heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

30 Aralık 2008 Salı

burçlar

artık gerçeği yazmanın vakti geldi. size büyük bir sırrı anlatıyorum;

burçlar kimine göre mö 4000 yılında ilk defa tespit edilmekle birlikte, günümüze mısırlıların bir armağanıdır ve hala daha mö 900'deki bahar noktasını saptayan bir sıfır noktası (koç burcu) uygunlamaya devam ediyorlar. ama bu sıfır noktası artık balık evine kaymıştır. çünkü dünyanın yörüngesinde her yıl değişikler meydana gelmektedir. 2100'e girdiğimizde ise bu sıfır noktası kova evine kayacaktır. yani tespit edilen ilk nokta kaydığı için, burçlar sürekli aynı noktada kalmaz. zamanın geçmesi ile birlikte kayar. bu kayma da aşağı yukarı 2000 yılda bir olur. gerçek burcunuzu ona göre hesap etmenizi tavsiye ederim. yani şöyle bir şey;

koç burcu günümüzde balıktır.

boğa burcu günümüzde koçtur.

ikizler burcu günümüzde boğadır.

yengeç burcu günümüzde ikizlerdir.

aslan burcu günümüzde yengeçtir.

başak burcu günümüzde aslandır.

terazi burcu günümüzde başaktır.

akrep burcu günümüzde terazidir.

yay burcu günümüzde akreptir.

oğlak burcu günümüzde yaydır.

kova burcu günümüzde oğlaktır.

balık burcu günümüzde kovadır.

resmi daire

resmi dairelere neden "daire" denir? bunu hiç düşündünüz mü? oysa resmi daireler yuvarlak falan değildir. neyse;

arapça devlet; "kudret", "iktidar" anlamına geldiği gibi "dönmek", "deveran etmek" anlamına da gelir. yani daireyi de simgeler. resmi dairedeki daire, "devlet" anlamına gelmektedir. (sevan nişanyan'dan e-posta yolu ile öğrendim)

ama başka bir yerde başka bir şey daha okumuştum, yazarı çıkartamıyorum, hatırlarsam yazarım. kutsallığı sümerlerden geliyor. daireyi 360 dereceye böldükleri gibi bunu kutsallaştırmışlardır.

ayrıca oturduğunuz mülklerinize daire denilmesinin sebebi de budur. çünkü orası sizin kutsal yerinizdir. kuderitinizi gösterdiğiniz yerdir.

bu da oğuz atay'ın tutunamayanlar'ından; bir işinizi halletmeye çalışırken çevresinde sürekli dönüp dolaştığınız için oralara daire deniliyor :)

26 Aralık 2008 Cuma

bitch ve tapınak fahişeleri

britanya'da, yunan mitinde demeter'e karşılık gelen populer bir tanrıça vardır. lletyy-filiast. bu tanrıça, dişi köpek simgesiyle gösteriliyor. hristiyanlığın britanya'da yaygınlaşmasından sonra dişi köpek anlamına gelen bicce, fahişe anlamında kullanılmaya başlıyor. yani bitch. bu sözcüğün kökeni de eski kuzey dillerinde pittja'dan türediği varsayılıyor. bu sözcük de yunanca kökenli. delphi tapınak rahibelerine pythia adı verilirmiş. bu kelime yunancada putia veya puta şeklinde telaffuz edilir. yani bugun yunanca orospu anlamına gelen putana veya fransızcada aynı anlama gelen putain de aynı kelimeden türemiştir.

işin aslı ise çok daha ilginçtir. sümerlerden başlayarak bir çok pagan tapınak rahibesinin görevi seks yapmaktır. onlar fahişe değil ve bunu para karşılığı yapmıyorlar. mabetlerde aşk odaları var. o odalarda genç erkeklere cinselliği öğretiyorlar. çünkü erkeği insanlaştırmak gerekir ve bu iş için mabetten rahibe getiriliyor. onlara cinselliği, yemeyi, konuşmayı rahibe öğretiyor. bunu yaparken kendilerini tamamen tanrıya adıyorlar. işte bu tapınak kadınları yüzünden kadın alim anlamıma gelen kelimeler zamanla orospu anlamı kazanıyor. işin ilginç yanı yahudilerde kadın peygamber anlamına gelen zonah kelimesi aynı zamanda orospu demekmiş.

elbette erkeği kadınlar tarafından elle tutulur hale getirme işlemi bitmedi. günümüzde de bu işlem devam ediyor. mesela tetikçisinden kumandanına, siyasetçisine kadar tüm ittihatçılara çatal-bıçak tutmayı, toplum içinde davranışları istanbul'un kadınları öğretmiştir.


tabi işin daha ilginç bir yanı da var. bu topraklarda, yani ortadoğu ve ön asyada, roma'dan önce bakire kadınlarla evlenilmezmiş. evlenecek kadın önce bir tapınağa gidip, para karşılığı kızlığını bozdururmuş. şimdi ise tam tersi! roma anadolu'ya gelince bu iğrenç bulduğu geleneği ortadan kaldırmıştır.

fener rum ortodoks patrikhanesi

m.s. 37'de aziz andreas tarafından istanbul'da kurulan kilise, 4. yüzyılda birinci constantinus'un roma imparatorluğu'nun başkentini roma’dan bizans’a taşıması ve şehre konstantinopolis adını vermesiyle başpiskoposluk mevkiine yükseldi. 6. yüzyılda piskoposun resmi ünvanı “yeni roma (konstantinopolis) başpiskoposu” ve “ekumenik patrik” oldu. hıristiyanlık doğu avrupa’nın büyük bölümüne (bulgaristan, sırbistan, romanya, rusya) konstantinopolis’ten yayıldı. 11. yüzyılda ise roma kilisesi ile araları açıldı, birbirlerini karşılıklı aforoz ederek ayrıldılar. 4. haçlı seferinin istanbul'a yapılması neticesinde ise kesin bir latin düşmanlığı gelişmiş, osmanlı ilerlemelerine karşı koyamayan doğu roma imparatorları, doğu ve batı kiliselerini birleştirmek için uğraşmışlar, ancak patrikhane bu duruma şiddetle karşı çıkmıştır. fatih sultan mehmed istanbul’un fethini gerçekleştirdiği sırada, son patrik ikinci athanasios, iki kilisenin birleşmesine karşı çıktığı için görevi bırakmış ve yerine tayin yapılmamıştı. fetihten sonra fatih, gennadius'u patrik olarak atamış ve tüm ortodoskların başı ilan ederek, yüzyıllardır dar bir bölgeye hitap eden kilisenin etki alanını genişletmiştir.

ancak günümüzde fener rum patrikhanesi, ortodosk hristiyanlığın merkezi değildir. rum patrikhanesini o şekilde tanımak isteyenler ise rusya'nın etkisini sınırlamak isteyen avrupa ve amerikalılardır. istanbul 1453'te alındıktan sonra ruslar kendilerini üçüncü roma olarak ilan etmişler ve istanbul'u tanımamışlardır. fatih ile beraber imparatorluktaki tüm ortodokslar fenere bağlanarak tek bir millet haline getirilmiş ve patrik bu milletin başı olmuştur. zaten yunan bağımsızlık savaşı'nda da bu nedenle asılmıştır. tebaasına hakim olamamıştır.

neyse, bulgarlar gelişen milliyetçilik duygularına binaen helen ırkından olmadıklarını anlamışlar ve patrikhaneden ayrılmışlardır. hatta bulgar milliyetçiliğinin doğuşu türk düşmanlığı değil, helen düşmanlığıdır. gregoryan ermenilerin patriği hiç değiller. sırpların, arnavutların bile kendi patrikhaneleri mevcuttur. yunanistan ise bağımsızlık savaşından sonra kendi kilisesini kurmuştur. kıbrıs kilisesi ise kuruluşundan beri patrikhaneden ayrıdır.

fener patrikhanesine şu anda batı trakya, on iki adalar ve girit kiliseleri tabiidir. ancak bu da görünüştedir. yani fener patrikhanesinin balkanlarda bir etkinliği neredeyse yoktur. ama son dönemlerde finlandiya ve estonya kendi rızaları ile fener'e bağlanmıştır. ukrayna ve gürcistan'ın da bağlanma çabaları vardır. bu kiliseler turuncu devrimlerden sonra bu çaba içerisine girmiştir. bunların üzerindeki rus kilisesi etkisi sağlamdır. bunun dışında avusturalya, amerika ve batı avrupa'daki ortodoks kiliselerinde de etkinliği vardır. ancak yine bu durum oldukça sınırlıdır. ama güney amerika'da ortodosk nüfus artmaktadır.

işin özeti şudur ki, tüm ortodosk kiliseleri eşittir. fener patriği ise eşitler arasında birincidir.

23 Aralık 2008 Salı

paranoid android

paranoid android ikinci bölümü rüyamda duydum ve müziği duyar duymaz koşmaya başladım;

you don't remember
you don't remember
why don't you remember my name?

kar üstünde kaymaya başladım;

off with his head, man
off with his head, man

ayağa kalktım;

why don't you remember my name?
i guess he does....

ve birden onu gördüm. evet, adımı hatırlıyor.

erich von manstein

manstein'lar tarafından evlat edinilmiş, gerçek soyadı lewinski olan ikinci dünya savaşının tartışmasız en büyük komutanıdır.

fransa harekatının planlayan kişidir, ancak harekatı uygulayan kişi değildir. rütbesi hala düşük olduğundan kendisini marne hattının karşısında tutmuşlardır. zaten planının uygulanmasının imkansız olduğuna dair heinz guderian hariç, neredeyse tüm alman genaralleri hemfikirdir. ama guderian plana hayran kalmıştır. hitler de korka korka planı kabul etmiş ve uygulanması sırasında tankların ilerlemesini piyadeler gelene kadar 2 kez durdurmuştur.

planının esası zırhlı birliklerle(tank ve zırhlı taşıyıcılar) düşmanın direkt cephesine değil, en zayıf olduğu kanadından saldırmak ve düşman birliklerini çevirmektir. ardenlerin arazi yapısının herhangi bir saldırıya uygun olmadığını düşünen müttefik kuvvetler buralara önlem almamış ve bu durum sonlarını getirmiştir. hatta alman genelkurmayı bile ardenlerin geçilemeyeceğini öngörüyordu. planı hazırlayan manstein'dır. ama uygulayıcısı guderian'dır. ardenlerin geçilmesinden sonra almanlar fransızları iki yönden birden kuşatmış ve fransa'nın kuzeyine son sürrat dalmıştır. gerçek fransız ordusu ise hala daha marne hattının arkasında saklanmaktadır. ama almanlar, kuzeyden gelen birliklerin bu fransız ordusunu kesin olarak kuşatmasına kadar marne'ı geçmeyi denememiştir. planı kendisi yaptığı halde plan, hitler-manstein planı olarak adlandırılmıştır.



rusya'da ise şubat 1941'de von leeb'in kuzey ordular grubuna bağlı olan hopner'in 4.panzer ordusunda, 56. panzer kolordusunun komutanlığına getirilir. bu kolorduyla 22-26 haziran 1941 arasında 320 km ilerleyip leningrad önlerine geldi. eylül 1941'de 11. ordu komutanı oldu ve kırım'ı aldı. kasım 1942'de don ordular grubu manstein'in komutasına verildi. bu tarihten sonra manstein taktiksel dehasını konuşturacaktır. zorlu rus karşı-taaruzlarına göğüs gerdi. stalingrad'da sıkışan 6. orduya 50 km kadar yaklaştı. bu harekat sırasında elindeki en iyi tankın az sayıdaki panzer IV oldugunu, karşısında ise kışı arkasına alan rusların t-34'leri olduğunu belirtelim. mantsein 6. ordu'yu kurtarmak için başladığı harekatta çir nehri'ne kadar geldi. ancak inanılmaz kalabalık olan ruslar yüzünden karşıya geçemedi. oysa ki paulus'un talihsiz 6. ordusu ile arasında sadece 50 km kalmıştı. bu noktadan sonra bir savunma savaşına girişmek zorunda kaldı. şubat 1943'te almanların en başarılı karşı taaruzunu yönetti ve harkov'u geri aldı. mart 1944'e kadar don ordular grubu komutanlığında kaldı. ancak bu tarihte görevinden alındı ve bir daha görev verilmedi.

hitler'in statik ve son adamına kadar savunma prensibini karşı çıkıyor ve böyle bir savunmanın almanya'yı kesin olarak yenilgiye götüreceğine inanıyordu. ama hitler'in bu manyakça savunma anlayışı yüzünden rus orduları, alman birliklerini sürekli çembere alıp imha etmeye başlamış ve 1 metre bile geri çekilemeyen alman birlikleri yokedilmiştir. manstein ve alman generallerinin çoğunun görüşü ise sayıca çok üstün ruslar karşısında en uygun savunmanın, almanların üstün yönü olan "hareket kabiliyeti"ni ön plana çıkaran "esnek savunma" ilkesinidir. hatta bu fikri daha 1941'de ruslara karşı moskova önlerinde bile tekrar etmişler ve cephe arkası bu kadar boş iken ilerlemenin saçma olduğunu, ilk taarruz noktalarına kadar, yani varşova önlerine kadar çekilmesi taraftarı olmuşlardır. ancak alman silah sanayisinin savaşı sürdürmek için kafkasya petrollerine ve kiev ile harkov sanayi tesislerine ihtiyacı vardır. bu yüzden buralar sonuna kadar elde tutulmaya çalışılmıştır. ancak başarılı olunamamıştır. hitler'in kesinlikle geri çekilmeme talimatı 1942'yi de idare etmiş, ancak daha fazla dayanamayarak stalingrad'tan sonra çökmüştür. manstein gibi bir generalin görevinden alınması ise rusların işine yaramıştır. çünkü karşılarında gerçek bir deha kalmamıştı.

savaşta tüm alman generallerini ss katliamlarını yapan, nazi taraftarları olarak bilmemek gerekmektedir. savaşta nazilerin okw adlı karargahı ile(ss'ler ve luttwaffe bağlı) alman genelkurmayı vardır. bu ikisi zaman zaman güç savaşına girmişlerdir. alman genelkurmayı bırakın fransa ve rusya'yı, ilk başta polonya'ya girmeye bile karşıdır. üstelik yahudi katliamları ile hiçbir ilgileri olmamıştır. nazilerin karargahı olan okw'da ise keitel ve jodl adlı iki yeteneksiz, hitler'in sözünden çıkmadan çalışmışlar ve sanırım yargılandıktan sonra idam edilmişlerdir.

manstein, guderian, rommel, paulus, rundstedt, student, thoma gibi generallerin hitler ile sevgi ve nefret ilişkisine benzer ilişkileri olmuştur ama nazi olmamışlardır. bir göring değillerdir. müthiş bir hitler hayranı olan model, hiç değillerdir.


afyonu patlatmak

'afyonu patlatmak' deyimini duymuşsunuzdur. işte bu deyim, vakti zamanında, ramazan aylarında afyon çekemeyen ahalinin bulduğu bir yöntemden kaynaklanır. bu afyon tiryakisi ahali, sahurda sarıp sarmaladıkları afyonu bir güzel yutarlarmış. akabinde oruçluyken, afyon midede bir güzel patlar, kana karışır ve o bir kısım ahali gündüz vakti kafa yaparmış. böylece günaha girmeden keyiflerine devam ederlermiş.

türk kahvesi

kahvehanelere isim veren ve bu sayede osmanlı halkının sosyalleşmesine katkıda bulunan bu içecek, türklerin tütün, afyon ve çay ile beraber 4 önemli keyif maddesinden birisidir. gerçi artık afyon tüketimi sadece tarihi kitaplarda kalmıştır ve yerini esrar almıştır.

neyse, ülkemize ilk kez kanuni zamanında, yemen'den gelen kahve çekirdekleriyle yapılan türk kahvesinde dikkat edilmesi gereken nokta köpüktür. kahv
e ilk kaynatıldığı zaman, sadece köpüğü fincanlara güzel bir şekilde paylaştırır. ikinci bir sefer kaynatıldıktan sonra kahvenin kendisi fincanlara dökülür ve servisi yapılır. ama kaynatma işlemi illa ki közde ve bakırda olmalıdır.

likörle ikram edilmesi yönünde çeşitli rivayetler olsa da bu sadece osmanlı zamanı saray ve köşklerinde geçerli olan bir durumdur. k
ahvehanelerde böyle bir ikram olmaz. kahveyle gelen içecek ise sudur. suyun gelmesinin nedeni ise suyu içerken ağzı temizleyip kahvenin tadını sonuna kadar almaktır. ağızda sadece kahvenin tadını hissedilmelidir. kahveden sonra su içilmez, önce su içilir sonra kahve. bu adet, istanbul'a ilk kahve girdiğinden beri vardır.

bazı kendini bilmezler ise kahvenin kokusunu almamak için burunlarını tıkamak gibi saçmalıklara giriyorlar. zaten kahvenin en güzel yanı bu kokuyu hissetmektir. bu tür ahmakları ise türk kahvesi içmeyi sevmeyen kişiler uyduruyor. madem kokusunu sevmiyorsun, neden içmeye yelteniyorsun a akılsız!

kuru kahveci mehmet efendi'ye kadar kahve evlerde kavrulup dibekte öğütülürmüş. bu büyük insan, eli öpülesice kişi, kahveyi kahve yapan ve en ücra yerlere kadar sokan kişidir.

kendisi 1871'de çiğ kahveyi kavurup dibeklerde öğüterek müşterilerine hazır olarak satmaya başladı. böylece istanbul-tahmis sokakta taze kavrulmuş, mis gibi kahvenin kokusu da çevreye yayıldı. kahveyi öğüterek ilk kez hazır olarak kahveseverlere sunan mehmet efendi, bu yenilik ve müşterilerine sağladığı kolaylıkla kısa sürede tanınarak "kuru kahveci mehmet efendi" diye anılmaya başlandı.

28 Ağustos 2008 Perşembe

volf messing

kendisi vakti zamanında hitler'in danışmanı olan polonyalı yahudi bir kahindir. savaşın ortalarında berlin'in rus tankları ile çiğneneceği yönündeki kehaneti yüzünden trenin altına saklanarak moskova'ya kaçar. hemen stalin'in himayesine girer. hatta stalin'inden gösteri izni bile koprarır ve yaptığı gösteriler ile paraya para demez. stalin'e onlarca tank hediye edecek kadar para kaldırır.

ama bu kahin/büyücünün yaptığı tek iş halka şaklabanlık yapmak değildir. asıl uğraşı hitler'dir. derler ki, hitler'in o ani depresyonları, kendi kendine konuşmaları hep bu adam yüzündendir. onu telepati yoluyla perişan etmiştir. kedinin fareyle oynadığı gibi oynamıştır. yani hitler'in geceleri çırpına çırpına konuştuğu, talimatlar aldığı o büyük ruhun volf messing olduğu söylenir.

hayatı gizli bilimlerle geçen, 1920-23 arası bu yönde ciddi bir eğitim alan ve hatta bu yüzden kafayı sıyırmış olan hitler için bundan ala bela olamazdı.

viyana'da einstein ve freud ile hindistan da gandi ile telepati deneyleri yapan, elinde tuttuğu bir kağıt parçasının bilet olduğunu konusunda kondüktörü ikna ederek varşova'dan hindistan'a kadar giden, stalin'in odasına kadar gizlice sızarak bu müthiş yeteneklerini göstermiştir. ama ölümü biraz feci olmuştur. savaş sonrası stalin bu adamı çeşitli deneylere tabi tutar ve kahramanımız 1947'de ölür. her şeye rağmen hitler'e yaptıkları yüzünden hep takdirle anarım.

27 Ağustos 2008 Çarşamba

cennet ve cehennem

cennet: eldeki mitlere göre bu dünyada bir yerlerde. ama an itibariyle cehennem gibi bir yerdir. bilinen en eski cennet hikayesi(sümer), yani adem ile havva'nın cennetten atılış hikayesi, aden'de(kur an'a göre adn) geçer. bu yer dicle ve fırat ile beraber 4 nehrin birleştiği yer, yani şimdiki basra'dır. uzaklarda aramaya gerek yok, neredeyse burnumuzun dibinde.

diğer iki nehir pişon ve gihon'dur. pişon o zamanlar hicaz dağlarından doğup kuveyt civarında denize dökülen bir nehir iken yüzyıllardır kurumuş haldedir. gihon ise iran'ın basra körfezi'ne sınır dağlarından doğar ve hala akmaktadır.

cehennem: ibranice ge hinnom kelimesinden gelir. gözyaşı vadisi demektir. öbür dünyada falan değil, kudüs yakınınlarındadır. hala daha çöplük olarak kullanılmaktadır. bu yer, babaların tanrı el için ilk doğan erkek çocuklarını kurban ettikleri yer olduğundan gözyaşı vadisi adını almıştır. ayrıca bir çok esir yine bu yerde tanrılar için kurban edilmiştir. ibrahim'in oğlu ishak'ı(islamda kurban edilecek olan kişinin ismail olduğuna dair sağlam bir ibare yoktur) kurban etme girişimi de pagan kaynaklıdır.

13 Ağustos 2008 Çarşamba

antisemitist yahudiler, siyonizmin ve nazizm

almanya da 19. yy da romantizmin yayılması ile geçmişte bir aryan krallığının olduğu ve bunun tekrar olabileceğine dair güçlü bir inanç doğdu. bunun neticesinde bir sürü kişi bu üstün aryan ırkına dahil olabilmek için inanılmaz çaba içerisine girmişti ki bunlardan biriside yahudilerdi. böylece alman yahudileri arasında kendinden nefret hareketi başlamış ve yahudiliğin sorun olduğuna dair güçlü bir inanç doğmuştur. yahudi aydınlarından otto weininger yahudiliği o kadar ağır eleştirmişti ki kendisine en ünlü anti semitist yahudi ünvanı bile verilmişti. chaim zhitlowsky ve simon dubnow yahudileri "dinleri ile hristiyan, milliyetleriyle yahudi" olmaya davet davet etmiştir. alfred naquet adlı yahudi ise yahudi kızların alman erkekleri çiftleştirilmelerini ve böylece soyun kurtulacağını belirtmiştir. bu devirde 250.000 yahudinin hristiyan olduğu tahmin ediliyor. bu süreç 1920 lere geldiğinde bile devam etmiş ve nasyonel alman yahudiler biriligi kurulmuş ve nazileri desteklemişlerdir.

siyonizm doğma nedeni bu akımdır. leon pinsker ve theodore herzl işte bu yüzden, yahudileri bu asimilasyon batağından kurtarmak için çalışmış ve siyonizm yahudi milliyetçiliğine ve ordan faşizmine dönmüştür.

bu akımın yahudiler arasında güçlenmesi ve yahudilerin din değiştirmeye başlamasıyla soylu almanlar bundan müthiş rahatsız olmuşlar ve bismarck bile kendi soyadına sahip yahudilerin olduğunu öğrenince bundan iğrendiğini söylemiştir. anti semitist hareket dini bir hareket olmayıp ırksal bir harekettir. soylu kanın zedeleneceği duygusu ve mal-mülkün bu din değiştirmiş yahudilerin elini geçmeye başlaması ırkçıları rahatsız etmiştir. birinci dünya savaşının almanlar için mağlubiyette bitmesi üzerine aynen bizim gibi savaşı kaybetmediklerini düşünmeye başlamışlar ve esas sorumlu olarak bu yahudileri görmeye başlamışlardır. bunun neticesinde kurulan thule adlı gizli örgüt kurt eisner adlı ilk alman cumhurbaşkanını öldürmüş(kendisi aslen yahudi olup, sosyalisttir. sanatçılar ve askerlerden oluşan bir birlik ile sarayı basmış ve cumhuriyeti ilan edip cumhurbaşkanı olmuştur. eisner i öldüren kişi hitler in hücre arkadaşıdır) ve kendi kurdurduğu partinin başına adolf hitler i getirmiştir. bundan sonra sonuç zaten bellidir.

kavimler göçü ve avrupa milletlerinin oluşması

her şey hun akınlarından bıkan kin adlı bir çin imparatorunun ülkesini korumak için yaptığı setle başladı. çin'i artık yağmalamayacağını anlayan hunlular, güçten düşmemek için uzun bir yol takip ettiler ve doğu avrupa'ya doğru yaklaştıklarında önlerinde çıkan vahşi mi vahşi germen kavimlerini batıya doğru sürdüler. yakınlaşmakta olan tehlikenin farkına varan roma; ingiltere, almanya, romanya ve avusturya'da bulunan bütün ordularını merkeze çekti. italya'yı savunmaya başladı. ama önce vandalların talanıyla ve sonra doğu roma'nın doğu gotlarını kendisine yönlendirmesiyle tamamen bitme noktasına geldi. oysa bu vahşi mi vahşi germen kavimlerini önüne katıp süren asıl tehlike(hunlar) merkezi avrupa'ya daha gelmemişti bile.

avrupa'nın bugünkü etnik oluşumu, hunların başlattığı bu göç sonunda şekillenmiştir. bir germen kavmi olan franklar, kavimler göçü sonunda galya'ya yerleşmişler ve burada ilk devletlerini kurmuşlardır. yine kavimler göçü sebebiyle britanya adalarına göç eden angllar ve saksonlar, bugünkü ingiltere'nin temelini atmışlardır. bunların kaynaşmasıyla anglo-sakson deyimi ortaya çıkmıştır. kavimler göçü, vandalların, vizigotların, suevlerin ve alanların iber yarımadasına yerleşmesi ve buradaki yerli halkı içlerinde eriterek bugünkü ispanyolların meydana gelmesi sonucunu doğurmuştur. germen kavimlerinin (saksonlar, franklar, burgundlar, gepideler, gotlar, skirler, vandallar) avrupa'ya yayılarak yeni milletlerin oluşmasına yol açtıkları görülmektedir. anayurtlarında kalan germenler, daha sonra alaman kabilesinin çevresinde yoğunlaşarak, yaşadıkları toprakların almanya adını almasını sağlamışlardır.

bugün almanya, danimarka, hollanda, belçika, lüksemburg, isveç, norveç, avusturya, isviçre, kuzey italya, izlanda, kuzey ve orta fransa ile aşağı iskoçya ve ingiltere yi oluşturan halkların kökeni germen kavimleridir.

