam kazandırma çabası içindedir ve bu sefer halen köleliğin devam etmekte olduğu bir çiftliğe gelir. acaba herşey göründüğü gibi midir? saatleri ayarlamak için oylama yapmak mı gerekir, yoksa yoldan geçen birine sormak mı? birinci sınıf zenci ile yedinci sınıf zenci arasındaki fark nedir? kum fırtınasından korunmak için ne yapmamak lazım?
alev makinesı, ikinci dünya savaşı'nda amerikalılar tarafından pasifik adalarında bulunan mağralarda saklanan japon askerlerini temizlemek için sıkça kullanılmıştır. yalnız deposuna kurşun geldiği taktirde hem alevci hemde yanındakiler küle dönermiş. dikkatli kullanmak lazım gelirmiş. ibda-c'nin piknik tüplerinden yaptığı ilkel alev makineleri basında bir ara sıkça gündeme gelmişti.
arjantin, 1800'lerde suriye'den hristiyanların ve 1915'den sonra anadolu'nun bir çok değişik yerinden ermenilerin göç ettiği bir ülkedir. köleliğin kaldırılmasının ardından siyahların yerine bir çok italyanın çalışmaya başladığı geniş çiftliklere sahiptir. italyan asıllı arjantinli sayısı oldukça fazladır. son ekonomik krizlerinden sonra bunların bir kısmı italya'ya geri dönmüş ve italyan vatandaşlarının çalışmadığı çiftlik işleri, hizmetçilik gibi alanlarda çalışmaya başlamışlardır.
dial m for murder, 1954 yapımı bir alfred hitchcock filmidir. ray milland, grace kelly, robert cummings başrol oyuncularıdır. film, karısının hayat sigortası parasını alabilmek için kiralık katil tutan bir adamın planını anlatılıyor. ancak kadın katili öldürür ve planlar tamamen değişir. tüm film nerdeyse bir odada geçiyor ve konuşmalar bol. mükemmel bir cinayet planı nasıl olur ve eksiği-gediği nasıl giderilir? cevap bu filmde.
1922'de işçilerin genel greve gitmeleri üzerine, Ekim 1922'de, mussolini yönetimindeki faşist parti'nin kara gömlekliler adlı üyeleri napoli'den roma'ya doğru yürümeye başlar. hükümet çekilmek zorunda kalır. kral, 30 Ekim 1922'de, başbakanlığa mussolini'yi getirir. böylece italya'da faşist yönetim kurulmuştur.
kutsal kitaplara göre ilk doğan insan kabil'dir.
hayatın bir film şeridi gibi akıp gitmesi gerçekmiş. insan öldükten sonra beyin faaliyetleri 10 dakika kadar daha devam etmekteymiş. bu süre zarfında ise kaç yıl yaşadıysanız işte, o kadar süre on dakikada hızlı bir şekilde beyin içinde akıp gidermiş. beyin dalgalarını emebilecek bir alet yapılabilirse bu süre kaydedilebilir ve torunların zevkine göre istenildiği gibi montajlanabilirmiş. erotik sahnelerinize bakacaklarını pek sanmıyorum!
meksika imparatoru maximilian, habsburg hanedanlığına mensuptur. meksika soyluları tarafından avusturya imparatorundan kendilerine bir kral istemesi sonucu oraya atanmış! 19.yy'da 4 yıl süre ile meksika'yı yönetmeye çalışmış, ancak juanitoların ayaklanması sonucu ülkesine kaçmıştır.
joachim murat, napoleon'un en ünlü mareşallerinden birisi ve süvarilerinin komutanıdır. napoli krallığı yapmıştır. napoleon'a moskova yolunu açmıştır. napoleon rusya'da kutuzov'a yenilince ordusunun komutasını murat'a bırakır ve hemen paris'e kaçar.
nuri bilge ceylan'ın uzak filminde, krizde işsiz kalmış bir genç, gemici olmak için istanbul'a bir akrabasının yanına gelir. akrabası da karısından yeni ayrılmış ve köylülükten kurtulmuş yeni bir şehirlidir. filmde ikisinin arasındaki çekişme anlatılır. istanbul'un karlı hali güzel görünür gözlere.
kutup yıldızı sabit bir yıldız değildir. binlerce yıllık zaman dilimi içerisinde başka yıldızlar kutup yıldızı olur. bunun nedeni dünyanın dönme ekseninin yavaşça hareket etmesidir. bu hareket 25800 yıllık bir döneme tekabül eder. buna presesyon denir. şu anki kutup yıldızı olan alpha ursae minoris, 2102 yılında kuzey kutbuna en yakın konumunda olacaktır. 4600 yıl önce ise thuban adlı yıldız kutup yıldızıydı; bu zaman dilimi, mısır'da piramitlerin yapıldığı tarihe karşılık gelmektedir.
şam fıstığı, 1980 darbe hükümetinin aldığı karar ile adını antep fıstığı olarak değiştirmiştir. eskiden şam osmanlıya bağlıyken üretimi antep ve çevresinde, ticareti şam'da yapıldığından dolayı şam fıstığı olarak anılırmış. susuz yetiştirilebilen bir meyvedir. susuz yetiştiricilikte sıra araları çok uzun bırakılır. evladiyelik bir meyvedir. dikildikten 15 yıl sonra meyve vermeye başlar. ancak tam verimine 25-30 yılda geçer. tozlanması büyük problemdir. uçaklarla tozlama yapıldığı olur. bahçe sahipleri bildiğimiz manada çiftçiler değildir. genelde büyük şehirlerde yaşayan toprak ağaları yapar. mesela şu şarkıcı mirkelam gibi.
ishak paşa sarayı aslında tamamen bir taş yığını. eskiden altın bir kapısı varmış. ama 93 harbinde ruslar ganimet olarak el koyup moskova'ya götürmüşler. 100 ytl'nin arkasında onun resmi vardı. rivayete göre osmanlının ihtişamını doğuda göstermek isteyen ishak paşa tarafından yapılmış. ancak iran şahı'nın padişaha "doğudaki valin senin sarayından daha güzelini yapıp havasını atıyor" şeklindeki ispiyonlaması üzerine paşa yerinden edilir. içinde kanalizasyon sistemi varmış. en azından öyle derler. doğu beyazıt'a gidildiğinde görülmesi gereken bir yerdir. ama hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. en azından ben uğradım. onu yerine ağrı dağı'na bakmak daha keyfili ve eğlenceli. zamanında fatma girik ve coşkun göğen'in başrolerini oynadığı ağrı dağı afsanesi adlı film burada çekilmiş. ağrı dağı'ndan uçunca çayır çimen yerine buraya düşebilirsiniz. dikkatli olmakta fayda vardır!
kalasnikov tutukluk yapması neredeyse imkansız olan, yarı otomatik ve otomatik olarak kullanılabilen piyade tüfeğidir. menzili çok fazla değildir, ama yağmur, kar, çamur, sıcak, kurak demez daima çalışır. temizlenme derdi nerdeyse yoktur. onu bir çamurun içine atın ve istediğiniz zaman alın. muhakkak çalışacaktır.
the king of comedy, "tüm hayat boyu ahmak olmaktansa tek bir gece kral olurum daha iyi" deyip, parayı toptan satın alan rupert pupkin'in hikayesidir. çok güzel bir filmdir.
craig schwartz, being john malkovich filminde john cusack tarafından canlandırılan kuklacıdır. lotte schwartz'ın kocasıdır. ancak ikisi de aynı kadına aşıktır. yani maxin'e. şöyle der; "bilinç, korkunç bir lanettir. düşünürsün, hissedersin, acı çekersin."
yılmaz güney'in sürü filmini üç bölümde incelemek gerekir. birinci kısımda göçer hayatı anlatılır. ikinci kısımda tren yolculuğu ile gerçek hayata geçilir. hayatın pisliklikleri ve zalimlikleri görürüz. üçüncü kısımda ise hayallerin şehri, her bahtı karanın görmak istediği şehir olan ankara'ya varılır. aslında ankara her şeyden daha zalimdir. iyi yoktur ankara'da. sadece para vardır.
mavi duvar şarkısı, kadına bağımlılık üzerine enfes bir eserdir. beklenilen kişinin asla gelmeyeceği acı acı insana hatırlatılır ve rüzgar kırbaç gibi yüzüne çarpar. acı gerçek budur.
haşhaşin örgütüne batılılar assassin der.
avrupa'daki gizli tarikatların yapılanması, bu örgütün yapılanmasını öğrenen ve bir kaç ufak değişiklikle uygulayan kudüs ve urfa gibi yerlerdeki hristiyan şövalyeler sayesinde olmuştur.
alex de large, mahkum numarası 655321 olan, sevimli, kocaman gözleri ile ailelerin neşe kaynağı bir karakterdir. polisler tarafından öldürülesiye dövülmesi ve zavallı bir dilenci tarafından tartaklanması, gönlümdeki yerini sağlamlaştırmıştır.
sarah ile musa ikilisinden erkek olanı, daha sonra maraş genelevi patroniçesinin kızı ile evlenerek milli damatlığa layık bir davranışta bulunmuş ve takdirimi kazanmıştır!
per un pugno di dollari adlı filmde, meksika sınırında bir kasaba olan san miguel ve kasabadaki iki düşman aileyi anlatır. yani rojolar ve baxterlar. kasabaya aniden gelen bir amerikalı vardır. amerikalı para için sürekli taraf değiştir ve birgün marisol'u görür ve ona acır, yardım eder. çocuğu ile onu buluşturur. rojolardan ramon bunu kabullenemez. amerikalı çetin cevizdir. film, seyredebileceğiniz en mükemmel western filmi olacağına bire on bahse girerim. aynı zamanda the good the bad and the ugly'deki 3'lü düello sahnesinden sonra seyredebileceğiniz en güzel düello sahnesi bu filmdedir. winchester'lı ramon'a karşı çelik yelekli bir amerikalı. "birini öldürmek istiyorsan daima kalbine ateş etmelisin." ve sonra; "bir 45'likle winchester'ı karşılaştırırsan 45'likli adam, ölü adamdır."
stanley kubrick'in lolita filminde herkes birbirine aşıktır ve herkes birinin aşk intikamını alır. filmin güzel yanı gerçek hayatta karşılıklı aşkın olmadığını haykırmasıdır. romantik komedilerle kafa bulur. anlatılan olayın özü ise küçük kızlarla cinsel fantazi yaşamak değildir. ilk sahnedeki lolita'nın sol ayak parmaklarına oje surme sahnesi ise olağanüstü güzel. benim gibilerin bir numaralı sahnesi, o oje sahnesidir.
vandallar kavimler göçü'nden önce şimdiki macaristan civarında yaşayan, ancak hunların gotları yerlerinden etmesi ile beraber ispanya'ya ve kuzey afrika'ya kadar sürülen ve sürülürken önlerine çıkan her şeyi yakan bir halktır. ispanya'da yerli halkın içinde eriyip gitmişlerdir.
kilgore trout'un sözü ile anlatırsam eğer, "ölünceye kadar yaşamaktır hayatın anlamı". olmadı, aynanın içine girip gençleşmektir.
tolerans, latince tolare kelimesinden gelir. hoşgörü anlamında değildir."tahammül etmek, acıya katlanmak" manasındadır.
christopher lambert, geçmiş on yıllarda çevrilmiş ne kadar uçuk-kaçık, fantezi, bilim kurgu filmi varsa hemen hepsinde görebileceğimiz iskoçya asıllı bir aktördür!
rosa parks, amerika'nın güney eyaletlerinde 1950'lere kadar devam eden ırk ayrımcılığını sonlandırılmasında büyük katkıları olan siyah bir kadın. bir çok insana ilham kaynağı olmuştur. yaptığı ise otobüste ön koltukta oturmak.
otobüslerin camlarının koskocaman olmasının nedeni, onlara kimlerin bindiğini herkese göstermek ve sınıf atlama heyecanını devam ettirmektir.
eski sevgilinizi/sevdiğinizi unutamıyorsanız intihar edin. kesin çözüm.
izmir'e ilk giren türk kuvvetlerinin komutanı sakallı nurettin paşa'dır. izmit'te ali kemal'i linç ettirdikten sonra izmir'de de başka bir olaya imza atmış ve metropolitin'i mahkemesiz astırmıştır.
atatürk liberal bir insan değildi ve liberalizmden nefret ediyordu. çünkü osmanlı kapitülasyonlar nedeniyle tamamen liberal bir ekonomiye sahipti. ittihatçılar zamanında bile liberal ekonomiden vazgeçilmedi. mustafa kemal kendi devri boyunca direndi. ama inönü, almanlar savaşta zaferden zafere koşarken biten rus-türk saldırmazlık anlaşmasını onaylamayınca ve savaş biter bitmez ruslarla bu anlaşmanın devamı için yaptığımız görüşmelerde rusların boğazlarda üs istemesi sonucu kendimizi amerika'nın ve vahşi kapitalizmin kucağında bulduk.
bir zamanlar mekap giyenlerin tutuklanması acayip bir hadise. çok dayanıklı bir ayakkabı olduğu için dağda, bayırda dolaşanların tercihi olmuş. 90'ların ortasında diyarbakır'da ayağında mekap olanlar içeri alınırmış.
sultan üçüncü murad'ın annesi nur banu sultan yahudi asıllıdır. kendisi tahta çıkar çıkmaz beş kardeşini hemen boğdurarak işi sağlama almıştır. "kontrolsüz seks, seks değildir" sözü onun zamanında söylenmiştir. yüzden fazla çocuğu olduğu söylenir. öldüğü zaman bile ne kadar cariyesinin hamile olduğu belirsizdir. en sevdiği cariyesi ise safiye sultan adlı bir vedeniklidir. halka oturduğu yerden gümüş para dağıtmasıyla meşhurdur. oğlu mehmet için yaptığı düğün tam 53 gün sürmüştür. geberdiğinde hazineyi tam takır bırakmıştır.
toledo, endülüs ispanya'sının başkentidir. tercümeleri ile ünlüdür. dünyanın tüm bilinen eski yazmaları burdaki tercümanlar tarafından arapçaya, ispanyolcaya ve latinceye çevrilmiştir. avrupa'nın her yerinden bilim adamları bu tercümleri okumak için buraya gelmiştir. ispanyolların alınca katliam yapmadıkları tek şehirdir.
