
üstelik üniversite olmazsa olmaz bir şarttır. ama öyle kıytırık üniversite olmayacak. üniversite sadece ve sadece düşüncenin özgürce ifade edilebileceği, açıklanacağı şehirlerde olabilir. geri kalanlar ise yüksek lisedir. siz erzurum'da evrim teorisinin anlatılacağı bir toplantı düşünebiliyor musunuz!
ve elbette festivaller olmalıdır. sadece ramazan eğlencelerinde değil, istediğiniz gibi müzik dinleyebileceğiniz festivaller olmalıdır. hem de her türlüsü. üstelik şehirde her türlü grup, her türlü eylemi yapabilmelidir. bursa'da eşcinseller eylem yapamayacaksa orası şehir olur mu hiç.
ve şunu unutmamak gerekiyor, şehirlerin hikayesi vardır. insanlar o hikayeleri bilip, o hikayelerle mutlu olurlar veya korkarlar. ama 1980'lerde ilçe olmuş, içinden değil nehir, bir tane cadde geçen, kamu binaları olmasa bildiğin köyden hiç bir farkı olmayan yerlerin, zorlanarak öğrendiğin hikayeleri dışında öğrenebileceğin bir şeyi yoktur. bir şehrin hikayesini herkes bilmelidir. latinlerin nasıl kılıçtan geçirdiğini ve geçirildiği de bileceksin, istanbul'un fethini de. çünkü şehrin hikayeleri sen şehri alınca başlamıyor.
işte bu yüzden, yıllardır istanbul'a kapağı atmayı isterdim. en sonunda oldu. ama tüm bu ahval ve şerait içinde dahi gide gide istanbul'un köyüne gittim. caddelerde hala büyükbaş hayvanlar var, yağmur yağınca yolları sel alıyor, çukur desen bini bir para, çamur desen bir dünya, tiyatroyu geçtim, sinema salonu bile yok. spor salonları hak getire, insanlar halı sahada spor yapıyor. ulaşım berbat. camii önlerindekiler hariç bank yok yahu. şöyle dışarda bir çay bahçesi olsun diyeceğim, ama o da yok. hepsini geçtim, şehiri şehir yapan biraz da kadındır. güzel kadınlar caddelerde yürümedikten sonra, köyden ne farkı kalır bu yerlerin.
en azından bir kaç küçük hikayesine denk gelirim dedim, ama ikinci dünya savaşında almanları karşılamak için hazırlanan makinalı tüfek mazgalları dışında ilginç bir hali de yok. zorladım biraz, ehh işte, padişahlar sefere gidip gelirken buradan geçermiş. zaten eskiden de rum yerleşkesiymiş. belki zamanla bir kaç hikaye daha duyabilirim bak veya öğrenirim, nolcak! rumlardan bir hikaye dinlemek ister bu gönül, ama nerde...
ne menem bir yermiş burası be, üstelik istanbul'un her pis her özelliği de mevcut. istanbul'un yağmuru kadar cins bir yağmur dünyada yoktur mesela. resmen ahmak ıslatan yağar. sis de cabası. soğuğunu da hiç sevmem. yaz gelse resmen bayram edeceğim. en kötü yanı da şoförlerin sürekli uzunları yakması. yani dikiz aynaları parıl parıl parlıyor. yuh be birader, kısaları yaksan göremeyecek misin, kör müsün lan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder