lolita, aslında dolares isminin amerikalılar tarafından kısaltılmış haliymiş. stanley kubrick'in bu iki saatten fazla süren muhteşem lolita filminde ise herkes birbirine aşıktır ve neredeyse herkes birinin aşk intikamını alır. aralarındaki aşk bağlantısı da birbirine şeklinde. lolita'nın annesi bayan haze, bay humbert'a, bay humbert lolita'ya, lolita bir tv eleştirmeni olan clare quilty'ye aşıktır. filmin güzel yanı ise gerçek hayatta karşılıklı aşkın olmadığını haykırmasıdır. bence günümüz romantik komedilerle taa o zamanlar kafa bulur. filmin her sahnesi, tüm oyuncukları oya ile, ince ince işlenmiş gibi. bir başyapıt.
anlatılan olayın özü ise küçük kızlarla cinsel fantazi yaşamak değildir(nabokov'un lolita'sı başka elbette. film ile roman arasında çok fark var). film daha başlar başlamaz ilk sahnesindeki lolita'nın sol ayak parmaklarına oje sürme sahnesi ise olağanüstü güzel. önce sol ayağı baş parmağına yakın bir şekilde nazikçe kavranır. baş parmak ile ikinci parmak arasına pamuk koyulur ve üç harekette baş parmak ojelenir. sonra ikinci parmak ile üçüncü parmak arasına pamuk koyulur. ikinci parmak iki harekette ojelenir. sonra üç ve dördüncü parmak aralarına pamuk koyulur. üçüncü parmak da iki harekette ojelenir. dört ile küçü parmak arasına pamuk koyulur. dört ve beş ikişer harekette ojelenir. o zarif bilekli, taraksız, muhteşem güzellikteki sol ayak parmaklarına sürülen her bir oje darbesi resmen inanılmaz güzellikte. benim filmlerde gördüğüm ve çarpıldığım bir numaralı sahnemdir o oje sahnesi ve bir kadının ayak parmaklarına nasıl oje sürüleceğini de göstermiştir bana.
ayrıca iki ayrı sahnede lolita'nın ayakkabılarını ayakları ile çıkarması vardır, otel sahnesi özellikle, yuhhh. humbert'ın neler çektiğini anlayabilirsiniz.
bay humbert bir edebiyat öğretmenidir ve amerika'ya yeni gelmiştir. bir süre kalmak için bayan haze'in evine gelir. burnu havada, beğenmez bir halde evi gezmeye başlar. üstelik bayan haze'den hiç haz etmez;
bayan haze: bay humbert, numaram 1776. kalmak isterseniz lütfen arayın...
bay humbert: akılda kalıcı bir numara bayan haze. bağımsızlık bildirgesi tarihi. kalmak için karar verdiğimde muhakkak ararım.
kalmak için evi beğenmez, ikisi bahçeye çıkar ve bay humbert, başında geniş şapkası, gözlerinde güneş gözlükleri ile yere serdiği hasırda güneşlenmekte olan lolita'yı görür, çarpılır ve kalmaya karar verir.
bay humbert: bayan haze, ben sanırım kalıyorum.
bayan haze: bahçem sizi etkiledi değil mi bay humbert?
bay humbert lolita'yı gördüğü andan itibaren hayatını ona bağlar. bu uğurda lolita'nın annesi ile evlenir. onu öldürmeyi düşünürken her şey yolunda gider. lolita'sına kavuşur. onun kendisini takdir etmesini, hayranlık duymasını beklerken tutkusu arttıkça artar, bu tutkusuna engel olamaz. dokunuşlarından, teselli ederken, ayak tırnakalrına oje sürerken haz alır. üstelik diğer erkeklerden kıskanmaya da başlar. kavga ederler. başkaları ile eğlenmesini çekememektedir. onu seviyordur ve bu sevgisi lolita'yı boğmaya başlar. o kibirli ve ulaşılmaz humbert'dan geriye zavallı bir tip kalmıştır. bayan haze'e dönmüştür. üstelik üvey kızı ile yaşadıklarından da utanmaktadır. başka hiçkimsenin bu yaşanılanları öğrenmesini istemez. lolita, annesinin intikamını dolaylı da olsa almıştır. lolita ile oteldeyken o yere çökmüş portatif yatakta(yatağın açılma sahnesi müthiştir) sabahleyin yatarken o ilginç lafını da söyler;
"klas insanlar günde iki kere traş olur."