dabbetul arz, kıyamete yakın bir zamanda mısır civarında ortaya çıkacağı düşünülen ve elindeki mühür ile insanları kafir ve mümin diye alnından mühürlüyen garip bir yaratıktır. deve gibi birşey olacağı rivayet ediliyor.
jeanne d arc, orleans bakiresi olarak bilinir. dallama fransızların, tüm kahramanlarını ingilizlere satma veya giyotine gönderme alışkanlıkları o'nunla başlar.
emrah'ın anası orospuysa eğer, amcası nuri alço olmayabilir. teknoloji o zamanlar o kadar gelişmemişti!
ayastefanos'taki rus abidesi'nin yıkımı gizlice olmuştur. teşkilatı mahsusa'nın parmağı olduğu söylenir. yani çekilen ilk film, abidenin yıkılışı değildir. ilk filmimiz sultan reşat'ın makedonya ziyaretinde arnavut kardeşler tarafından çekilmiştir. ancak bu filmin de orjinali veya kopyası bulunamamıştır.
manderlay, üçlemenin ikinci filmidir. grace, hayatına bir anlam kazandırma çabası içindedir ve bu sefer halen köleliğin devam etmekte olduğu bir çiftliğe gelir. acaba herşey göründüğü gibi midir? saatleri ayarlamak için oylama yapmak mı gerekir, yoksa yoldan geçen birine sormak mı? birinci sınıf zenci ile yedinci sınıf zenci arasındaki fark nedir? kum fırtınasından korunmak için ne yapmamak lazım?
alev makinesı, ikinci dünya savaşı'nda amerikalılar tarafından pasifik adalarında bulunan mağralarda saklanan japon askerlerini temizlemek için sıkça kullanılmıştır. yalnız deposuna kurşun geldiği taktirde hem alevci hemde yanındakiler küle dönermiş. dikkatli kullanmak lazım gelirmiş. ibda-c'nin piknik tüplerinden yaptığı ilkel alev makineleri basında bir ara sıkça gündeme gelmişti.
arjantin, 1800'lerde suriye'den hristiyanların ve 1915'den sonra anadolu'nun bir çok değişik yerinden ermenilerin göç ettiği bir ülkedir. köleliğin kaldırılmasının ardından siyahların yerine bir çok italyanın çalışmaya başladığı geniş çiftliklere sahiptir. italyan asıllı arjantinli sayısı oldukça fazladır. son ekonomik krizlerinden sonra bunların bir kısmı italya'ya geri dönmüş ve italyan vatandaşlarının çalışmadığı çiftlik işleri, hizmetçilik gibi alanlarda çalışmaya başlamışlardır.
dial m for murder, 1954 yapımı bir alfred hitchcock filmidir. ray milland, grace kelly, robert cummings başrol oyuncularıdır. film, karısının hayat sigortası parasını alabilmek için kiralık katil tutan bir adamın planını anlatılıyor. ancak kadın katili öldürür ve planlar tamamen değişir. tüm film nerdeyse bir odada geçiyor ve konuşmalar bol. mükemmel bir cinayet planı nasıl olur ve eksiği-gediği nasıl giderilir? cevap bu filmde.
1922'de işçilerin genel greve gitmeleri üzerine, Ekim 1922'de, mussolini yönetimindeki faşist parti'nin kara gömlekliler adlı üyeleri napoli'den roma'ya doğru yürümeye başlar. hükümet çekilmek zorunda kalır. kral, 30 Ekim 1922'de, başbakanlığa mussolini'yi getirir. böylece italya'da faşist yönetim kurulmuştur.
kutsal kitaplara göre ilk doğan insan kabil'dir.
hayatın bir film şeridi gibi akıp gitmesi gerçekmiş. insan öldükten sonra beyin faaliyetleri 10 dakika kadar daha devam etmekteymiş. bu süre zarfında ise kaç yıl yaşadıysanız işte, o kadar süre on dakikada hızlı bir şekilde beyin içinde akıp gidermiş. beyin dalgalarını emebilecek bir alet yapılabilirse bu süre kaydedilebilir ve torunların zevkine göre istenildiği gibi montajlanabilirmiş. erotik sahnelerinize bakacaklarını pek sanmıyorum!
meksika imparatoru maximilian, habsburg hanedanlığına mensuptur. meksika soyluları tarafından avusturya imparatorundan kendilerine bir kral istemesi sonucu oraya atanmış! 19.yy'da 4 yıl süre ile meksika'yı yönetmeye çalışmış, ancak juanitoların ayaklanması sonucu ülkesine kaçmıştır.
joachim murat, napoleon'un en ünlü mareşallerinden birisi ve süvarilerinin komutanıdır. napoli krallığı yapmıştır. napoleon'a moskova yolunu açmıştır. napoleon rusya'da kutuzov'a yenilince ordusunun komutasını murat'a bırakır ve hemen paris'e kaçar.
nuri bilge ceylan'ın uzak filminde, krizde işsiz kalmış bir genç, gemici olmak için istanbul'a bir akrabasının yanına gelir. akrabası da karısından yeni ayrılmış ve köylülükten kurtulmuş yeni bir şehirlidir. filmde ikisinin arasındaki çekişme anlatılır. istanbul'un karlı hali güzel görünür gözlere.
kutup yıldızı sabit bir yıldız değildir. binlerce yıllık zaman dilimi içerisinde başka yıldızlar kutup yıldızı olur. bunun nedeni dünyanın dönme ekseninin yavaşça hareket etmesidir. bu hareket 25800 yıllık bir döneme tekabül eder. buna presesyon denir. şu anki kutup yıldızı olan alpha ursae minoris, 2102 yılında kuzey kutbuna en yakın konumunda olacaktır. 4600 yıl önce ise thuban adlı yıldız kutup yıldızıydı; bu zaman dilimi, mısır'da piramitlerin yapıldığı tarihe karşılık gelmektedir.
şam fıstığı, 1980 darbe hükümetinin aldığı karar ile adını antep fıstığı olarak değiştirmiştir. eskiden şam osmanlıya bağlıyken üretimi antep ve çevresinde, ticareti şam'da yapıldığından dolayı şam fıstığı olarak anılırmış. susuz yetiştirilebilen bir meyvedir. susuz yetiştiricilikte sıra araları çok uzun bırakılır. evladiyelik bir meyvedir. dikildikten 15 yıl sonra meyve vermeye başlar. ancak tam verimine 25-30 yılda geçer. tozlanması büyük problemdir. uçaklarla tozlama yapıldığı olur. bahçe sahipleri bildiğimiz manada çiftçiler değildir. genelde büyük şehirlerde yaşayan toprak ağaları yapar. mesela şu şarkıcı mirkelam gibi.
