29 Ocak 2009 Perşembe
bebe buell
liv tyler'ın babasını aradığı günlerde(ki bu 18 yaş altı oluyor) kızının babasını bulmak için isviçreli ve arizonalı bilim insanları ortak çalışmışlar ve inanılmaz teknikler geliştirmişler. yıllar süren arama ve klinik deneylerden sonra kah babası iggy pop olmuştur, kah ayhan ışık! hatta jimmy page, mick jagger, rod stewart'ı bile babası olabilirdi. ama ne olduysa bir anda olmuş ve liv babasını kendisi seçmiştir.
bir gün liv tv'de steven tyler adlı kişiyi kızı mia ile oynarken görür. şaşırır ve heyecanla annesini çağırır;
"anne, anneciğim, bu mia bana ne kadar da çok benziyor?"
işte o anda gözleri sulanan bebe, gerçeği açıklar;
"o senin kardeşin yavrum, steven ise baban!"
bu gerçeği uzun süre kabullenemeyen küçük liv, steven tyler gibi gerçek bir çirkin kraldan nasıl böyle bir güzelliğin olduğunu düşünürken 18 yaşına gelir ve babasının meşhur crazy klibinde oynar.
lise sonun en heyecanlı yerlerinden birinde olan ben, klibi izleyen her türk erkeği gibi bu esmerin muhteşem kalçalarına çarpılmışımdır. ama artık değil. çünkü anası bebe, kesinlikle daha hoş, çekici ve heyecan verici. inanılmaz rahat ve kaygısız. bu hali, onu daha da çekici kılıyor. o kadar starı yatağına nasıl attığı kesinlikle ortada.
sevgili liv, hani "anasına bak, kızını al" derler ya, yalandır. seni ve bebe yi gördükten sonra bu lafın doğrusu "kızına bak, anasını al" dır.
28 Ocak 2009 Çarşamba
katalanlar ve türkler gelibolu'da!
27 Ocak 2009 Salı
stanley kubrick ve savaş sanatı
ilk önce silahın keşfiyle başlayalım. 2001 a space odyssey'de maymunun biri eline bir kemik alır ve diğer kemik parçalarını kırar. akabinde monolitin gelmesiyle birlikte ilk savaş meydana gelecek ve kan dökülecektir. böylece pek düelloya benzemese bile ilk karşılıklı kan dökme de görülür. gerçi daha çok bir linç vardır, ki hala daha modası geçmedi.
film derin bir karanlık ile başlar. yani daha big bang bile meydana gelmemiştir. akabinde büyük bir patlama ve maymun kemiği havaya fırlatır. onun bir alet olduğunu anlamıştır. o kemiğin bir uzay mekiğine dönüşmesi sahnesi, sinema tarihinin en uzun zaman sıçramasıdır. bir geçişte bütün insanlık tarihi anlatılmıştır.
silahın keşfinden sonra elbette kullanıdığı sahalar gösterilecek. oklu, kılıçlı, mızraklı sahnelerini ilk uzun metrajlı filmi olan spartakus'de bol bol görürüz. dönemin en güçlü ordusu roma'nınkidir ve onun o devirdeki en güçlü rakiplerinden birisi de bir köle olan spartakus'tür. üstelik düello sahnelerinin vazgeçilmez yönetmeni olan kubrick, bu filmde gladyatör dövüşleri ile bunu da kullanmıştır. spartaküs bir köle olsa bile özgürlük tutkusu uğruna isyan eder, çok uğraşır, ama başaramaz.
filmin sonunda yönetici sınıfın acımasızlığını göstermesi açısından çarmığa germe işlemi de gösterilir. kazanan daima haklıdır ve kazanır.