24 Temmuz 2008 Perşembe

1848 paris ayaklanması

1848 ihtilali, fransızların imparatorunun önce işçi sınıfını, sonra burjuvaziyi ezmek istemesi üzerine meydana gelmiştir. ancak baskıların artması üzerine silahlanan işçiler paris'i ele geçirmiştir ve imparator ülkeden kaçmıştır. daha sonra hükümet bir takım tedbirler almış ve çalışma saatlerini paris için 10 saat, taşra için 11 saat olarak belirlemiştir. herkese iş imkanı tanınmıştır. ama bir kaç ay içinde 100.000 kişi paris'e göç edince şehrin kaldırımları defalarca değiştirilip, insanlara iş imkanı sağlanmıştır. ancak işçiler lehine gerek parasal, gerekse çalışma saatleri üzerinden yapılan düzenlemeler paris burjuvasisini korkutmuştur. paris'i terk etmeye başladıklarında cumhuriyet sıkıntıya düşmüştür. seçim kanunun halk lehine değiştirilmesi ve herkese oy hakkı verilmesi 250.000 olan seçmen sayısını 9.000.000 a çıkartmıştır. seçimin yakın bir tarihe alınması işçi sınıfını rahatsız edince seçimler biraz daha sonraya ötelenmiştir(23 nisan).

16 nisandaki işçi gösterisinde paris halkı da "kahrolsun komünistler" diye bağırınca ve seçimlerde sosyal ihtilal karşıtı parti %80 den fazla oy alınca ve meclisin yürütme komisyonuna sosyalistler alınmayınca işçiler mayısta tekrar meclise yürüdü. ama askerler işçileri dağıttı. meclisin işçilerin çalıştığı atölyeleri kapatması ise bardağı taşıran son damla oldu. işçiler ayaklandı. haziran günleri denen bu zamanda askerler ve işçilerden binlercesi öldü. yaklaşık 20.000 işçide sürgüne veya hapishaneye gönderildi.

akabinde ilan edilen sıkıyönetimde basın hürriyeti engellendi. meclis yeni bir anayasa kabul etti. yürütme cumhurbaşkanına, yasama meclise verildi. kanunların anayasaya uygunluğu için yüksek mahkeme kuruldu. yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini üçüncü napoleon kazandı. böylece ikinci cumhuriyet başlamış oldu. üçüncü napoleon'un kendini imparator ilan etmesine kadar ikinci cumhuriyet devam etmiştir.

üçüncü napoleon

tam adı charles louis napoleon olan bu fransızların imparatoru(fransa'nın değil, fransızların) görevine cumhurbaşkanı olarak başlar. fransa'da ikinci cumhuriyet'in ilanı ile halkın napoleon'a olan sempatisini de kullanarak cumhurbaşkanı seçilir. zaten kendisi de onun akrabasıdır. ama babası hala belirsizidir. gözü cumhurbaşkanlığında olmayan bu insan, uygun fırsatı bulur bulmaz kendisini imparator ilan etmiştir.

ilk başlarda liberal fikirlere sahip olmakla beraber zamanla mutlakiyetçiliğe geri dönmüştür. italya'nın birliğini savunmuş(italyan kökenlidir) ve prusya'nın almanya olmasını sağlayan savaşlarda piomente'yi destekleyerek avusturya'dan venedik'in alımını ve dolayısıyla italyan birliğini sağlamıştır. bunun karşılığında da nice şehrini italya'dan alır. fransa'yı tekrar en büyük devlet yapmak isteyen bu kişi, 1871 alman-fransız savaşı'nda meydana gelen büyük mağlubiyetten sonra ülkeden siktir edilmiştir. fransa'nın son imparatorudur. akabinde üçüncü cumhuriyet ilan edilmiştir.

bir kahraman olarak thom yorke

çağımızın bir süper kahramana olan ihtiyacına binaen tarafımdan kabul edilmiştir. lucky'nin saraybosna ve tuzla'da öldürülen çocuklar için yazıldığını bilirim veya the nathional anthem'in beni gerçekten özgürleştirdiğine...

şarkılarını dinleyen herkesi kısa sürede şoka sokar ve müritler yaptığı gibi "huuu" sesleri arasında o'na varırım. önce şeyhim aklıma gelir ve huzura yelken açarım. çünkü nirvana veya valhala'ya ulaşmak hiç bir zaman bu kadar kolay olmaz. paranoid android'in her bir katresinde kafamda beliren ışık haleleri ile beraber android olmadığımı ama sonuna kadar paranoid kalacağımı anlarım ve akabinde street spirit ile ruhumu aşka daldırırım.

evet, o uçamaz çünkü onun uçtuğunu düşünen benim veya "pukuaaaa" diye ses çıkararak hasımlarımı yok edemez çünkü hasmım aslında benim. ama güç, işte o hasımlarımı yoketme gücünü bana verendir. her bir şarkısını dinlediğimde aklımı alan kişidir. "kafam koptuğu zaman güleceğim" i bana söyleyendir, "önce kadınlar ve çocuklar" diyendir, masanın üzerine çıkıp denyılsan gibi tuna kuşu hareketini yapmamı sağlayandır, alkol vs almadan beyin hücrelerimi yok edendir, hitler tarzı saçları beni uyuz edenleri toprağa gömendir, bilimum androidi çöplüğe yollayandır. çünkü o bir süper kahramandır ve bunları sadece o yapabilir.

23 Temmuz 2008 Çarşamba

sir arthur john evans

bu ingiliz arkeolog girit adasında minos uygarlığına ait knossos sarayını bularak üne kavuştu. ama daha öncesinde bosna'da, bogomil mezarlılarını bulmuş ve müslümanlık öncesi bosna kilisesinin yapısına ışık tutmuştur.

bu sayede avrupa'nın tarihini 1000 yıl geriye atmıştır. adam bilinen ilk avrupa uygarlığını bulmuştur.

neyse, sarayının arazisini bir türkten satın almıştır. adam neyi sattığını tam olarak bilmiyordur. gerçi evans oldukça azimli bir heriftir. o araziyi satın almak için 5 yıl beklemiştir. girit isyanı çıkınca o toprağı alabilmiştir.

işte böyle sevgili okuyucular. sarayı tamamen ortaya çıkarınca bu bulduğu uygarlığı kafasına göre şekillendirmiştir. mesela silinmiş, yokolmak üzere olan resimler ve kabartmalar için avrupa'dan ressamlar getirtmiş ve uygarlığı oldukça barışçı şekilde resmetmiştir. sarayı da mimarlar çağırarak tamir ettirmiştir. bunu yaparken demir ve çelik kullanmaktan da kaçınmamıştır. tamamen kendi kafasına uygun bir knossos sarayı ve minos uygarlığı yaratmış, ancak yine de ortaya çıkan diğer bulgulara ses çıkarmamıştır.

onu bu maceralara sürekleyen kişi de yavşağın önde gideni olan, şerefsiz heinrich schiliemann'dır.

onun bu arkeoloji merakından başka özellikleri de vardır. uzun süre balkanlarda gazetecilik yapmış ve balkan milletlerinin bağımsızlığını destekleyen yazılar yazmıştır. en sonunda sınır dışı edilir. tam bir hırvatistan'ın adriyatik bölgesi aşığıdır, ama orada da rahat duramaz. hapse atılır. tarağının dişlerini kopartır ve kolunu kanatır. kendi kanı ile yazdığı mektubu karısına ulaştırır. ingiliz büyükelçiliğine ulaşan mektup sayesinde kurtulur. karısının ani ölümünden sonra işte bu minos uygarlığını bulmaya kendini adamıştır.

not: bir kısım bilgi vikipedia'dan...

persler


babillerin esareti altında yaşayan bir dağ halkı iken büyük bir lider çıkarıp babil e saldıran ve bail halkının surlardan kendilerine gülmesine aldırmadan orayı fetheden bu devlet mısır ı da alarak binlerce yıllık firavun dönemini bitirir. babil i aldıklarında 50 yıldır babil esareti altında yaşayan yahudileri ve diğer halkları serbest bırakırlar.

neyse efendim bunlar babil i, mısır ı alıp boş durmazlar elbet. mısır önlerinde ölen büyük hükümdarları yerine darius tahta çıkar. tüm anadolu yu alır. anadolunun ege sahillerini mesken utan iyonlar bu durumdan hiç memnun değildir. iyonlar isyan ederler. onları kolayca halledip artık alınacak tek bir yer yunanistan olduğu için 3 büyük sefere çıkarlar. ama yunanistan seferleri persleri hiç mutlu etmez. önce büyük bir donanma ile sanırım selanik civarından karaya çıkmak isterler ve deniz tüm donanmayı yutar. akabinde yine donanma ile pire yarımadasına çıkarlar. ünlü marathon savaşı burda olur. ancak yine yenilirler. başa geçen serkis büyük bir hınçla üçüncü bir sefer daha düzenler. bu sefer hem karadan hemde denizden gitmek ister. istanbul boğazına gemileriyle köprü yapar. ama gemiler dalgalara dayanamaz. az bir miktar asker karşıya geçebilmiştir. kalan askeri yine gemilere doldurur ve dorların yaşadığı(spartalılar) bölgeye çıkınca dar bir bölgede çıkışırlar. bir yunanlının ihanetiyle geçiti geçerler ve ünlü termofolis savaşı olur. yine yenilirler. böylece yunanistan maceralarına kesin noktayı koyarlar. ilerde iskender bu sefererin intikamını alacak ve onları feci madara edecektir.

gördüğünüz gibi hiç tarih belirtmedim. ama hepsi isa doğmadan önce olmuştur. harbi bak!!!

1 Temmuz 2008 Salı

yılmaz erdoğan gibi şiir yazmak

öncelikle ünlü bir tv yıldızı olmanız ve programınızın yüksek reyting alması şarttır. yoksa yazacağınız şiirleri bir allahın kulu duymaz. sizde kendinizi kandırmış olursunuz. sonra yapmanız gereken ise iq seviyesini ayarlamaktır. malum tv seyretmek için 25 iq yeterlidir ve bu büyük kitle yazacağınız ve sıçacağınız her boku kapışacaktır. tüketimi ilahlaştıran bu sisteme göre yılmaz erdoğan şiirlerini de tüketeceksiniz ve ardından başka hokkobazlıklarını bekleyeceksiniz.

şimdi yazacağınız şiire gelelim. daha çok ev kızı tipideki insanlara hitap etmeniz şarttır. erkeklerin de almasını istiyorsanız terk edilmeyle alakalı bir kaç kelime sokuşturursanız prim yaparsınız. tüm bunlara hitap ettikten sonra devrimcileri unuttuğunuzu fark ettiyseniz sakın korkmayın ve araya bir kaç ilginç kelime atın. şimdi şiiriniz tamamdır. önceden bilinen aşk ile ilgili kalıpları geniş kitleler hiç duymadığı için sanki kendiniz bulmuş gibi kullanabilirsiniz. mesela giden sevgiliyi herkese benzetmek ve hiç kimseye benzetmemek akıllı olan herkesin bildiği bir şeydir. ancak siz; "şimdi sen gittin ya herkes sana benziyor" derseniz şiir kitabınız büyük başarı sağlar. satış rekorları kırarsınız. zaten amacınız şiir yazmak değil, para kazanmaktır. bu sayede pop şair olursunuz ve çevrenizde güzel ama beyinsiz bir sürü kız olur. sizde geceleri etrafınızı bu kızlarla çevirip aşk şiiri yazmaya devam edersiniz. şimdi tüm bu verileri kullanarak aşağıdaki gibi bir şiir yazabilirsiniz;


elimde tuttuğum kalemi

seni anlatmak için kullanıyorum

ama bu o kadar zor ki.

sanki dağlarda yürüyen ben değilim

senin hayalin yürüyor.

zımbanın teli ve sigara paketi

iki nefes çekmemle beraber tanrıyı hatırlıyorum

tanrıyı hatırladıkça seni anıyorum.

istanbul un soğuk ve puslu bir gecesi

ve yağmur yağıyor.

yağmur bile beni terk ediyor

üzerime yağmıyor.

lanet bir kara sevda uğruna

nedir çektiğim bu çile!!!

24 Haziran 2008 Salı

reform - protestanlığın doğuşu - westphalia antlaşması


papaların biri fransız saraylarının ihtişamından o kadar etkiler ki kendine san piyer katedrali'ni yaptırmak ister. ama cepte para yoktur. düşünür ve hristiyanlara cennetten toprak satmak gibi müthiş bir fikir bulur. papazları artık tüm avrupa'yı dolaşıp, millete vaaz veriyordur ve toprak satışlarına da başlamışlardır.

ancak güney almanya'da martin luther adlı bir keşiş bunun incilde yeri olmadığı söyler. hatta bunu yapanların isa'yla alakası olmadığını da ekler. satışlar bu konuşmadan feci şekilde etkilenir. arazi fiyatları düşmektedir ve papa duruma el koyar.

neyse efendim luther'i bir kısım soylular korumak ister. çünkü bu soyluların avusturya imparatoru ile araları iyi değildir. avusturya imparatoru da papalığın koruculuğu rolünü oynadığından olaya karşı çıkar. bir meclis toplanır. olay tartışılır ve martin luther, papa tarafından zındık ilan edilip, aforoz edilir.

ama keşişimiz aforoz ilan edilme bildirisini yakar. hemen incili almancaya çevirmeye başlar. ilk başlarda almanların hala ortak dili olmadığından çok zorlanır ve zoru başarır. bugün almanların kullandığı dil, martin luther'in eseridir.

neyse, gel zaman git zaman iş çığrıdan çıkar. fransızlar, protestan soylularını bir pazar günü bir punduna getirip kafalarını keser. ispanyol katolikleri tüm ispanyol protestanlarını öldürür. hollanda'da ise durum sakindir. isveç protestan olur. ingiliz kralı, papa boşanmasına izin vermeyince kendi kilisesini kurar. ilk yaptığı iş karısının kafasını kestirir. sonra tekrar evlenir ve yeni karısından da hoşnut kalmaz. onun da kafasını kestirir. 5 karısının kafasını bu yolla kestirmiştir.

ama almanya'da durum karışıktır. tarihe otuz yıl savasları olarak geçen bu savaşlarda avusturya ve kuzeydeki almanlar birbirlerine girer. olay artık bir din savaşı değildir. katolikler protestan ordularında, protestanlar katolik ordularında savaşmaya başlamıştır. hatta protestan isveç, dindaşlarına yardım için almanya'ya girer. katolik avusturya'nın güçlendiğini farkeden katolik fransa onlara saldırır ve savaş 30 yıl sürer. alman nüfusunun yarısı yok olmuştur. almanya tanınmayacak hale gelmiştir. taş üstünde taş kalmamıştır.

her şeye rağmen bu savaş yine de biter ve 1648'de imzalanan westphalia antlaşması ile bu topraklara barış gelir. bu antlaşma, 800 yılında kurulan kutsal roma cermen imparatorluğunun resmen olmasa bile sonunu getirmiş ve avrupa'da ilk defa ulus devlet bilincinin yerleşmesini sağlamıştır. bundan böyle krallar kendilerine bağlı devletlerden izin almadığı sürece savaş ve barış yapamayacak ve onların iç ve dış politikalarına karışamayacaktı. bu anlaşma yüzünden almanya tamamen küçük devletlere bölünmüş ve uzun süre kendini toparlayamamıştır. katolikten başka protestanlık ve calvenizm kabul edilmiştir.

rusya

altınordu hanlığı zamanında kendilerini orman ötesine atıp güç bela yaşam mücadelesi veren bu devlet, timur un altınordu yu haklaması ile ilk önce günyüzüne çıkar. artık orman cinlerinden kurtulmuşlardır ve altınordu hanlığının parçaları olan kazan ve astrahan hanlıklarını kolayca kendisine katar. ama mesele bu kadar basit değildir elbet. kendilerini tarih sahnesinde göstermeleriyle beraber bir daha bu sahneden hiç inmeyeceklerine yemin ederler. hatta bizim deli dediğimiz bir çar, rusların sakal bırakmasını yasaklar. bu uğurda oğlunun bile kafasını uçurur.


en az bizim kadar, hatta bizden de zor batılaşma sürecine girerler ama avrupalının gözünde rus ile türk ün arasında bir fark yoktur. ikisi de düşmandır. ruslar, bu düşman kardeşlerini 18 ve 19. yy boyunca neredeyse sürekli ezer ve topraklarını karadeniz boyunca genişletir. isveç i perişan eder ve finlandiya ile baltık devletlerini alır. polonya yı, prusya ve avusturya ile beraber paylaşır. paylaşır ama bu sefer avrupa nın batısında bulunan fransızlar bir devrim yapmışlardır ve bu fransızların imparatoru napolyon, rusları tepelemek istemektedir. moskova girdiğinde şehirde kimse yoktur. moskova dan döndüğünde artık ordusu da yoktur. işte öyle böyle derken osmanlıyı devirmek için büyük bir harbe girer. kırım dır bu harbin adı ama olan ruslara olur. artık karadeniz de at oynatamayacaklardır. onlar da fırsat bu fırsat deyip tüm sibirya ve orta asya yı alır. fransa ve ingiltere yi de ikna edip osmanlı ile bir daha kapışır. artık orduları yeşilköy dedir ama ordu namına da bir şey kalmamıştır. hepsi açlıktan ve hastalıktan kırılmak üzeridir.