ishak paşa sarayı aslında tamamen bir taş yığını. eskiden altın bir kapısı varmış. ama 93 harbinde ruslar ganimet olarak el koyup moskova'ya götürmüşler. 100 ytl'nin arkasında onun resmi vardı. rivayete göre osmanlının ihtişamını doğuda göstermek isteyen ishak paşa tarafından yapılmış. ancak iran şahı'nın padişaha "doğudaki valin senin sarayından daha güzelini yapıp havasını atıyor" şeklindeki ispiyonlaması üzerine paşa yerinden edilir. içinde kanalizasyon sistemi varmış. en azından öyle derler. doğu beyazıt'a gidildiğinde görülmesi gereken bir yerdir. ama hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. en azından ben uğradım. onu yerine ağrı dağı'na bakmak daha keyfili ve eğlenceli. zamanında fatma girik ve coşkun göğen'in başrolerini oynadığı ağrı dağı afsanesi adlı film burada çekilmiş. ağrı dağı'ndan uçunca çayır çimen yerine buraya düşebilirsiniz. dikkatli olmakta fayda vardır!
kalasnikov tutukluk yapması neredeyse imkansız olan, yarı otomatik ve otomatik olarak kullanılabilen piyade tüfeğidir. menzili çok fazla değildir, ama yağmur, kar, çamur, sıcak, kurak demez daima çalışır. temizlenme derdi nerdeyse yoktur. onu bir çamurun içine atın ve istediğiniz zaman alın. muhakkak çalışacaktır.
the king of comedy, "tüm hayat boyu ahmak olmaktansa tek bir gece kral olurum daha iyi" deyip, parayı toptan satın alan rupert pupkin'in hikayesidir. çok güzel bir filmdir.
10 Mart 2010 Çarşamba
excalibur
efsaneye odur ki kral arthur ingizlerin kralı olabilmek için bir taşa saplanmış bir kılıcı, o taşın içinden nazikçe çıkarması gerekiyordur. işin ilginci o kılıcı ondan başkası da çıkarabilemez. uğraşsalar bile nafile.
kılıç gölün hanımı tarafından(lotr'ın esin kaynakları kişiler!) merlin'e teslim edilir. ama hemen arthur'un eline geçmez. önce babası uthar kılıcı teslim alır. uther bu kılıçla zaferden zafere koşar. ama uther kılıcı haksız yere de kullanır ve ölmek üzereyken meşhur taşımıza kılıcı saplar.
uzunca bir süre geçer ve kılıcı çıkarmak isteyen hiç kimse bunu başaramaz. sonunda uther'ın kayıp oğlu arthur gelir ve kılıcı çıkarır. arthur bununla zaferden zafere koşar. ama oğlu ile birbirlerini öldürdükten sonra sir perceval kılıcı göle iade eder.
bu ingiliz mitolojisini aslında fransızlar yazmıştır. ingilizler onlardan aparmış. daha ilginç olan nokta ise efsane kılıcın orjinal hikayesi binbir gece masallarına dayanır. malum, bu masallar bağdat kökenli gibi, harun reşit'in sarayının en büyük eğlencesi. bağdat'tan yayılması ise ticaret vasıtasıyla endülüs'e, fransa'ya ve ingiltere'ye kadar yayılmıştır. bu hikaye, ingilizlerin millet olmak için efsane gereksimini karşılamıştır.
binbir gece masalları ise eski kültürlerin ortak bir paydası gibidir. çin'den kuzey afrika'ya kadar olan hikayeleri kapsar. her duyan hikayeleri zenginleştirmiş, kendi kültüründen bir şeyler katmış, yeniden anlatmış ve ticaret yollarıyla her yere yayılmış, günümüze kadar gelmiştir.
kılıç gölün hanımı tarafından(lotr'ın esin kaynakları kişiler!) merlin'e teslim edilir. ama hemen arthur'un eline geçmez. önce babası uthar kılıcı teslim alır. uther bu kılıçla zaferden zafere koşar. ama uther kılıcı haksız yere de kullanır ve ölmek üzereyken meşhur taşımıza kılıcı saplar.
uzunca bir süre geçer ve kılıcı çıkarmak isteyen hiç kimse bunu başaramaz. sonunda uther'ın kayıp oğlu arthur gelir ve kılıcı çıkarır. arthur bununla zaferden zafere koşar. ama oğlu ile birbirlerini öldürdükten sonra sir perceval kılıcı göle iade eder.
bu ingiliz mitolojisini aslında fransızlar yazmıştır. ingilizler onlardan aparmış. daha ilginç olan nokta ise efsane kılıcın orjinal hikayesi binbir gece masallarına dayanır. malum, bu masallar bağdat kökenli gibi, harun reşit'in sarayının en büyük eğlencesi. bağdat'tan yayılması ise ticaret vasıtasıyla endülüs'e, fransa'ya ve ingiltere'ye kadar yayılmıştır. bu hikaye, ingilizlerin millet olmak için efsane gereksimini karşılamıştır.
binbir gece masalları ise eski kültürlerin ortak bir paydası gibidir. çin'den kuzey afrika'ya kadar olan hikayeleri kapsar. her duyan hikayeleri zenginleştirmiş, kendi kültüründen bir şeyler katmış, yeniden anlatmış ve ticaret yollarıyla her yere yayılmış, günümüze kadar gelmiştir.
hikayenin temeli kadının sadakatsizliğidir. ee, eski devirlerde erkek için kadın bir tanedir. yüzü, adı, teni değişik olabilir. ama bir tanedir.
sadece excalibur değil, kutsal kase işi de bu masallara dayanır derler.
aslında başka ilginç bir konuya da değinmem lazım, hazır laf efsanelerden açılmışken. bir kitaptan alıntı yapayım size önce;
"karolenjler. 791-796 friaul ve avusturya'ya saldırıdan sonra üç sefer düzenlenerek avarlara egemen olunur. avar kalesi yıkılır(822'de yüzük son kez zikredilir)"
bu yüzük hikayesini bilen anlatsın bana. kitapta okuduğum bu yüzük meselesi çok ilgimi çekti. ama bu yazdığım kısmın öncesinde yok, aradım taradım bulamadım. şimdi bir daha baştan başladım. ilk kez, ikinci kez nerede geçmiş bu yüzük diye. hala bulamadım.
9 Mart 2010 Salı
yahuda iskariyot (judas)
"akşam yemeği sırasında iblis, simun oğlu yahuda iskariyot'un yüreğine isa'yı ele verme isteğini koymuştu bile."
"şeytan, on ikilerden biri olup iskariyot diye adlandırılan yahuda'nın yüreğine girdi. yahuda gitti, başkahinler ve tapınak koruyucularının komutanlarıyla isa'yı nasıl ele verebileceğini görüştü. onlar buna sevindiler ve kendisine para vermeye razı oldular. bunu kabul eden yahuda, kalabalığın olmadığı bir zamanda isa'yı ele vermek için fırsat kollamaya başladı."
son akşam yemeğinde ise isa havarileriyle yemek yerken şöyle der; "size doğrusunu söyleyeceğim. sizden biri beni ele verecek".
tüm havariler bu kişinin kendisi olduğunu sanır. isa ise konuşmaya devam eder; "beni ele verecek olan elindeki ekmeği benimle tabağa bandırandır." tam bu laf söylenirken yahuda elini tabağa götürür. isa lafına devam eder; "yapacağın işi çabuk yap." o sırada iskaryot'un içine şeytan kaçar ve hemen oradan ayrılır. diğer havariler ise isa'ın o sözlerini duymadıkları için olan bitene bir anlam veremezler.
judas veya yahuda iskaryot, 30 parça gümüş karşılığında "öpeceğim kişi isa'dır, onu yakalayın" deyip isa'yı romalılara ihbar eden kişidir. leonardo da vinci'nin son akşam yemeğinde de betimlediği gibi siyah biri olduğu söylenir. tevratın bir bölümünde nuh, oğlu ham kendisini çıplak görünce oğlu sam'ın kölesi olmasını tanrıdan diler. sam, samilerin atası olur. ham ise siyahların. köle tacirleri tevratın bu lafını kullanarak köle ticaretini yüzlerce yıl meşru saymışlar ve bir beyazın da isa'ya bu derece ihanet edeceğini tasavvur edememişler sanırım!
neyse, isa'yı üç defa inkar etme olayı da vardır. bu kişi de petrus'tur. isa kendi havarilerinden biri tarafından satılacağını ve bundan sonraki süreçte de diğer havarilerin bocalayacağını, çelişkilere düşeceğini, sonra tekrar toparlanacaklarını söyler. petrus ise ona diğerleri böyle bir duruma düşmüş olsa da kendisinin asla böyle yapmayacağını söyler. isa ise "doğrusu sana derim ki, hem de bugün, bu gece horoz iki kere ötmeden önce, üç kez beni inkâr edeceksin." ilk papa kabul edilen havari petrus, roma askerleri evi bastıktan sonra kaçarken tanınır ve askerlerce yakalanacakken üç kere her iki horoz ötüşünden sonra isa'yı tanımadığını ve onun havarisi oldugunu inkar eder. isa'nın kendisine dediğini hatırlayınca da piedra ırmağının kenarında oturup ağlar! bu açıdan bakınca ilk papa ile dante'nin ilahi komedya'sında cehennemin en dibinde yanan yahuda arasında bir fark yok gibi! dante'ye göre muhammet ile ali bile bir üst katta yanıyorlar. başka bir havari olan şüpheci tomas nikli kişi de isa'nın yaralarına dokunana kadar dirildiğine inanmayacağını söylemiştir. bu havariler arasında isa'nın herhangi bir özelliğine, sözüne inanmayanlar oldukça çok!
yahuda'nın hikayesi elbet devam eder. mekanı terk eder etmez aynı gece peşine roma askerlerini takıp eve gelir. yavaşca isa'nın yanına gelir ve onu yanaklarından öper. böylece onun tutuklanmasını sağlar. gerisi ise mahkeme ve çarmıh hadisesidir. yahuda ise ihbar ettikten sonra ortadan kaybolmuştur. incillerden üçü, iskaryot'un yaptığına pişman olup isa'nın çarmıha gerilmesinden sonra kaybolup bir daha görünmediğini söylüyor. kimine göre isa yakalanınca yaptığını anlamış ve üzüntüden kendisini asmıştır. kimine göre de isa'yı haber vermesi karşılığında aldığı otuz gümüş para ile bir tarla satın almış, daha sonra ise garip bir şekilde baş aşağı düşüp ortasından çatlamış, bütün bağırsakları dökülmüştür. islama göre ise isa'nın yerine o asılmıştır. sanki bu isa'nın yerine kazara asılması hadisesi daha inandırıcı gibi geliyor bana. ortadan kaybolmasına da bir delil olur hem. ayrıca inciller arasındaki tutarsızlık çok belli oluyor. isa'nın çarmıha gerilmeyip(yani ölmeyip) tekrar görünmesi(hristiyanlara göre dirilmesi) daha bir anlam kazanıyor. ama yahuda'nın suratının isa'ya benzeyip onun çarmığa gerilmesi de ayrıca bir mucize!
ama yahuda'nın isa'ya neden ihanet ettiği belirsiz. isa vaaz vermeye başladıktan sonra bu 12 havariyi özel olarak belirleyip eğitime tabii tutuyor. yani bu durumda isa yanlış ata oynamıştır denilebilir. bir teoriye göre isa, yahuda'ya bedeninin bu dünyadan kurtarılması gerektiğini ve ancak bedeni ölüp maddi ve bozulmuş olan bu dünyadan kurtulunca gerçek kurtuluşa kavuşacağını söyler. yahuda da isa'nın bu isteğini yerine getirmiştir. gerçi bu düalist bir inanç. belkide tek amacı paraydı. kim bilir, magdelana'ya da gizli gizli tutkun olabilir hani!
tabii yahuda durduğu yerde durmamış ve değişik teorilere de ilham kaynağı olmuştur. yahuda iskaryot aslında vladimir drakula'dır. ölümsüzdür, çünkü tanrı onu ne cennetine ne de cehennemine kabul etmemektedır. gümüş kurşun ile zarar görebilir, çünkü isa'yı gümüş paralar karşılığı satmıştır. haçtan ölümüne korkmasın da nedeni yine isa'dır.
yahuda, kazancakis'in günaha son çağrı adlı romanında ise isa'nın bizzat kendisine ihanet etmesini istediği kişidir. çünkü isa yahuda'dan başkasına güvenmemektedir. yine, yeni ortaya çıkan yahuda incil'ine göre(bir çok sayfası harap olmuş haldedir) yahuda iskariyot aslında isa'ya ihanet etmemiş ve isa’yla bir plan yapıp isa’nın tutuklanmasını sağlamıştır. kazancakis'in metinden haberi var mıdır bilemeyeceğim. neyse, bu incile göre isa, yahuda’ya kendisini romaya teslim etmesini, böylece ruhunun vücudundan kurtularak özgürleşeceğini (gnostizm), yahuda’nın da bu nedenle diğer havarileri kat kat aşacağını, hepsinden üstünden olacağını söylüyormuş. isa en sonunda bu hareketinden dolayı yahuda’ya "daha sonraki kuşaklarca lanetleneceksin" demeyi de unutmuyor. petrus'un böyle bir üstünlüğü kabul edeceğini hiç sanmam!
"diğerlerinden uzak dur ve ben sana krallığın sırlarını söyleyeceğim. fakat sen bundan dolayı çok acı çekeceksin." (yahuda incili)
adı hristiyanlarca ihanetin yerine kullanılagelir. kiss of judas'ın anlamı ihanet öpücüğüdür. iskaryot ise katil anlamına gelir. latince bir kelimeymiş aslında(sicaria). müslümanlarca neden iskaryot denildiğini şahsen çözemedim. çünkü isa'yı ihbar etse bile onun katili olmadı.