sıra geldi ateşli silahlar çağına. barry lyndon'ı izleyenler bilir. bir irlandalının başına gelebilecek her şey barry'nin de başına gelir. aldatılır, kandırılır, kandırır, aldatır, acır ve acınacak duruma düşer. bu filmde ise kubrick, müthiş bir ingiliz disiplinin ürünü olan sıralı tüfek ateşleme savaşı diyebileceğim taktiği gösterir. hani kırmızı urbalılar üç sıra halinde yürür. atış mesafesine gelince önce ilk sıra, sonra ikinci ve en son üçüncü sıra ateş eder. akabinde düşman dağılınca süngü takarlar ve bu sefer süngülemek için disiplinli bir şekilde yürürler. işte yedi yıl savaşları içerisinde uygulanan bu taktiği gösteren ve elde tüfekle o sıralarda durmak için harbiden cesaret gerektirdiği ve taktiğin iğrençliğini haykıran bir baş yapıttır barry lyndon.
filmdeki düello sahneleri ise olağanüstü. hem filmin başındaki o kandırmaca, hem de sonunda bacağını kaybettiği sahne. oyunculuklar kusursuz. aslında bu tür sahneler insanı ölüm korkusuyla dolduruyor. eğer tek bir kurşunun varsa onu iyi değerlendirmek lazım. ve acınacak duruma düşmemek için sıra sana geldiğinde hakkını iyi kullanmak gerekir!
paths of glory ise tam bir birinci dünya savaşı destanıdır. siper savaşlarının tüm acımasız taraflarını, askerin ruh halini, generallerin umursamazlığını, iğrenç disiplin anlayışını, dikenli tellere takılan ve takır takır taranan askerleri, siperlerinden çıkar çıkmaz boşu boşuna ölenleri, askerlerin ölüm karşısındaki korkularını anlatır. yani gücü elinde tutan kişi için, geri kalan böceklerin hayatları anlamsızdır. film tek kelime ile müthiştir ve hatta 1970'lere kadar fransa'da gösterimi yasaklanmıştır. bu derece etkilidir.
zaman geçtikçe düello iyice anlamsızlaşır. artık mutlak itaat devridir ve düello yerine kurşuna dizilme modası başlamıştır! mutlak itaat zamanlarında ölmek için emir gerekmektedir.
ve sıra full metal jacket'a geldiğinde olayı en başından başlatır. yani; "bu ölüme giden ve ölen askerler nasıl yetiştirilir?" bunu da çavuşun tavırlarından ve konuşmalarından anlarsınız.
ikinci bölümde ise günümüzün savaş stratejisini anlatmaya başlar. artık kılıç, kalkan, ok, mızrak, doldurmalı tüfekler, siper savaşları bitmiştir. gerilla tipi savaşı, insanlarını, bu düşmanların! gündüzleri içimizden biri, geceleri asker olduğunu, kimsenin kimseye güvenmediği bir çağa doğru gidişi anlatır. gerçi savaş sahnesi altı üstü bir binadır. yani pek fazla değil. ama amerikan askerlerinin öldürülmesini izlemek zevkliydi.
aslında bu filmdeki bir söz, her şeyi açıklıyor:
"ve biz bu görkemli güce duyduğumuz saygıdan onun cennetini boş bırakmıyor ve ona taptaze yeni ruhlar gönderiyoruz."
1960'lar ve 70'lerde ise kurşuna dizilmek de moda olmaktan çıkmıştır. artık revaçta olan intihar etmektir.
ve nükleer çağı anlattığı filme gelelim. kubrick, dr. strangelove'da savaşı yönetenleri, yani; başkanını, generallerini, bilimadamlarını, askerlerini, anlayacağınız herkesi güzel bir kara mizah ile izleyiciye aktarılır. en son savaş taktiklerinden biri olan b 52'lerle bombalama da gösterilir. hatta bombanın üstünde bir kovboy bile vardır! ve bu film, aslında soğuk savaş dönemini anlatan, savaşı kontrol edecek olan insanların ruh halini yansıtan bir belgeseldir.
nükleer çağda insanlar çıldırmıştır. intiharlarına bile farklı bir boyut katarlar ve kendileriyle birlikte öldürebilecekleri herkesi öldürmeyi amaç edinirler. yani intihar bombacısı olurlar.
kubrick'i sevelim, sevmeyeni dövelim!