bu savaştan sonra akıllanırlar ve kendilerini ülkenin modernleşmesine son sürat verirler. çarları olacak ikinci alexander tren yolları yapmaya başlar. adamın biri de -ki biz ona pavlov deriz- şartlı refleksi bulur. edebiyatçıları, romanı fransızlardan alır ama onlardan da güzellerini yazarlar. müziği, resim ve heykel sanatı deha üstüne deha çıkarır. ama alt tarafta durum pek iç açıcı değildir. rusların geniş topraklarında yaşayan köle köylüler, efendileri için sürekli ama sürekli üretirler. ama ellerine bir şey geçmez. neyse gel zaman git zaman romanların da etkisiyle çarların biri bu duruma son verir. ama son verme işi görünüştedir. üstelik sanayi gelişmiş ve yeni bir sınıf doğmuştur. bunlara biz işçi deriz. işçiler ve köylü kalabalıklar boş durmaz. iyi eğitimli rusların öncülüğünde ilk ayaklandıklarında tarih 1905 i gösteriyordur. çünkü ruslar uzak doğuda japonlardan ağır bir mağlubiyet almışlardır. neyse, bu bir burjuva demokratik devrim çabası olsa bile devrim çabası başarısızlıkla sonuçlanır.


aradan kabaca bir on yıl daha geçer. birinci dünya harbi tam bir felaketle sürmektedir. batı cephesinde değişen bir şey yoktur. askerler bıtkınlık içindedir. işte o ara almanlar lenin adlı birini isviçre den alıp rusya ya yollar. yeni bir devrim hareketi başlamıştır. yok menşevikler yok bolşevikler derken iktidar romanofların elinden kesin olarak çıkar. artık bundan sonra 1945 e kadar(ikinci dünya savaşı dahil) kanlı bir süreçtir. kızılordu-beyazordu savaşları olur. kızıllar beyazları tepeler ama komutanları olan troçki adlı kişi de stalin adlı manyağın biri tarafından tepelenir. stalin bununla da kalmaz. ülkede ne kadar mualif varsa hepsini tepeler. ama karşısında hitler adlı bir manyak daha vardır.


bu büyücülerden medet arayan adam ruslara saldırmaya cüret eder ve boynun ölçüsünü alır. yüzbinlerce askeri ölür. ruslar almanya da işgal ettikleri topraklarda tecavüz edilmedik alman kadını bırakmazlar. oldukça yıkıcı geçen bu savaşta rusların üçte biri, yani 20 milyonu ölmüştür. ama artık rakip değişmiştir. amerika adlı bu devletin elinde atom bombası vardır ve müthiş sanayi gücü ile rusları da tepelemek istemektedir. ama stalin de boş durmaz. önce atom bombası imal eder(çalar). sonra ağır sanayi hamlesi yapar ve amerikalılar ile sanayide çarpışacak noktaya gelmek ister. elindeki almanlarla uzaya ilk önce onlar çıkar. yuri gagarin adlı bu rus sadece rusların değil, tarihin en büyük insanlarından biri olur. hatta benimde gizli kahramanımdır.


neyse, ruslar silah, spor ve uzayda amerikalıları sürekli tepeler ama uyguladıkları sosyalizm son derece fecidir. bu durum onları ancak 1990 lara kadar getirir. gerisi bilinen hikaye. önce doğu bloku, sonra sovyet imparatorluğu çöktü. çeçenlerin dörtte birini öldürerek elde ettikleri zafer ve petrol-gaz fiyatları sayesinde ve putin adlı bir adam sayesinde kısmende olsa amerikaya tekrar kafa tutar duruma geldiler. hikayemizde böylece sonlanır.

düalizm


rivayete göre satanael(şeytan) tanrının ilk oğludur. oldukça bilgili olan satanael tanrının şatafatını kıskanır ve ona isyan eder. tanrıya hizmet eden meleklerin bir kısmını ayartarak(daha az iş yapacalarını söyler) tahtı ele geçirmeye çalışır. ancak başarısız olur ve tanrı krallığından atılır, yeryüzüne iner veya yeryüzünü kendisi yaratır. burada hüküm sürmeye başlayınca adem'i ve havva'yı yaratır. ancak gücü sadece bedeni yaratabilmiştir ve babasına yalvararak babasının ruhundan bu iki insana ruh verir.

düalistler bu rivayetten dolayı dünya ve insan bedeninin yani tüm maddi alemin şeytani, tüm manevi alemin tanrısal olduğuna inanır. insan bedeni şeytanın, ruhu ise tanrınındır. dünya şeytanındır, ölümden sonra tanrının krallığına gidilecektir. et yemek, evlenmek, çoluk çocuk sahibi olmak hep şeytanın emirleridir. eski ahiti şeytan indirmiştir. buradaki kanunlar şeytanın kanunlarıdır. bu yüzden eski ahitti kesin olarak kabul etmezler. mesela tevratın adem ile havva'nın yaratılış hikayesinde bahsi geçen tanrı, bildiğimiz tanrı değildir. o şeytandır. musa ile tur dağında konuşan, o'na emirleri veren şeytandır. oysa yeni ahit(incil) tanrının diğer oğlu isa tarafından son akşam yemeğinde havarilerine verilmiştir. bu yüzden yeni ahiti kabul ederler. aryuscuların görüşlerine yakındırlar. gerçi incilde de yuhanna ve pavlos'nun mektuplarını kabul ederler.

tanrıya ulaşmak için maddi olan her şeyden vazgeçerler. çalışmazlar. çoğunluğu vaaz ederek ve dilenerek geçinir. yeni yeni şeytani bedenler oluşturmamak için evlenmezler ve çocuk sahibi olmazlar. çünkü yeni bedenler tanrının ruhunun parçalanmasına ve yeniden hapsedilmesine neden olacaktır. neyse, bundan dolayı kiliseye, soylulara, krallara yani mal, mülk ve dünyevi zevkler peşinden koşanları din karşıtı, tanrı düşmanı olarak adlandırırlar. kendi inanışlarını doğru düşünce(ortodoks), geri kalanı heretik(sapkın) olarak adlandırırlar.

bu düşüncenin temeli sanırım osiris ile seth arasındaki kavgaya ve akabinde horus ile seth arasındaki mücadeleye dayanıyor. ama bilinen temeli zerdüştlükteki iyilik tanrısı ahura mazda ile kötülük tanrısı ehrimen arasındaki mücadeledir. gerçi bu mücadelenin bir galibi hiçbir zaman olmayacaktır. neyse, gerçek temeli yine iran kökenli, ms. 2 yy'da ortaya çıkan manikeizm'dir. kendisini ışık tanrısının gönderdiğini söyleyen mani, öğretilerini yukarıdaki minval üzerine yaymaya başlar. isa'nın da yine kendisi gibi gönderilmiş bir peygamber olduğunu söyler. ancak bir süre sonra mani hapse atılır ve akabinde öldürülür. daha sonra paulisyenler(doğu anadolu), bu paulisyenlerin bizans tarafından bulgar sınırına yerleştirilmesi ile bogomiller(balkanlar), bunların da öğretilerini yaymaya başlamaları ile beraber paretenler(kuzey italya) ve katharlar/albigenler(güney fransa) düalist düşünceyi devam ettirmişlerdir. hemen hepsi baskın kilise tarafından yok edilmeye çalışılmış/yok edilmişlerdir. papa, sadece müslüman üzerine değil, heretik saydığı bu inanç sahipleri üzerine de hacli seferleri düzenlemiştir.

bunlardan bogomiller, balkanlara inen osmanoğullarının islam düşüncesini kendilerine yakın bulmuşlardır. çünkü kilise gibi devasa toprak sahibi olmak isteyen bir dini yapılanmaları yoktur. ay ve yıldızı benimsemişlerdir. bogomillere göre ay ve yıldız kendilerini ışık tanrısının dünyasına götürecek olan araçlardır. onlar da isa'nın çarmığa gerilmediğine, yerine yahuda iskaryot'un gerildiğine inanırlar.