"şeytan, on ikilerden biri olup iskariyot diye adlandırılan yahuda'nın yüreğine girdi. yahuda gitti, başkahinler ve tapınak koruyucularının komutanlarıyla isa'yı nasıl ele verebileceğini görüştü. onlar buna sevindiler ve kendisine para vermeye razı oldular. bunu kabul eden yahuda, kalabalığın olmadığı bir zamanda isa'yı ele vermek için fırsat kollamaya başladı."
son akşam yemeğinde ise isa havarileriyle yemek yerken şöyle der; "size doğrusunu söyleyeceğim. sizden biri beni ele verecek".
tüm havariler bu kişinin kendisi olduğunu sanır. isa ise konuşmaya devam eder; "beni ele verecek olan elindeki ekmeği benimle tabağa bandırandır." tam bu laf söylenirken yahuda elini tabağa götürür. isa lafına devam eder; "yapacağın işi çabuk yap." o sırada iskaryot'un içine şeytan kaçar ve hemen oradan ayrılır. diğer havariler ise isa'ın o sözlerini duymadıkları için olan bitene bir anlam veremezler.
judas veya yahuda iskaryot, 30 parça gümüş karşılığında "öpeceğim kişi isa'dır, onu yakalayın" deyip isa'yı romalılara ihbar eden kişidir. leonardo da vinci'nin son akşam yemeğinde de betimlediği gibi siyah biri olduğu söylenir. tevratın bir bölümünde nuh, oğlu ham kendisini çıplak görünce oğlu sam'ın kölesi olmasını tanrıdan diler. sam, samilerin atası olur. ham ise siyahların. köle tacirleri tevratın bu lafını kullanarak köle ticaretini yüzlerce yıl meşru saymışlar ve bir beyazın da isa'ya bu derece ihanet edeceğini tasavvur edememişler sanırım!
neyse, isa'yı üç defa inkar etme olayı da vardır. bu kişi de petrus'tur. isa kendi havarilerinden biri tarafından satılacağını ve bundan sonraki süreçte de diğer havarilerin bocalayacağını, çelişkilere düşeceğini, sonra tekrar toparlanacaklarını söyler. petrus ise ona diğerleri böyle bir duruma düşmüş olsa da kendisinin asla böyle yapmayacağını söyler. isa ise "doğrusu sana derim ki, hem de bugün, bu gece horoz iki kere ötmeden önce, üç kez beni inkâr edeceksin." ilk papa kabul edilen havari petrus, roma askerleri evi bastıktan sonra kaçarken tanınır ve askerlerce yakalanacakken üç kere her iki horoz ötüşünden sonra isa'yı tanımadığını ve onun havarisi oldugunu inkar eder. isa'nın kendisine dediğini hatırlayınca da piedra ırmağının kenarında oturup ağlar! bu açıdan bakınca ilk papa ile dante'nin ilahi komedya'sında cehennemin en dibinde yanan yahuda arasında bir fark yok gibi! dante'ye göre muhammet ile ali bile bir üst katta yanıyorlar. başka bir havari olan şüpheci tomas nikli kişi de isa'nın yaralarına dokunana kadar dirildiğine inanmayacağını söylemiştir. bu havariler arasında isa'nın herhangi bir özelliğine, sözüne inanmayanlar oldukça çok!
yahuda'nın hikayesi elbet devam eder. mekanı terk eder etmez aynı gece peşine roma askerlerini takıp eve gelir. yavaşca isa'nın yanına gelir ve onu yanaklarından öper. böylece onun tutuklanmasını sağlar. gerisi ise mahkeme ve çarmıh hadisesidir. yahuda ise ihbar ettikten sonra ortadan kaybolmuştur. incillerden üçü, iskaryot'un yaptığına pişman olup isa'nın çarmıha gerilmesinden sonra kaybolup bir daha görünmediğini söylüyor. kimine göre isa yakalanınca yaptığını anlamış ve üzüntüden kendisini asmıştır. kimine göre de isa'yı haber vermesi karşılığında aldığı otuz gümüş para ile bir tarla satın almış, daha sonra ise garip bir şekilde baş aşağı düşüp ortasından çatlamış, bütün bağırsakları dökülmüştür. islama göre ise isa'nın yerine o asılmıştır. sanki bu isa'nın yerine kazara asılması hadisesi daha inandırıcı gibi geliyor bana. ortadan kaybolmasına da bir delil olur hem. ayrıca inciller arasındaki tutarsızlık çok belli oluyor. isa'nın çarmıha gerilmeyip(yani ölmeyip) tekrar görünmesi(hristiyanlara göre dirilmesi) daha bir anlam kazanıyor. ama yahuda'nın suratının isa'ya benzeyip onun çarmığa gerilmesi de ayrıca bir mucize!
ama yahuda'nın isa'ya neden ihanet ettiği belirsiz. isa vaaz vermeye başladıktan sonra bu 12 havariyi özel olarak belirleyip eğitime tabii tutuyor. yani bu durumda isa yanlış ata oynamıştır denilebilir. bir teoriye göre isa, yahuda'ya bedeninin bu dünyadan kurtarılması gerektiğini ve ancak bedeni ölüp maddi ve bozulmuş olan bu dünyadan kurtulunca gerçek kurtuluşa kavuşacağını söyler. yahuda da isa'nın bu isteğini yerine getirmiştir. gerçi bu düalist bir inanç. belkide tek amacı paraydı. kim bilir, magdelana'ya da gizli gizli tutkun olabilir hani!
tabii yahuda durduğu yerde durmamış ve değişik teorilere de ilham kaynağı olmuştur. yahuda iskaryot aslında vladimir drakula'dır. ölümsüzdür, çünkü tanrı onu ne cennetine ne de cehennemine kabul etmemektedır. gümüş kurşun ile zarar görebilir, çünkü isa'yı gümüş paralar karşılığı satmıştır. haçtan ölümüne korkmasın da nedeni yine isa'dır.
yahuda, kazancakis'in günaha son çağrı adlı romanında ise isa'nın bizzat kendisine ihanet etmesini istediği kişidir. çünkü isa yahuda'dan başkasına güvenmemektedir. yine, yeni ortaya çıkan yahuda incil'ine göre(bir çok sayfası harap olmuş haldedir) yahuda iskariyot aslında isa'ya ihanet etmemiş ve isa’yla bir plan yapıp isa’nın tutuklanmasını sağlamıştır. kazancakis'in metinden haberi var mıdır bilemeyeceğim. neyse, bu incile göre isa, yahuda’ya kendisini romaya teslim etmesini, böylece ruhunun vücudundan kurtularak özgürleşeceğini (gnostizm), yahuda’nın da bu nedenle diğer havarileri kat kat aşacağını, hepsinden üstünden olacağını söylüyormuş. isa en sonunda bu hareketinden dolayı yahuda’ya "daha sonraki kuşaklarca lanetleneceksin" demeyi de unutmuyor. petrus'un böyle bir üstünlüğü kabul edeceğini hiç sanmam!
"diğerlerinden uzak dur ve ben sana krallığın sırlarını söyleyeceğim. fakat sen bundan dolayı çok acı çekeceksin." (yahuda incili)
adı hristiyanlarca ihanetin yerine kullanılagelir. kiss of judas'ın anlamı ihanet öpücüğüdür. iskaryot ise katil anlamına gelir. latince bir kelimeymiş aslında(sicaria). müslümanlarca neden iskaryot denildiğini şahsen çözemedim. çünkü isa'yı ihbar etse bile onun katili olmadı.