26 Ocak 2009 Pazartesi
türkler galiçya'da
"türk ordusunun kesinlikle hiçbir değeri yok. silahı yok, cephanesi yok, üzerine giyecek urbası yok. subay eşleri, sokaklarda dileniyor."
bu sözlere rağmen türklerle birlik olan ittifak devletleri, birinci harbinin sonucuna kesinlikle etki etmeyen bir cepheye, yani galiçya'ya, ruslara karşı savaşmak için osmanlı ordusundan bir kolordunun gelmesini isterler.
neyse, galiçya o zamanlar avusturya-macaristan imparatorluğunun bir parçasıdır. günümüzde ise güney polonya ve batı ukrayna sınırları içerisinde kalır. bu topraklarda yaşayan insanlar ukraynalıdır. ama dinleri ortodoks değil, tüm batı ukrayna gibi katoliktir. bu bölgeyi ispanya'nın atlantik sahilindeki bölgesi galiçya ile karıştırmamak lazım. gerçi ispanyol galiçya'sında yaşayan halk ile doğu avrupa galiçya'sında yaşayan halk aynı kökenden. kavimler göçü bunları ayırmış.
savaşa geri dönersek; enver paşa, müttefiki almanlara yaranmak için türklerin avrupa içinde almanlarla beraber savaşmasını, alman genelkurmayına teklif etmiştir. hindenburg'da ruslara galiçya'dan yapılacak karşı saldırı için bu teklifi uygun görmüş. enver de hemen en seçmece askerleri bu 2 tümenlik birliğe almaya başlamıştır. ilginçtir; iri yarı, yapılı, uzun boylu türk askeri az olduğundan dolayı, tümenlerin çoğu, o zamanlar bulgaristan'ın elinde olan batı trakya'daki türklerden oluşturulmuştur. bu iş için bulgarlardan özel izin alınmıştır. zaten bulgarların bizim yanımızda savaşa girmesi için ikinci balkan savaşından sonra bize geçen dimetoka'yı da bulgarlara vermişizdir.
birliklerin galiçya'ya ulaşması esnasında ise bölge hristiyanların kafası oldukça karışıktır. mesela bir avusturya prensesi günlüğüne şöyle yazmış;
"doğu cephesinde bizim yardımımıza giden türkler, gazetelerin yazdığına göre krakovi'de mola vermiş. her şey tepetaklak oluyor, dünyanın sonu geliyor! türkler hristiyanlık ruhunu destekleyeceklermiş. ya lawrow'u geri alıpta maria'cığımı esir ederlerse? ey güzel tanrım!"
uzun lafın kısası biz türkler dinyester'in kuzey kolları olan zlota lipa ve narajowka nehirlerinin ayrıldığı yer olan brzezany'dan başlayarak güneybatı yönünde, almanya'nın güney ordusu bünyesinde çarpışacaklardı. ama karşılarına türk birliklerinin geldiğini öğrenen ruslar, rus asıllı birlikleri geri çekerek türkmenistan birliğini savaşması için bu cepheye sürerler. savaş sırasında türklerin cephane ve mühimmat eksikliği müttefiklerinin başına dert olur. kendi ordularının donanımı ile uğraşırken bir de türklerin donanımıyla da uğraşmak zorunda kalırlar! üstelik türk silahları kafkas cephesinde ele geçirilen, kolay bozulan rus malı tüfeklerdir. ancak savaşın sonlarına doğru gerçekten kötü durumda olan taraf ruslardır. çarın askerleri açlık ve perişanlık içindedir. devrim adım adım yaklaşmaktadır. ve ruslar(daha doğrusu rusya için savaşan müslüman birlikler) teslim olur.
peki türkler nasıl savaşmıştır? avusturyalılar bu soruya şöyle cevap verir;
"türkler, yiğit, ancak doğulu benliklerine uymayan alman disipliniyle moral çöküntüye uğramışlardır."
tabii türklerin galiçya'da savaşması yüzyıllar önce söylenmiş bir kehanetin gerçekleştiği müjdeler. ukraynalı bir kahin olan wernyhora, "türk atları vistül nehri'nden su içmedikçe polonya bağımsızlığına kavuşamaz" demiş. ve türklerin atları 1916-17 de galiçya'da bu suyu içer. çok geçmeden polonya da bağımsızlığına kavuşacaktır(1918).
neyse, konuyu gerçekten yaşanmış ilginç bir anıyla bitireyim;
bir izin gününde bizim askerler artık dul kalmış alman kadınlarının evlerine doluşurlar. akşam olmuş ve birliklerine geri dönerler. komutan sorar;
"söyle bakayım mehmet, alman kadınları nasıldı?" asker cevap verir;
"kumandanım, sikiyom sikiyom, emme datsız!"
