heyy!!! heyecanlı mısın?!

korkma, okudukça geçer!

3 Ağustos 2011 Çarşamba

dünyanın en tuhaf mahluku

popüler beğenilere eleştirel bakan, eşyanın doğası gereği toplumun ilerisinde bulunan entelektüellere/aydınlara yakıştırılan yafta-söz öbeği/öbekleri vardır. derler ki; "o kadar entel ki hiçbir şeyi beğenmiyor."

bu tür sözlerin ekseriyetle hakim kültürle beslenen ünlü kimselerin ağzından çıktığına çok sık rastlarız. burada güya hor görülen durum 'hiçbir şeyi beğenmeyen entelektüeller'den ziyade, entelektüelliğin ta kendisidir. aydınların, toplumun beğenilerinden uzak olmakla suçlanması, hatta fiziksel saldırıya(cinayet ve bıçaklanma olayları gibi), sözlü hakarete uğraması, hiç de yeni birşey değildir. binlerce yıldır süregelen tarihsel bir durumdur. mesela sokrates'in başına gelenler gayet çarpıcı örnekdir.

neyse, popüler kültür savunucuları, gayet klişe bir argümanla, aydınların halkın dilinden anlamadığını iddia etmektedirler. halka ulaşmak için, halkı dinlemek, anlamak gerektiği sürekli söylenir. burada özellikle özal döneminden beri yerleştirilmeye çalışılan ve başarılan apolitikleştirme, cehaleti kutsama anlayışı yatmaktadır. toplumun budalalılığıyla beslendiği gözle aşikar olan popüler kültürün, sanki halkın asli kültürüymüş gibi sunulması, dahası kabul görmesi çoktan yerleşmiş bu menfi ideolojinin en utanç verici başarısıdır. üstelik yalnızca bu tür sözlerle, sloganlarla entelektüelliğin itibarı zedelenmekle kalınmamakta, popüler dizilerde, filmlerde de entelektüeller, ağzından piposunu eksik etmeyen, söylediği sözler anlaşılmayan züppeler olarak betimlenmekte ve bu kişiler karikatür tiplere dönüştürülmektedir. yazık ki entelektüellerin büyük kısmı da bu duruma seyirci kalmakta, etraflarını saran kültürel sefalet yüzünden daha da içlerine kapanmaktadırlar.

entelektüeller, entel, dantel türü sözlerle yerin dibine sokulurken, aydın geçinenler(gerçek enteller), sanki kendileri aydınmış gibi her yeri doldurmaya, cebren ve hile ile tüm kaleleri zaptetmeye başlamışlardır. bu bağlamda, cehaletiyle övünen, hatta cehaletini başında taç gibi taşıyan, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunabileceğine inanan, sığ ve kulaktan dolma bilgi kırıntılarıyla klişe laflar eden, kendisi gibi düşünmeyenleri suçlayan, yargılayan ve üstelik onları kıt aklıyla aşağılamaya çalışan, farklı fikirleri olanların şiddetle cezalandırılması gerektiğini ima eden tavırları ile ortaçağ engizisyonuna yakışan bu insanlar büyük oranda ön plana geçmeye başlamışlardır. bu ülkede de sade, boris vian gibi yazarların çıkmamasının yegane sebebi bu ölü sevicilerdir. palaniuk'a katlanamayan insanların boris vian gibi yazabilecek bir türke katlanabilmesi imkansıza yakındır.

aydın insan, kişilerin diğeri/diğerleri üzerinde baskı ve tahakküm kurmaması, öznenin özne olarak kalması, nesneye dönüşmemesinin garantisidir. gerçi bu satırlar aşk ilişkisinden, iş ilişkisine, dostluk ilişkilerine varıncaya değin her türlü ilişkiye uygulanabilir. yapılması gereken basittir aslında. kişinin hastalıklı egosunu ehlileştirmesi, dünyanın kendi etrafında dönmediği gerçeğini idrak etmesi ve kendinden farklı surette dünyaya gelmiş insan kardeşleriyle empati kurmaya çalışması bir çok sorunu çözer. herkes bu bilinç düzeyine ulaştığı anda ne düzen, ne de düzülen kalacaktır. bunun için en etkili egzersizler, kişinin yıldızlı bir gecede gökyüzüne bakıp, bedeninin kapladığı yerin küçük, küçücük zavallı bir nokta olduğunu, yeryüzündeki hayatının kısa bir misafirlikten öteye gitmeyeceğini kendine tekrar etmesidir. kendisinden önce var olan, ölüp gittikten sonra da varlığını sürdürecek evren için böylesine önemsiz, böylesine küçükken rol yapmanın, üstünlük kavgası vermenin ne önemi kalmıştır ki?