8 Mart 2010 Pazartesi
lewis carroll
rivayete göre küçük kızları kucağına alıp onlara hikayeler anlatmaya bayılan, papaz adayı bir kişiymiş bu insan evladı. biraz problemli bir kişiliktir, matematik proförörüdür ve bol bol magic mushroom çiğnemişliği olduğu söylenir. küçük kızları bu mantarı çiğneğip mi kucağına alıyordu yoksa çiğnemeden mi bilemeyeceğim. ama kendisi bildiğin manyaktır ve hatta pedofilidir. öyle ki, küçük kızların dışkısını koklayıp zevklendiği söylenir. belki inanmazsınız ama jack the ripper olduğu da yazılagelir!
ama insanlığın tarihine bu yönleri ile girmemiştir elbette. bir arkadaşının alice adlı kızına yazdığı alice harikalar diyarında adlı enfes hikayesi ile sadece yazıldığı zamana değil, yüz yıl sonrasına ve hatta belkide yüzlerce yıl sonrasına da hitap edebilmiştir. jefferson airplane'nin white rabbit'ine ilham kaynağı olmuştur. bir hapın bizi büyüteceğini ve bir hapın da küçülteceğini anlatırken grace slick, en sonunda da bir kızıl kraliçenin ağzından bize öğüdünü verir. "besle kafanı, besle kafanı!"
ama insanlığın tarihine bu yönleri ile girmemiştir elbette. bir arkadaşının alice adlı kızına yazdığı alice harikalar diyarında adlı enfes hikayesi ile sadece yazıldığı zamana değil, yüz yıl sonrasına ve hatta belkide yüzlerce yıl sonrasına da hitap edebilmiştir. jefferson airplane'nin white rabbit'ine ilham kaynağı olmuştur. bir hapın bizi büyüteceğini ve bir hapın da küçülteceğini anlatırken grace slick, en sonunda da bir kızıl kraliçenin ağzından bize öğüdünü verir. "besle kafanı, besle kafanı!"
lewis carroll 19. yüzyılın neredeyse bütününde yaşamış bir insandır. o zamanlar meşhur afyon yılları. insanlar özel afyon çekilen yerlerde sürekli olarak uyuşturucu çekiyor. grace ablamız da bu şarkıyı mantarın, esrarın bol çekildiği zamanlarda yazmış. böyle bir hikaye ve şarkı için başka türlü şeyler yiyip içmemek gerekiyor anlaşılan! gerçi vakti zamanında depresyon tedavisi için insanlara eroin verildiği ve bu kapsüllerin eczanelerde satıldığı bilinirse, lsd'nin uzun süre tedavi amaçlı kullanıldığı hatırlanırsa, ingilizlerin hindistan'da ürettiği tüm afyonu çin'e sattığı ve tüm çin'i afyon bağımlısı yaptığı öğrenilirse(sebebi bildiğin çay satışı aslında) insanlar ile uyuşturucu maddeler arasında çok çok uzun süreden beri duygusal ve maddi bir ilişki olduğu da görülebilir aslında!
neyse, tim burton'ın sweeney todd: the demon barber of fleet street ve charlie and the chocolate factory adlı filmlerinden sonra johnny depp ve helena bonhem carter ile beraber çektiği üçüncü film olan alice in wonderland berbatın da ötesinde. basbayaa kötü lan. değişik olacak diye oldukça sıradışı bir hikayeyi çok boktan hatta narnia günlükleri seviyesine getirmek ayrı bir beceri mi istiyor ne! alice'i oynayan kız çok kötü, filmi helenacığım ile johnny depp bile kurtaramamış.
neyse, tim burton'ın sweeney todd: the demon barber of fleet street ve charlie and the chocolate factory adlı filmlerinden sonra johnny depp ve helena bonhem carter ile beraber çektiği üçüncü film olan alice in wonderland berbatın da ötesinde. basbayaa kötü lan. değişik olacak diye oldukça sıradışı bir hikayeyi çok boktan hatta narnia günlükleri seviyesine getirmek ayrı bir beceri mi istiyor ne! alice'i oynayan kız çok kötü, filmi helenacığım ile johnny depp bile kurtaramamış.
Etiketler:
kitap,
müzik,
sinema,
tarihi kişilik
5 Mart 2010 Cuma
yangın var!!
padişahların haremi, padişah içerde alem yaparken içerisine girilmesi ve hatta kapısında bile durulması kesinlikle yasak olan bir mekandır. savaş, deprem, sel ve hatta padişahın ölmesi bile sorun değilmiş. kesinlikle hiç kimse içeri giremezmiş. ama her şey gibi bunun da tek bir istisnası varmış. o da yangın çıkması. istanbul'da yangın çıktığında(ki küçük bir yangın, tahta evlere sahip istanbul'un neredeyse tamamını küle çevirirmiş) kırmızı elbise giymiş bir kapı kulu, kapının önünde dikilip elleri önünde ve kafası yerde olacak şekilde put gibi dikilirmiş. herhangi bir söz söyleme veya öksürme veya laf söyleme hakkı yokmuş. padişah adamı görürse illa kalkacak diye bir zorunluluk da yokmuş. ister kalkar gider yangını söndürür, isterse işine devam eder ve yangınını söndürürmüş.
tarihde istanbul'un insanlarını yabancı istilacıların katledişi fazla değildir. latin istilasında büyük katliam olmuştur. fatih girdiğinde de şehir kılıç zoru ile aldığından askere 3 gün yağma izni verildiğini okumuştum. hatta bu yüzden onbinlerce hristiyan fatih'in ordusunda roma'ya karşı savaşmıştır(istanbul'u alan ne hayırlı bir komutan, tamam ama ya o askerler!). istanbul'un insanını toplu şekilde öldüren felaketler deprem, yangın, veba ve koleradır.
istanbul yüzyıllar içinde defalarca yandığı halde itfaiye birimi diyebileceğimiz tulumbacılar teşkilatı lale devrinde kurulmuştur. tulumbayı ise müslüman olmuş bir fransız icat etmiş. nevşehirli damadımız da yeniçeri içinden bu teşkilatı kurmuş. puslu kıtalar atlası'nda yazıyordu. galata kulesinde daima biri bulunur ve yangın çıkıp çıkmadığını gözetlermiş. tam zamanında haber verirse eğer 20 altın alırmış. kaçırırsa yandı gülüm keten helva. 20 değnek yermiş. neyse, ocak kaldırılınca bu teşkilat kaldırılmış ve yerine yeni ordu içinde itfaiye teşkilatı kurulmuş. ha bu teşkilat çare olmuş mudur derseniz eğer elbet hayır derim. çok dar sokakların kenarlarına kurulu kıç kıça ve baş başa olan ahşap evler her seferinde çıra gibi yanarmış.
4 Mart 2010 Perşembe
dede korkut hikayesi
kemal tahir'in devlet ana adlı mükemmel romanında cinli nefise karakteri, etrafına toplanan kızlara dede korkut hikayelerinden birisini ballandıra ballandıra anlatır, havva kızlarına akıl verir. dedim yazayım size de, hikayenin temeli neye dayanır bilmem, ama güzel. cinli nefise'nin ağzından kopya edilmiştir.