üstteki resim: galiçya cephesinde bomba atan türk askeri. yalnız arkadaki asker "poz vereceğim" diye kendini fazla kasmış. çok naif duruyor!
harita: 6 numara ile gösterilen bölge galiçya dır.
23 Ocak 2009 Cuma
katolik ve ortodoks kiliseleri
ortodokslar ilk yedi konsülün kararlarını kabul edip, geri kalanı redderler(toplam 20 konsül vardır). ikonaları geniş ölçüde benimseyip, ibadet dili olarak her milletin kendi dilini kullanmasını benimselerler. haçların kolları ise roma nın aksine birbirine eşittir ve sağdan sola doğru haç çıkarırlar. evharistiya ayininde ekmeye maya, şaraba su katarlar. papazları evlenebilir. ancak keşiş, piskopos ve patrikleri evlenemez.
en önemli ayrı olan kutsal ruh nedir? kutsal ruh; tanrının ruhu, yani nefesidir. inanların inançları, imanları kutsal ruh sayesindedir. bazı müslümanlar cebraile kutsal ruh dediklerini zanneder. ama cebrail, hristiyanlarda gabriel adı melektir. ayrıca hristiyanların en büyük meleği michael-mikael adını verdikleri mikail dir.
tanrının yaratıcı(baba), kurtarıcı(oğul) ve esin kaynağı(kutsal ruh) şeklinde ayrımı meşhur iznik konsülüdür. burada üç tae tanrı yoktur. tanrının üç sıfatı vardır. yani bir üçtür, üç birdir.
"başlangıçta elohim(tanrılar) gökleri ve yeri yarattı. ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve tanrının ruhu suların üzerinde hareket ediyordu." tekvin 1:1-2
22 Ocak 2009 Perşembe
japonya: meiji restorasyonu
1639'dan sonra kendi içine kapanan japonya(yüz yıl boyunca hiçbir yabancı japonya içine girememiştir), amerikalı amiral perry'nin savaş gemileriyle limanlarına gelip, 1854'de sınırlı sayıda japon limanını ticarete açması için zorlamasıyla bu yalnızlıktan çıkar(1868).
ülkenin amerikan ablukası altında kendisini batıya açmasıyla başlayan yenileşme hareketine, 1867'de tahta çıkan imparator meiji'nin adını vermiştir. meiji, babasının aksine davranarak, ülkesinin çin gibi yarı sömürgeleşmesini önlemek için bu yola başvurmuştur.restorasyonda ilk önce tokugava shogunluğu'nun(japonların başbakanı diyebileceğimiz kişi. feodal bey) 265 yıllık görevi, samurayların yardımı ile sona erdirilir. böylece imparator tüm kontrolü eline alır. akabinde anayasa ve diet(meclis) kabul edilir, feodalite kaldırılır, demiryolları yapılır, okul sistemi yenilenir, ordu yeniden düzenlenir(last samurai'daki gibi) ve japonya hızla modernleşir.
bu yenileşme hareketi sonucunda japonlar 1895'de çin'i, 1905'de de rusları yenerek başarıda doruk noktasına ulaşırlar. 1910'da da kore ilhak edilmiştir.