kendini bir bok sanan bu enteller halkın dilinden anladıklarını iddia ederlerken halkın kendisi çoğunlukla "ne sağcıyım, ne solcuyum, futbolcuyum" tadında insanlardır. bir ideolojileri olmadığını övünerek deklare ederler. böyle davranmalarının iki nedeni vardır. birincisi ve daha yaygın olanı, ideolojik olan herşeyin insanın başına iş açacağını düşünmeleridir. bunlar yaşlı olanları doğrudan ya da dolaylı olarak (büyüklerinin anlattığı hikayeler vb.) 12 eylülün karanlık gölgesinin tesirinde kalmışlardır. genç olanları ise günümüzde olan bitenlere bakıp büyüklerine hak verir olmuşlardır. bu tip kişiler korktukları için suçlanamazlar belki, fakat böylesine yılgın, böylesine kendi kabuğunda yaşadıkları için küçümsenmeyi hakederler(beni küçümseyebilirsiniz bak). ikinci nedene göre davrananlar ise cahildir. ideolojinin ne menem birşey olduğunu bilmezler, ama yine de bir takım bilgi kırıntılarıyla ahkam kesmekten kaçınmazlar. "sol, sağ da neymiş, önce insan olun" kabilinden beylik sözleri vardır. bunlar için de fazla umut yoktur.

bu gerekçelere dayanarak, ideolojinin her türlüsünden uzak duranların bilmediği şey, onların ilgisizliğini ve bilgisizliğini teminat altına alan bir büyük ve menfi ideolojinin mevcudiyetidir. ideolojiler üstü olayım derken, insanları aptal robotlara çeviren bir ideolojiye hizmet ettiklerini bilmezler. düşünmenin ve sorgulamanın erdeminden de haberdar değillerdir bunlar. akrep gibidirler.

aydın kişinin bu kişilere anlayış göstermesini beklemek ve hatta saygı duyulmasını istemek bildiğin saçmalıktır. artık kapılarından ve bacalarından sarkarak milletvekili olmak için çabalayan sahtekarlar çıktı, ki kendine aydın diyen bir insanın milletvekili olmak için çaba sarfetmesi kadar saçma bir şey olamaz. homojen bir topluma doğru giderken, bizimki gibi geleneksel ve tam da bu nedenle geri kalmış toplumlarda yaygın olarak karşımıza çıkan bu tür insan tipi hiç kimseye şaşırtıcı gelmemellidir.

homojenliği, kişinin tüm arkadaşlarını hemcinsleri arasından seçmesini, cinsiyeti doğrultusunda gruplaşmalara girmesini ve kişiliğini ait olduğu grubun tabiatına göre belirlemesine bağlayabiliriz. ki söz konusu seçim de kapalı toplumlarda özgür bireyin seçiminden çok, toplumsal dayatma olarak karşımıza çıkmaktadır.

hepimizin bildiği gibi, sosyal değişimlerin yavaş ve eksik olduğu yerlerde erkekler, kahvehane ve kahvehane ruhunun hakim olduğu ortamlarda, kadınlar ise onlara ayrılmış biricik alan olan ev ve ev çevresinde toplanırlar. cinsiyetler arası yabancılaşmanın temelleri çocukluk yıllarından itibaren atıldığından, sonrası çorap söküğü gibi gelir. kahvehanede hemcinsleri ile oturan erkek, zamanla erkek olmaktan gelen kaba kuvveti bir ayrıcalık olarak gören ve kullanan, geleneksel ve yoz ahlakın en fanatik savunucusu, cahil ve anlayışsız bir bireye dönüşecektir. kadın ise ev işi, çocuk, koca üçgenine hapsedilmiş yaşamını, yine kendisi gibi kadın olan komşu, akraba, eş dostlarıyla beyinleri sünger kıvamına getiren kadın programlarını izlemekle, dedikodu yapmakla geçiren, şiddete maruz kalsa bile eline fırsat geçince kendisi de şiddet uygulayan bir birey olacaktır. ayrıca bu durum sadece bizim ülkemize has bir şey de değildir. batının bu manada bizden çok farkı olduğunu sanmıyorum. sadece sorgulayan kişi sayısı fazladır. çoğunluk ise yukarıda bahsettiğim şekildedir.

bu kaçınılmaz, hazin ve vahim bir kısırdöngüdür. politikacıların "önce ekonomik iyileşme" derken, çözümün ancak küçük bir kısmına işaret edilmekteler. toplumun ekonomik açıdan refah içinde olan kesimi de yukarda açıklanan nedenlerden dolayı tamamıyla bağımsız değildir. irili ufaklı ölçeklerde toplumun aslında her alandaki örgütlenmelerde, görece gelişmiş sosyal ortamlarında büyük kitlelere sirayet etmiş bu hastalığın belirtilerine rastlamak zor olmasa gerek. kendi hayatlarımızı mercek altına alırsak, iş yerlerimizde, üye olduğumuz derneklerde, gittiğimiz kurslarda, okulda, arkadaş ortamlarımızı nasıl homojenleştirdiğimiz, burnumuzun dibinde yaşayan karşı cins tarafından ne kadar dışlandığımız/onları nasıl dışladığımız ortaya çıkacaktır. hoşumuza gitsin ya da gitmesin hepimiz seksistiz veya seksist olmaya zorlanıyoruz.

akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

nazım hikmet - dünyanın tuhaf mahluku

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails

...

ilet:

ytravisbickle@hotmail.com

Sayfalar

telif falan istemiyorum, iyi eğlenceler... Blogger tarafından desteklenmektedir.