4 Mart 2008 Salı

ikinci dünya savaşında türkiye


ikinci dünya savaşında türkiye nin durumunu iki bölümde incelemek gerekmektedir. birinci bölümde almanlar her tarafı işgal etmiş ve güçlü görünüyorlardır. ismet paşa almanlara yaranmak için başbakanlarını faşistlerden atamış(refik saydam, şükrü saraçoğlu) ve onlarla gizli ticaret antlaşmaları yapmıştır. bunun yanında 2 alman savaş gemisine boğazları açmıştır. 1942 de biten türk-sovyet dostluk anlaşmasını almanlara şirin gözükmek için yenilememiştir.

ikinci bölümde ise almanların yavaş yavaş yenilmeye başlaması ile taraf değiştirmiş ve bu sefer müttefiklerin tarafına geçmiştir. almanlar yenilince büyük bir yüzsüzlükle sovyetlerle anlaşmayı yenilemeyi istemiş ama stalin in kızgınlığı üzerine bu gerçekleşmemiş ve stalin boğazlarda üs ve kars-ardahan ı istemiştir. zaten yalta konferasında müttefikler, "türkiye almanya ya yardım etti" diye cezandırılmasına karar vermişler ve ülkeyi sovyet kontrolü altında olan doğu ve ingiliz-fransız-amerikan kontrolünde olan batı olarak ikiye bölmüşlerdi bile. hatta "siz almanlara karşı savaşmadınız, nerenizden uyduruyorsunuz oniki adaları" gibi sözleri ile bol bol aşağılamışlardır.

bunun yanında zaten bilinir ama yine yazayım; romanya, sovyet kontrolüne bırakılırken, yunanistan ingiliz kontrolüne bırakılmıştır. bunun gibi şeyler işte. ancak sovyet-amerikan inatlaşması ve soğuk savaşın başlaması ile durum birden değişmiş ve 1946 martında winston churchill in fulton konuşmasında "avrupa kıtasına, baltık denizindeki stettin den adriyatik teki trieste ye kadar bir demirperde çekilmistir." sözleriyle türkiyenin önemi artmıştır. akabinde ülkeye gelen missouri zırhlısı ile türk-amerikan ilişkileri başlamıştır. savaşın bitmesinden sonra avrupaya yapılan marshall yardımı baştan türkiyeye verilmemiş ancak değişen koşullar dolayısıyla yardım yapılmıştır.

sonuçta alman tipi ordu yapılanmasından amerikan tipi ordu yapılanmasına kadar herşey değişmiştir. kore savaşı ile iyice pekişen türk-amerikan dostluğu, tüketim malları üretimine başlayan türk sanayisi sayesinde iyice amerikan güdümüne girmiş ve günümüze kadar gelinmiştir.

3 Mart 2008 Pazartesi

harut ile marut

rivayete göre harut ile marut, insanların 'nasıl günah işlediğini ve tanrıya karşı geldiğini' bir türlü anlayamazlar. tanrı onlara "siz insan olsanız onlardan daha feci hareketler yaparsınız" der. harut ile marut ikna olmaz ve tanrı onları insan yapacağını ama günah işlerlerse bir daha melek yapmayacağını söyler. neyse, ikisi babil'e iner. içki içilen bir yere giderler. yanlarına bir kadın gelir ve tanrıyı inkar ederlerse onlarla yatacağını söyler. ikisi de kabul etmez. bunun üzerine kadın bunlara içki ikram eder. içtikçe sarhoş olan iki melek önce kadınla yatarlar. sonra ikisi de tanrıyı inkar eder.

ayılınca ne yaptıklarını anlarlar. tanrıdan af dilerler, ama boşadır. tanrı onlara cezalarını dünyada mı yoksa ahirette mi çekmek istediklerini sorar. ikiside dünyada cezalarını tamamlamak istediğini söylerler. tanrı da onları insan ayağının ulaşamadığı bir yerde ayaklarından asarak başaşağı sallandırır. meleklerini günaha sokan kadının adı zöhre'dir ve onu gökyüzüne yıldız yapar. bu yıldız venüs'tür. yani inanna, yani afrodit, yani iştar, astarte ve hatta lucifer.

harut ile marut oldukları yerde boş durmazlar elbette. yanlarına gelen herkese büyü öğretirler. dünyada büyücülüğün bunların yüzünden başladığı rivayet edilir.

harut ile marut'un hikayesine dair kur an'da geçen ayet şöyledir;

"ve onlar, süleyman'ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti. onlar, insanlara sihri ve babil deki iki meleğe harut'a ve marut'a indirileni öğretiyorlardı. oysa o ikisi: "biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkâr etme" demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. oysa onunla allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi." bakara - 42. ayet.

bu ayet babil adının geçtiği tek ayettir.

12 Şubat 2008 Salı

12 - oniki

١٢(arapça), ԺԲ(ermenice), ιβ´(yunanca),
XII (roma rakamı)

12 sihirli bir rakamdır.

1- sümerlerden beri 12 gök cismi vardır. güneş, merkür, venüs, dünya, ay, mars, jüpiter, satürn, uranüs, neptün, pluton ve onikinci gezegen.

2- tüm eski mitlerde tanrılar konseyi 12 tanrıdan oluşur. hiçbir zaman 11 e düşmez veya 13 olmaz. sümer tanrılar konseyi şöyledir: anu, antu, enlil, ninlil, ea(enkil), ninki, nanna(sin), ningal, utu(şamaş), inanna(iştar), işkur, ninhursag.

3- yakup un 12 oğlu vardır; Lea'dan Ruben, Şimon, Levi, Yehuda, İssakar ve Zevulun isimlerinde altı oğlu oldu. Sevgili eşi Rahel den Yusuf ve Bünyamin, Rahel'in cariyesi Bilha'dan Dan ve Naftali isimlerinde iki oğlu oldu. Lea'nın cariyesi Zilpa'dan Gad ve Aşer isimlerinde iki oğlu oldu.

4- isa nin 12 havarisi vardır; petrus, yakup, yuhanna, andreas, filipus, bartholomeus, matta, tomas, yakup, yahuda, simun ve yahuda iskaryot.

5- oğuz boyları bozoklar ve üçoklar diye ikiye ayrılır ve her birinde 12 kol vardır.

6- kral arthur un yuvarlak masa sovalyeleri 12 kişidir: lancelot, balin, balen, edward, perceval, gaiwan, irac, richard, tristan, geraint ve kay.

7- şiilerde 12 imam vardır; hz. ali, hz. hasan, hz. hüseyin, hz. zeynel abidin, hz. musa-i bakir, hz. musa kazim, hz. cafer sadık, hz. rıza, hz. muhammed taki, hz. naki, hz. hasan el - askeri ve hz. mehdi.

8- yıl 12 aya bölünmüştür.

9- saatler 12 dilime bölünmüştür.

10- 12 burç vardır.

11- herkül ün 12 büyük görevi vardır; Nemean Aslanı'nı öldürüp, derisini yüzmek, Lerna gölündeki Hydra'yı öldürmek, Artemis'in kutsal hayvanlarından Kyreneia Geyiğini yakalamak, Erymanthian dağında yaşayan büyük yaban domuzunu ağla tutmak, Augias'ın ahırlarını bir günde temizlemek, Stymphalos'da yaşayan ve o bölgedeki insanların rahatını kaçıran kuşları Athena'nın yardımıyla kovmak, Girit'e gidip Poseidon'un Minos'a verdiği azgın Girit Boğası'nı getirmek, Troya kralı Diomedes'in insan eti yiyen kısraklarını yakalamak, Amazonlar kraliçesi Hippolyta'dan kemerini almak, Okeanos'un bir adasında bulunan 3 gövdeli dev Geryoneus'un sığırlarını çalmak, Hesperidler'in altın elmalarını getirmek, Hades'in ölüler ülkesini koruyan Kerberos adlı köpeği yeryüzüne çıkarmak.

12- avrupa birliği bayrağının 12 yıldızı vardır ve bu sayıyı kesinlikle artırmayı düşünmüyorlar.

batı kültürünün ahlaksızlığını almak

başbakan ın yaptığı açıklamayı duymuşsunuzdur. bu ülke islamcılarının anlamadığı en önemli gerçeklerden biri, batının biliminin, sanatının bu ahlaksızlık dediği şeylerle beraber yürümesidir.

batı medeniyetinin heykelini, resmini, içkisini, kumarını, müziğini, biliminden ve sanatından ayrı göremezsiniz. bunlar beraber, el ele yürür. "onu almam, ama bunu alırım" da diyemezsiniz. "batının bilimini al ama evrim teorisini siktir et, resim yap ama çıplak kadın resmi yapma, heykele hiç dokunma, filozoflarını kaale bile alma" diye bir şey olamaz.

batı, kendi önünde duran tüm tabuları birer birer yıktığı için bilimde ve sanatta ilerlemiştir. islam dünyasının ilk bilim adamları din taassubu içinde kendi kendilerini yokettikleri için bir süre sonra bir şey üretemez duruma gelmişlerdir.

constantine ve hristiyanlık

istanbul un kurucu olan bu imparator, ms 323 de tek başına roma da tahta geçti. tahta geçtiğinde 15 yıllık iç savaş sona erdirmişti ve tetrarşiyi ortadan kaldırmıştı. babası birinci constantius; britanya, galya ve ispanya nın sorumlusuydu ve oğlunu imparatorluk için hazırlıyordu. balkanları ve anadolu yu galerius, kuzey afrika ve italya yı severus, suriye ve diğer doğu eyaletlerinden ise maximinus sorumluydu. en tepede ise diocletianus vardı. babası birinci constantius un 306 da ani ölümünden sonra kendisini york şehrinde hükümdar ilan etti. ardından meyadana gelen tüm çarpışmaları kazanarak imparatorluk içinde bu ayrımları ortadan kaldırdı ve mutlak monarşiye geçerek roma içinde az görünür şekilde despotizmini egemen kıldı. ve en sonunda tahtını sağlama için istanbul u kurmaya karar verdi.

ama costantine, tüm bunları yaparken geleceğin hristiyanlık olduğunu öngördü ve güneşe tapan paganları hristiyanlığa ikna etmeye karar verdi. böylece;

- mısır ın güneş çemberleri katolik azizlerin haleleri oldu.

- isis in mucevi şekilde gebe kaldığı horus u emzirdiğini belirten resimler, meryem in bebek isa yı emzirdiği resimlere heykellere döndü.

- katolik ayinlerindeki tüm görsel unsurlar-piskoposluk tacı, sunak, ilahi okumak, tanrıyı yeme töreni pagan dinlerinden alınmadır.

- en büyük tanrısı mithra-tanrının oğlu diye bilinir- ne zaman doğmuştu? 25 aralık. yani isa nın doğum günü bile pagan dininden alınmadır.

- ilk hristiyanlarda tatil günü tabiki cumartesiydi(şabat). ama costantine bunu bile düşündü ve güneş günü-sunday-(güneşe taparlardı unutmayın) tatil günü yaptı. yani aslında şimdiki hristiyanlar güneşe tapılan günde kiliseye gidiyor(monday-aygünü, saturday-saturüngünü-friday-freygünü). yani aslında avrupa daki tüm gün isimleri eski tanrılara ithafen verilmiştir).

- mithra ya bağlı askerlerin alınlarına mithra nın simgesi olarak çizdikleri, güneşin simgesi olan X işareti, çarmığa benzerliği öne çıkarılarak kullanıldı. ilk hristiyanlar bu simgeyi, güneş tapınımı ile alakası olduğu için yasaklamışlardı.

- mithra nın boğayı öldürdüğü gün olan ilkbahar ekinoksu gününden sonraki pazar günü, isa nın yeniden doğuşu olarak kutlanmaya başlandı. paskalya günü böyle doğdu.

- demeter in kızı kore yi bakireyken doğurmasına binaen isa nın bakire meryem den doğduğu vurgusu yapıldı.

tüm bunları, 325 de, iznik'te meşhur konseyi 230 piskoposla beraber toplayarak yaptı. isa nın tanrının oğlu olduğuna, ariuscuların itirazlarına rağmen konsey tarafından uzun tartışmalardan sonra oybirliği ile karar verildi. evet, ariuscular isa'nın ölümlü olduğuna inanıyorlardı. yazılı bulunan 80 civarı incil toplatıldı ve yakıldı. 4 tanesi kabul edildi. yakılanların bir kaç tanesi günümüzde bulunmuştur ama. kendisi bunları yaparken hala güneş tanrısı mithra ya tapıyordu. ama pontifex maximus ünvanı ile imparatorluk içindeki en yüksek ruhani lideriydi.

constantine hristiyanlığın amentüsünü belirlerken diğer dinlere karışmadı. ancak gelir kaynaklarını keserek hristiyanlığı destekledi. bunun sonucunda pagan tapınakları kiliselere dönmeye başladı. jüpiter rahipleri piskoposlara dönüştü. vesta bakireleri kilise rahibeleri oldu. bunun sonucunda iyice güçlenen hristiyan grupları geçmişin intikamı ile hırsı ile yanıp tutuşmaya başladılar ve ellerine geçen büyük gücü kullanarak diğer dine inananları ezmeye başladılar.

bu istanbul u kuran büyük imparator, pers seferine hazırlanırken 337 de öldü. ölürken rahiplerin tavsiyelerine uyarak vaftiz edildiği ve ancak bu sadece hristiyan olduğu kabul edilir. vasiyet ve paylaşma planına göre ülke; batısı oğlu ikinci constantine ve constans a, doğusu ise yine oğlu olan ikinci constantius a bırakıldı.

ayrıca kendisi ayasofya kilisesi/camii/müzesinin yapımına başlamış ama bitirmek constantius a nasip olmuştur. yine bu imparatoru çok kıskanan fatih sultan mehmet, onun mezarının üstüne gömüşmüştür.

23 Ocak 2008 Çarşamba

666



aslında 666 tamamen yanlış bir çeviridir. bu yanlış çeviriyi ortaya çıkaran kişide burak eldem'dir. babiller, en büyük tanrıları olan marduk u belirtmek için 60 tabanlı bir sayı sistemi kullanmışlar ve onu kabaca (iii) şeklinde göstermişler. yani (iii) onlu tabanda 111 yazmak gibi altmışlı tabanda 3661'nin yerini tutmaktadır.


yahudiler, babil esaretleri sırasında onlardan nefret ettikleri için, onların en büyük tanrıları olan marduk'u da hiç sevmezlerdi. en sonunda persler onları bu esaretten kurtarır ve kötülük tanrısı ile böylece tanışılar.(aslında şeytan kavramı yahudi inancının içine perslerle kaynaşmaları sonucu girmiştir.) yahudiler şeytanla tanışınca, onu en büyük düşmanlarının en büyük tanrısı olan marduk ile özdeşleştirmişler ve marduk hakkında çok az bilgiye sahip olduklarından, onu tanımlamak için en aptalca yolu seçip (iii) işaretini 666 olarak yorumlamışlardır. tabi bunda babillerin 6, 60 gibi rakamları çok sevmelerinin büyük payı vardır. ama 666 şeytanın sayısı değildir. şeytanın sayısı 3661'dir.
zaten yuhanna incili'nde de şeytanın rakamını sadece bilgelerin bildiği yazar. yani yuhanna incili'nde yazan 666, esseneli yahudilerin bu hatalı çeviriyi kabul ettiklerini gösterir.

"bu konu bilgelik gerektirir. anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. çünkü bu sayı insanı simgeler. sayısı 666'dır." vahiy 13:18

hiram usta(hiram abif)

hiram abif olarak da bilinir. rivayete göre davut, tanrının evini yapamaz ve oğlu süleyman büyük bir mabed yapmak için çalışmalara başlar. bunun için sur kralından yardım ister ve kral, en büyük ustası, dul kadının oglu hiram'ı, süleyman'a gönderir.

hiram, çalışanları çırak, kalfa ve usta diye üçe ayırır. kendiside en tepede durur. sağ sütunu diker ve adını yakin koyar. sol sütunu diker ve adını boaz koyar. tapınağın tamamlanmasına yakın hiram yanlız başına dua ederken, üstadlarının sırrını öğrenmek isteyen üç biraderle karşılaşır. onlara gizli bilgiye vermez. bu kişiler de onu tapınağın kuzey, güney ve batı kapılarında başına çekiç, şakaklarına çekül ve tesviye aletini vurarak öldürür. doğu kapısına sendeleyerek gelir, ama yere yıkılır ve ölür. bu üç kişi cesedi gizlemek için akasya dallarının altına onu gömerler. yedi gün geçer ve ceset bulunur. daha sonra büyük bir törenle başka bir yerde gömülür.

cenazesinde, ustaları, beyaz eldiven ve önlük giyerek kanı ile kirlenmediklerini gösteren sembolik jestler yaparlar. bir çok mason ritüeli bu olayda gizlidir. dul kadının oglu efsanesi, dul kadının kesesi, pergel, çekül, tesviye aletleri gibi masonik işaretler, beyaz eldiven ve önlük, akasya yaprakları, tapınağın yönleri gibi ritüeller bu olaydan dolayı kullanılır. hatta masonik dereceler bile. 1- ile 11 arası çıraklık, 11-22 arası kalfalık ve 22-32 arası ustalık derecesidir. 33. dereceye gelmek çok zordur. o dereceye gelene kadar bilinen şeyler hep aynıdır. 33. dereceye ulaşanların hiram usta'nın sırrına ulaştığına inanılır. ama bu sırrında sirius takımyıldızına tapmak olduğu söylenir. yine de mısırlı matematikçi öklid'den aldığı sırraların, ölümüyle beraber yok olduğuna inanılır.

sonra görüşelim


hayko aslında bu parçasnda ne diyor? üşenmedim ve sizin için hayko nun ne demek istediğini yazdım...


geçmez yaran, yok hiç rengin

(sürekli mi kanıyor be, kırmızı o kırmızı)

bitmiş çaban, zor mu geldi?

(noldu artık sevişmek istemiyor musun?)

sen insansan, o insansa, ben de sansam ne olur ki?

(ulan herkse verdin, bende insanım ama)


volkan gibi sert olsan patlasan içine

(kendi kendini mi tatmin ediyorsun artık)

rüzgar gibi savursan fırlatsan da yere

(içinde kopan fırtınaları böyle mi hallediyorsun)

kabus gibi rüyaysan uyansan neyine

(sen ancak rüyalarında orgazm olabilirsin artık)

topraktaki harcanan kurtsun hep gözümde

(toprağa götüreceksin, kurtlar girecek o yere)


bir ben anlar severim, gözlerinden öperim

(bir ben severim seni, başkası anlamaz değerini)

altındaki arabayı, sat sonra görüşelim...

(ama o arabaya verdiklerini siktir et artık, ondan sonra görüşelim)
Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.