1912'de imparator meiji'nin ölümü ile restorasyon son bulur. bu batılılaşma hareketinin bu kadar çabuk başarıya ulaşmasının bir nedeni de o 100 yıllık yalnızlık sırasında batıdan gelen kitapları satır satır okuyup ezberlemeleri ve uyguluyabilmeleridir. belirli bir alt yapı oluşunca hem sömürge durumuna düşmekten kurtulmuşlar, hem de hızla sanayileşerek sömürgeler edinmişlerdir. mesela hollanda'dan gelen tıp kitapları yüzünden japonlar kısa sürede dünyanın en iyi cerrahlarına sahip olmuşlardır. birinci harpten önce güneydoğu anadolu'da kadastro çalışmaları yapmışlardır.
bu süre boyunca kendilerini doğunun ingiltere'si gibi görüp(yüzlerce yıl japonya işgal edilememiş ve ada devleti) ikinci harbe kadar ingilizlerle dost kalmayı amaç edinmişlerdir. ama artan enerji talepleri yüzünden hem ülkeleri işgal edilir, hem de şehirleri yerle bir olur.
not: bilgilerin önemli bir kısmı vikipedia'dan...
mithridates: zehir uzmanı
velhasıl kelam; bir at başı gibi asya'dan avrupa'ya uzanan bu toprakların doğu karadeniz kısmına, en sonunda romalılar gelir. uzun ve yorucu savaşlar olur. onların üç büyük komutanını yener ve bu kişi, roma'nın en zeki ve cesur düşmanı ilan edilir. ama güçlü roma'ya daha fazla dayanamaz ve krallığı son bulur. bu duruma dayanamaz ve koynunda sakladığı zehri içer. vücudu zehre karşı bağımlılık kazandığı için doğal olarak ölmez. esir olmamak için kendini bir askerine öldürtür ve bu dünyadan kurtulur.
işin başka bir ilginç yanı ise zehirlenmekten korumak için yaptığı tiryak adlı her derde deva panzehir, daha sonra birkaç ufak değişiklikle mesir macunu olarak kanuni sultan süleyman'ın annesi hafize sultan tarafından halka dağıtılmıştır.
20 Ocak 2009 Salı
judith vs holofernes
üsteki resim caravaggio'nun, olayı betimlemek için, 1598'de yaptığı bir resimdir. judith'in umursamazlığı, hizmetçinin acıyarak bakışı ve holofernes'in korku ve şaşkınlığı inanılmaz.
bu resim ise ispanyol ressam goya'nın 1823'de bitirdiği, aynı olayın öncesini betimleyen bir başka tablo. ortada holofermes falan yok. judith, hazırlıklarını bitirmiş ve tombul yanakları ile daha bir köylü güzeli. hizmetçi ellerini birleştirmiş ve tanrıdan yardım istiyor. az sonra kafa kesecekler!
bunun yanında aldous huxley'in algı kapıları'nda çok etkilendiğini belirttiği botticelli tabloları da var. hatta soldaki kitap kapağını süslemiştir. o resimde holofernes'in kafasını hizmetçinin kafasında taşıdığı sepette görürsünüz. ortadakinde ise o kafa henüz yeni kopmuştur. arkadaki hizmetçinin yüzü belirsizdir. sağ tarafta holofernes'ten kalanı görürsünüz. adam çizgi roman gibi hikayeyi anlatmıştır. holofernes başsız bir şekilde çok berbat görünüyor. adamları da oldukça üzgün.
kartaca: bilinen ilk soykırım
kartaca, mö 814'de, filistin topraklarında bulunan tire (sur) kentinden gelen fenikeli tüccarlar tarafından, şimdiki tunus'da kurulmuş olan bir kenttir. mö 3. yy'la kadar roma ile aralarında öyle fazla bir çekişme olmaz.
gemicilikte şan şöhret yapmış, kara ordusunu spartalı bir asker düzenlemiş ve fil kullanmayı da perslerden öğrenmiş olan bu halk, genelde sicilya'dan aldıkları tahılla geçinirmiş. ancak romalıların sicilya'yı almak istemesi üzerine onları baştan yenerler. çünkü romalıların daha gemisi bile yoktur. ama roma kıyılarına vuran bir kartaca gemisini inceleyen romalılar, aynı gemiden yüzlercesini kısa sürede yapar. müttefiki yunan şehir devletleri ile beraber pön savaşlarında(mö 250'ler) kartaca'yı yener ve onları sicilya'dan kesin olarak atar.
bunun üzerine kartacalılar ispanya'dan tahıl ihtiyacını karşılamak ister. romalılar buna da izin vermez ve hannibal'in büyük yürüyüşü ve ikinci pön savaşları başlar(mö 218). hannibal, önce kuzeyden girilmez denilen italyan yarımadasına girer. akabinde 3 büyük roma ordusunu yener. roma'ya girse işi bitirecektir. ancak bir roma ordusunun kartaca'ya çıktığını haber alır. kartaca'ya geri döner. bu sefer sıra romalılardadır ve kartaca ordusunu kartaca'da yokederler(zama savaşı - mö 203).
artık tamamen sindirilmiş olan bu insanlara karşı nefret duyan birileri hala vardır. roma senatörü büyük cato, senatoda yaptığı alakalı, alakasız her konuşmanın sonunda şöyle dermiş;
"ceterum censeo carthaginem esse delendam!"
yani;
"ayrıca düşünüyorum ki kartaca tamamen yakılıp yıkılmalı!"
en sonunda roma senatosu karar alır ve üçüncü pön savaşında(amerika'nın önleyici savaş adını verdiği savaş metodunu kullanıp) roma askerleri tüm kartacalıları öldürür. kartacalılar roma askerlerine karşı, sokak sokak, ev ev çarpışır. ancak çocuklarına kadar hepsi yokedilir. yokedilmeleri 1 hafta sürmüştür. akabinde kartaca'nın tarihi mirası da yok edilmiş ve şehirleri dümdüz edildikten sonra üzerinden defalarca sabanlarla geçilmiştir. ama en azından kartaca'nın yokedilmesini isteyen kato bunu görememiştir. çünkü roma saldırısından 3 yıl önce ölmüştür.
19 Ocak 2009 Pazartesi
new amsterdam'dan new york'a ve saint peter
new york'u ilk bulan avrupalı giovanni da verrazano adlı bir fransızdır. 1534'de şehrin olduğu bölgeyi keşfetmiş, ancak girişi bulamamış! bu yüzden şehri keşfeden kişi olarak 1609'da şehre çıkan ingiliz henry hudson kabul edilir(hudson körfezini filmlerden hatırlayın). bölgeye ilk yerleşen ve şehri kuran avrupalılar ise hollandalı maceraperestlerdir(tarihin arka odası adlı programda bu kişilerden birinin de murat adlı hollandalı bir müslüman olduğu söylendi. osmanlıya esir düşünce müslüman olmuş. new york şehri kayıtlarında adı hala geçermiş). kendileri bu bölgeyi pocahontas'ın kuzenlerinden 1613'de bir kasa ateş suyu(viski) karşılığında almışlar ve şehrin adını da new amsterdam olarak belirlemişler. hatta sömürgeleştirdikleri o bölgeye nioev nederland adını vermişler. ama yıl 1664'ü gösterirken bu sefer ingilizler ortaya çıkmış ve bu sömürgeyi hollandalılardan satın almışlar, adını da new york olarak değiştirmişlerdir. tabii karşılığında bir şey vermeleri gerekiyordu. elbette verdiler, endonezya'da küçük bir kahve plantasyonu(çiftçiliği).
velhasıl kelam; günümüzde 170 ayrı dilin konuşulduğu, yaşayan insanlarının üçte birinin abd dışında doğduğu, hali hazırda dünyanın başkenti olan bu şehrin avrupa'nın azizleri bol şehirlerinden farkı, şehri koruyacak hiçbir azizin olmamasıdır. bence buna da çare bulmuşlar ve örümcek adam'ı şehrin azizi ilan etmişlerdir. tabii marvel'in bu hamlesine dc yanıt vermek zorundaydı ve batman'i o konuma getirmeye çabaladılar, ama batman'in şehri gotham'dır. yani çakma new york. aziz peter(vayy, st. pietro gibi durdu be) harbi new york'ludur ve woody allen'dan daha sevimlidir.
not: şehrin tarihi ile ilgili kısımlar vikipedia'dan...
18 Ocak 2009 Pazar
adam weishaupt: illuminati kurucusu
8 Ocak 2009 Perşembe
kadın papa
neyse, rivayete göre bir gün san pietro bazilikasına giderken şiddetli sancılar çekmiş ve olduğu yerde doğurmuş. olay açığa çıkınca tüm kardinaller toplanmış ve kadını doğurduğu çocukla beraber taşlanarak öldürülmüş. adı papalar listesinden çıkarılmış.
olayın bir daha yaşanmaması için bu iktidarsız ve ihtiyar erkeklerden oluşan kardinaller kulübü bir karar almış ve papa seçilen kişiye taşşak kontrolü yapılmasını kararlaştırılmıştır. bu kontrolde yeni seçilen papa altı boş bir saldalyeye oturtulur ve en yaşlı kardinal tarafından taşşağının olup olmadığı kontrol edilirmiş. elleri ile taşşakları bulan kardinal akabinde şöyle bağırırmış;
"duo testis bene benedata!"
yani; "iki tane taşşağı var!"
kadın olmadığını bu şekilde anlamalarında aslında bir sorun yok. ama neredeyse tüm ortaçağ boyuncu bir sürü papa, çocuklarını "yeğenlerim" diye tanıtarak gününü gün etmiş, zevkin doruklarında gezinmiştir! bu kadının ne günahı vardı?
velhasıl kelam sevgili okuyucu, papa da olsan işin zor!
7 Ocak 2009 Çarşamba
izlanda
tarih m.s. 995. papa olacak herif bir genelge! yayınlayarak kıyametin zamanının geldiğini 1000 yılına girerken kopacağını açıklar. tüm katolik dünyasını bir telaş sarar. derebeyleri topraklarını kiliseye ve fakirlere bağışmalamaya başlar. herkes artık daha çok kiliseye gitmektedir. işte tam bu sıralarda bir grup misyoner yaklaşık 150 yıl önce keşfedilen ve vikinglerin yerleştiği adaya gelir. 4-5 yıl sonra kıyametin kopacağını, herkesin isa'ya inanması gerektiğini, yoksa tanrının krallığında yerlerinin olmadığını, inanmayanların cehennemdeki dondurucu soğukta(değil elbette) yanacağını açıklar. ve izlandalıları bir telaş sarar. bu korkuyla toplu şekilde hristiyan olurlar!
hikayemiz elbette burada bitmiyor. artık 999'un son saatleri gelmektedir. tüm katolik dünyası kiliselerde toplanmış ve tanrının krallığına gitmek için yalvarva pozisyonundadırlar. güneşin doğmasına yakın herkes büyük bir inançla kıyameti beklerken birde ne olsun? güneş doğmuş, papa yanılmıştır. ama yanılmaz bir kişilik olan papa hemen açıklamayı yapar;
"isa dualarımızı kabul etti. kıyamet 2000'de kopacak!"
6 Ocak 2009 Salı
hiçbir zaman yaşanmamış günler!
peki bu hata nasıl düzeltildi sizce? 4 ekim 1582-15 ekim 1582 arası silinmiştir. yani 4 ekimden 15 ekime geçilmiştir. tarihte böyle günler hiçbir zaman olmamıştır.
halk ise bu günlerin silinmesine büyük tepki göstermiş ve "papanın çaldığı günlerimizi geri istiyoruz" diye ayaklanmışlardır.
bence asıl ilginç olan durum ise jülyen takvimini yapan kişinin isa nın doğumunu 6-7 yıl yanlış hesaplamasıdır. isa 1 yılında doğmadı. isa, isadan önce 6 veya 7 yılında doğdu.
bunun bir sonucu osmalı da da görülmüştür. ittihat ve terakki istanbul un fethini 11 haziranda kutlarmış. oysa biz 29 mayısda şenlik düzenleriz.
noel: bir doğu adeti
neyse efendim, isa'nın doğum tarihi olarak verilen tarih, aslında mithraizm'in tanrısı mithra'nın doğum tarihidir. mithra, kimilerine göre pers, kimilerince anadolu kökenli bir ışık/güneş tanrısıdır. roma lejyonları tarafından roma imparatorluğu sınırları içinde oldukça yayılmış bir dindir.
iznik konsülünden sonra hristiyanlığı insanlara alıştırmak için böyle şaklabanlıklar yapılmıştır. işte bunlardan biri aslında mithra'nın doğum tarihinin isa'ya verilmesidir. böylece pagan geleneklerinden birinin devam etmesi sağlanmıştır.
yani sizin anlayacağınız batılı gavurlar, doğulu kişilerin bir şenliğini kutlarlar. üstelik noel baba bile muğlalı. bundan güzel geleneğimiz mi olurmuş?! hadi, hep beraber kutlayalım, eğlenelim, coşalım!
ayrıca 31 aralık - 1 ocak akşamı kutlanan yılbaşı, noel değildir. sadece takvimde yıl değişimi kutlanır. dini bir yönü yoktur. hicri takvim meraklısı kişiler yüzünden, güzelim yılbaşı etkinlikleri yokolmaya başlamıştır. yazıklar olsun...
5 Ocak 2009 Pazartesi
kafakağıdı
ittihat ve terakki fırkası
ittihat ve terakki için 1926'da atatürk şöyle demiştir:
"onlar gençti ve tecrübesizdi. bizim tecrübemize sahip olsalar o şekilde davranmazlardı."
sabiha sultan
neyse, hanım kızımızın bizim için önemli olan tarafı mustafa kemal paşa nın bu sultana gönlünü kaptırmasıdır. paşa şehzade vahdettin in yaveri iken onunla oldukça samimi olmuştur. vahdettin tahta geçince bu zayıf karakterli insana bu yakınlığından ve birinci savaşta kazandığı zaferlerden dolayı dilediğini yaptırabileceğini düşünüyordu. böylece sarayın kadınları arasında adı sarı paşaya çıkan mustafa kemal, sabiha sultan la evlenmek için durum yoklaması yaptı. bunu öğrenen sultan, ikinci bir enver paşa vakaasına(enver damattır ve naciye sultan ile evlidir) meydan vermemek için evlilik olayına pek yanaşmadı. zaten sabiha sultan ın gözü kuzeni ömer faruk efendi deydi ve onunla evlendi. mustafa kemal e de samsuna çıkmak kaldı.
sabiha sultan ile evlenen ömer faruk efendi milli mücadeleye katılmak için kaçak yollardan inebolu ya gelmiş, ancak mustafa kemal onun geldiğini öğrenince geri gitmesini tavsiye buyurmuştu. hatta milli mücadeleye katılmak isteyen tek şehzade ömer faruk efendi dir. galiba paşa nın şehzadeyi geri çevirme nedeni biraz da bu kız meselesi olsa gerek. şehzade ile sabiha sultan ise 1948 de boşanmıştır. hanım sultan 1952 de vatandaşlığa geçmiş ve osmanoğlu soyadını almış, 1971 de yeniköy deki yalısına vefat etmiştir.
vahdettin kızını paşaya verseydi herhalde her şey daha değişik olurdu.
...
ilet:
en sevdiğim yazılarım
2- tanrı, şeytan ve her şey hakkında
3- mesih, deccal ve armageddon savaşı
4- hepimiz öleceğiz!
5- anormal düzeyde ilişki yaşayan insanların bilmediği gerçekler
6- quentin taratino'nun arka koltuk sendromu ve winston wolf
7- new amsterdam'dan new york'a ve saint peter
8- haberin yok, ölüyorum
9- bursa hakkında bilmediğiniz gerçekler
10- çizgilere basarak yürümeye çalışan insan
11- olasılık çiftler, gerçeklik katmanlar halindedir
12- ebedi rekabet
13- kuş sütüyle beslerim seni
14- tembellik hakkımız, söke söke almalıyız
15- tek eşliliğin insan doğasına aykırı olması
16- hazza ulaşmak ne kadar zor ulan!!
17- kafaların güzelliği
18- judith vs holofernes