heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

22 Haziran 2011 Çarşamba

korkuyu beklerken

üzerimde hemen her zaman acayip büyük bir yorgunluk vardır. ne yaparsam yapayım, bu yorgunluğu bir türlü atamıyorum. yavaş yavaş çökmekten desem, değil sanırım. sanki deniz kıyısındayım ve karşıda, uzaklarda büyük bir dalga bana doğru geliyor. bu dalganın bana ulaşmasını engellemek için sürekli bir çaba harcıyorum ve dalgayı asla yok edemiyorum. bu çaba yüzünden de, yorgunum.

bu pis durumdan yırtmak için bazen mekan değiştiriyorum ve o dalga yine gelip beni buluyor. kurtulamıyorum. bazen karşıdan tsunami gibi görünüyor ve boğulacak gibi oluyorum. biraz daha çaba harcayıp onu dalgaya çeviriyorum ve tehdit hala daha devam ediyor. en sonunda gelsin beni yutsun bari, diyesim geliyor, hareketsiz, kımıltısız durayım olduğum yerde, alsın beni nereye götürürse götürsün diyorum ve bu sefer de kendimi iyice aciz hissettiğimden dolayı gururuma yediremiyorum veya beni götüreceği yer, şu an bulunduğum yerden daha iyi olmadığını biliyorum. bazen, ar damarım çatır çatır çatlasın istiyorum. biliyorum ki işte o zaman o dalga kendiliğinden yok olup gidecek. dalga beni alıp götürse bile savrulduğum yer gram umrumda olmayacak.

yine üstüme üstüme, büyüyerek geliyor dalga. sigarayı bir süreliğine bıraktığımı yazmıştım ya hani, gerçek nedenini düşündükçe, bir beleşçinin varlığı fark ettim. sinsi sinsi, baştan izin isteyerek, sonra sorgusuz sualsiz alarak götürdüğü sigaralar ve alan kişiden iğrenmeler. farkedersin ki sadece senden de otlanmıyor, herkesi haraca kesmiş gibi, masasının başına gelenden bile utanmazca otlanmalar, iğrenirsin. iğrenmek minibüste koltuk altı kokan bir insan değildir benim için. minibüse biniyorsam eğer, yani mekan benden bağımsızsa önemsemek gereksiz. kokuyu duymak istemiyorsam atlarım taksiye. bu başka bir şey ama, sinsiliktir, çakallıktır, nasıl mücadele edeceğini düşünürken, sürekli bu tiplerle bulunduğunu anlayıverirsin. selamı sabahı kesersin, ama o kişi o kadar yüzsüzdür ki, elinden bir şey gelmez. bazen, senin yanında atıp tutan senin sorumluluğunda bir kişiye acırsın ve yardım edersin, bir bakarsın yanında değildir artık. korkaklık bile değil. nedense seni gaza getirmeye çalışan tipler vardır birde, çok delikanlı bir adammışsın sen ya, diye başlarlar lafa. gaz ver, gaz ver, alışmışlardır belki böyle şeylere, bu istanbul şehrinde, kimse kimseye kendi işi öyle gerektirse bile parasız yardım etmiyor sanırım. yaptığın işe saygısızlık, kendine saygısızlık, kendinden utanmazlık. istiklal caddesine çıkıp, tribündeymiş gibi teknosa diye bağıran çalışanlar, rezillik, kırmızı üniformaları ile, şapkaları ile, çiğlik. sürekli aynı replik, duymak zorunda kaldığın, senin gözlerinin içinde gördüğüm küçük kızı seviyorum ben, diyen yalancılar, ve hatta o küçük kızı seven sübyancılar ve buna inanan aptallar... bir bakarsın, kendilerini senden üstün olduğunu göstermek için, eline en büyük kağıt parayı vermeye kalkan tipler, iğrenerek bakarsın o ele, yunus emre'yi bari alet etmeyin bu işlere. almamak bir marifetmiş gibi birde, şaşarlar. ya seni hizmetçisi sanan, tepeden bakan tiplere ne demeli, asmalar kesmeler, şöyle yaparım demeler, yaş olmuş yetmiş, hala daha ben şuyum buyum demeler, sinirlerinin zıplaması, o iğrenç bembeyaz kirli sakal ve kocaman göbek kombinasyonu, hırıldayarak nefes alır, verir, iğrenemezsin bile o tiplerden, aynı mekanda bulunmaktan bile korkarsın, sana da bulaşacak pisliği diye, sigara ister canın. bazen bunlar genç tipli, ince bıyıklı, kumaş pantolonlu, bol gömlek giyen kişiler olur. kibir vücutlarına sirayet etmiştir. bir bakarsın, benim hak ettiğimi düşündüğüm parayı, kendi partisinin liderinin bana bir lütfu olduğunu iddia eder. iğrenmezsin bile, kusarsın.


bazen bu yüzden, kendi yaşantımı yok edemediğim için, benden bile berbat durumda olanlarla kafa buluyorum. onların dalgaları almış onları, yutmuş ve geri vermiyor ve hatta savurmuyor da. acaba bende mi aynı durumdayım diye düşünüyorum. ama bende olan dalgayı beklemek, korkuyu beklemek gibi. oysa onlar korkunun bizzatihi içindeyken. çekmişler kendilerini bir köşeye, pislikten arınmak için. ben mi bu dalgayı yarattım acaba diyorum, seyreyliyorum etrafı. sıkıştırılmışlık hissi, sıkılmışlık hissi, sigaraya tekrar artırma nedenim. bulantı...

bazen düşünüyorum, 4-5 yaşımdan beri gördüğüm cezaevleri midir bu durumun nedeni? küçücük çocukların bile üstünü aramalar, nefret dolu gözlerle bakmalar, babanı sıfır saçlarla gördüğün o ince tellerden örülü kafes, ona sarılamama, babanın ve herkesin umutsuz ifadesi, sağmacıların, o bayram günlerindeki kapı önleri. bakır kaplarda soğuk su satan sucular, meydanın önündeki kahvehanede geceden gelip yer kapıp, görüş bekleyen ve masalarda uyuyan kadınlar ve çocuklar, dışarıda ise iğrenç bir güneş kafana geçer, lanet olası ter, seni bir askeri aracın içine doluşturup, kapılarını kapayıp dolaştırmaları, yine ter, üst aramaları, bursa'dan istanbul'a iğrenç otobüs yolculukları... philips marka o meşhur siyah beyaz televizyonda gördüğün, başları önlerinde, elleri önden bağlı, saçları kazınmış bir grup erkek yan yana, tep tip mi giyinmişlerdi, yoksa normal kıyafetleri mi vardı, ama, masada bir sürü bir şeyler... daha öncesinde hayal meyal hatırladığın, belki de kafandan uydurduğun, ama aklında o şekilde kalmış görüntüler. bir köşede misin, izliyor musun olanları, hayal mi ediyorsun, yoksa rüyada mısın, emin değilsin, korkuyu hissettiğin yer, evin. bir gün gelecekler, sana da aynısını yapacaklar, kurtuluş yok...

2 yorum:

Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.