daha filmin hemen başında, lolita'ya yaptıklarından ve onu elinden aldığı için bay humbert tarafindan öldürülen clare quilty ise peter sellers'ın canlandırdığı karaktertir. normalde tv eleştirmeni ve oyun yazarıdır. bohem bir hayatı vardır. alaycıdır. tanıdıklarına mobilya ve kütüphaneymişcesine davranır. lolita'yı ise ilk kez bayan haze'nin evinde kalırken görmüştür. haze'in ölümünden sonra onunla otelde tesadüfen karşılaşır. onu adım adım izlemeye başlar.. lolita'yı üvey babası humbert'dan koparmak icin her yola başvurur. polis olur(inanılmazdır o sahnede), alman psikolog olur ve telefonda humbert ile konuşur. en sonunda onu hastaneden kaçırır. çiftliğine götürür. lolita, ona annesinin evinde kaldığından beri hayrandır. onun peşinden gider. en sonunda clare'in bir sanat filminde oynamasını istemesinden dolayı onu terk eder. en sonunda lolita'nın intikamını humbert alacaktır. onu öldürmeden hemen önce ise clare bir genç kız tablosunun arkasına saklanmıştır. kurşunlar ona olduğu kadar, lolita'ya da sıkılmıştır. peter sellers'ın gördüğüm en dehşet oyunculuk performansı bence bu filmde.
bayan haze ise lolita'nın annesidir. kocası 7 yıl önce ölmüş, cinsel yönden zaafları bulunan biridir. bay humbert'a aşıktır. ona yazdığı aşk mektubu ve onu okuyan bay humbert'in kahkahalarla gülme sahnesi oldukca etkileyici. acınası bir karakter aslında. tipik bir zavallı olduğu halde kendini bir bok sanan kadın portresi. berbat ve sıkıcı bir hayatı olan, kocasının ani ölümü üzerine ne yapacağını şaşıran, kızından hiç hazetmeyen, kıskanmayı marifet sayan bir tip. aşağılandığını, alay edildiğini anladığında ise aynı duygusal saçmalıklara devam edip, tehditler savurup, en sonunda araba altında kalıp ölen bir kişidir. bay humbert'ın ona ilgi göstermesinin ve hatta evlenmesinin nedeni ise elbette lolita'nın annesi olması. zaten bu durumu öğrenince ölümüne giden kısa süreç başlamıştır. onun da akılda kalıcı bir sahnesi var. bay humbert'a şöyle der;
"annenin babası bir türk bile olsa umrumda değil, ama tanrıya inanmadığını öğrenirsem intihar ederim!"
lolita ile humbert'in son sahnesi ise müthiş. humbert'in zavallıdan bile zavallı hali, onu tamamen kaybettiğini anladığı anda hüngür hüngür ağlamaya başlaması ve genç bir kız gibi koşar adım, yüzünü tuta tuta evden çıkması, yani her şey inanılmaz gerçek. lolita bile üzülür adamın bu haline. teselli etmeye çalışır;
"hadi ama ağlama. üzgünüm. anlamaya çalış. bu kadar yalan söylediğim için gerçekten üzgünüm. ama galiba işler böyle yürüyor. nereye gidiyorsun? baksana, bağlantıyı koparmayalım. alaska'ya vardığımızda sana yazarım."
Galatasaray'ın bu sezon çıkacağı en büyük vitrin
20 dakika önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder