bölüm I
ahh ahhh, o ne elim bir sabahtı. kraliçe margorot'un biricik kocası ve ülkenin kralı yedinci alexandır'ı "gerçek alex benim" diyen zavallı bir büyücü, penise çevirmişti. ama bu durum elbette kraliçenin daha çok hoşuna gitti. dildonun bile bulunmadığı o karanlık çağlarda, zevk almak için sarayın tüm askerleriyle yatan bu ahlaksız kraliçe için bundan daha güzel bir ceza olamazdı. sürekli kocasını içine sokuyor, yanından ayırmıyor ve saatlerce onunla vakit geçiyordu. artık kralın takati kalmamıştı. bu beladan kurtulmak için son bir çaba ile dikleşti ve avazı çıktığı kadar bağırdı:
"gerçek alex sensin, gerçek alex sensin."
bu sözleri bodrum'daki yazlığında duyan büyücünün gözlerinden iki damla yaş aktı. işaret parmağının kenarıyla ile onları sildi ve süpürgesine atladığı gibi penis-kralın yanına geldi. cadı, penisi aldı, güzelce öptü, iyice sıvazladı ve "kurbağa ol" dedi.
cadının "ol" demesiyle eski adı aleksandır olan kurbağacık, büyük bir heyecanla kendini sarayın göletçine attı. içeride olan biten gürültüleri duyan arsız kraliçe margorot, bir hışımla geldi odaya. ama artık elinden gelen bir şey yoktu. dildosu kaybolmuştu. üzüntüden sadece gökyüzünden gelen sesi duyabiliyordu:
"kurbağayı öp, kurbağayı öp, o penise dönecek."
kraliçe dizlerinin üstüne çökerek hüngür hüngür ağlamaya başladı. askerlerini hemen emir verip sarayının her yanındaki kurbağaları toplatmaya başlamıştı bile...
bölüm II
bir sabah, sabah namazı için erkenden kalktım ve çeşmenin suyu akmadığı için dereye gitmeye karar verdim. ama ne göreyim! bir sürü genç kızımız, bir sürü kurbağayı "hanimiş benim şehzadem" diye sürekli öpüyorlardı. üstelik bu işten hiç sıkılmıyorlardı. müezzinin sesini duyar duymaz ise hemen ağızlarına burunlarına su verip, suya dalarlardı.
meğer ben, gecenin o al karanlığında, kıpır kıpır eden cisimleri kurbağa olarak görmüşüm. genç kızlarımızın dudaklarını ise tamamen karıştırmışım.
ey oğul, babama bu durumu anlattığımda ise tamamen pişman olmuştum. artık köyün ne kadar erkeği varsa namaza gitmiyor, sabahları bu durumu izlemek için derenin kenarında mevzileniyorlardı. günler günleri kovaladıkça kralımızın kulağına kadar gitti bu olay. bir gün kralımız bile, sarayın askerleriyle beraber dereye mevzilendi. ama yüce tanrı bu durumu gördü. bu iğrençliği önlemek için oğlu isa'yı gönderdi ve isa, bu iğrenç kralı penise çevirdi. ardından isa, dere kenarındaki kızlara penis kralı attı. kızlar büyük bir heyecanla penisi kapmaya çalışırken kralın da sonu gelmiş oluyordu. işte isa'nın ikinci gelişi de böyle oldu.
ey oğul, iyi dinle... sonun bu krala, huyun köyün erkeklerine, suyun derenin suyuna benzemesin. bundan sonra bu konuşmalara erken gelmeyesin, geç gitmeyesin...
bölüm III
uzun zaman önceydi. bir gün, sarayımın bahçesinde sevgilimin şefkatli kollarında dolanırken bir kurbağa gördüm. yere dökülmüş olan biramızı dilleyip duruyordu. ama dili çok uzundu. birden içim hoş oldu. o dil sevgilimde olsa kim bilir bana neler yapardı. bu duygularla beraber sevgilimi öpmeye koyuldum. bacaklarımı açtığımdaysa sarhoş kurbağa malum yerime zıplamıştı bile. o muhteşem dilini çok ustaca kullanıyor ve beni zevk denizlerine sokup çıkarıyordu. bir öpücükle bile bu kadar tahrik olduğumu sanan salak sevgilimse keyiflenmişti.
artık geceleri sadece o kurbağayı düşünüyor, sevgilimle hiç mutlu olamıyordum. bir gün sarayın hamamcı başına gittim. onun, öteden beri nalıncı keseri gibi olan kollarını beğenmişimdir. beni güzelce keseledikten sonra gözüm yan bir odaya takıldı. bu odada çeşitli iksirler, tüpler, deney fareleri, bilumum otlar ve binlerce değişik sıvı vardı. hamamcıbaşı yanımdan ayrıldığı an hemen odaya gittim ve maalesef duvarda asılı olan aşkım kurbağanın resmini gördüm. aniden odaya giren hamamcı başı aslında kendisinin bir simyacı olduğunu ve kurbağayı prense çevirmeye çalıştığını söyledi. ancak bu iş için prenses öpücüğü gerekliydi.
binlerce sıvı içine daldırılan kurbağayı güzelce öpmemle beraber bir ışık doldu odaya. o kadar kuvvetliydi ki anında orgazm olmuştum. yakışıklı prensin bana neler yapacağını tahmin bile edemiyor, heycandan kalbim küt küt atıyordu.
gözlerimi açtığım andaysa büyük bir hayal kırıklığına uğradım. meğerse hamamcı başının babası, kötü kalpli cadıyı güzelce keseleyemediği için bir kurbağaya çevrilmişti. artık beli yamulmuş, dili sürekli dışarıda olan bu insandan bozma hayvanı nasıl öptüğüme şaşırıyordum. o sinirle elime geçirdiğim ilk keseri önce hamamcı başının babasının başına geçirdim. sonrada güçlü kolları olan hamamcı başının başına. elimdeyse kala kala bir keser sapı kalmıştı. ve sevgilim de beni terk etmişti...
The Apprentice: Adam Kazandı
2 saat önce
5 yorum:
karar verdim;
günlerden bir gün, bir çocugum olursa kazara, bu masalı okuyacağım ona her doğum gününde.
tekrar anlatmamı isterse eğer, ki uzunca yıllar hiçbir şey anlamayacağı için isteyecektir, bir daha ki dogumgününü beklemesini söyleyeceğim.
o da kazara doğan torunlarına okur, her doğum günlerinde, belli olmaz ama, belki sen bile okuyabiirsin torunlarına :)
Two thumbs up
Bunu yazarken çok eğlenmiş olmalısın:)
3 yıl önce kışın, bir sabah vakti yazmıştım, eğlencesi yazması değil, başkalarının okumasıydı :)
Yorum Gönder