"oğlan, kızı alıcı kuş gibi kaptı, kaldırıp yatağa vurdu, koca tanrı yarattı demeyip yolup soyup bastırdı. önceleri nazlanıp istemeze vurup kaçınan kız, giderek oğlanın tadını alıp kızıp azıp bunca yılın ergen açlığı kabarıp doyması kalmayıp koşuldu. darısı hepimizin başına, hey avrat takımı, bunlar, böylece, ırağından yakınından sürtüştüler, gizli yerlerinden elleştiler, dil verip dil alıp emiştiler, üstte altta boğuşarak eziştiler. sönmez ateşlere girip çıkıp bunalıp gök yerlere batıp ayıp soluklanıp soluklanıp daldılar, otuz iki oyunu ve de yirmi bir düzeni ardı ardına ulayıp pes edene yuf" diye ant içip dilden elden belden düşene kadar uğraştılar. ikisi de inatlaşıp pes etmedi. halden düşüp biri sağa biri devrildi. kızdır aklı başına gelmesiyle, başladı çırpınıp yolunmaya... "bre kavat kızı anaaa... bunun tadı böyleymiş de, neden beri ere vermedin on birimde, on ikimde?.. neden beklettin on dördüme kadar?" diye sövdü, siydi, yemin içtki ki, ölene dek, helalık vermeye anası gavura..."
1 Mart 2010 Pazartesi
turkish prison
billy hayes, imralı cezaevi'nin meşhur konuklarından birisidir. midnight express adlı kitabın da yazarıdır. anlayacağınız üzere filmde bahsedilen kişidir de. 1970 yılında vücuna sarılı 2,3 kg esrar ile yakalanınca önce 4 yıl, sonra yargıtayın cezayı bozması üzerine 30 yıl hapis cezası alır ve imralı'ya gönderilir. bir gece yarısı botla imralı'dan yunan adalarına kaçar. yazdığı hikayenin bir çok bölümünün uydurma olduğunu sonradan kendisi kabul etmiştir. ama aynı yıllardaki ziverbey köşkündeki hadiseleri bilince insan, işkence sahnelerinin abartı olmadığını anlayabilir.
filmlerden devam edersem eğer yılmaz güney'in duvar'ını seyretmek de kafidir sanırım. 83 yılında çekilmiş bu film. 12 eylül zamanı cezaevlerinde işkenceden bağıra bağıra insanlar öldürülüyor. çocuk cezaevinde geçer o film. çocuklar tecavüze uğrar, dayak yer, ellerini havaya kaldırıp başka cezaevine nakil için tanrıdan yardım isterler. billy gibi kaçamazlar elbet, isyan edip amaçlarına ulaşabilirler.
"burası dördüncü koğuştur benim ağbim. bak camları yoktur, kırıktır, ne bacası tüter, ne de sobası. her neyse benim ağbim, ver bir cigara zuladan, yanalım. burası dördüncü koğuştur benim ağbim, ikinci adresimiz. allahımızı sorarsan adı gardiyan cafer, lakabı kel onbaşı. peygamberimiz dersen o da ekipbaşı, her neyse benim ağbim, ver bir cigara zuladan, yanalım..."
ibrahim kaypakkaya'yı da bilmek gerekir elbette. yakalandıktan sonra ağzından laf almak için üç ay içerisinde tüm parmaklarını teker teker kesmişler, yaralarına tuz basmışlar, en sonunda ellerini ve ayaklarını bile kesip öldürdükleri bir insandır. kendisine yapılan her şeye rağmen konuşmamıştır.
gözaltında olmak, cezaevlerinde yatmak zordur elbet. tarkan'ın koskoca evinden bir kaç gram esrar çıkmış. devir değişti, devlet de değişti.
o yıllarda cezaevleri berbatın da ötesindeymiş. ama artık devir harbiden değişti, eski hapishaneleri de otel yapıyoruz, turizme kazandırıyoruz!
filmlerden devam edersem eğer yılmaz güney'in duvar'ını seyretmek de kafidir sanırım. 83 yılında çekilmiş bu film. 12 eylül zamanı cezaevlerinde işkenceden bağıra bağıra insanlar öldürülüyor. çocuk cezaevinde geçer o film. çocuklar tecavüze uğrar, dayak yer, ellerini havaya kaldırıp başka cezaevine nakil için tanrıdan yardım isterler. billy gibi kaçamazlar elbet, isyan edip amaçlarına ulaşabilirler.
"burası dördüncü koğuştur benim ağbim. bak camları yoktur, kırıktır, ne bacası tüter, ne de sobası. her neyse benim ağbim, ver bir cigara zuladan, yanalım. burası dördüncü koğuştur benim ağbim, ikinci adresimiz. allahımızı sorarsan adı gardiyan cafer, lakabı kel onbaşı. peygamberimiz dersen o da ekipbaşı, her neyse benim ağbim, ver bir cigara zuladan, yanalım..."
ibrahim kaypakkaya'yı da bilmek gerekir elbette. yakalandıktan sonra ağzından laf almak için üç ay içerisinde tüm parmaklarını teker teker kesmişler, yaralarına tuz basmışlar, en sonunda ellerini ve ayaklarını bile kesip öldürdükleri bir insandır. kendisine yapılan her şeye rağmen konuşmamıştır.
gözaltında olmak, cezaevlerinde yatmak zordur elbet. tarkan'ın koskoca evinden bir kaç gram esrar çıkmış. devir değişti, devlet de değişti.
o yıllarda cezaevleri berbatın da ötesindeymiş. ama artık devir harbiden değişti, eski hapishaneleri de otel yapıyoruz, turizme kazandırıyoruz!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
...
ilet:
ytravisbickle@hotmail.com
en sevdiğim yazılarım
1- stanley kubrick ve savaş sanatı
2- tanrı, şeytan ve her şey hakkında
3- mesih, deccal ve armageddon savaşı
4- hepimiz öleceğiz!
5- anormal düzeyde ilişki yaşayan insanların bilmediği gerçekler
6- quentin taratino'nun arka koltuk sendromu ve winston wolf
7- new amsterdam'dan new york'a ve saint peter
8- haberin yok, ölüyorum
9- bursa hakkında bilmediğiniz gerçekler
10- çizgilere basarak yürümeye çalışan insan
11- olasılık çiftler, gerçeklik katmanlar halindedir
12- ebedi rekabet
13- kuş sütüyle beslerim seni
14- tembellik hakkımız, söke söke almalıyız
15- tek eşliliğin insan doğasına aykırı olması
16- hazza ulaşmak ne kadar zor ulan!!
17- kafaların güzelliği
18- judith vs holofernes
2- tanrı, şeytan ve her şey hakkında
3- mesih, deccal ve armageddon savaşı
4- hepimiz öleceğiz!
5- anormal düzeyde ilişki yaşayan insanların bilmediği gerçekler
6- quentin taratino'nun arka koltuk sendromu ve winston wolf
7- new amsterdam'dan new york'a ve saint peter
8- haberin yok, ölüyorum
9- bursa hakkında bilmediğiniz gerçekler
10- çizgilere basarak yürümeye çalışan insan
11- olasılık çiftler, gerçeklik katmanlar halindedir
12- ebedi rekabet
13- kuş sütüyle beslerim seni
14- tembellik hakkımız, söke söke almalıyız
15- tek eşliliğin insan doğasına aykırı olması
16- hazza ulaşmak ne kadar zor ulan!!
17- kafaların güzelliği
18- judith vs holofernes
Sayfalar
telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.